|
|
|
27 Şubat 2009 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Nazara karşı gene deve keseceklermiş!.. |
Merhabalar
Politik gündemin ayrıntılarını analiz etmeye dalmışken, dün yaşanan elim ama bir yanıyla şanslı uçak kazasını atlamışız. Sevgili dostumuz da haklı olarak uyarmış. Sitemiyle konuya duyarsız kaldığımızı söylemek istemiyor sanırım. Ama bir cümle ile bile bahsetmemek gerçekten olmamış, kusura bakmayın. Kazanın yankıları sürüyor ve daha da uzayacağa benziyor. Olasılıklardan bizi ilgilendiren bölümüne pür dikkat kesilmeliyiz sanırım. Düşen uçağa binmişliğim, az çok aşinalığım var. O nedenle, son 5 ayda 2 kere uçuş öncesi arıza yaparak hangara çekildiğini, ancak üçüncü ve tam kırımdan sonra öğrenmek sürpriz oldu benim için. Oysa, büyük aymazlık örneği gösterip, borsada cevahiri kurtarmak adına, ölü yok diyerek yalan söyleyen Yönetim Kurulu Başkanı ve Hacı Genel Müdür uçağın bakımlarının tam olduğunu da iddia etmişlerdi. Gelin görün ki, sistematik bakımdan geçen bir uçağın 5 ayda 3 kez arıza yapıp sefer aksatması ve sonuncu da tamamen kırılması hiç hayra alamet değil. Hızlı trenle görevine hızlı(!?) başlayan Binali Bakan ve ekibinin THY'i getirdikleri son nokta olması nedeniyle ayrı bir önem taşıyor bu kaza. Uygar ülkelerde, eğer denildiği gibi bir arıza nedeniyle olmuşsa, sorumlu bakanın derhal eyvallah deyip çekilmesi adettendir. Biz de ise tam tersi. Bizim beklediğimiz, apronda kesilecek develerle nazarın savuşturulmasıdır. Olmaz demeyin, bal gibi olur. Hayatını kaybedenlere rahmet geride bıraktıklarına başsağlığı ve sabır diliyorum.
...
Aşağıdaki ilan hiçbirinizin ilgisini çekmedi herhalde. Tek bir mesaj dahi almadım. Oysa dikkatli kahvecilerin neden bahsettiğimizi şıp diye anlayacaklarını umuyordum, yanılmışım. Konunun sıradan bir pazarlama faaliyeti olmadığını söyleyip ilana tekrar dikkatinizi çekmek istiyorum. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan DEPRESYONDAYIM, İLİŞMEYİN |
|
Berbat durumdayım. Başımda kocaman bir bulut, yağdı yağacak. Şeytan diyor ki bas git işte. Daha ne düşünüyorsun? Gidemiyorum. Gidecek yerim de yok aslında. Dünyanın öbür ucuna bile kaçsam bu karabasan da benimle gelecek. Bir şeyler eksik dersiniz ya hep. Hayır, benimki öyle değil. Bir şeyler fazla. Karnım tok, sırtım pek. Sadece sabahların eski tadı yok. Öğlenlerin rengi soluk. Günbatımlarımı mı çaldı mevsim? Anlayamıyorum.
Akliman yine aynı, kalenin burçları, rüzgârda çırpınmaktan yorgun düşmüş bayrak, sahilde uzayan kumsallar bile… Dalgaların ucu beyaz dantellerle süslenmiş denize de sözüm yok. Gün batımına bir şeyler oldu. Durup dururken, birden bire... Abalı üzerinden bulutları kızıla boyayarak ormana inse akşam sıkıntım azalır belki. Bir martıyla oyalanır gözlerim. Beyaz kuşaklarıyla mavi bir tekne geçer belki Gazi Kayasından… Düşlerden sıyrılıp denize dalarım. Bu karabasandan uyanırım.
Ben kapattım artık eski defterleri. Çoktan kaldırıp attım. Ne sana kırgınım, ne de anılarda çer çöp aramak istiyorum. Var git yoluna. Gelirsem, ararsam namerdim. Artık seni zamanda tükenmeye bırakıp geçim derdiyle cebelleşmek istiyorum. Keşke kahve fallarındaki gibi kabarsa yüreğim. Keşke bu kadar kolay söylenen, kendiliğinden geçip giden bir şey olsa. Hamur teknesi gibi benimkisi. Taşıp gecelerimi, rüyalarımı boğuyor.
