|
|
|
11 Mart 2009 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Dine mugayir, tez değiştirile!.. |
Merhabalar
Yandaki kapak fotografları, devletin devşirilip evrimleştirilmesine gözlerini yuman, kulaklarını tıkayan tüm kendini aydın sanan aymazlara ithaf edilmiştir. TÜBİTAK'ın ele geçirilme, bilime sayısız hizmetler veren tek devlet kuruluşunun, bağımsız bilimsel çalışmalardan uzaklaştırılıp, ayıp ve günahla sınırlandırılan bir diyanet medresesi haline getirilmesine seyirci kalanlara kapaktır. Burada günahkar olan bu haltı yiyen değil, görüp te sesini yükseltmeyendir. Evrensel düşünceyi yerle gök arasına hapsedip, Darwin'i katli vacipler listesine koymak ancak bu iktidara yakışırdı, o da gereğini yaptı.
İnsanın evrimleşmesini açıklayan Darwin, Türk insanının son yedi yılda geçirdiği evrimi görse herhalde küçük dilini yutardı. Dünyada Darwin yılı olarak ilan edilen 2009'u bilimsel düşünce ile inanç arasında sıkışıp kalmış olarak geçiren biz şanssızları evrimin hangi evresine yerleştirirdi acaba? Ya da bizlere "homo-saf-islam" gibi bir ismi uygun görür müydü?
Sanmayın ki sözümüz TÜBİTAK'a. Orası bir bilim yuvası. Mikroplarından arındığında asıl işine gene döner elbette. Sözümüz, liyakatsız ellere teslim edilen THY, TÜBİTAK gibi kuruluşların "Hamdolsun" edebiyatıyla iktidar borazancılığı yapmayı seçen ehliyetsiz sürücülerine. 2009 yılında bir bakan kürsüye çıkıp, bilimin önemini "Peygamber efendimiz bilim kadın için de erkek için de farzdır demiştir." diye anlatırsa, artık sözün bittiği yere gelmişiz demektir. İnancı siyasete keser sapı edenler, sıranın bilime, bilimsel düşünceye geldiğini farkedip baltalarını çıkarmışlardır. Adnan hoca ismiyle maruf düzenbazın yıllar öncesinden başlattığı bilimsel terörü devlet eliyle canlandıranlara ne denir bilmem ki!.. Darwin ağzıyla evrimini henüz tamamlamamış maymun desek uygun düşer mi mesela? Öyle ya, belki Darwin'in dediği gibi maymundan gelmedik ama tam tersine gitgide maymunlaştığımızı pekala söyleyebiliriz. Ha geldik ha gidiyoruz, hepsi aynı hesap değil mi? Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
Kahveci : Ayşen Tekşen Kapkın |
YANGIN KADINLAR
denizin köpüklerini yatak edinmiş sevgilim uyuyor
dalgalara yalvarıyorum,
uyandırmayın onu
I
Her gün yinelenen buluşma için pencerenin hemen önündeki koltuğuna yerleşti, içini hazırlamaya durdu. Yaşlı bedeni sızılar içindeydi Beatrice'in, yüreği ise aldırmazlıklar. Smyrna'nın Punta kesiminde olanca mağrurluğuyla yükselen yalının duvarları ve parke taş döşeli yolun ardında uzanan deniz, yaşlı kadının ömrünün sessiz tanıklarıydı. Ömürlerimizin tanıklarını hep dilsizler arasından seçmez miyiz zaten?
Onun yerine yerleştiğini görünce deniz de hazırlıklarına başladı. Üstüne başına çeki düzen verdi önce. Sonra dönüp kıpırtılarına vaktin geldiğini işaret etti. Kıpırtılar dinginliğe çekildi. Deniz, gözlerini yukarıya, o sonsuz sevgiliye çevirdi. Bir saat kalmıştı.
Ahşap oyma, sarkaçlı saatin, sessizliği hoyratça yırtan ding-dongları çalmaya durduğunda hafifçe irkildi Beatrice. Dönüp denize baktı; deniz hazırdı. Arkasına yaslanıp gözlerini yumdu ve beklemeye başladı.
Tüm kenti gün boyunca yakıp kavurmuş olan güneş, denizin ve yaşlı kadının hazırlıklarını tamamladığını görünce yavuklusuna rastlamış yeni yetme kızlar gibi uysallaştı. Alev alev dökülen saçlarını bir firketeyle toplayıp çekti kentin üstünden, allıklarını süründü, denizin kokusuna büründü.
