|
|
|
10 Mart 2009 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Mitinge deel, açuluşa açuluşa!.. |
Merhabalar
Şükürler olsun YSK afiş asmayı serbest bıraktı. En sonunda kim kimdir, kimin bayrağı daha çoktur, kimin eli kimin cebindedir anlayacağız. Şaka gibi değil mi? 1 aydır ortalık plastik bayrak çöplüğü olduğu halde YSK bugün artık afiş asılacağını söylüyor. Bunlar ne işe yarar bileniniz var mı? Bunların seçim tercihlerinde bir işe yarayabileceğini söylemek mümkün mü? Bayrakçıları zengin etmekten başka hiçbir işe yaramayan bu pisliğe, günün birinde, biri dur der inşallah.
...
İstanbul'da korku dağları bekliyor. Emareleri ortaya çıkmaya başladı. Kılıçdaroğlu hakkında asılsız iddialardan oluşan bir kitap yazdığını söyleyen bir sanal yazar bozuntusu, bu zamanlarda yakınına bile yanaşması mümkün olmayan billboardlardan mebzul miktarda kiralayıp, ne hikmetse, tam da Kılıçdaroğlu afişlerinin yanında bu kitabın reklamını yapıyor. Hem de tam 425 bin TL ödeyerek. Hepsi satılsa 120 bin TL ciro yapacak bir kitabın reklamı için 425 bin TL ödüyor yayınevi. Vay anam vay!.. Korku dağları bekliyor işte. Normal yollar tükenince AKP İstanbul teşkilatı ne yapacağını şaşırdı zahir. Bu yolda herşey mübahtır diyerek belden aşağı vurmaya başladı herhalde.
...
Emekliliğinde huzuru arayan valilere bir yenisi daha eklendi. Aydın valisinin tüm kamu kuruluşlarına gönderdiği genelge hakikaten ilginç. Manisa'da ancak fotoşopla kalabalık yaratılınca maymunun gözü açılmış belli. Dün Aydın'da yapılan açılış ve miting öncesi valinin kulağı çekilmiş. Vali boş durmamış, durumdan vazife çıkarmış, imzalı genelgeyi salmış. "Duyduk duymadık demeyin. Padişahımız efendimiz yüce insan Recebim şehrimize teşrif edecekler. Sıkıysa katılmayın. Hıııı..." deyivermiş. Ardından açıklama yapmış, ben mitinge değil açılışa çağırdım demiş ama aklı hâlâ başında olanlar tabi ki yememiş. Yiyenlere selam olsun, gününüz bayram olsun. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
TEYZUŞ : Ferda Önler SUYUN ÖTE YAKASINDAN OLMAK - 2 |
|
Suyun öte yakasına, Rumeli'ye ( yani Yunanistan topraklarına ! ), ablamla birlikte gittik. Yolculukta kara yolunu özellikle tercih ettik ki; giderken o toprakları karış karış daha iyi görebilelim. İpsala Gümrük Kapısı'ndan çıkar çıkmaz, Meriç'i aşan köprüyü geçtiğimizde hissettiklerimin, ne tarifi mümkündür ne de o duyguların benzerinin bir daha yaşanması. Son nefesime dek unutamayacağım bir garip, bir buruk haz olarak kalacak bende. Yol boyunca hislerime hakim duygularda : Biraz, "Bir Sipahi torunu olarak, Rumeli topraklarına yeniden basabilmenin" gururu vardı... Biraz, "bir vasiyeti yerine getirmişliğin" huzuru vardı... Biraz, "uzun soluklu bir hayali gerçekleştirmiş olabilmenin" sevinci vardı... Galiba en güçlü ve önemlisi, "Rumeli topraklarında olmanın dayanılmaz hafifliği..." idi !