Berbat durumdayım, çok fenayım, çok… Çek git başımdan bulut. Yağmurunu da al uzaklara git. Bu keder, bu iç sıkıntısı dayanılmaz bir işkence. Tam üç gündür uykusuzum. Gözlerim kan çanağı. Baktığım her yerde bir şeyler uçuşuyor. Bütün resimler bulanık. Kemiklerim sızlıyor, başımda dayanılmaz bir ağrı… Dışarıya çıkmalıyım. Sigara dumanında boğulmuş bu odadan kaçmam, kendimi sokaklara vurmam lazım. Serin hava belki beni kendime getirir.
Dün telefonla ablam aradı. Çok hayırsızmışım. Neredeyse bir ay olmuş. Ne aramış ne sormuşum. Sen böyle yapmazdın, dedi. "Bir ses ver, ara… İyi olduğunu duymayı istiyorum. Yalan söylüyordu. Sesimden nasıl olduğumu zaten anlardı. İstesem bile saklayamazdım. Numaralarımı yemezdi. Haklıydı, ben böyle yapmazdım. Ama ne kadar zamandır bedenimde aklımda gezen bu kişi ben değildim. Ya da bütün maskelerim patladı. İyimserlikler, gülücükler rüzgâra kapılıp gitti. Kala kala ben kaldım. Çırılçıplak ve çaresiz…
Arayacaktım seni abla, dedim. "Zamanım yoktu. Biliyorsun işler çok yoğun. Keşke böyle demeseydim… Bana ayıracak beş dakikan bile mi yoktu? Geç uyusaydın örneğin azıcık, sabah erken kalksaydın. Beş dakikacık bulunur. Yaratsaydın bana ne? İşten mi atıldın yoksa sen? Sakın ha, sakın söyleme…" Ağzına geleni sıraladı. Çırpındıkça battım. Ablam sıradan mazeretlere kanmaz. "Canım ablam benim, bir tanem" onu biraz yumuşattı. Ablalar yufka yüreklidir. Sevgi sözcüklerine her zaman kanarlar.
Bir yol bulmam gerek. Bu sonsuz dehlizden çıkmalı. Bu karanlık, bu başımın üzerinden gitmeyen bulut dağılmalı. Bir şiir bulmalı, bir şarkı dolanmalı yeniden dilime. Yıllar önce yine böyle bir mevsim hercailer almıştım kendime. Çuhaların zamanı da gelip çattı. Birkaç saksı, belki üç beş renk… Badanası solmuş odamı şenlendirir. Niye olmasın? Öğleden sonra belki… Her şeyi bir kenara atıp beklemem mi gerek acaba? Cemreler bitince yeniden su yürür mü dallarıma.
Tomurcuklanır mı yeniden yüreğim? Bakışlarıma güneşler yağar mı yeniden? Fırtınaların da bir ömrü vardır çünkü. Takvimlere baktım. Koz Kavuran ile Çardak fırtınalarına gün sayıyorlar. Onların ardından April başında belki durulur denizlerim. Bekleyip görmem lazım. Az kaldı, ha gayret…
Neler ummuştuk, neler bulduk? Okumak, çalışmak, başarılı olmak, beğenilmek hatta imrenilecek kişi olmak ne kadar boş bir hayalmiş. Hani sırasıyla çıkarsak basamakları mutlu olacaktık? Kim söyledi bize bu yalanları? Neden inanmaya bu kadar gönüllüydük? Ömrümüz taksitleri ödemekle geçip gitti. Faturaları sektirmekten ödümüz koptu. Her zaman bir adım gerideydik hepimiz. Sorumluluk sahibi ve çalışkan olduğumuz zamanlar kötü babalardık. Sevgisiz ve hayırsız evlatlar oluverdik zamanla. Sürekli kazanırken bir yerlerde kaybettiğimizin farkına bile varamadık. Hep eksik, hep yenik, her şeye her zaman geç kaldık. Çok şey değildi aslında istediğim. Babamın gözüne girmek yeter de artardı bile.
