Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 7 Sayı: 1.580

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 25 Şubat 2009 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : 3R ile savaştan Allah saklasın!..


Merhabalar

Korkarım burada gevezelik yapıp havanda su dövüyoruz. İstanbul ve Ankara için açıklanan araştırmalar bir gerçeği ortaya koyuyor. En azından vatandaşın yarısının yolsuzlukla, hizmetle işi yok, onu anlıyoruz. Kimi nasiplendiği sadakanın peşine takılmış, kimi müslüman kardeşliğine takmış (sanki bizler putperestiz!), kimi genlerindeki mazohist tohumlarına esir olmuş, küfreden, döven, söven adamların aşkına yanmış, kimi gerçekten inanmış, kimi inanır görünüp çorbayı kaşıklamış, sonuçta mevcut durumdan memnuniyetlerini ifade ederek devamından yana olduklarını beyan etmiş. Eğer araştırma sonucu 1 ay sonra da değişmezse yandı gülüm keten helva. Sadece bizim için değil, gemi azıya alacak olan iktidar için de!

3Y (Yolsuzluk, Yoksulluk, Yasaklar) ile savaşacağım diye iktidara olan Tayyip Bey'le geldiğimiz noktada, hangi vicdan bu savaştan galip çıkıldığını söyleyebilir? Bir tek vicdansızlar değil mi? Ya da gözünü iktidar bürümüş gören körler. Fakat haklı oldukları bir taraf var. 3Y ile verdikleri savaşta bir bakıma galip çıktılar aslında. Eskiden yolsuzluk kabul edilen pek çok şeyi kılıfına uydurup yasallaştırdılar, böylece yolsuzluk kapsamını küçülttüler, dolayısıyla yolsuzlukla savaşın galibi oldular. Sadaka cumhuriyetini kurup, yoksulluğu ezdiler. Yasakları ise tıpkı yolsuzluk gibi, yasak olmaktan çıkartılıp, mahalle baskısı, demokrasi, güvenlik gereği gibi kavramlarla açıklanan bir sürü şeyle doldurdular. Duyduk ki şimdi sırada 3H (Hukuk, Hürriyet, Hizmet) varmış. Yalnız bunlarla savaşmayıp sevişeceklermiş. Sevişme mekanı olarak, hukuk için Ergenekon'u, hürriyet için Hürriyet Medya Towers'ı, hizmet için İstanbul Belediye Sarayını seçmişler. Allah bizi 3R (Rakı, Roka, Ruh) ile yapacakları savaştan korusun. Rakıya rokaya ambargo koydukları gün zaten hepimiz ruhumuzu teslim etmiş olacağız Allahın izniyle.

...

Bir sevgili arkadaşımın mesajıyla öğrendim, Turkcell'in bir hizmeti varmış. "NEREDEYIM" yazıp 2222'ye yolluyorsun, o anda nerede olduğunu adres ve koordinatlarıyla vermekle kalmıyor, sana en yakın sağlık ve güvenlik kurumlarının adres ve telefonlarını da yolluyor. Hani hepimiz izleniyoruz diye paranoyak olduk ya, işte onun belgesi. Ama konuya iyi tarafından yaklaşmakta fayda var. Belki dağda kaybolup hayatını kaybeden genç bu servisi bilseydi arkadaşına daha doyurucu bilgi verip kurtarılmasını sağlayabilirdi. Bu servisin o kötü deneyimden sonra başlayıp başlamadığını bilemiyorum ama ben yeni öğrendim, hoşuma da gitti, sizler de bilin istedim. Siz bana bakmayın, kendinize iyi bakın, hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


 Kahveci : Nevriye Hamitoğlu


Dilimde Rumeli Türküsü; Bizim Köyde Bayramlar…

Balkanlarda yaşayan Osmanlı atalarımız, çocuklarından torunlarına, torunlarından büyüklerimize ve biz çocuklara kadar gelenek göreneklerimizi ve dinimizi unutmamamızı vasiyet etmişlerdi.