Saatin ding-dongları bitmeden açıldı odanın kapısı. En az Beatrice kadar yaşlı, en az onun kadar aldırmaz olan emektar Eleni, çarpılmış bacaklarının güçlükle taşıdığı karalara bürünmüş bedeninde kalan son yaşamsal enerji damlacığını baston ederek getirdi hanımının kahvesini. Bordo zemin üzerine varaklı güllerle bezenmiş kahve fincanının eve geldiği günü anımsadı. Yine böyle bir Eylül sabahı kapıya gelen adam hanımına verilmek üzere mühürlü bir zarf uzatmış, kendisiyle görüşmek isteğini belirtmişti. Eleni kıs kıs güldüğünü hatırlıyordu. Bre densiz adam, benim hanımım kapıya her gelenle görüşür sankim! Zarfı Beatrice verdikten sonra şaşıp kalmıştı hanımının "içeri al" komutuna. Adam içeride üç dakika bile durmadı. 21 yıl öncesinde kalan o günden beri hanımı kahvesini yalnızca adamın getirdiği bu fincanla içerdi. Fincanın kırılması düşüncesinin kendisini kaç kez tatlı uykusundan kara kabuslarla uyandırdığını anımsayıp güldü Eleni. Bugün ise kabusların bittiğini biliyordu. Artık kırılabilirdi lanet fincan. Tepsinin içindeki kahveyi, gümüş kaşık batırılmış sakız reçelini ve bir bardak suyu sedef kakmalı sehpanın üzerine bırakıp, döküp saçtığı sızılarını toplayarak çıktı odadan.
II
Beatrice, uzanıp almadan önce uzun uzun seyretti sehpaya yerleştirilenleri. Bu kadar kuruyakalmasaydı ağlardı herhalde. Yılların, savaşların, ayrılıkların defalarca avuçlarının içine hapsettiği ellerine baktı ama ellerinden yüzüne geri yansıyanlar yıllar, savaşlar, ayrılıklar değildi.
Giraud'ların Tepekule çiftliğindeki köşkün salonundaydılar. Çam ağaçlarıyla oynaşa oynaşa gelirken yakıcılığını yitirmiş olan güneş koruya bakan salonun üç cephesini saran pencerelerden uysal bir kedi gibi içeri giriyordu. Anakaradan kısa bir ziyaret için gelmiş olan general Alexis onuruna düzenlenen toplantıda Beatrice'in eşi Hiristo da söz almış, Smyrna üzerine hayalleri dile getirmiş ve ateşli konuşması çok beğenilmişti. Beatrice etrafında olup bitenlerle ilgilenmiyordu. Burada doğmuştu, bu kent onundu, o bu kentindi. Sahip olduğu şeyleri fethetmeye durmaz ki insan. Alexis'in hiç konuşmadığını, tıpkı kendisi gibi kayıtsızca dinlediğini farkettiğinde anlam veremedi. Çünkü bu kentten olmaması bir yana, bir kente savaşlarla sahip olunabileceğini sanan anakaralı yöneticilerin temsilcisiydi. Yakın bir gelecekte sardunyaları kırma pahasına bahçemize girmenin düşüyle uykularına sarınan anakaralıların. Sıkıntıyla pencerelerden birinin yanına gidip güneşin yorgun elleri saçlarını okşarken koruluğu seyre durdu.
Elleriyle birlikte üşüyen yüreğini de kavrayan o güçlü sıcaklığın nereden geldiğini anlamadı önce. Daldığı düşlerden sıyrıldığında hemen yanı başında, etrafını saran küçük kalabalığı sessizce dinleyen Alexis'in durduğunu ve ikisinin arasında duran yüksek arkalıklı sandalyenin ardından ellerini ve yüreğini sımsıkı kavradığını anladı. Kendisi de aynı güçle onun ellerini kavradığında zaman, sesler, renkler, kokular, düşünceler ölüme çekildi. Birbirini sımsıkı kavramış eller önce yokluğun önünde secdeye durmuş, yeterince arındıktan sonra secdeden kalkıp ilahi yükselişe doğru yola koyulmuşlardı.
Alexis'i bir daha hiç görmedi. O kısacık zaman dilimini anlamlandırmayı da hiç denemedi. Bilinen tüm sözcüklerin geçerliliğini yitirdiği, tüm kavramların yoklukta eridiği, bedenlerin ışık olduğu o ilahi rakstan sonra bu gezegendeki yaşamı sürdüren şey yalnızca kendisinin bir yansımasıydı.
Ertesi sabah Eleni'nin getirdiği zarfı açtığında içinden "fiat lux"1 yazılı bir not çıkmış, notu getiren çocuk zarif ambalajın içindeki kahve fincanını masaya bırakıp gitmişti.
