|
|
|
13 Mart 2009 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Karayiplerdeydim!.. |
Merhabalar
Karayiplerde elli metrelik bir teknedeydim, az önce döndüm. Biraz ağırlık çökünce geçtiğim koltukta göz kapaklarımı seyretmeye başlar başlamaz macera başladı. Erimiş, tığ gibi birşey olmuş, teknenin kaptan köşküne kurulmuşum. Korkudan mıdır nedir yanımda kimsecikler yok. Bir ben, bir de arada kafasını uzatıp "Bişi istiyon mu sahip?" diye soran kara kuru biri. Daha ne isteyeyim ki, altımda kızların sultanı teknem, önümde uçsuz bucaksız masmavi deniz, yanımda envai çeşit meyva ve buz gibi bira. Göbek te gitmiş, yerine hafif çatlaklar bırakmış ama o kadarı kadı kızında da var değil mi? Püfür püfür bir rüzgar esiyor, bir ara ürperiyor ve sıçrayarak kalkıyorum ...koltuktan. Meğerse dalmışım, hanım havalandırmak için pencereyi açınca üşümüş uyanmışım. Elli milyonun hayaliyle on dakikalığına Karayiplere kadar gidip gelmişim.
Hemen süper loto sonuçlarına baktım, tüh ikiye bölünmüş. Gitti 25 milyon. Aaaa, kuponların biri Beylikdüzü'nden diğeri Bursa'dan yatırılmış. Desene gitti bizim paracıklar. Olsun iki gün bu, çabuk geçer. Cumartesi günü üç milyonluk lotoyu alır öyle dalarım artık hülyalara. Dalıp ta çıkamayacağınız hülyalarınız bol olsun kahveciler. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan SOKAKLAR ISLIK ÇALMAZ |
|
Sinop'ta bu sabah usul usul bir yağmur yağıyor. Başını okşayarak sokakların… Ve bu kenti anne şefkati ile uyandırmak ister gibi… Martıların öteki sabahlardaki telaşlarından eser yok. Limana bile gitmemişler henüz. İlk minibüsler düşüyor caddelere, tek tük kapıları açılıyor evlerin. Eriklerin kar beyazı çiçekleri döküyor kaldırımlara. Sinop'a bu sabah usul usul yağmur yağıyor. Güvercinler seçkin ekmek fırını önünde sabah kahvaltılarını bekliyorlar.
Pasajda en erken dükkânını Saraç Tezcan açar. Yine gelip saat yedi buçukta dükkânını açtı. Sabah gibi, sokaklar gibi, yağmur gibi onun da gözleri uykuluydu. Dükkânının tabelasını değiştirmişti geçen yaz. Kapısında sekiz aydır AYAKKABI HASTANESİ yazıyordu. İstanbul'da gezerken görmüştü bunu ve kendi dükkânının ismi yapmıştı. Sokaklar gibi tabela da yağmurda ıslanıyordu. Kenarları da yavaş yavaş paslanmaya başlamıştı. Dükkânı açtıktan sonra sobanın külünü temizledi. Tamiri bekleyen ayakkabıların altındaki perdeli bölümü araladı. Birkaç odun çıkardı. Bir parça çıra, biraz da kuru tahta parçası. Eski bir gazeteyi şerit şerit yırtıp tahtaların ve üzerine attı. Kibriti çakıp gazete parçalarını tutuşturdu. Dükkânı açık bırakıp fırına gitti. Çıkmadan önce alüminyum çaydanlığı sobanın üzerine koymayı unutmadı. Demirkollar Fırını'ndan her sabah kıymalı bir nokul alırdı. Ve Tezcan her sabah çayına katık ederek o nokulu yerdi. Gelen giden olmasa bile o dükkânını sabahları erken açardı. Küçücük tezgâhının üzerine örtü olarak serdiği gazete üzerinde bakışlarını gezdirerek kahvaltısını ederdi. Sabahın o kendine has sükûnetini severdi. Ve güne başlamadan kendisiyle bir başına olmayı…
Saraç Tezcan'ın yaşadıklarında ve bütün yaşamında ilginç bir öykü yoktu. Herkes gibi işleri durgundu. İnsanlar eskisi gibi ayakkabı tamir ettirmiyordu. Biraz eskiyince hatta boyası bozulunca kaldırıp çöpe atıyor ve yenisini alıyorlardı. Elinde birkaç çift asker postalı vardı. Bağcıklarla uğraşmak istemeyen askerler fermuar dikilsin diye bırakmışlardı. Dükkân kirasını zar zor çıkarabiliyordu. İçkiyi birkaç yıl önce bırakmıştı. Son günlerde sigaradan da kurtulmayı istiyordu. Geçenlerde oturup hesaplamıştı. Bir aylık sigara parası tam yüz yirmi lira tutuyordu. Bu para neredeyse dükkân kirasına yakındı.