Kültürümüzün en önemli unsuru da büyük bir sevinçle kutladığımız bayramlarımızdı. Bayramlarımızı Türklerin yaşadığı küçük köyümüzde kutlardık. Bayram sabahı ablamla ben erkenden kalkar, önceki gece küçük tahta sandalyelerimizin üzerine asılan yeni elbiselerimizi, kelebek gibi kanatlanan kalbimizin heyecanıyla giyerdik. Köye gidince anneannemin bahçesindeki çiçekleri koklardık, sonra da onun sevgi dolu bakışlarıyla açtığı kollarına koşardık. Elini öptükten ve diğer aile büyükleri ile bayramlaştıktan sonra şeker poşetimizi hazırlardık. Çocukların bayramdaki en büyük eğlencesi köyün bütün evlerini gezip şeker toplamaktı. Anneannem bana, ablama ve yaşıtım olan birkaç kuzenime bayram parası verirdi. Sonra da bizi evin yan cephesinde bulunan ağaca bağlı halat salıncağın yanına götürür, tek tek sallardı. Salıncağa binen, bir şarkı söylemeye başlar ve şarkının sonuna kadar sallanırdı. Bazen de tekrarlayan nakaratlarla şarkımızı uzatarak daha fazla sallanma şansını yakalardık. Anneannem bu küçük hile için bize kızmazdı ama aşağıda sabırsızca bekleyen kuzenlerden biri fark ettiğinde nakaratları uzatan, mızıkçılıkla suçlanır hemen salıncaktan indirilirdi. Buna rağmen hiçbir zaman bayramda birbirimize küsmezdik çünkü şeker toplamaya birlikte çıkardık.

Kuzenlerim Zehra, Rahime, ablam, ben ve bize katılan birkaç komşu çocuğu ile küçük köyümüzün bütün evlerini ziyaret ederek, şekerleri naylon torbalarda toplardık. Elimizdeki torbalar ağzına kadar dolduğunda yeni şekerleri koyacak poşet almak için eve uğrar, dolu torbalarımızı da evde bırakırdık. Kim en fazla şeker toplamış diye diğer poşetlere yan gözle bakardık. Akraba ya da aile dostu olan ev sahipleri bazen şekerden sonra avuçlarımıza bozuk para sıkıştırırdı. Para az miktarda da olsa bizi çok mutlu ederdi. Bayramlaşmak için öncelik tuttuğumuz bir ev vardı. Köyün en zenginlerinden olan bu evin sahipleri, Türkiye'den getirdikleri "Turbo" sakızları çocuklara dağıtırdı. Bu sakızlar bizim için altın değerindeydi. Poşetimize atılan sakızı büyük bir sevinçle elimize alır, güzel kokusunu içimize çeker ve kağıdını yırtmadan açardık. Kağıdını çıkarınca sakıza sarılı olan başka kağıtta gerçek gibi duran, spor arabaların resmi vardı. Bu resimleri birbirimize gösterir, kaybetmemek için de cebimizin derinliklerine sokardık. Pamuk gibi beyaz renkli bu sakızı ağzımıza attıktan sonra damağımızda bir süre tutardık. Sonra da güzel kokusuna eşlik eden tadın keyfini çıkararak ağzımızda kaybolana, yuvarlayıp koyduğumuz yeri unutana, konuşurken ağzımızdan düşürene kadar çiğnerdik. Yaşadığımız ülkenin sadece birkaç çeşit sakızı vardı. Benim hatırladığım naneli yeşil bir sakızdı. Çok sertti ve yumuşatana kadar dişlerimiz acırdı, tabii başka seçeneğimiz yoktu. Bir de büyük teyzenin el yapımı sakızı vardı; beyaz bir mendilin içinden çıkardığı balmumunu damla sakızı ile birleştirerek çiğnememiz için bize verirdi. Tadı kötü de olsa çiğnedikçe hoşumuza giderdi.