Yeniden başlamalıyız diyor güzel kitaplar. Engelli insanların başarılarını örnek göstererek, azimli olmamızı öneriyorlar. Yenildiğin zaman, düştüğümüzde kalk yeniden başla diyor bilge kalemler. Çok satan bir kitap yarışmayı bırakmamızı öneriyor hatta. Sadeliğe dönün, azla yetinin diyor. Ben Ferrarimi sattım böyle iyiyim... Televizyonlar ekonomik krizden çıkış yollarını anlatıyorlar gün boyu. Ücretliler ve sabit gelirliler harcamalarını sakın kısmasın diyorlar. Para hareketinin sürmesi gerekiyormuş ülkemin yüce emelleri için. Yoksa büyüme hızımız küçülürmüş. Yıllarca tasarruf edin demişlerdi oysa. Oyun sürekli değişiyor. Bir günlük şöhret uğruna insanlar akın akın televizyonlara koşuyorlar. Yarışıyoruz, evleniyoruz hatta ekran karşısında kaynanamızla kavga ediyoruz. Her programda yetmiş milyon kişinin aynı anda bizi izlediğini varsayıyoruz. Dünya fazla hızlı dönüyor. Oyun sürekli değişiyor. Yaşımız ilerliyor ve biz kendi karanlık çukurlarımızda kalıyoruz. Geçmişe hayıflanarak, gelecekten umutsuz… Depresyondayım. Sakın ilişmeyin. Haberiniz olsun, aşılarım eksik, ısırırım.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu GÜDÜK |
|
Bodrum'a bütün gün yağmur yağdı. Saatlerce damlaların çatıdaki tıkırtısını dinledim. Sanki Yatağan Termik Santralinin yerle bir ettiği bağ evimizdeydim. Dilime, çoktan unuttuğum dizeler dolandı.
Değirmenci fenerinin isi
Dolana dolana tavanda iz yapar
Ot şilten, eğri büğrü duvarlar
Hep salyangoz izi parıldar
Bahar geldi sanırsın
Oysa yıl dört mevsim bahardır bu kentte.
Kiremitlerdeki tıkırtıdır şimdi bahar
Ninni söyler sana
Uyursun uyanırsın
Yeni bir gün başlar.
Gerisini anımsayamadım dizelerin. Kalktım, eski defterleri, dosyaları karıştırdım. Neden sonra gençlik yıllarımda sevdiğim şairlerin şiirlerini yazdığım eski defterlerden birinde buldum.
Ilık bir yaz akşamı sanırsın
Yıldızlar pırıl pırıl gökte
Oysa bir yağmur sonrasıdır
Uzun ayrılık günlerinin
Özlemini çıkarır yıldızlar.
Mayıs 1967'de, 17 yaşındayken yazmışım bu şiiri.
Karanlıkta,
Uzaklardaki kent ayağına gelir
Alıp götürmek ister seni
Gözlerinde canlanır
Cıvıl cıvıldır caddeler,
Belki de sinema dönüşleridir
Parklar aşk yatağı olmuştur şimdi.
Her şairin, yazarın, ressamın… bir coğrafyası var. Nereye giderse gitsin, dönüp dolaşıp aynı coğrafyadan besleniyor.
O yıllarda köylerde elektrik yoktu. Yatağan'ın ışıkları gece saat on bire kadar yanardı. Keşke köyümüze de elektrik gelse, derdik. Geldi; ama anamın babamın ömrünü, bizim çocukluğumuzu, ilk gençliğimizi uğruna tükettiğimiz bağlarımızı, bahçelerimizi elimizden alarak.
Tunceli'ye buzdolabı çamaşır makinesi, İstanbullulara, Ankaralılara odun kömür, hediye çeki dağıtan da, bizim topraklarımızı yok pahasına istimlâk eden de aynı devlet. Dağıtanlar sosyal devlet adına yapıyormuş yaptıkları işi, köylünün topraklarını üç kuruşa istimlâk edip onları zehir solumaya mahkûm edenler ne adına yaptı ki?
Şiirime yerleşen ve bir türlü söküp atamadığım o acı, karşıcılık, o isyan çocukluğumun coğrafyasının paramparça edilmesinin sonucu olmalı.