Karış karış gezdik adeta Yunanistan'ı. Atina Büyükelçiliğimiz'de ateşe göreviyle bulunan bir yakınımızın daveti üzerine gerçekleşmişti bu seyahat. Dolayısıyla; Selanik'te de Konsolosluğu'muzun misafiri olduk. Yani bir bakıma "resmî konuk" gibiydik. Böylece, Batı Trakya'yı ( eski Rumeli ) ve Batı Trakyalı Türkleri görüp tanıma şansım oldu. Ama, orada görüp duyduklarım, birebir şahit olduklarım ve karşılaştığım olaylardan sonra, burada bizlere hiçbir şeyin doğru dürüst yansıtılmadığını; neler olup bittiğinden, oralarda yaşanılan dramların boyutundan ne denli habersiz olduğumuzu da gördüm ! Bunlar; medyadan görüp duyduklarımızdan çok daha acı, yakıcı, düşündürücü, yaralayıcı, kızdırıcı şeylerdi... Hatta isyana kadar sürükleyen ! "AB Üyesi" olmuş bir ülkede, olmaması gereken şeyler!.. AB'nin müdahale etmediği, görmezden geldiği şeyler !.. Özellikle; İskeçe ve Gümülcine'de yaşayan Türkler'in içinde bulundukları durumu görme fırsatını bulabilen hemen herkes, benden farklı düşünemezdi zaten ! Neredeyse tüm yaşam hakkı ve alanları kısıtlanmış insanlarımız. "Yok farzedilen" ve bulundukları yerleri terk etmeye adeta zorlanan, sindirilmiş, ürkek, canlarından bezdirilmiş Batı Trakya Türkleri. AB üyesi bir ülkenin kendisinden kurtulmaya çalıştığı "azınlık" yani !..
İşte; "Son Rumeliler"in, yani "Suyun öte yakasında" kalmış olanların durumları, böylesi içler acısıydı. Elimizde resmî kayıt ve belgelerimiz ( eski nüfus, tapu vs. Gibi ) olduğu halde sokulmadığımız köyler oldu. ( Özellikle; "Bizimkiler'in" köyü olan Jelin'e !.. ) Ailemizden oralarda kalmış yakınlarımızla da görüştürülmedik ! Oranın resmi makamlarına ( yerel ) başvurduk; bari bizim bulunduğumuz yere ( Kesriye'ye ) onlar gelsin, görüşebilelim dedik; ama onları da engelleyip, bırakmadılar. Gerekçe ise; artık öyle bir köyün olmadığı, dolayısıyla isimlerini verdiğimiz yakınlarımızın da başka başka yerleşim birimlerine dağılmış olmalarından ötürü kendilerine ulaşılamadığı idi. Yani kocaman bir YALAN sözün kısası... Evet, belki artık "Jelin" adını taşıyan bir köy yoktu; ama, adı değişmiş de olsa halen "orada" yaşamlarını sürdüren yakın-uzak kuzenlerimizle nadiren de olsa haberleşenlerimiz vardı ! Bunları görüp yaşadıktan sonra kalkıp kimse bana sormamalı artık neden AB'ye güvenmiyorsun diye ?
İşte, komşumuz Yunanistan'ın diğer yüzü ! İşte, madalyonun arka yüzündeki AB ! Hani, sözde "İnsan Haklarının Bekçisi", demokrasilerin sonuna kadar yaşandığı "sanılan" ülkelerin oluşturduğu "Birlik" ve "o birliğin üyesi bir ülke", işte ! ...Ve bu ülkenin sınırları içinde, diğer vatandaşlardan neredeyse izole edilerek, tüm hakları gasp edilmiş bir şekilde yaşamaya çalışan bir avuç Arnavut ve Türkler'den oluşan bir azınlık ! Onlara layık görülen yaşam biçimi, azınlıklara bakış açıları ve sağladıkları koşullar... Yok! Hiç de öyle sanıldığı, söylendiği ya da "bazı köşe yazarlarımızca" yazıldığı gibi değildi benim gördüklerim. Ondandır zaten AB'ye olan karşıtlığım, kızgınlığım, yaklaşımlarına şüpheyle bakışım. Bunlar, benim 1987'de Yunanistan topraklarında gördüklerimden sonraki izlenimlerimdi.