1 Işık olsun
III
Kahvesinin son yudumunu içip gözlerini dışarıya çevirdiğinde buluşmaya az kaldığını gördü. Güneş iyice uysallaşmış, kendisini bekleyen denizle bütünleşmenin tadını çıkarmak için ağır devinimlerle ona doğru yaklaşmaya başlamıştı. Güneş, deniz ve Beatrice yıllardır her akşamüstü önce içlerini bu buluşmaya hazırlar sonra da buluşma anında birbirlerinin ve ışığın içinde eriyip yeniden doğarlardı.
Bugünün diğerlerinden farklı olduğunu üçü de biliyor gibiydi. Ama bilmek ne zaman işe yaramıştır ki. Beatrice "o lanetli akşam gibi" diye düşündü.
Oğlu Flammis karşısına dikilmiş heyecanla konuşup duruyordu: "Zamanı geldi anne. Bu esarete son verecek, bizim olanı geri alacağız. Kutsal Meryem'in yardımıyla atalarımın yattığı toprakları kutsal suyla vaftiz edecek, Pagos tepesine bayrağımızı dikeceğiz. Saygıdeğer babam da bu ülküye adamadı mı ömrünü? Oğlunla gurur duy, duanı esirgeme benden."
Beatrice'in hâlâ çok güzel olan bedeni önce keskin bir acıyla kavruldu, sonra buz kesti. Kocası Hıristo'nun oğullarını kendi ülküleriyle büyütmesini engelleyememiş ama söylediği ninnilerin, yaktığı ağıtların, adagio'ların, andante'lerin, anlattığı söylencelerin onu ışıkla yıkamasını ummuştu. Oysa ki umutların söndüğü günbatımıydı bu.
Flammis'in o güzel yüzünü avuçlarının içine alıp gözlerinin ta derinlerine baktı. Sözlerin asla yeterli olmayacağını öğreneli çok olmuştu. Yavrucuğunun gözlerinin içinde eriyerek, kendi bedeninde barındırdığı bilgeliği ona aktarabilmeyi umuyordu. Tükenen ruhunun son cılız soluğuyla "Alev bakışlı kopilim. Deniz bukleli yavrumim. Dünya üzerindeki hiçbir şey senin değildir. Kimsenin değildir. Senin gibi düşünenler çok oldu. Ama onları hep aynı hüsran sarıp sarmaladı. Kendilerini yakmakla kalmadılar, insanlığı da yaktılar çağlar boyu. Senin gibi bakanlar için bu kent elde edilmez, hoppa bir kızdır. Bugün sana gülümser yarın başkasına. Ama doğru bakanlar için Kibele'dir, koynuna aldığı herkesi emzirir. Bunları görmüyor musun?"
Görmedi Flammis, duymadı. Bir günbatımında son kez ardına bakıp kapıdan çıkarken Hiristo gururla sırtını sıvazladı oğlunun. Beatrice'in bedenindeki tüm sıvı denize akıp gitti. Hangi düşlerin gerçekleşebileceğini hangilerinin düş kalmaya yazgılı olduğunu öğreneli çok olmuştu. Bu kentin, evlatlarından birini diğerine yeğlemeyeceğini, oğlunun ve kocasının düşlerinin düş olarak kalacağını, yavrusunun acısının yüreğini dağlayacağını, bir daha hiç ışık olmayacağını, ilahi buluşma anına dek alevler içinde kavrulacağını biliyordu. Pencerede son kez oğlusunun ardından bakarken, küçükken kulağına fısıldadığı o eskil şarkının ezgisi zito i hellas çığlıklarının ayakları altında bir kez daha kanıyordu:
Oğlum, seçilmiş ve sevgili oğlum
Paylaş yaralarını annenle
Seni hep yüreğimde taşıdığım için sevgili oğlum
Ve daima sadakatle hizmet ettiğim için
Konuş yavrum, mutlu kılmak için anneni
Terk edip gidiyor olsan da
Benim aziz umudum.