***
Güdük, halk arasında yaygın kullanılan bir sözcük.
Türk Dil Kurumu Sözlüğü bu sözcüğü " Eksik yanı olan, tamamlanmamış, kısa; kuyruğu kesik ya da kopmuş; yetersiz, sonuç vermemiş" olarak açıklıyor.
Aydın Karacasulular da hileci insanları "güdük" olarak nitelerlermiş. Hileciliğin en geçerli değer olduğu günümüzde hilecilerin kişisel gelişimini tamamlayamamış olarak görülmesi ilginç.
İnsanımızın şubata güdük demesi elbette onun diğer aylara göre daha az gün sayısına sahip olmasından. Değilse şubat, doğanın büyük değişimlerini yaşadığı bir ay. Cemreler havaya ve suya (20-27 Şubat) bu ayda düşüyor. Toprağa düşecek olanın da eli kulağında (6 Mart).
Bu yıl şubat bizleri mutlu edecek bereketi sundu. Ya siyaset, toplumsal olaylar?
İnternet'te gazetelere göz gezdiriyorum. Adalet Bakanı'nın sözlerini manşet yapmış kimi.
"Hükümetimizle kavga eden, zıtlaşan yerel yönetimler her projelerini Ankara'dan geçiremiyor. O nedenle, halkıyla, hükümetiyle, devletiyle barışık mahalli yöneticiler işbaşında olursa bizim sorunlarımız daha çok çözülür" demiş Bakan.
Hükümet, sözüm ona, sosyal devlet kılıfıyla seçmene odun kömür, kuş sütü eksik yiyecek kolileri, hediye çekleri, beyaz eşya dağıtımına devam ediyormuş.
Tarhan Erdem'in Konda'sının yaptığı bir kamuoyu yoklamasında, bu halkın %70'i hiçbir zaman kitap okumuyor, yüzde 70'ine yakın bir bölümü, evli kadınlarının çalışmak için eşlerinden izin alması gerektiğini düşünüyor, yüzde 57'si, kadınların kolsuz bir üst parça giysi ile evden çıkmaması gerektiğine inanıyormuş. Yüzde 53'ümüz Türkiye'nin laik anayasasının yasakladığı, kadın yargıçlar, savcılar, öğretmenler ve diğer kamu görevlilerinin görevde İslami başörtüsünü kullanmasına izin verilmesinden yanaymış."
Yüzde 88'imiz ülkenin demokratik sistemle yönetilmesi konusunda mutabık olmasına karşın yüzde 48 gibi önemli bir bölümümüz, ordunun "lazım olduğunda" müdahale etmesi gerektiğini düşünüyormuş.
Güdük siyaset, güdük toplum…
Bence, şubata güdük diyerek haksızlık ediyoruz. Keşke yaşadığımız ortamı şubat ayı kadar değiştirip dönüştürecek, uyandıracak gücümüz olsa; bizden sonraki zamana şubat gibi umut taşıyabilsek.
Şiir defterimi açıyor, kaldığım yerden okumaya devam ediyorum. Bu kez de Çek şair Petr Bezruc sarsıyor beni.
"Bensiz, ulusun çiçeği bensiz
Bensiz özgürlük, coşkunluk"
…
Deve dikenleri, yakıcı ısırganları
Gözyaşlarımı, dikenleri, fırtınaları hep söyledim.
Heyhat! Silezya'nın çocuğuyum ben
Öğrenemedim başka türlü konuşmayı
"Silezya" sözcüğünü çıkarıp "Ege" sözcüğünü koyuyor, döne döne okuyorum şiiri. Yazık ki böylesine güdüklükler karşısında şiir, bir sığınaktan başka bir şey değil.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen KOLBASTI |
|
KoLbastı senin havandı, yok benim havamdı diye Trabzon ile Giresun birbirine girmişler. Yahu, bizi yıllardır neler "bastı" ama birbirimize girdiğimiz yok dedim kendi kendime. Bir de pantolonun yanına ceketi taktığı gibi ortaya fırlayan Adnan Abi; "Aslında hiçbiri değil, o romandan devşirme bir oyundur" demiş. Yılların komşusu iki vilayet için "arabuluculuk" görevine soyunabilirim belki dedim ama sanki soyunmuşçasına üşütmüşüm fena halde yorgan döşek yatıyorum ne yazık. Geçen hafta Ankara'dan zar zor döndüm İstanbul'a.