Köydeki bayram hazırlıkları bir hafta öncesinden yapılırdı. Evler temizlenir, pencereler silinir, kilimler silkelenir, bahçeler kötü otlardan ayıklanır, evin avluları süpürülürdü. "Bayramda temiz olmayan eve melekler girmez" denilirdi.
Kurban bayramlarında hemen hemen her evde kurban kesilir koca tencerelerde yahniler yapılırdı. Fakir komşulara da yahniden ikram edilir ya da bir parça et verilirdi. Şeker bayramlarında ise yahni için tombul tavukların yanında yumurta vermeyen kart tavuklar ve ötmeyen horozlar kesilir, yahni yapılırdı. Bayram günü çeşit çeşit yemekler hazır olurdu. Yan köyden gelen misafirler bile yemek yenmeden gönderilmezdi. Odanın ortasına sofra bezi yayılır, bezin üzerine de bayramlarda kullanılan büyük sini yerleştirilirdi. Sinide kaşıklar, çatallar yan yana dizilir, taş fırında pişirilen çörekotlu ekmekler parça parça dağıtılırdı. Evdeki büyükler ve bayram misafirleri sininin etrafında yere oturtulurdu. Önce çorba ile başlanırdı. Çorbanın içinde süt, kuskus ve bazen de küçük tavuk eti parçaları olurdu. Sonra ana yemek olan yahni, yuvarlak ve yassı bir tepside sininin ortasına konurdu. Sininin başındakiler bu tepsiden yerlerdi, ayrı tabaklara konulmazdı. Yahni tepsisi boşalmaya başlayınca siniden kaldırılır, buğdaydan yapılan keşkek pilavı, üzerine sarımsaklı yoğurt dökülerek siniye verilir, yanına da iki tabak yaprak sarması yerleştirilirdi. Yaprak sarması, üzüm yaprağı avuç içinde birleştirilerek bohça şeklinde sarılır, üzerine sade yoğurt dökülerek yenirdi. Sonra bu tabaklar da boşalınca "paça" denilen yemeğe sıra gelirdi. Lokantalardaki paça yemeğinden çok farklı olarak, muhallebi kıvamında, içinde yine çok hafif sarımsak tadı olan rengi sarıya yakın unlu, sütlü bir yemekti. Daha sonra da sütlü kaymaklı börek ve ardından da tatlı gelirdi. Bunlar da baklava, sütlaç ve jöleye benzeyen vişneli nişasta tatlısıydı.
Bizim köyün baklavaları, öyle kare şeklinde değildi. Sarmal şeklinde tepsinin içine yerleştirilmiş, yufkası oklava ile büzdürülerek şekil verilmiş baklavaydı. Yufka, sininin üzerinde özenle açılır, yufkanın bir ucuna ince oklava konulur, yufka oklavaya sarılırdı. Sonra elle, yufka büzdürülürdü ve oklava da bu yufkanın arasından çıkarılırdı. Büzgülü olan yufka kıvrılarak tepsiye dizilir ve taş fırında hafif pembeleşene kadar pişirilirdi. Sonra da şerbete yatırılırdı, lezzetine doyum olmazdı. Sütlaç tatlısının üzerinde tarçın yoktu. Hafiften karabiber çekilir öyle yenirdi. Jöle görünümlü vişne tatlısı da nişastanın jöle gibi vişne kompostosuyla karıştırılmasıyla yapılırdı. Vişne taneleri içinde donardı. Bu tatlının görüntüsü o kadar güzeldi ki, biz zevkle kaşığımızı kasenin içine daldırır, içindeki vişneleri kaşığımıza denk getirmeye çalışırdık. Kase büyük olduğundan içine birkaç kişinin kaşığı aynı anda girerdi, öyle şimdiki gibi modern küçük tatlı kaseleri köyümüzde yoktu. Herkes aynı kaseden yerdi.
Bütün bu leziz yemekleri biz çocuklar, ayrı kurulan küçük sinide yerdik.
Bayram ziyaretleri kalabalık olurdu. Yakın ve uzak akrabalar, komşular, aile dostları, gençler çocuklar… Ev sahibi dedeler, bayramlık entarilerini, nineler çiçekli basmadan dikilmiş takım şalvarlarını giyerlerdi. Bayram ziyaretlerinde yaşlılar, büyüklere güllü lokum ikram ederdi. Avuç içi kadar küçük karton lokum kutularının kapak resmi benim çok hoşuma giderdi. Resimde gülümseyen genç bir kız, beyaz işlemeli gömleğinin üzerine kırmızı yelek giymiş (Bulgaristan halk kıyafeti), bahar mevsiminde beyaz çiçek açmış bir ağaç dalının altında duruyordu. Saçlarında çiçeklerden yapılmış güzel bir taç, kolunda da çiçek dolusu bir sepet vardı. Kızın bakışları o kadar canlıydı ki resme yandan baksam sanki o da bana bakıyordu. Arkasındaki mavi gökyüzü kutunun kapağını kaplıyordu. Kapak açılınca içinde dizilmiş pembe lokumlardan bir tane alırdık. Küçük parmaklarımız pudra şekerine bulanınca parmaklarımızı tek tek yalardık. Sonra da lokumu ağzımızda dağılana kadar çiğnerdik. Yaşlılar ise lokumları geveleyerek çiğnemeye çalışır sonra da yutarlardı. Biz küçüklere şeker de ikram edilirdi. Şekerlerin çeşidi o zamanlar sınırlı sayıdaydı. Soğan şekeri; nane aromalı sert yuvarlak bir şekerdi. Lakta şekeri; karamelli, leblebi ezmesi kıvamında yumuşaktı ve kağıdı beyaz, sarı, kırmızı parlak bir renkteydi. Bayıltıcı bir tadı olduğu için pek sevmezdik. Krıskrıs şekeri; sert, oval kesimli şekerdi ve şekerin içinde akışkan helva vardı. Şeker ağzımızda küçüldükçe helvanın tadını almaya başlar, lezzetine dayanamayıp dişlerimizin arasında kırardık. Bir de peynir şekerleri vardı, kocaman parçalar şeklinde kesildiği için biz çocuklar bir iki ısırışta ancak yerdik. Ağzımızda erise de yoğun pudra tadı bizi bayıltırdı ve yarım parçasını daha yemeden elimizden atardık. Büyüklere yapılan ikramdan biri de bayram şerbetiydi. Anneannem gelen misafirlere özenle yaptığı şerbetini, üzerinde gül resmi olan kulpsuz küçük porselen bardaklarda ikram ederdi. Şerbet olmazsa Türk kahvesi yapar, kahve kokusu buram buram bayram havasına karışırdı.