IV
Tüm bedenini saran bir ürpertiyle gözlerini açtı Beatrice ve tam o sırada saatin ding-donglarının gecenin üçünü vurduğunu duydu. "Uyuyakalmışım, ne kadar da geç olmuş" diye mırıldanırken o törensel buluşmayı 20 yıldır ilk kez kaçırmış olduğunu fark etti. İsteksiz bedenini doğrultmaya çabaladı ama başaramadı. Yalnızca gözlerini dışarıya çevirebilecek kadar güç bulmayı diledi Son bir kez denize, denizle güneşin buluştuğu noktaya, ufka bakmak istiyordu. "Bu dünyanın, bu kentin, bu yaşamın bendeki son emaneti bir damla gözyaşı, onu da yanımda götürmeyeceğim" diye homurdandı ve denize çevirdi gözlerini. Ama gördüğü şey yıllar sonra ilk kez şaşırttı Beatrice'i. Yıllardır izlediği günbatımlarının en görkemlisi denizin üstüne yayılmış, karanlık gece allara bürünmüş, sokaklar seslerle dolmuştu. Birden, o kızıllığın, o cümbüşün içinde kör olası savaşta yitirdiği oğlusu ilişti gözüne. Alev saçlı bir kızın elinden tutmuş kendisine doğru koşuyordu. Gülüyordu Flammis, gülüşü tüm yüzüne yayılıyordu. Boğazından son bir çığlık olarak "oğlumi" sözcüğü çıkarken sokakların korosu bazıları acılı, bazıları korkulu, bazıları heyecanlı "flammis" sesleriyle Beatrice'e eşlik etmeye başladı.
Smyrna yanıyordu.......................
V
Alevlerin ulaşamadığı Tepekule çiftliğinde, ince hastalıktan muzdarip Ayşe Belkis hanım kanununu dizlerine yerleştirip zarif elleri ve titreyen sesiyle sevdiceğini karşılamaya hazırlanıyordu:
Kimseye etmem şikayet.
Ağlarım ben halime
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime...
Ayşen Tekşen Kapkın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
MuratHoca : Faik Murat Müftüler BEŞ KERE ÖLECEĞİZ |
|
Bir : (Özgürlüğe veda)
Üniversite yıllarının bitmesiyle iş hayatı başladı . İlk olarak "Bu sabah erken kalkmasam da olur" seçeneğimi toprağa verdim . 'Zorunda olmamak'larımı törenle uğurladım son yolculuklarına . Plansız ve sevmekten başka bir şey istemeyen aşklarımı gömdüm . "Sevgilim olur musun ?" sözünü korkusuzca söylemelerim de aynı kabirde uzanmış yatıyor . Ne kıyameti var artık ne de mahşeri onların . Bir daha dirilmeksizin kayboldular zamanın içinde ama sorgu sual her gün baştan yapılıyor . Günahları sevaplarından fazla gençliğimin . Onun için pişmanlıklar cehenneminde yanıyor aklıma geldikçe . Aşkımı hiç duymamış sevgililerin hayali başında birer zebani .
İki : (Aşka veda)
Evlendim . Her gördüğüm çehreye aşık olmalarım tabutunun içinde kefensiz , yalın . "Tanışabilir miyiz ?" demelerimin mezar taşında "Kayıtsız şartsız sadakat" yazıyor ; bir de "Ruhuna Fatiha" . Bu kadın da kim ? Cenaze levazımatçısı mı , mezarlık bekçisi mi ? "Eşin o senin" dedi ukalanın biri . Uyandırdı beni tatlı rüyalarımdan . Biliyorum sersem . Sevdim de evlendim ama cicili bicili aşk paketinin içinden ne de tuhaf bir hediye çıktı . Tekrar paketlemeye çalıştığımda pul kadar ambalajın içine sığmıyor koskoca kadın . Oysa o paketten çıkmamış mıydı ?
Üç : (Benliğe veda)
Çocuğum oldu . Yetişkin insan olmaktan kaçışımdı arada bir esen deliliklerim ; şimdi biraz daha akıllıca oldular . Sinemalar , barlar , konser salonları , üçüncü sınıf moteller virane artık . Kaçamak tatiller , salaş kıyı lokantalarındaki rakı balık muhabbetleri , kahvaltı zamanını sabah sevişmeleri ile değerlendirmeler , 'Bu akşam iş çıkışı eve gitmeyelim'ler toplu mezarlarında balık istifi yatan katliam kurbanları . O ağladığı için gün doğumuna karşı ayaktayız . Sarhoş değil , uykusuz . Görmek ne mümkün ? Günün doğduğunu kuşlardan duyuyoruz . Bir de Tanrı'nın nimeti o büyük sevgisi olmasa yavrumun ; katlanılır mıydı üçüncü ölümün acısına ?
Dört : (Bedene ilk veda)
Yaşlandım . 50 yaş bir zindan karanlığıyla çöktü üzerime . Eğer bu olmasaydı ilk iki ölümü geri döndürebilirdim . "Yürünür mü o kadar yol ? Bir otobüse falan binelim" . "Çilekler de bozuldu . Hiçbirinin eski tadı yok artık" . "Ağaçlar neden eskisi kadar yeşil değil ?" . "Bana amca demesinler diye herkese adımı mı öğretsem acaba ?" . "Sabah öğle akşam , aç karına . Pembe olanlardan . Hayat yine de güzel . Yoksa hala bu balkon demirini aşabilecek kadar mecalim var" .