İşleri her zaman böyle kötü olmamıştı. Ayakkabı tamiri işine geri döneli zaten birkaç sene olmuştu. Uzun zaman inşaat işi yapmıştı. Büyük firmaların aldığı işlerin bir kısmını yapan otuz kişilik bir ekibi vardı. Taşeron gibi çalışıyordu. Özellikle Erzincan depreminden sonra çok güzel paralar kazanmıştı. Çok para her zaman insana huzur getirmiyordu. Ama yoksulluğun yarattığı hır gür de yenilir yutulur bir şey değildi. Tezcan her ikisini de görmüştü.
İşlerin yolunda gittiği çok para kazandığı dönemde eşi başka bir adamla kaçıp gitmişti. O zamanlar İncedayı'da küçük bir apartman dairesinde oturuyorlardı. Tezcan işleri için sık sık Erzincan'a gidip geliyordu. Bazen de bir iki ay evden ayrı kalıyordu. Aynı mahallede kendi köylüsü bir sürü akrabası, hısımı vardı. Gözü arkada kalmadan eşini bırakıp gidiyordu.
Eşine aşık olmamıştı. Evliliğini annesi babası ayarlamıştı. "Artık yaşın geldi, evlenmen lazım," demişlerdi. O da sesini çıkarmamıştı. Kızı sadece nişanlandığı zaman görmüştü. Eşi Serpil Erfelek'in Avlağısökü köyündendi. Hem fakir, hem yetimdi. Uzaktan akraba bu kıza sahip çıkmak, hem de ekmek kıymeti bilir diye Serpil'i ona almışlardı. Kız hayatında hiç köyden çıkmamıştı. Şehirde yaşamak ilk başlarda ona çok zor gelmişti. Kaybolmaktan korktuğu için sokağa bile çıkmıyordu. Zamanla yavaş yavaş alıştı. Kendi başına pazara veya markete alış verişe gitmeye başladı. Hatta aynı mahalleden akranı arkadaşlar edindi. Kabak çiçeği gibi açılıverdi. Çok istediler ama çocukları olmadı. Gitmedikleri doktor, hastane kalmadı ama buna bir çare bulanamadı. Birkaç kez tüp bebek tedavisi uyguladılar. Ama hiç biri başarılı olamadı. Sadece saçtıkları para yanlarına kar kaldı. Ama para sorun değildi. Çünkü Tezcan güzel kazanıyordu. Annesi babası Tezcan'ın yakasını bir türlü bırakmıyordu. Bir iki kez ev, arsa alıp yatırım yapmaya niyetlendi. Ama büyüklerini ikna edemedi. Hep bir sorun çıkardılar. Şimdiki aklı olsa ne evlenmek için ne de kazandıklarını değerlendirmek için onların sözünü dinlemezdi. İnsan yaşamadan hiçbir şey öğrenemiyordu.