Kızılcahamam'a gidesim geldi gelmesine de; "Alışmadık vücutta peştemal durmaz" misali hamamda kızılca kıyamet kopuvermiş işte. "Hamama giden terler" derler bir de, terlese iyi, yatağa düşer be yatağa ! Her neyse; dönelim Trabzon takımının galibiyet sonrası yeşil sahalarda KoLbastı modası başlatmasına. Gerçi Trabzon'un kursağında kaldı KoLbastı geçen hafta Denizli Horozu'nun gagasını yeyince. Üzülmesinler, o kadar çok "Bastı" var ki herkese yeter de artar, kavgaya ne gerek var canım, buyrun hep beraber oynayalım...
Maçın bitmesini beklemeden atılan her golde oynanabilir, adına da GoLBastı deriz.
Hatta ortada gol yok, fol yok demeden de oynanabilir, ona da FoLBastı deriz. Gerçi Beşiktaş tribünleri bunu yıllardır yapıyor, ortada birşey yok, hobaaa tribünler ayakta..
RoLBastı var ama bunu herkeş oynayabilemez, biraz Davoş ruhu lazım, bir tutam zencefil ama içine hatmi çiçeği gibi liste uzadıkça uzuyor, zor iş velhasılı...
Bu kalıba bu beden büyük geldi diye oynamamazlık edenlere BoLBastı olabilir örneğin. Zaten oynamamazlık eden gelin yeri dar diye şikayet edermiş, meydan bol nasılsa...
SoLBastı da olabilir ama pek kalmadı ortalıkta. Nedenlerinden birini aşağıda inceleriz.
Karayolu, Denizyolu, Havayolu zannetmeyin atla eşekle en az 170 gün süreyle çok rahat oynayabilirsiniz bu oyunu, karanlık basarsa fener eşliğinde YoLBastı oynamaya bile devam edilir.
Buna oyun dersek güzelim yemeğe ziyan olur, pek lezzetlidir KüLBastı zira.
GüLBastı da tam bir ABD oyunudur, TüLBastı ile birlikte daha da uyumlu olur. Eskiden saraylarda oynanırdı ama az biraz daha idare edilecek, ne kaldı şunun şurasında. Kulun zar zor bulabildiği kıyafet eşliğinde oynanır ÇuLBastı. Bazı yörelerde oynayanların alnına para yerine pul yapıştırıldığından PuLBastı dendiği de olur. Para yoksa ne bulursan onu basarsın ki BuLBastı olur. Kulların sayısı arttı mı FuLBastı da diyebilirsin artık.
KaLBastı veya KıLBastı denen oyunu yıllardır tek başına oynar durur birisi. SoLBastı oyununun engellenme nedeni de budur zaten. Tam yöre halkı katılmaya başlar mutlaka birisi kıllık eder ve oyun yıllardır tek kişilik oynanır durur. Oynayan için çok ballıdır, ekmek elden su gölden yaşanır, etliye sütlüye karışılmaz, bu nedenle BaLBastı da denir bazı yörelerde. Gelecek hakkında iş üretilmez, proje yapılmaz, fala bakılır adeta ve bu nedenle FaLBastı da denir. "Başarılıyım yahu !" denir utanıp sıkılmadan ama sonunda hep nal toplanır, buyrun size NaLBastı oyunu.
Ülke yaşamının en gerçeğidir ÇaLBastı. Çalmadan oynanmaz. Ayak hareketleri çok önemlidir, ayak hareketlerine dikkat edilmez birilerinin dalına basılırsa DaLBastı derler, ortalık yangın yerine dönünce de mal kavgası başlar ve MaLBastı olur.
Bıçak kemere dayanır BeLBastı derler.
"Kurtar bizi Baba" derler KeLBastı olur.
Beş kez gönderip altı kez GeLBastı oynarlar.
Ormanları satıp SeLBastı derler.
"Dinleniyoruz" diye TeLBastı oynarlar.
Sonunda yellenirler; YeLBastı olur.
Bir torba erzağa da bile bile basar oyunu, eh bu oyunun adı da : KuLBastı kime ne ?