Beş : (Bedene son veda)
İşte bu kadar . Dört ölümü bir paketin içine , paketi de musalla taşına koydum . Nasıl da kabulleniliyor ölüm . Belki kaçınılmaz olduğu için ama bence ilk dördü yüzünden . Dört ölüm olmasa bu kadar kolay vazgeçilir miydi hayattan ? Yavaş yavaş , alıştıra alıştıra ölüyoruz . İlk dördünde nasıl ağlamadıysanız şimdi de ağlamayın . Hele şimdi hiç ağlamayın . Çünkü en güzelini yaşıyor bünye . Çünkü beden yok artık . Sıcaktan bunalmak , soğukta üşümek , bel ağrısı , sırt kaşınması , gürültü , pis koku , susuzluk , açlık , bitkinlik , mide bulantısı , nefes darlığı , kulak çınlaması , kötü söz , tıraş olmak , dişçiye gitmek , ağır yük taşımak , beslenmek , yemek yapmak , çamaşır yıkamak , para kazanmak zorunda olmak ve yaşamak zorunda olmak . Hepsi gereksiz birer ayrıntı olarak bedenle birlikte bırakılıyor ıslak ve küf kokulu toprağın altında . En önemlisi beyinle birlikte hafızanın da fosfora ve azota dönüşüyor olması . Ölmekle elde edilen en büyük kâr budur herhalde . Anne , baba , eş , kardeş , evlat , nefret , sevgi , gurur , öfke , aşklar ve hatıralar . İnsana zoraki mutluluklar ve kaçınılmaz acılar veren tüm anılar .
Unut gitsin …
Anlayın artık. Hayat , aile fertlerimizle aynı sofrada dibi çatlak kaselerden çorba içmek gibi bir şey . Sofra kalabalık ama kaşık bir tane . Kaşığı ele geçirebildik mi ne ala … Sıcak ve leziz çorbayı indiriyoruz midemize . Ya kaşığı kaptırınca ? Kasenin dibindeki çatlaktan hayatımızın akıp gittiğini seyrediyoruz ve ölüme yaklaşıyoruz hayata aç bir şekilde . Ölüme yaklaşmak bir kenarda dursun . Ölüm çok kesin bir son . Ya hayatın çok kıymetli dilimlerinin kaybedilmesine ne demeli ? 35 Yaşına geldiğinde ölmemiş bile olsan öncesini doyasıya yaşamadıktan sonra kaşığı eline alıp çorbanın kalan kısmını içmen neye yarar ? Soğumuş , kaymaklanmış , tadı tuzu kalmamış bir 35 yaş sonrası karın doyurmaktan çok mide bulandırıyor ne yazık ki .
Bilinçli bir esarete giriyoruz kişisel inisiyatifimizin kaşığını anne , baba , eş ve en çok da çocuğumuza teslim ederek . Hayat çorbası çatlaktan sızıyor ; soğuyor . Üzerinde bağlayan kaymak gibi kırışıyor tenimiz ve titriyor ellerimiz . Sonra biz dört ölümü fark etmeden ve hatta bazısını çoğu zaman isteyerek yaşarken birileri beşinciye ağlıyor bizim yerimize . Söylesenize neden ağlamadınız ilk dördüne ?
Faik Murat Müftüler
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
COMPLEX -3
ŞUBAT 2005
Sonsuzluk denizinin görünmeyen yüzünde, yalnızlığın en şiddetli yağdığı şehirde kendi dünyasında biraz daha dibe batmaya başladı Thomas. Evinin üst katında zaman öğle olmasına rağmen donuk bir yüzle kendi yağmurunda ıslanıyordu hiç farkında olmadan. Arkadaşlarının hiç biri eskisi gibi üstüne düşmüyor, onun bu yağmurda çırılçıplak ıslanmasını izliyorlardı.
Aslında şirketteki işleri fena sayılmazdı, fazla özen göstermemesine rağmen işleri yolundaydı, eskiden gecesini gündüzünü sadece şirket için harcardı şimdilerde tek yaptığı yalnızlığın içinde kendisini cezalandırmaya çalışmasıydı.
Başarıyordu, her gün aynı düşüncenin içinde düşüncesizliği yaşıyordu, kendisini düşünmek zorunda hissediyordu. Altı aylık bir zaman, bir gün bir uyanışla kaybolan altı aylık bir an, çelişkilerin başkentiydi, olmazsa olmazlarındandı.