Bir sene kasım sonu gibi tam inşaat sezonu kapanırken Tezcan'a amcaoğlu Yakup'tan bir telefon geldi. "Eşin Serpil kayıp," diyordu. "Tam üç gündür yok, aramadığımız yer kalmadı. Ama bulamadık." Beyninden vurulmuşa döndü. Sinop' a gelen yollar bitmedi. Saatler geçmedi. Garajda otobüsten iner inmez hiç kimseye bir şey demeden direk karakola gitti. "Eşimi bulun bana diye yalvardı. Ölüsüne de dirisine de razıyım. Yeter ki onu bulun bana," dedi. Polisler Serpil'i tam on gün boyunca bulamadılar. Serpil'i polisler ararken o da elinden geldiği kadar çabaladı. Eşinin köyüne bile gitti. Sinop'taki, İstanbul'daki bütün akrabalarına haber saldı. Yer yarıldı da sanki içine girdi. Serpil'i kimse bulamadı. On gün sonra bir sabah polisler gelip kapıyı çaldılar. Onu karakola çağırdılar. Başkomiser ona karısının bulunduğunu söyledi. "Sen onu çok dövüyormuşsun. O da evden çekip gitmiş. Dua et de senden şikâyetçi olmasın. Doktor raporu falan alıp şikâyetçi olursa hapislerde sürünürsün," dedi. Tezcan apışıp kaldı. İki aydır evimden uzaktayım komiser bey. Ne dövmesi, ne şikayeti? Karım şimdi nerde? diye sordu. Yerini söyleyemeyiz. O yetişkin biri. İstediği yere gider. Kimse karışamaz dedi. Tezcan komisere yalvardı. Eşini gidip almak istiyordu. "Komiser söyleyemem kardeşim," dedi. Hadi sana acıdım söyledim diyelim. Gittin namus davası deyip çekip vurdun kadıncağızı. Bizi kim kurtaracak. Ben cinayete yardım etmiş olmaz mıyım?
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu NE SÖYLER BİZE BU YAZARLAR, ŞAİRLER; BU HABERLER? |
|
"İRAN sınırından kaçak yolla geçtikleri iddia edilen iki kardeşi İran askerleri vurdu. Van'ın Saray ilçesine bağlı Bakışık köyünden D.D. (16) ve S.D. (12) isimli iki erkek kardeş önceki gece iddiaya göre kaçak mazot getirmek için sınırı geçti. Kardeşler 24.00 sıralarında İran askerlerinin dur ikazına uymadı. Kerkuş bölgesinde yurda geçen D.D. öldü, S.D. ise ağır yaralandı."
Sabah Gazetesi, 09.03.2009
Gün, ister günlük güneşlik olsun artık, ister yağmurlu, hatta karlı boranlı.
Belleğimdeki öyküler, şiirler, şarkılar sökün ediyor:
Kaçakçı Şahan
"Çalışma fermanları hükümetten mühürlü kaçakçıların kulakları çınlasın."
…
Şahan, Halep'te kazandığı parayı altına çevirmişti. Şimdi onun iki altını vardı. İşler böyle denk düşerse, birkaç kez daha gidip-gelecek, sonra da işten elini ayağını çekecekti.
…
Şahan'ın hayatı şimdi yokla var arasındaydı. Toprağa basan ayağında hayat, havada korkuyla titreyen öteki ayağında ise ölüme yok olmaya hazırlanış vardı.
…
Bedenini boydan boya hafifçe sağa kırıp sol ayağını kaldırdı. Sonra toprağı usulca, sabırla, fakat korkuyla yokladı. …Ayağını tümden basıp bedeninin ağırlığını öne doğru aktardı. Fakat sağ ayağını öne atmaya fırsat bulamadan…
…
Ölüm bu kertiğe geldiğinde, geriye dua etmek ve altınları yutmak kalıyordu. Hileli ellerden kurtarmalıydı onları. Güçlükle para kesesini aldı. Canı parmaklarında titriyordu. Keseyi dişleriyle çözdü. Ağzına boşalttı iki altını. Yutmaya çalıştı.