Bayram ziyaretine köydeki gençler pek katılmazdı. Köy mezarlığının yanındaki büyük çayırlık alanın ortasında dalları kocaman ulu bir ağaç vardı. Bu ağacın altında bekar genç kızlar, delikanlı oğlanlar birbirleri ile bayramlaşırdı. Uzun zaman söylenemeyen sevdalar bakışmalarla pekiştirilerek ilan edilirdi. Ulu ağaca bağlanmış kalın halattan yapılma salıncak vardı. Bu salıncağa kızlar ilgi duydukları ya da flört ettikleri delikanlı tarafından bindirilirdi. Bayramlık fistanları uçmasın diye de elden ele gezen renkli bir şalvar giyerlerdi. Bu şalvar salıncak şalvarıydı. Genç kız salıncağa binince delikanlı kızı uçururcasına sallardı. Bağırışlar, çığlıklar, nazlanmalar, kıkırdamalar da bu eğlenceye renk katardı. Biz küçükler de şeker toplama faslından sonra meraktan bu cümbüş alanına gider, gençleri seyrederdik. Delikanlı gençler, büyük salıncakta sallanmak için can atan küçük cesur arkadaşlarımın istekli bakışlarını yakalayınca onları yanlarına çağırır, salıncağa bindirirlerdi. Sallanan küçük, bir daha sallanmak istemesin diye de çok hızlı sallarlardı. Ama cesur yürekli arkadaşlarım sallanırken korktuklarını belli etmemek ve uçmanın keyfini daha fazla yaşamak için yüksek sesle kahkaha atarlardı. Ben ise şalvarın içinde boğulup, salıncaktan balon gibi havalanacağımı düşünerek korkar, uzaktan seyrederdim ve kahkahalarıyla uçurulan arkadaşlarımın komik durumlarına kıskıs gülerdim.

Bayramın yaşandığı en renkli mahalle, köyün en tepesindeki Roman mahallesiydi. Romanlar, rengarenk saten elbiselerini, takım şalvarlarını giyerler, renkli boncukları, kolyeleri ile şıkır şıkır dolaşırlardı. Kapı önlerinde otururlar, varsa müzik aletini çalarlar, tam bir bayram havası ortaya koyarlardı. Bir bayram bu mahalleden geçerken evin kapısında duran pembe renkli saten şalvarlı bir roman kadını bizi el hareketi ile yanına çağırdı. Başına bağladığı boncuklu pembe başörtüsünün altından simsiyah saçları dalga dalga omuzlarında dağılıyordu. Yanık tenini daha çok belli eden açık renkli entarisinin altından mavi bir boncuk görünüyordu. Yüzü pürürssüz, kara gözlerinde derin bir bakış vardı. Kınalı elini öperek, onunla bayramlaştık. Parlak renkli "lakta" şekerlerini torbamıza attı ve dolgun dudaklarını aralayarak bize güldü. Gülümseyişinde de bir parlaklık vardı, üst dişlerinden bir tanesi altın kaplamaydı. Biz de ona gülümsedik ve diğer mahallenin yolunu tuttuk.

Köydeki romanlar iyi ve neşeli insanlardı. Bayram zamanı köy meydanında tezgahlarını açarlardı. Bu tezgahlarda, zıplayan plastik kurbağalar, balonlar, armonikalar, plastik düdükler, oyuncak arabalar, plastik bebekler, çeşitli şekerlemeler, kırmızı renkte cam gibi horoz şekerleri, poşetlenmiş tuzlu fıstıklar, kuru üzümle karıştırılmış kavrulmuş leblebiler, pembe ve beyaz renkli pamuk şekerleri satarlardı. Yaz mevsiminde bir bayramsa komşu köyden dondurmacı gelirdi. Bayramlarda en fazla biz çocuklar eğlenirdik. Benden bir iki yaş büyük olan Zehra, Rahime, ablam ve birkaç kuzenle biraraya gelince ortalık tam bir bayram havasına dönerdi. Akşam olunca anneannemin evinde hep birlikte kalırdık. Anneannem, bir odadaki yatakları hazırlar, kalabalık olduğumuzda yere kalın döşekleri atarak yer yatağı yapardı. Beraber olmanın sevinci ile o gün yaşadığımız komik olayları anlatırdık. Bazen de kim daha fazla şeker toplamış diye poşetlerimizdeki şekerleri tek tek sayardık. Odanın ahşap kapısı gıcırtıyla açılınca anneannem içeri girer ve bizi yatırırdı. Çıkmadan önce de hepimize nazar duası okurdu. Yorgun olmamıza rağmen uykumuz kaçardı, evin avlusundaki lambadan pencereye, oradan da odamızı aydınlatan ışıkta, fal taşı gibi açık gözlerimizle sohbetimize devam ederdik. Büyük olan kuzenler komik hikayelerinden sonra, korku hikayeleri anlatmaya başlardı. Biz küçükler de yorganlarımızın içinde sessizce dinlerdik. Heyecanla anlatılan hikayeler, ilerleyen saatlerde fısıltıya dönüşür ve sonra yavaş yavaş kaybolurdu. Gözlerimizi kapatarak naftalin kokulu yorgana sarılır, güzel rüyaların içine dalardık.