Olan millete olur, dellenirler DeLBastı oynarlar, dillenirler DiLBastı oynarlar.
Hiç bir şey bulamazlarsa kapı ziliyle ZiLBastı oynarlar son tahlilde...
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
İÇERDE VE DIŞARDA OLMAK!
(Olmak ya da Olmamak!)
İçerde ve dışarıda olmak birbirinden farklıdır. Olaylara içerden ve dışarıdan bakmak da birbirinden farklıdır. İçerde duygular vardır, sadece senin duyguların ve senin düşüncelerin. Dışarıda ise başkaları, dışarıdakilerin duyguları, dışarıdakilerin düşünceleri… İçerden bakarken başın döner bazen, sadece içindekileri, içerdekileri görürsün, içerdekileri hissedersin sadece, bazen dışarıdan bakıyormuşsun gibi gelir, gördüğün ise dışarıdakinin içeriye yansımasıdır sadece. Sen hep içerde kalmışsındır, dışarıya çıktım zannedip hiç çıkmamışsındır aslında. Dışarıdan görüyorum dediğin, içerdeki aynadan yansıyanlardır sadece. Yani gerçekleri söylemek gerekirse sen, kendini kandırıyorsundur.
Dışarıda olmaksa içerdekinden çok daha farklıdır bazen. İçerdeyken başın dönüp de göremediklerini dışarıdan daha net görürsün. Bazen hayretler içerisinde açık kalır ağzın:"Bu kadar yakınımda, hemen şuramda olan bir şeyi ben nasıl oldu da göremedim" dersin. Oysaki ellerinle dokunup, tüm duyularınla üzerinden geçmişsindir defalarca. İçerdeyken görmemişsindir ama, görmek istememişsindir, içerdeyken sen vardın çünkü sadece… Sadece SEN! Dışarıya çıktığında yürümeyi keşfetti ayakların. Başka başka yerlerde dolaştın, başka başka yerlerden baktın dışına çıktığın içeriye. İçerdeyken göremediğin neler neler gördün orada. Hani bazen başka biri söylerken susturduklarını duydu kulakların, bu kez söyleyen senin sesindi. Susturmadın bu sefer duyduklarını, yüzünde senelerce büyük bir gülümsemeyle karşıladın yeni gelenleri. Uzun uzun gözlerine baktın onları içeriye kabul edip el sıkışırken. Gözbebeklerinde neler neler gördün.
Yargı dediğimiz yaşam deneyimlerimiz oysaki! Yargılarımızı yaşarken ediniyoruz, yaşarken öğreniyoruz bazı şeyleri. Ve en iyi öğrenme budur diyor bazıları, yaşarken öğrenilenlerdir. Senin hiç öğrendiklerin olmadı mı yaşarken. Sen yaşarken yargılar edinmedin mi? Ön yargı dediğimiz yaşarken öğrendiklerimiz değil miydi? Tamam, hadi deneyelim, bir kere de baştan başlayalım her şeye, tüm öğrendiklerimizi sıfırlayalım. Taaa en başa dönelim! Doğduğun yerle hiçbir alakası yok bunun, kabul etmek istemediklerini zorla başka yerlere çekiştirip durma.
Yeni baştan başlasak hani her şeye, şu dünyaya yeni baştan gelsek ne çok şeyi değiştiririz değil mi? Kader dediğimiz şeyi karakterimiz mi tayin ediyor, yoksa karakterimizle içinde bulunduğumuz çevre mi tayin ediyor. Hamlet yeni baştan gelseydi dünyaya yine aynı şeyleri yaşar mıydı, yaşamaz mıydı? Hamlet bildiğimiz aynı Hamlet olur muydu, olmaz mıydı? İçerde mi yoksa dışarda mı oluyor her şey? Gençken seçenekler dediğimizi yaşlanınca kader diye mi tanımlıyoruz? Hiçbir şey değişmez der oysaki Nietzsche. Yeni baştan da gelsen dünyaya yine aynısını yaşarsın. Ne de olsa varlık hep, özden önce gelir. Önce varsındır yani, öz sonradan gelir. Onun için "SEN" der Nietzsche, "sen ne yapacaksın? Sen istersen olur seninle ilgili olan her şey, sen izin verirsen olur, sen istemezsen seninle ilgili hiçbir şey olmaz."