Peki ya, AB'nin takındığı tutum açısından, 1992-95 yılları arasında Saray-Bosna'da, Kosova'da, daha sonraları Makedonya'da yaşananlar nasıl izah edilebilir ? Nasıl izin verebildiler, seyirci kalabildiler ? Hem de Avrupa'nın tam göbeğinde yaşanan onca insanlık dışı muameleye ve insan katline !.. Nasıl ?
Benim orada bulunduğum 1987'den bu yana geçen onbeş-onaltı yıllık sürede, AB'ye üye Yunanistan'ın, Türk azınlığa tanımış olduğu haklarda ne gibi bir artış oldu, sorunlardan hangilerine çözüm getirildi sanıyorsunuz ? Üstelik, onlar aynı zamanda "AB vatandaşı statüsü kazanmış" bir "Azınlık Toplumu" artık..! Hallerinde ne denli iyileştirmeler yapıldı dersiniz, acaba ? HİÇ denecek kadar AZ ! Hâlâ horlanıyorlar, aşağılanıyorlar, istenmiyorlar; ikinci, hatta üçüncü sınıf vatandaş muamelesi görüyorlar ! Sanki o topraklarda Türk olarak doğmak bir suçmuş gibi... Sanki "Suyun bu yakasında kalmak" bir günahmış gibi... Bu seyahat sırasında, bazı mecburiyetlerden ( Mübadele, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül Olayları ve 1964 Sürgünü ! gibi ) dolayı çok yıllar önce Atina'ya yerleşmiş; fakat doğma büyüme İstanbul'lu olan Rum'larla da tanışma fırsatı bulmuştuk. Tıpkı bizimkiler gibi, doğup büyüdükleri kentten ayrılmak zorunda kalan Rum aileler de, Türk komşularıyla vedalaşıp, bavullarını toplamış; eşyalarını vagonlara yükleyip, Atinaya'ya göç etmişlerdi. Onlardaki "İstanbul hasreti"nin, bizimkilerin "Selânik hasreti"nden aşağı kalır tarafı olmadığını da görmüştüm. Tek fark, İstanbul Rumlar'ının diledikleri zaman gelip, rahatlıkla hasret giderme şanslarının daha fazla olmasındaydı. Çünkü, onların geri döndüklerinde vatandaşlıktan çıkarılmak gibi bir korkuları yoktu. Üstelik, vize işlemleri de daha kolaydı.
Oysa bizim Batı Trakya'ya hapsedilmiş Azınlık Türklerimiz'den biri, yakınlarını görmek üzere Türkiye'ye gitmeye kalkışsa, dönüşünde ya vatandaşlık haklarını kaybetmekle tehdit ediliyor ya da akla hayale gelmedik yasal işlemlere tâbi tutuluyorlardı; gümrük kapılarında gördükleri her türlü kötü ve insanlık dışı muamele de cabası ! Ayrıca; Rumlar İstanbul'dan Atina'ya göçleri sırasında, sahip oldukları tüm mal varlıklarını nakite çevirebilmiş veya kalmayı tercih eden yakınlarına devir hakkını kullanabilmişlerdi. Yani, maddi olarak "sıfır kayıpla" kapatmışlardı göç faslını. Ama, sıra "vatan hasreti"ne gelince; işte o zaman gözlerden dökülen yaşlarda veya dillendirilebilen duygu selinde, "Bizim Rumeliler"den hiçbir farkları yoktu "İstanbullu Rumlar"ın da... Atina sokaklarında, çarşılarında, kafe ya da lokantalarda sıkça karşılaştığımız İstanbul Rumlar'ının hemen hepsi, Türkçe konuşan birine denk geldiklerinde, hemen yaklaşıp; selamlaşmayı da "Türkçe" yaparak, koyu bir sohbete girmeye neredeyse can atıyorlardı. Aynı şeyi defalarca biz de yaşadık; hasrettiler sanki Türkçe konuşmaya. Öylesine büyük bir hasret ve özlemle anlatıyorlardı ki İstanbul'u bize, onları dinlerken yıllar öncesine gidip, anneannemin Jelin'i, Kesriye'yi, Selanik'i, yani Rumeli'sini anlatışı canlanıyordu gözlerimin önünde. Galiba bütün muhacirlerin ortak paydaları : "doğup büyüdükleri topraklardı..."