Nevriye Hamitoğlu
nevriye.h@hotmail.com



Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
9 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Murat Özpehlivan


Neler Oluyor Bize

Genç bir adam olmama rağmen eski adetlerimizin özlemini çekmem çoğu zaman yadırganmıştır çevremdeki insanlar tarafından ama kaybedilen güzellikleri geri getirmeyecek bu hal ve davranışlar içimdeki burukluğu asla telafi etmeyecektir. Evet, şu eski adetlerden bahsetmek istiyorum biraz. Hani unutulmaya yüz tutmuş paslı olanlarından.

Komşuya kokusu gider de canları çeker diye evin küçük çocuklarının ellerine tutuşturulan tabaklardaki yemeklerin " Ayşe Teyze annem gönderdi." diye yapılan masum bir sunuşla ikram edildiği ve nezaket icabı birkaç gün sonra tabağın içine başka şeyler konularak geri gönderildiği günler özlenmeyecek gibi değil hani yıllardır karşı komşusuyla selamlaşmayı unutmuş hatta adını dahi bilmeyen modernleşmiş ve şehirleşmiş internet toplumumuz için. Sokaklarda ve otobüs duraklarında sıkça gördüğümüz gülümseyen insanlara artık ne yazık ki ancak e-postalarda ya da chat yaparken gönderilen gülen surat ifadelerinde rastlar olduk. Küçük cep harçlıkları kapabilmek için camları gözleyip ocakta tenceresi kaynayan ve bakkala gitmeye zamanı olmayan birini kollayan mahallenin o yaramaz ve gürültülü çocuklarına bir zaman gelecek ve o harçlık aldıkları insanların onlardan ürkecekleri söylenseydi inanırlar mıydı acaba? Hep sorarım kendime, her araba geçişinde yıkılmaya yüz tutmuş ahşap evleri üç nokta sekiz şiddetinde sarsıntıyla sallanan evlerde yaşarken, şimdikinden daha keyifli olmayı başaran o insanlar acaba o zamanlar daha mı zengindi yoksa zengin olan gönüllerimiydi o çürük evlerde yaşamaya çalışan yürekleri sağlam fakirlerin. Küçük çocuklar, dik yokuşlu Arnavut kaldırımlı sokaklarda meşini aşınmış patlak topa vurarak kirlettikleri, karşıdan karşıya gerilen iplere asılı çamaşırların sahibi ihtiyar Rum Teyze'den kaçardı o zamanlar, şimdiki gibi gözüne kestirdiği yaşlı kadının çantasını çalınca değil. Doğru ya artık toplu mesaj çekiyoruz kandillerde ve bayramlarda sevdiklerimize. Onunla mutlu oluyoruz hatırlandığımızı düşünerek ama cebindeki üç kuruş parasını bayram günleri o yol boyu insanın beti benzini attıran külüstür otobüslere vererek ana babasını görmek için saatlerce uzaklıktaki köyüne giden yine bizler değil miydik?

İster milenyum ister küreselleşme diyelim adı ne olursa olsun işin aslı yükledik değerlerimizi uçuruma giden trenin arka vagonlarına. Bundan sonrası gelecek nesillerin işi. Hem onlar fazla üzmez kendini böyle basit şeyler için çünkü maalesef kablosuz mouse ile misket oynanmaz saatlerce oturdukları bilgisayar başında.

Murat Özpehlivan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Mehmet Sağlam

 Kahveci : Mehmet Sağlam


  Kemalizm Yeniden

ADD'nin 21 Şubat 2009 günü İzmir'de düzenlediği "Türkiye İktisat Kongresi" üst başlıklı toplantının "Kemalist Ekonomi" alt başlıklı oturumunda konuşan Dokuz Eylül Üniversitesi - İktisâdi ve İdarî Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN'ın yaptığı konuşmasındaki her cümlenin altı kalın kalın çizilecek türdendi. Aldığım notların kısaltılmış biçimini bilginize sunuyorum:
"Kültür bir bütündür. Kültüre dışarıdan gelen herhangi bir etki, o bütünün bütün parçalarını da hiç kuşkusuz etkiler. Dolayısıyla içinden geçtiğimiz ve adına küreselleşme denen bu süreçte yaşamakta olduğumuz olumsuzluklar, kültürün dönüştürülmesinden kaynaklanıyor.
Daniel Rodrik bu konuda şöyle der: "Önemli olan küreselleşip küreselleşmediğiniz değil; nasıl küreselleştirildiğinizdir..." İçinden geçtiğimiz süreç kendimizin belirlediği değil; bizim dışımızdakilerin belirleyip bizi sürükledikleri bir süreçtir.