Yavaş, yavaş şirkete gitmek için hazırlandı. İsteksiz bir sakinlik vardı üzerinde ve bu, tüm duygularına hâkimdi. Özensiz biçimde hazırlanıyordu, oysa kendisine çok özen gösteren bakımlı erkeklerdendi. Şimdi kimse tanıyamıyordu onu.
Evden çıkıp şirketin yolunu tuttu. Şirket, yoğun bir tempoyla çalışıyordu, sessizce odasına geçti, koltuğuna yerleşti, hiç bir şeye aldırış etmiyordu. Bunun keyfini yaşayamadan sekreteri yanına gelir birden:
- Misafiriniz var efendim.
- Kim Linda?
- Lily efendim.
- Tamam içeri davet eder misin?
…
- Merhaba Lily hoş geldin
- Hoş bulduk Thomas nasılsın bakalım?
- İyiyim , bildiğin gibi işte , şirket ve işler…
- Bildiğim gibi görünmüyorsun Thomas söyler misin sana ne oldu böyle?
- Bilmiyorum... Bir şeyler yolunda gitmiyor, o gittiğinden beri böyleyim bir şeyler hep eksik… Yalnızım, ama değilim… Onu çok özlüyorum. Sandra! Sandra…
- Sandra kim?
- Ne zamandan beri seninleydi? Ben neden bilmiyorum ve ne zaman ayrıldınız?
- Lily gerçekten kafam karma karışık. Üstüme gelmezsen sevinirim.
Ve Thomas devam etti:
- Diğerleri nasıl, sen neler yapıyorsun?
- Thomas diye bir arkadaşım var, çocukluk arkadaşım, onu çok merak ettim onun için çok endişeleniyorum, onun yanına geldim. Gerçekten senin için çok üzülüyorum. Seni böyle tanımıyorum Thomas! Düşünsene geçmişi… Yüzlerimiz gülmekten, mutluluktan kırış kırış olurdu! Delice eğlenirdik! Her hafta toplanırdık bir şeyler yapmak için. Zaten bir teklifte bulunmak için geldim bugün buraya.
- Nasıl bir teklif, neden bahsediyorsun?
- Bir yerlere gidelim istiyorum, hep birlikte, yine maceralı bir yolculuk yapalım! Geçen gün konuştuk herkes istekli seninde gelmeni istiyorum Thomas…
- Peki, tamam gidelim ihtiyacım var aslında. Biraz daha böyle zaman geçirirsem iyi şeyler olmayacak!
- Anlaştık. Çok sevindim! Biz daha yaşlanmadık… Böyle bir maceraya herkesin ihtiyacı vardı.
- Bu fikir hoşuma gitti, hadi bunu birer kahveyle kutlayalım, sıkıldım şirkette, kaçamak yapmak için neden arıyordum bende.
Derin bir nefes daha boş sokaklara bakarak, bu kaçıncı geçiş buralardan bu kaçıncı mevsim dudaklardan süzülen… Susmuyor bakışlar sözcüklere… Konuşamıyor harf harf birikse de yüreğinde zaman, ömürden çalmaya devam ediyor.
Şimdi gölgesinden bile uzakta yasıyor Thomas, hayatı gölge oluşturuyor ona.
Her şeyin bir adım gerisinde kalıp, iki adım sonraki heyecanla tanışıyor düşüncelerinde, ruhunun dar sokakları derin bir üzüntünün başkenti olmuştu artık.
Yaşam satır başlarından sonra cümle kurmadan konulan, içmeden bırakılan yarım kalmış şarap kadehiydi… Noktalarla doluydu. Gözleri, eskiden durmadan gülümsediği anları arar gibi korkak bakışlara sahipti.
Neydi bu üzüntünün nedeni, Thomas nedenlerin ardında mı yasıyordu istemeden, yoksa nedenler hayatımı olmuştu gerçekten.
Ve daha birçok cevapsız soru…
Tekrar bir araya gelmek için görüşme kararı aldılar Thomas ve Lily. Lily bir şeylerin farkına varmıştı, Thomas hakkında çok farklı bulguları vardı. Thomas değişmişti. Bu olay birden çökmüştü kara bulut gibi üstlerine.
Thomas'ın en sevdiği arkadaşlarıydı oysa Oliver ve Lily, ama ikisinin de Thomas'ın hayatında bilmedikleri önemli şeyler oluyordu.
Sandra'nın kim olduğunu, ne zaman Thomas'la beraber olup ne zaman ne sebeple onu terk ettiğini bilmiyorlardı. Thomas sorulan sorulara yanıt vermekten kaçmaya devam ediyordu.
Thomas'ı kendi evinde yalnız bırakmamak için Oliver'in evine taşınmasını sağlarlar. Thomas kötü düşüncelere gömülüp, üzülmeyecekti.