Aradan geçen zamana rağmen, birçoğu hâlâ aynı şeyi söylüyorlardı :
"Türkiye'yi Yunanlı olarak terk ettik ve Yunanistan'da Türk olarak karşılandık. Aslında evimiz olmayan anavatanımızda kafamız karışık bir şekilde kaldık"
Öyle enteresandı ki İstanbul'da azınlık diye nitelenen Rumlar, Yunanistan'a gittiklerinde bu kez de Türk oldukları için dışlanmışlardı... Ve bir kez daha gördüm ki : "Suyun öte yakasına... karşı tarafa... Meriç'in o kıyısına geçmeyi" onlar da hiç istememiş, sevmemiş, benimsememiş ! Tıpkı benim aile büyüklerim ve çoğu "Rumeliler" gibi. Ama, KİMSELERE anlatamamışlar ki... Bu ne yaman bir çelişkidir ki, insanları böylesine mutsuz kılmış ! Kimlerdir buna sebep ? Kimlerdir bu çelişkilere son verecek olanlar ? Biz halklar mı; yoksa devlet politikaları, ya da siyasi erk mi ? Halklar üzerinde söz sahibi olduklarını iddia eden BİRİLERİNİN, geçmişte yaşanan onca acı tecrübelere bakıp, bir parça olsun ders çıkarmaları gerekmez mi ?
Bugün KIBRIS üzerinde oynanan oyunların, dönen siyasi entrikaların, geçmiştekilerden farkı ne ? Bu kez de bir "Ada Halkı" topraklarından, köklerinden koparılmak istenmiyor mu ? Rum ya da Türk, ne değişir ki; göç her iki taraf için de söz konusu. Ancak, "Azınlık" konumuna getirilmek istenen kesim maalesef yine "Türk Halkı" olacak. Maddi-manevi tüm kayıplar yine Türkler'e fatura edilecek ! Önümüze konulan havuç ise; "AB Üyeliği" ..!
80 yıl öncesinde Rumeli topraklarından vazgeçmenin, "Türk Ulusu'nun Egemenliği"ni kazanmak ve "Türkiye Cumhuriyeti"nin kurulması uğruna olması; haklı, kabul edilebilir, geçerli bir neden olarak görülebilmiş ve bu uğurda bir milyonu aşkın insan yerinden, yurdundan edilmiştir. Ancak; bugün çoğu üyelerinin içlerine bizi almaya pek de hevesli olmadıklarını açıkça beyan ettiği bir topluluğa girmek aşkına, KIBRIS üzerindeki haklarımızı ve halkımızı feda etmemizin hiçbir mantıklı gerekçesi olamaz ! Bu olsa olsa, geçmişte yapılan hatalardan dolayı "kaptırılan elimizden" sonra şimdi de benzer hatalarımızdan ötürü neredeyse "kolumuzdan olacak" olmamızdır ki; böyle gidersek
20-25 yıla kalmaz "baş ve gövdemizden de" oluruz...
Ben diyorum ki; "Bir gün gelip de bir avuç toprağa sıkıştırılmış bir "Azınlık halk" konumuna düşürülmeden; sahip olduklarımıza ve birbirimize sıkıca sarılarak, haklarımızdan boş hayaller uğruna vazgeçmeyelim..."
Ne demokrasiyi, ne insan haklarını, ne de çağdaş yaşam koşullarını bize AB üyeliği vermez ! Bütün bunları bizler, potansiyelimizi doğru kullanarak, kimsenin güdümünde olmaksızın kendi kendimize sağlayabilir, başarabiliriz. Hem de hiçbir ödün vermeksizin !.. Nasıl mı ?