Öyleyse Türkiye'yi iyi okumamız için yalnız Türkiye'nin içini değil; Türkiye'yi dışarıdan yönlendirenlerin Türkiye'yi nereye götürmek istediklerini iyi okumamız gerekiyor. Aynı şekilde, Avrupa Birliği gerçeğini doğru okumak için Avrupa Birliği'nin içinde bulunduğu uluslararası sistemi biliyor olmak gerekir. Bugün AB'nin dünkü AB olmayışının nedeni, değişen, dönüşen uluslararası sistem ve bu sistem içerisinde değişen ilişkiler ağıdır. Dolayısıyla Türkiye'ye bakarken de eski alışkanlıklar içinde bakmak doğru olmayacaktır.

Türkiye'nin bugününe bakmadan önce, Cumhuriyet'in kuruluş yıllarına gitmek ve Atatürk'ün neler yapmak istediklerine bakmak istedim. Tabii ki bir siyaset bilimci olarak, konuyu siyasete çekeceğim:
Atatürk'ün millî iktisat modelini ortaya çıkaran bir milli siyaset formülü vardı. O günkü süreç içinde önce ne dedi?.. Misakı Millî, yani Ulusal Ant... Bu, yeni ulusal devletin ilkelerini belirleyen ve sınırlarını çizen bir ant idi. Daha sonraları millî vatan, millî devlet kavramları gündeme geldi ve bu ilkeler sayesinde Türk toplumu ümmet olmaktan çıkıp millet hâline gelmeye başladı.

Bu proje birbirine eklemlenen devrimlerle, bir süreç içinde topluma benimsetilmeye çalışıldı. Daha sonra bu yeni devlet cumhuriyet ile taçlandırıldı. Ve cumhuriyet, çağına uygun olarak, demokrasiyi öyle ya da böyle ülkeye taşıyacak kapıları aralayan bir anayasa ile kurumsallaştırılmaya çalışıldı. 20 Ocak 1921 tarihli "Teşkilâtı Esasîye Kanunu" içinde yer alan 3'üncü maddede Atatürk'ün büyük önem verdiği "Ulusal Egemenlik" anlayışı kabul edildi.

Atatürk'ün ilk siyasal devrimi Cumhuriyet'in ilânıdır. Cumhuriyet devrimciliktir... Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Lâiklik, Devrimcilik ilkesinin ardılıdırlar. Cumhuriyet kurulduğu günden itibaren sürekli olarak geliştirilen yeni açılımlarla güçlendirildi. Devrimler sayesinde rejim güçlendirildi. O döneme baktığımızda önümüze çıkan başlık "Üretim". Üretimde ne vardır? Özgüven... Özgüvenin olduğu yerde ise tüm kurumlar diridir.

Bugün gözden kaçırdığımız bir şey var, o da şu: İçinden geçtiğimiz süreç, Cumhuriyet'i tasfiye ve devrime karşı da karşı-devrimin örgütlenmesi sürecidir. Bu tablo şöyle özetlenebilir:

a) Günümüzde hakim olan anlayış, başlığı üretim ve özgüven değil; tüketimdir (edilgenleştirilme ve teslimiyet).
b) Cumhuriyet'in tam bağımsızlık anlayışı; bugün her alanda bağımlılığa dönüştürülmektedir.
c) Yenilikler "asker devlet" eliyle getirilmişti; bugün yerine "polis devleti" getirilmiştir.
d) Asker ülkeye yenilikleri taşıyan kurumdu. Asker devlette bir demokrasi ideali vardı; bugün oluşturulmaya çalışılan polis devleti ile bir faşist yöntem demokrasi idealinden uzaklaşılıyor.
e) Özgürleştirme, özgür birey yaratma ideali vardı; bugün bağımlılaştırma, baskılama ve kulluğa doğru bir gidiş var.
f) Devletleştirme yerini özelleştirmeye bıraktı.
g) Batılılaşma, çağdaşlaşma anlayışından uzaklaşıldı. Artık AB ve onun kriterleri ile Avrupalılaşma'yı hedefleyen bir Türkiye var.
h) Evrensel ideallerin yerini; bölgesel menfaatler aldı.
i) Ulusalcı anlayıştan; bugün yerelci anlayışa doğru bir dönüştürülme süreci var.
j) Bizi bir arada tutan yer kamusal alandı; bugün özele geçiliyor.
k) Toplumculuktan ve toplumsaldan; bugün bireyciliğe geçiriliyoruz (bireyselliğe değil).