Bekir Yıldız, 1972
***
O
Halit geliyor, Akşam
Neden düştün mapusa Halit?
İftira hocam.
Adam mı öldürdün?
İftira hocam.
…
Demek delilsizlikten kurtardın paçayı?
Delil yoktu ki hocam, delil diye getirdikleri, Van'da satılmış bir saat, Acemistan işi. Ölenlere ait olduğu nerden belli?
Acem miydi ölenler?
Acemdi hocam. İki Acem. Sınırı geçeceklerdi.
Siz de onlara yol mu gösterecektiniz?
Yol gösterecektik, hocam. Yolu gösterdik ve ayrıldık. Sabah ölüleri bulundu.
…
Kim anlattı hoca sana bunları?
Gazetelerde okudum
Halit gülüyor. Burası büyük kent mi ki gazeteler yazsın cinayetleri?
Burada her gün adam ölür. Gazete mi yeter bunları yazmaya.
…
Ferid Edgü,1977
***
Delifişek
Kaç zamandır yalnızca çocukların geçmeye cesaret ettiği böğürtlen çalılarını aşıp denizin kıyıcığındaki kayaların başına varıyor, martıları ve çocukları izliyorum.
Çocuklar martıların tümünü seviyorlar sevmesine de bunlardan birine pek tutkunlar. Bu tutku, onun tüylerinin daha beyaz, sesinin daha gür olmasından değil. Delifişek o. Gözü kara, oyunbaz, haylaz, vurdumduymaz, sınır tanımaz… Ne kadar sıra dışılık varsa onda.
Bu kayalarda çocukları gördüğü an gelip en yakındaki sivri kayanın tepesine konuyor. Kimselerin bilmediği bir dilde halleşiyor onlarla. Çocuklardan biri gözleriyle gökyüzünü gösterip" Haydi!" dediği an Delifişek'in bayramı başlıyor. Daireler çize çize yükselip, gökyüzünde bir lekeye dönüşüyor. Sonra bir süreliğine yitiyor gözlerden. Ötelerde bir ada var. Adanın arkasında başka adalar. Kimse anlamıyor onun aynı anda suyun iki yakasını da gözlediğini. Gökyüzünün sonsuzluğunda kanatlarını kapatıp kendini boşluğa bıraktığını da hiç kimse anlayamıyor. Düşüşü, kayaların en keskin uçlarına çakılmaya an kalana dek sürüyor. Görenler "Eyvah, bu kez çarptı!" deyip gözlerini yumuyor. Ama o her seferinde kanatlarını açıp yay çizerek suya iniyor. Çok kalmıyor. Bu kez bir iki kanat çırpışıyla havalanıp, ok gibi fırlıyor karşı kıyıya. Bu gidiş düş yumakları sunuyor geride kalanlara.
Duydum ki,"Her gün suyun iki yakası arasında mekik dokuyan Delifişek için kimileri adalı diyormuş, kimileri anakaralı. Hatta onun casus martı olmasından bile kuşkulananlar varmış."
Bu söylentilere: "Delifişek de bu suların martısı, bu havayı soluyor, bu gökyüzünün bulutlarıyla yarışıyor, bura işi gökkuşaklarının altından geçip rüzgârlara kafa tutuyor." deyip gülüşüyor çocuklar.
Ben, yine de günün birinde çocuklar, Delifişek olur diye korkuyorum. Biliyorum, devriyeler martıları vurmaz; ama çocukları vururlar.
Hamdi Topçu, 2000
Zaman geçse de gerçekler yerli yerinde duruyor. Vuruluyor çocuklarımız. Sınırlarda kalıyor çocuklukları. Sen, ben, yüreğimizin ağısını türkülerle sağıyoruz bir süre:
Memik Oğlan
On dört yaşım diken ile kaplanmış,
Göz ucuma karıncalar toplanmış,
Kurşun gelmiş kaşlarımın üstüne,
Alın yazım okur gibi saplanmış.