Doğru politikalar üretmeyi ve üretenleri seçmesini, bir de zihniyetimizi değiştirmeyi becerdiğimiz gün, zaten AB'ye gereksinim olmayacak ki ! O halde ?.. Bu politikalara saplanıp kalmak demek; daha kimbilir kaç nesil ve kuşağı yeni yeni göç dalgalarına sürüklemek, gönüllerde ve beyinlerde yaptığı tahribatı yıllar sonra daha da belirginleşen travmalara maruz bırakmak demektir; ki bu da, o nesil ve kuşakların kaybı ile eş anlama gelmektedir !
Galiba hep gözardı edilen ve hiç unutulmaması gereken bir şey var: Nasıl ki bitkiler, sadece kök salabildikleri topraklarda yeşerip, en güzel çiçeklerini, meyvelerini verebiliyorlarsa, insanlar da tıpkı onlar gibi doğdukları ya da yaşamaktan hoşnut oldukları topraklarda gelişip, köklenebilirler. En azından özgür olmadırlar yaşamlarını sürdürecekleri yeri belirlemede. Onların adına başkaları ya da birileri değil; karar verici olan kendi özgür iradeleri olmalıdır !
Aksi halde, çobanları tarafından oradan oraya güdülen sürüden ne farkımız kalır ki ?..
Bitti
Ferda Önler
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Nuran Talay ÇAMURUN ALTINDAKİ İZLER |
|
Yolsuzluklara adı karıştıkça, gerçekler yazıldıkça yandaş medya çamur atıyor diye bir savunu oluşturuluyor. Bu savunun ardındaki öfke nöbetleri "ateş olmayan yerden duman çıkmaz" sözünü doğruluyor. Durup dururken neden çamur atılsın ki?
Hırsızlık yapmayan bir insana hırsız diyebilir misiniz?
Bir insanı öldürmeden katil diyebilir misiniz?
Peki, öyleyse neden çamur atılıyor? Öz eleştiri yapmak yerine öfke ile saldırıyorlar. Madem AKP çamurla yatıp çamurla kalkıyor, hangi çamur seçilmiş bir bakalım… Eğer "taşlı topraktan" oluşmuş bir çamur seçmişlerse bu AKP'ye bir şey kazandırmaz. Ancak "humuslu topraktan" oluşan bir çamur seçmişlerse bu vicdandan bir haberdar AKP'ye çok şey kazandırır. Çünkü humuslu toprak besince çok zengin mineraller içerir.
Çamurları bir yana bırakalım da altındaki izlere bakalım.
Bugün iktidar elindeki tüm gücüne rağmen can çekiştikçe kendisine " biat " etmeyenlere karşı baskı uygulamaya devam ediyor. Kim hesap sorarsa susturmayı yeğliyor.
Hadi yolsuzlukları geçtik,
Atatürk ilke ve İnkılâplarının çiğnenmesine de mi sessiz kalacağız?
Ortadoğu liderliği altında ki işgali görmezden mi geleceğiz?
Güney'de Kıbrıs, Kuzey'de Karadeniz'in gidişine seyirci mi kalacağız?
Cebimizden çıkan milyonların hesabını sormayacak mıyız?
Her dört kişiden birinin işsiz olmasının nedenini,
Bilkent Üniversitesi hazırlık sınıfı öğrencisi 7 gencin sızan doğalgazdan zehirlenerek hayatını kaybetmesini,
Uludağ'da snowboard yaparken kaybolan ve donarak hayatını kaybeden üniversite öğrencisi Ümit Özgen'in ölümünü,
Elektrik direği dikmek için açılan çukur için önlem alınmayınca, çukura düşen 47 yaşındaki İsmail Sarı'nın ölümünü,
İstanbul'un Fatih ilçesinde sağlam raporu verilen 3 katlı ahşap binanın çökmesi sonucu ölen kişinin hesabını,
Tüm bunları sorgulamayacak mıyız? Nerede bizim insanlığımız, nerede vicdanlarımız?