Oliver, Thomas'la bir kaç saat geçirdikten sonra, onunla konuşmanın yarar sağlayamayacağını anlamıştı. Üstüne gidildiğinde telaşlanıyor, sıkıntısı artıyordu.
İlk günün sonunda konuşmaktan vazgeçti ve onu düştüğü uçurumun sessizliği ile protesto etmeye karar verdi. Gözlerindeki çaresizlik görülmeyecek gibi değildi, her an bir korku her an pişmanlık hissi gözüken bir bakışı vardı yüzünde.
Elini kolunu bağlar Oliver, oysa en iyi arkadaşıydı ve bunun nedenini bilmeliydi. Kararlıydı, kurtaracaktı arkadaşını, dindirecekti yağmurunu, özgür bırakacaktı onun ruhunu.
Kararını değiştiriyordu Olıver, sabah her şeyi soracaktı, bilmediği her şeyi öğrenecekti, ama gözlerine uyku girmedi. Aslında korkuyordu sormaya, Thomas'ın unutmaya çalıştığı şeyleri tekrar yaşamasından korkuyordu, ama cevapları da istiyordu, ki cevapların Thomas'ın normale dönmesine çok yardımcı olacağına inanıyordu. Bilmeliydi…Sabaha kadar uyumadı.
Oliver Thomas ile lise yıllarında tanışmıştı, Thomas o yıllarda içine kapanık bir çocuktu, fazla arkadaşı yoktu ve gerektiği kadar konuşurdu, çocuk yaşta üzerinde tuhaf bir olgunluk vardı. Bu yüzden Oliver'le arkadaş olmaları pek kolay olmamıştı, çok zıt karakterlere sahiplerdi, Oliver arkadaşlarını seven ve arkadaşları arasında sevilen biriydi, Thomas'ın ise kimseyle uzun soluklu iletişimi yoktu, aynı sınıfta iki yabancı gibilerdi önceleri, pek sık konuşmazlardı.
Zamanla Oliver Thomas'a yaklaşarak, bir bağ kurdu ve bu bağ 20 yıllık gelecekle süslendi. Thomas Oliver için çok önemli bir yere sahipti, onun durumu Oliver'i çok üzüyordu.
Sabah olmuştu, ilk ışıklar çoktan evin her yerini sarmıştı. Oliver gece boyunca göz kapaklarını hiç kapatamamıştı bu yüzden gözleri karanlığa hasret bir gece geçirmek zorunda kalıyordu. Konuşup sorunu çözecekti, bundan emindi.
Serin bir duştan sonra güzelce kahvaltı hazırladı arkadaşına, Thomas henüz uyanmamıştı.
Bir süre bekledikten sonra Thomas'ın kaldığı odaya doğru gidip kapıyı araladı, Thomas'ı bir süre izlemeye başladı, bu sırada Oliver'in yüzünde Thomas'la konuşur gibi görüntü vardı,
sessizce odadan ayrıldı.
Dakikalar sonra uyandığında Thomas'ın yüzü gülüyordu, sanki her şeyi unutmuş gibi, unuttuğu mutluluğunu geri kazanıyordu. Öğleye doğru güzel bir kahvaltıdan sonra uzun süredir erişemediği farklı bir gündüz yaşıyordu, odanın en güzel yerine geçip, gazetesini okumaya başladı, aslında gazetede yazanların hiç biriyle ilgilenmiyordu. Anı sessizce yaşıyordu kendince, yüzü gülüyordu.
Oliver, sessizce Thomas'ı izliyor konuşmaya nereden başlayacağını düşünüyordu. Ama bu kez, Thomas her şeyin farkındaydı. Oliver'in kendisiyle bir şeyler konuşacağını biliyordu. Hiç konuşmadan bu konumunu bir süre daha korumak istiyordu.
Sessiz geçen dakikalardan sonra Oliver, Thomas diye seslendiğinde, beklediğinden daha çabuk bir cevapla karşılaştı.
- Evet dostum!
Oliver şaşkındı.
- Konuşmak istiyorum seninle, ama önce sakin olmanı istiyorum…
- Seni dinliyorum Oliver…
- Sandra kim?
- Bilmiyor musun gerçekten?
- Hayır bilmiyorum ve, adını sıkça duymaya başladım.
- Kız arkadaşımdı beraber yaşıyorduk…
- Ne zamandan beri?
- Uzun zamandır.
- Ben neden bilmiyorum bunu? Peki, seni neden terk etti? Seni üzen olay Sandra'nın seni terk etmesi mi ?