Bugün karşı devrim bir dalga hâline dönüşmüş görünüyor ve göründüğü kadar güçlü değil aslında; fakat karşı devrime karşı direnişi baskılayabilecek bir örgütlenme modeli oluşturmuş durumdalar, hem içeriden hem dışarıdan edindikleri işbirlikçiler sayesinde.

Bu gidişe dur diyecek insanlar ne yapıyorlar?.. Hâlâ kendi zeminleri üzerinde kendi alışık oldukları mücadelelerini sürdürüyorlar. Oysa Kemalist Ekonomi'den söz ettiğimiz yerde bir dirilikten, bir dirilişten, bir direnişten söz ediyoruz demektir.

Eğer demokrasiyi yeniden diriltmek ve korumak istiyorsak, köklü demokrasilere tekrar bakmamız gerekir. Onlar köklü kurumları sayesinde yaşatıyorlar demokrasilerini. Öyleyse, demokrasiyi var eden köklü kurumlarımıza vurmak yerine, onları sahiplenmek, korumak ve güçlendirmek durumundayız.

Tartışmacı demokrasi diye bir kavram üretilmiş; her köklü kurum kıyasıya eleştiriliyor. Çoğumuz bu sürecin o kurumları tasfiye etmeye yönelik olduğunu göremiyoruz. Bu kurumların başında ordu geliyor. Sonra hukuk ve anayasa... Bugün ısrarla yapılmak istenen "yeni" anayasa, bize "1982 Anayasası"nı dahi aratabilir. Hukuk sistemi içindeki koruma duvarlarımızı yıkarak, demokrasiyi var edemeyiz.

Çoğumuzun göz ardı ettiği bir şey var: Karşı devrim, Cumhuriyet Kurumları'nı kendisi tasfiye etmiyor; o kurumları kendi içinden kendi kendini tasfiye edecek hâle getiriyor. Bu da, "sebepleri değil sonuçları oku" süreci ile dayatılıyor bizlere. Oysa sonuçları değil, asıl nedenleri okumamız gerekiyor. Tıpkı darbeleri sonuçlarıyla değil; sebepleri ile yeniden okumamız gerektiği gibi...

Bugün devlet ekonomik anlamda küçülürken, siyasal anlamda toplumu baskılayacak şekilde devleti elinde bulunduranların güçleri fiilen arttırıldı. O zaman Türkiye'de anayasal rejim yıkılmış; yerine (teokratik) faşist bir baskı rejimi oturtulmak üzeredir, denilebilir.

Öyleyse, daha fazla gecikmeksizin aydın sorumluluğunu anımsamak durumundayız... Aydın sorumluluğu: unuttuğumuz bilimi yeniden geri çağırmaktır.. Topluma kabul ettirilmiş ezberlerin içinde düşünmek değil; toplumu yeniden bilimin ışığında düşünmeye zorlamaktır.. Topluma sonuçları değil; nedenleri okuyup anlatmakla yardımcı olmaktır.. Siyasetçilerin gösterdiği parlak yüzün arka tarafını göstermektir.. Türkiye'nin bugünkü noktaya nasıl getirildiğini sonuçlarla değil, sebepleri ile anlatmaktır...

Birkaç aydının bir araya geldiğinde kendi tarafındaki insanları nasıl aşağı indireceğini düşünmesi, karşı devrimcilerin elini güçlendirmektedir. Hâlâ kimin gidip, kimin geleceği gibi kişilere odaklı tartışmalarla meşgul olanlar, örgütlü yapılarını çözdükçe, karşı devrime güç verdiklerinin farkında değiller. AB limanına demirlemek hayali ile bir yandan en değerli yüklerimizi (kurumlarımızın içini) boşaltırken, bir yandan da gemimizin su almasına (dış müdahalelere) aldırmaksızın pupa yelken ilerleyeceğimizi sanıyoruz. Türkiye hâlâ AB'ye girebilmiş değil. Ancak AB, haddinden fazla iç ve dış ilişkilerine müdahale edecek kadar Türkiye'ye nüfuz etmiş durumda. İlerleme raporları Türkiye'den çok, AB'nin ilerleyişinin belgeleri âdeta.

İşte böyle bir kriz içerisinden geçerken, asıl bunları sorgulamamız gerekirken, geçmişle gelecek arasına sıkışık kaldık. Ve o sıkıştırılmışlık duygusu içerisinde, "Nitelik" ezberine takılarak, o gitsin-bu gelsin tartışmasına takılırken; niceliklerin yönlendirilen iradesiyle sandıklardan çıkarak, çoğunlukta olduklarını iddia edenlerin projelerinin sonuçlarına katlanmak zorunda bırakıldık!