İsterdim ki Tunceli ilimizin buzdolabı rüşveti diyince akıllara gelmesindense el sanatları dokumacılığı ve çanak-çömlekçiliği ile anılsın. Bu Tunceli'nin veya Tunceli gibi seçim yatırımı için hatırlanan illerimizin suçu değil. Haberler de hepimiz izledik kar ile kaplanmış yollara rağmen yardım kamyonları yollardaydı. Kamyonlar kendilerine ulaşamayınca sırtlarına buzdolabını yüklenmeleri ise içler acısıydı. Hem taşıyor hem konuşuyordu yardımı alan "İyide bunun içini nasıl dolduracağız, raflarımı yiyeceğiz" diyordu.
O köylerin buzdolabından önce, yollara, okullara, suya, elektriğe işe ve en önemlisi aşa ihtiyacı var. İnsanca onuruyla yaşamak her bireyin hakkı. Yardımlar için harcanan enerji, yol, su ve okul, istihdam alanları için harcansaydı hem ülkemiz kalkınır hemde insanlarımız alın teri ile kazanmanın haklı gururunu yaşardı.
***
Tüm bu yaşananlar okuduğum bir kitap ile benzerlik içeriyor aslında. Amın Maalouf'dan Semerkant. Kitapta İranlı bilge ozan Ömer Hayyam'ın Semerkant'a gelişini orada yaşadıklarını ve tarihe damgasını vuran Rubaiyat' larını, hayat öyküsünü, kitabını, Hasan Sabbah'ın hırslarını ve Ömer Hayyam'ın hayranı Benjamin Ömer'i anlatıyor.
Benim ilgimi çeken Ömer Hayyam'ın arkadaşı Hasan Sabbah'ın hırsları idi. Ömer Hayyam'ın adaletli ve insana değer veren yaklaşımının tam tersine eğitimsiz insanların dini duygularını sömürerek liderliğe oynaması idi. Sabbah, Şiilik mezhebini genişletmek için halkı kendi tarafına çekmeyi başarmış, kendi yanında olmayanları ezip geçmiştir. İçkiyi, eğlenceyi yasaklamıştır. Sadece kendi istediğine göre yaşanmasını emretmiştir. Bu uğurda Alamut'u kendisine seçmiş ve halkı kendisine biat etmek zorunda bırakmıştır. Demokrasinin olmadığı, açlık ve sefalet ile insanca yaşamaktan uzak bir dünya yaratmıştır. Bizim de durumumuz Alamut halkından farklı değil.
Ömer Hayyam'ın "niceleri geldi" aldı eseri içinde olduğumuz duruma da ışık tutuyor bir bakıma…
NİCELERİ GELDİ
Niceleri geldi neler istediler
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
O gidenlerde hep senin gibiydiler
Bu dünya kimseye kalmaz bilesin
Er geç kuyusunu kazar herkesin
Tut ki , Nuh kadar yaşadın zor bela
Sonunda yok olacak sen değil misin ?
***
Yolsuzluklar içinde bir dönem ve baskı altındaki Türkiye… Şimon Perez'e "Sesin çok yüksek çıkıyor. Bu suçluluk psikolojisi." Demişti Başbakan.
Madem tüm suçlamalar birer çamur atmaktan ibaret, karalamak için o halde bu öfke, bu baskı neden? İktidar ile ters düşenin işi iyi gitmez açıklaması korku imparatorluğunun ispatı değil mi?
Nuran Talay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
COMPLEX -2
1997 LONDON
-Thomas kalkmayacak mısın sabah oldu?
-Hayır, sevgilim uyanmak istemiyorum biraz daha uyumaya ne dersin?
-Tamam sen uyu o zaman ben kahvaltı hazırlamaya gidiyorum , hazırladığım zaman seslenirim, ama sende o zamana kadar uyansan iyi edersin sensiz bir pazar geçirmek istemiyorum.
…
20 dakika sonra…
- Thomas kahvaltı hazır!
- Tamam geliyorum
- Günaydın canım uyanabildin en sonunda.
- Uyandım tabi senin bu güzel kahvaltını kaçırmak istemem biliyorsun.
- Bilmez miyim?
- Bugünkü planların neler?
- Henüz planım yok ama Oliver' e hafta içinden sözüm var
- Neymiş o söz tatlım?