- Bilmiyorum…
- Thomas ,sen bu değilsin böyle olamazsın seni uzun zamandır tanıyorum... Hayatına biri giriyor, o varken benimle ilişkini kesiyorsun ve daha sonra görüştüğümüzde seni bu halde buluyorum ve hiçbir şeyi bilmediğimi fark ediyorum. Neyi bilmiyorsun Thomas! Neden bilmiyorsun? Hiçbir şey anlatmıyorsun dostum.
- Üstüme gelme Oliver! Sandra çok farklı bir insandı çekingendi biraz, bu yüzden size söyleyemedim.
- Nasıl tanıştınız peki?
- Hatırlamıyorum.
- Tamam Thomas daha fazla üstüne gelmek istemiyorum İstediğim cevapları alamayacağımı biliyorum çünkü. Her ne olduysa ve sebep her neyse kendini toparlamalısın! Lily'le bir program yaptık. Atina'ya gideceğiz oradan da Syros sahiline geçmeyi düşünüyoruz.
- Biliyorum,peki ne yapacağız orada ?
- Kamp dostum! Çadır kuracağız, ilkel bir yaşam! Bundan güzel tatil mi olur?
Thomas Oliver'ın bu istekli haline gülümsedi. Bu tebessümle odanın dışına doğru ilerlerken Oliver:
- Thomas, dostum hazırlan istersen dışarı çıkalım, hem şirket'e uğrarız umurunda gibi gözükmüyor, ama gidelim.
- Ben bugün tatil yapacağımı umuyordum.
- Tatili yapacağız dostum, hem hava almış oluruz bir arkadaşımla görüşeceğiz biriyle konuşmam gerekiyor.
- Tamam, istediğin gibi olsun ama sıkılırsam geri dönerim.
Devamı var!..
Şafak Soysal
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
…ANLAR
Gözlerinden aktı mı hiç umudun senin?
Sabahlara lanet ederek uyandığın ve akşamları aç uyuduğun oldu mu?
Zamansız yaşadığın ayrılıkların, bir daha asla geri gelmeyecek olan
Hayallerin oldu mu?
İki tarafı kanlı savaşın arasında kaldığın ve
Yine de hayata umutla bakabildiğin anlar oldu mu?
Kimi zaman yanılmışlıkların ve gün geçtikçe eriyen düşlerin,
Sen sulamaya çalışırken çiçeklerini ezen oldu mu...
Yaşamın bir beden büyük geldiği,
Herkesin güldüğü an ağlayabildiğin,
Ağlamaktan hiç çekinmediğin anlar oldu mu?
Dönüp bir geriye baktığında;
Parmaklarınla sayılamayacak kadar az dostların olduğunu gördüğün anlar oldu mu?
Çektiğin acılarla olgunlaşacağını söyleyenlerin inadına
Kendinle baş başa kaldığında
Küçük oyuncağınla konuştuğun anlar oldu mu?
Sen tam hedefine kilitlenmişken,
Seni yolundan döndürmek istediğini düşündüklerin oldu mu?
Bir bebeğin camiiye bırakıldığını ve annesi olduğunu düşündüğün kadının
Ardına bakmadan çekip gittiğini gördüğünde;
Yaşadığın hayal kırıklığı oldu mu?
Sen; dünyayı gözünde pek büyütmüştün,
Kurduğun tüm hayallerin gerçek olacağını
Hayatta daima kendin kazanacağını düşünmüştün...
Ne büyük yanılgı, ah ne büyük yanılgı...
Neşe Tekin
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Seramik tabak üzerine motif çalışması tüm dünyada yaygın bir uygulama. http://www.portmeirion.tv/motifs1.htm kısa yolunda bu çalışmalarla ilgili çok sayıda örnek bulacaksınız. Özellikle meraklılarına durulur.
http://www.medikalsozluk.com Medikal dilde bilmek istediğiniz kelimelerin, hastalıkların ve terimlerin tamamını bulabileceğiniz, sözlük tadında bir kaynak. Mesela grip seçeneğini tıklıyorsunuz hemen size …Tıp dilinde influenza adı verilen bu hastalık bulaşıcıdır. Grip olan kişinin nefesindeki damlacıklarla yayılıp, salgın hale gelebilir. Paçavra hastalığı da denir. Aniden başlar ve devamlı olarak ateş yükselir… şeklinde bir açıklama getiriyor. Bilmekte fayda var.
...Mutfak kültürünüzü geliştirmek, en güzel, pratik, kolay yemek tariflerine ulaşmak için yemek siteleri arasında alternatifi olmayan yemek sitesi... http://www.yemektarifleri.org/ Bir de siz deneyin bakalım gerçekten alternatifleri yok mu?
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
7-Zip 4.62 (2008-12-02) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|