Bunu dönüştürmek istiyorsak eğer, küreselleşmenin bir kader olduğu anlayışının yıkılması gerekiyor! Ben ölünceye kadar "Kemalizm yeniden..." diyeceğim. Bununla, Kemalizm'in o pür mantığından; başlangıçtan itibaren tavizsiz bir şekilde sürdürülen politikalarla oluşturulan Türkiye Cumhuriyeti'nin temel kuruluş felsefesine geri dönmekten söz ediyorum. Siz köklü kurumlarınızı yok ederek, kendi kuruluş felsefenize ihanet ederek bir yere varamazsınız! O felsefeye ve kurumlara sahip çıktığınız sürece varlığınızı koruyabilirsiniz.

Eleştirmek... Bu, bir hastalık hâline geldi. Kendi içimizden kendimizi kemiren kurtlara benzedik. Ben eleştirerek yok etmek yerine, sahiplenerek güçlendirmekten yanayım... İleriye bakmalısınız, yanınızdakilerle didişerek değil; yürüdüğünüz yolda yanınıza birilerini katarak ilerlerseniz, o zaman Kemalizm'i diriltebilirsiniz.

Şu anda öyle hissetmemizi istedikleri için, azınlıktayız gibi hissediyoruz! Çoğunlukta olanın kendini azınlıkta hissedebileceği her türlü politikanın uygulandığı bir süreçten geçiyor ve pasifize ediliyoruz. Bu psikolojik baskıdan bir an önce kurtulmalıyız.

Son olarak şunları söylemek isterim: Atatürk, "Hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir." demişti, biz bunu unuttuk. O aslında bize mesaj veriyordu. Bağımsızlık bu ulusun karakteridir, demek istiyordu. Bir şey daha söylemişti; "Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararlılığı kurtaracaktır." demişti.

O bize görev verdi ve biz o görevi yerine tam getirmedik. Yokluklar içerisinde var edilen bir vatanı, biz varlık içerisinde yok etmeye başladık! Her zaman söylediğimi yineleyerek bitiriyorum: Kemalizm yeniden.. Yeni etiketi vurulmadan, başkalaştırılmadan, katışıksız hâli ile…"

Mehmet Sağlam
mehmetttsaglam@gmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Gülendam Oğuz


<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


AKŞAMLARIN AŞKINA

Kırmızı şarap akşamlarıydı
Gemiler dolusu geçen
Ve martıların kanadından damlayan sarı ıslak saçların
Denizler dolusu gülleri düşün
Bir yudum daha iç
Unutulmuş akşamların adına
Uzansın ellerin karanlığın içine
Koparıp at
Balıkları kıyılara tutsak eden zinciri
Karanlıkta kaybolan zenci çocukları düşün
Bir yudum daha iç
Unutulmuş akşamların şkına

MENDERES SAMANCILAR

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu



Polygon Web Studio


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"

Hatice Bediroğlu
"Düş Kuruyor Gece"

Cüneyt GÖKSU
Serpil YILDIZ

"KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

Merih Günay
"HİÇ"

Feride Özmat
"Yanlış Zaman Hikayeleri "

C.Eray Eldemir
"Uzak İklimler"

Temirağa Demir
"Edepli Fahişeler"

 
Nesrin Özyaycı
"ÖLMESEYDİ"


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Seramik tabak üzerine motif çalışması tüm dünyada yaygın bir uygulama. http://www.portmeirion.tv/motifs1.htm kısa yolunda bu çalışmalarla ilgili çok sayıda örnek bulacaksınız. Özellikle meraklılarına durulur.

http://www.medikalsozluk.com Medikal dilde bilmek istediğiniz kelimelerin, hastalıkların ve terimlerin tamamını bulabileceğiniz, sözlük tadında bir kaynak. Mesela grip seçeneğini tıklıyorsunuz hemen size …Tıp dilinde influenza adı verilen bu hastalık bulaşıcıdır. Grip olan kişinin nefesindeki damlacıklarla yayılıp, salgın hale gelebilir. Paçavra hastalığı da denir. Aniden başlar ve devamlı olarak ateş yükselir… şeklinde bir açıklama getiriyor. Bilmekte fayda var.

...Mutfak kültürünüzü geliştirmek, en güzel, pratik, kolay yemek tariflerine ulaşmak için yemek siteleri arasında alternatifi olmayan yemek sitesi... http://www.yemektarifleri.org/ Bir de siz deneyin bakalım gerçekten alternatifleri yok mu?

En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.

 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

7-Zip 4.62 (2008-12-02) for Windows / 913 KB
http://www.7-zip.org/
Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Uygulama : Cem Özbatur
2002-09©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Hopelessly Devoted To You
Olivia Newton John









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20090225.asp
ISSN: 1303-8923
25 Şubat 2009 - ©2002/09-kmarsiv.com