- Bir süredir toplanmıyoruz bugün bir arada olalım istiyor.
- Güzel fikir.
- O zaman bana yardım et işlerimi bitireyim sonra hazırlanıp çıkarız olur mu?
- Olur tabi…
- ilk önce sana bir şey sormam gerekiyor. Bana doğruyu söyle olur mu?
- Ne zaman yalan söyledim sana?
- Geçen gün dışarıdan geldiğimde elinde bir fotoğraf vardı ve onunla konuşuyor gibiydin, o fotoğraftaki kimdi? Ve neden kızmışçasına söyleniyordun? Sorduğumda, bana fotoğrafı bile göstermemiştin Thomas benden bir şey mi saklıyorsun sen?
- Paulin bunu konuşmasak olur mu?
- Hayır, Thomas bilmek istiyorum.
- Biz bir aileyiz! Değil mi? Mutlu bir aile… Ama sen bir şeyler saklıyorsun benden, acı çekiyor gibi bir halin vardı.
- Bunları konuşmak istemiyorum Paulin.
- Hayatında başka birimi var Thomas?
- Hayır! Saçmalama lütfen sadece şuan istediğim şey bu konunun konuşulmaması! Hatta hiç bir zaman konuşulmaması!
- Peki, neden?
- Paulin lütfen…
- Tamam konuşmayalım ama şunu bil, eğer hayatında başka biri varsa ve bunu saklıyorsan seni hiç bir zaman affetmemi bekleme! Sakın böyle bir hata yapma Thomas, sakın!
- Saçmalama lütfen böyle bir durum yok, bu saçma düşünceyi at kafandan lütfen… Zamanı geldiğinde öğrenmiş olursun zaten şimdi bunu söylemenin bir anlamı yok
Derin sessizlik…
27 Haziran 2005
Hüzün ve yağmurun belki de defalarca kez karsılaştığı anlardan sadece biriydi tabutun etrafında toplanmış insanların görüntüsü.Ölüm saklanmıştı sanki yağmur damlalarına. Özgürce ve öylesine delicesine akıyordu ki ,siyahlığa sanki bir şeyler söylemek istiyordu. Düşler ve gerçekler... ikisinin tam ortasında yaşanan bir an ,karanlık ifadelerin üzüntüye karışıp gözyaşı ile birbirine dokunmasını sağlıyordu. Bu ölümün acı fotoğrafıydı ve hayat, akmaya devam ediyordu. Asılmış yüzlere rağmen her şey siyahlığı andırıyor ve siyahlık gizlenmek için bütün kırık kalplere imkan sağlıyordu.
Peder yavas adımlarla kürsüye doğru çıkmaya başlıyordu.Onun,herkesin adına söylemesi gereken iki üç cümlesi vardı dudaklarında. Kürsüye vardığında ise ,salondaki tüm siyahlığın gözü kulağının kendisinin üzerinde olduğunu ve dudaklarından dökülecek bir kaç cümlenin sessızce beklenmekte olduğunu fark etti.Bu yüzden acılı kalabalığı daha fazla bekletmeden yavaşça söze girdi:
- o gece düşüp hayatını kaybettiğinde hayatın bitkisi ve çizgisiydi.Ufak ölçeklerde hepimiz gerçeği görürüz ve istenirse kısa mesafelerde hayat mükemmel kılınabilinir.