"Düşün...
Kim üzebilir seni senden başka?
Kim doldurabilir içindeki boşluğu sen istemezsen?
Kim mutlu edebilir seni, sen hazır değilsen?
Kim yıkar, yıpratır sen izin vermezsen?
Kim sever seni, sen kendini sevmezsen?
Her şey sende başlar, sende biter...
Yeter ki yürekli ol, tükenme, tüketme, tükettirme içindeki yaşama
sevgisini..."
Onun için içerden de baksan dışarıdan da baksan sen kalırsın bazen geride, tüm işlemler ve olasılıklara yine sen karar verirsin. Olasılıklara karar verme şeklini tayin edebilir belki karakterin, işlem sonuçları senin kaderin olarak değerlendirilebilir belki bu denklemde. Tamam, her ne olursa olsun karakterin içinde yaşadığı bir dünya ama yine de o dünyanın içinde bir SEN varsın.
Dünyalar farklı diyemeyiz onun için. Hani başkalarının fikirlerine saygı duyacaktık? Farklılıkları olduğu gibi kabul edecektik? Dünyalar farklı dediğimizde bir bıçakla ayırıyoruz oysaki her şeyi.
"Konuşmayalım"
"Neden?"
"Dünyalar farklı"
E senin de ön yargıların var o zaman! Hani önyargılar çok tehlikeliydi? Kim gerçeklerle yüzleşmiyor acaba? Kim bazı şeyleri kapatıveriyor işine gelmeyince? Şimdi kaçma zamanı bence. İçerden bakınca ne deniliyor bilmiyorum ama dışarıdan bakınca buna korkaklık ve kaçmak deniliyor. Niye kaçıyorsun? Önce bana değil, kendine söyle ama! Doğduğun yeri de bahane olsun diye her şeyin içine karıştırıp durma! Belki de içerden baktığın için öyle görmüşsündür yüzümdeki mimikleri. Keşke sen de biraz dışarıdan bakabilseydin, içerden bakınca başın dönüyor belliki, mimikleri bile yanlış görüyorsun!
"Sen hep dışarıdan bakıyorsun" demiştin bana, "biraz içine dön". Sen de fazla içerden bakmıyor musun acaba, biraz dışarı çıksana. Tamam, herkesin olduğu yerlerde dolaşmasın ayakların ama gitmek istediği yerlerden de kaçmasın. Bırak gitsin bakalım her şey senin içerinden göründüğü gibi mi?
Buket Çetin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
DOSTLUKLAR
Bugüne aldanıp çatma kaşını
Gün gelir bugünün düne karışır
Simsiyah saçların ağarır bir bir
Umudun yüreğin sele karışır
Başında esen kavak yelleri
Kurur dikenlere dala karışır
Pamuk ipliğine bağlı dostluklar
Candan sevdiklerin ele karışır
MENDERES SAMANCILAR
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Seramik tabak üzerine motif çalışması tüm dünyada yaygın bir uygulama. http://www.portmeirion.tv/motifs1.htm kısa yolunda bu çalışmalarla ilgili çok sayıda örnek bulacaksınız. Özellikle meraklılarına durulur.
http://www.medikalsozluk.com Medikal dilde bilmek istediğiniz kelimelerin, hastalıkların ve terimlerin tamamını bulabileceğiniz, sözlük tadında bir kaynak. Mesela grip seçeneğini tıklıyorsunuz hemen size …Tıp dilinde influenza adı verilen bu hastalık bulaşıcıdır. Grip olan kişinin nefesindeki damlacıklarla yayılıp, salgın hale gelebilir. Paçavra hastalığı da denir. Aniden başlar ve devamlı olarak ateş yükselir… şeklinde bir açıklama getiriyor. Bilmekte fayda var.
...Mutfak kültürünüzü geliştirmek, en güzel, pratik, kolay yemek tariflerine ulaşmak için yemek siteleri arasında alternatifi olmayan yemek sitesi... http://www.yemektarifleri.org/ Bir de siz deneyin bakalım gerçekten alternatifleri yok mu?
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
7-Zip 4.62 (2008-12-02) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|