Gerçekten olabilir miydi bu;hayat denen masal mükemmel kılınabilinir miydi?Peder,tüm sessizliğin üstünü bu bir kaç cümleyle adeta kapatıyordu.Konuşma sırası en yakın arkadaşı Lılı'ye gelmişti.Lili, pederin düşünceli görünen bakışları arasında kürsüye doğru ilerliyordu.Arkadaşına söyleyeceği bir şeyler vardı fakat yüzündeki ifade o kadar yürek parçalayıcıydı ki bu yaşananlara nasıl katlanacağını oda bilmiyordu.O kadar doluydu ki ,ister istemez hayata karsı sitem eden bir yüz ifadesi takındı.Dudaklarını büzmeye başlıyordu.Gözleri dolu dolu bir şekilde:
- Aslında konuşmaya nerde başlayacağımı bilmiyorum.Onun için burada bulunmaktan dolayı çok üzgünüm.O mükemmel bir insandı..uzun sure önce tanıştığım ve o andan itibaren dostluğuyla hayatımın tümüne hitap eden mükemmel bir insandı. buna nasıl dayanabileceğimi bilmiyorum.Yaşananlara halen inanamıyorum,sanki kabus görüyorum. Bu olmamalıydı,bu an yaşanmamalıydı.o su an karsımda durup her zamanki sıcacık gülümsemesiyle bakıp gülümsemeliydi tebbessüm dağıtmalıydı. hoşçakal canım arkadaşım,hoşçakal...
Zaman durmuş üzüntüden kendisini kaybetmiş sülietler tabutun etrafında onu bu son yolculuğa uğurlamaya çalışıyorlardı.Ben hayat ve olumum sozunun ozetıydı.an tabutun etrafında onlarca hüzün dolu yuz ve siyahlık gün hem uzun hemde zor onlarca siyah karşısında bu konusmayı yapmak,olum ve yasam arasında kalmak gbı bır histi ve Lılı'nin gözlerinden bunu anlamak hiçte zor değildi. Her şey, gecmıste ve gelecekte olduğu gibi şairin elindeydi.Sıra Herry e gelmıstı konusmak için ve ...
Devamı var!..
Şafak Soysal
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
GECEDE
Gece
Herkes evren anasının dölyatağında
Gece
Günden daha soğuk, sesi boğuk su akışında
Gece
Yazısı bayram yeri turası somurtkan
Gece
Suskunluğun hamarat mimarı işinde
Gece
Işıklarla düşlemesini hiç bozmayan heykel
İçimdeki bozkır eski bir sevinçle uyanıyor
Sarı kirpikleri kapalı çocukluğum
Uçuşun kanadı üzerindeki o ağırlık
Ekinlerin kıyısındaki o yıkık dalgakıran
Rüzgarın yana yakıla koruluk sorduğu o alan
Açıyor gözlerini bir ara
Gece
Görmediğimiz bir yerlerde asılı
Yarasaların gözleri bize dikili
Gece
Oğlunu yutmuş dalgalara deniz kıyısında
İlenç yağdıran ana resmi
Gece
"Seçimimizi yaptık,
gereği yok artık mevsimsiz çiçeklenmenin"
Gibi bir cümlenin durmadan çalan davulu
Gece
Ne kadar da benziyoruz aramızdan geçen bu dakikalara
Gece
Temizlenecek cinsten değil
Hecelerimin eteği altında saklı bu aşk lekesi
AYTEKİN KARAÇOBAN
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Seramik tabak üzerine motif çalışması tüm dünyada yaygın bir uygulama. http://www.portmeirion.tv/motifs1.htm kısa yolunda bu çalışmalarla ilgili çok sayıda örnek bulacaksınız. Özellikle meraklılarına durulur.
http://www.medikalsozluk.com Medikal dilde bilmek istediğiniz kelimelerin, hastalıkların ve terimlerin tamamını bulabileceğiniz, sözlük tadında bir kaynak. Mesela grip seçeneğini tıklıyorsunuz hemen size …Tıp dilinde influenza adı verilen bu hastalık bulaşıcıdır. Grip olan kişinin nefesindeki damlacıklarla yayılıp, salgın hale gelebilir. Paçavra hastalığı da denir. Aniden başlar ve devamlı olarak ateş yükselir… şeklinde bir açıklama getiriyor. Bilmekte fayda var.
...Mutfak kültürünüzü geliştirmek, en güzel, pratik, kolay yemek tariflerine ulaşmak için yemek siteleri arasında alternatifi olmayan yemek sitesi... http://www.yemektarifleri.org/ Bir de siz deneyin bakalım gerçekten alternatifleri yok mu?
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
7-Zip 4.62 (2008-12-02) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|