Uyu Memik oğlan uyu,
Öte gecelerde büyü.
Dağı dağa kavuşturan ben idim,
Suyu suya eriştiren can idim,
Yükledim mi gece vakti kaçağı,
Karanlıkta ışılayan gün idim.
Uyu Memik oğlan uyu,
Öte gecelerde büyü.
Ülkü Tamer
Tüm algıları kuşatılmış kalabalıkların doldurduğu meydanlarda, başka acılar yaşanmasın diye dizelere, satırlara döktüğümüz bilinç sesimizle vurmaya kalkışıyorlar bizi.
" Başbakan Erdoğan, Elbistan'da Aşık Mahsunî Şerif'in dizeleriyle halka seslendi:
Milletin sırtından doyan doyana
Bunu gören yürek nasıl dayana
Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana
Bilmem söylesem mi, söylemesem mi?"
Gazeteler, 10.03.2009
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Kahveli Köyün Telveli Muhabbetleri - 3 |
|
Kaş, göz ve el hareketleriyle;
"Bu da kim lem ?" şeklindeki sorumu fevkalade doğru anlayan Kahveci Edi;
"Merak etme, bendendir !"
anlamında başını sola doğru eğerken sağ elini de kalbinin üzerine getirip iki kez okşadı.
"Adama bak, "Çay yok, burası Kahvehane !" diyor ya, delirtecek bu adam beni !" sözleri arasına;
- "Boş mu birader bu sandalye ?" sorusunu da ekledi ve fakat ne cevabını beklemeden de yanımdaki sandalyeye çöreklendi. Kırk yıllık ahbap misali;
- "Eee, çay eylemine var mısın ?" dedi.
"Dün bir bugün iki, dur hele, hemen eylem olmaz" dedim.
"Belli ki Edi'nin eski dostusun, bendeniz Ahmet.. Ama herkes Enişte der kahvehanede" diye ekledim.
- "Ooo, adaşımsın.. E madem ki adaşız, çay eyleminde yoldaşız"
"Nedir adaşım birader bu çay muhabbeti ?"
- "Delirteceğim ben bu Edi'yi. Diktatör gibi adam"
"Yok canım daha neler, ben onu 1973 yıllarından beri tanırım"
- "Ooo, ben onun çocukluktan beri tanırım, elimde doğdu kerata nerdeyse"
Sonra başladı anlatmaya. Daldı bodozlama anılara.. Yedi sülalesini tanırmış meğerse. İçimden; "Ne geveze adammış" diyorum ama sohbeti de neşeli. Araya gireyim dedim :
"Ne iş yaparsın adaşım ?"
- "Ne iş olsa yaparım" gibilerinden ne marangozluğu kaldı anlatılmadık ne de bahçıvanlığı.
- "Sen nasıl düştün buralara ?" dedi gülümseyerek.
"Sorma, kandırıldım" dedim ama "Kırmızı Fener Sokağı'ndan bulup buralara getirdi işte" dememek için de zor tuttum kendimi.
- "Hepimizi kandırdı alçak, gül gibi mesleğim vardı"
"Tamam ya, sen de mesleğinle ilgili birşeyler yazıktırırdın. Anlat işte bahçıvanlığını, olmadı marangozluğunu. Baktın onlar da olmadı, Surdibi'nden gir, Sütlüce'den çık !"
- "Gireyim değil mi ? Bu mikrop Edi izin verir mi ?"
"Verir yahu, vermezse çay eylemine girişiriz o zaman işte.."
- "Yaşa be Enişte !"
"Sadece ikimiz olmayalım ama.."
- "Ben ortalığı ayağa kaldırırım sen merak etme ! Ediiiiiii ...! İki çay versene gülüm"
"Sen şimdi çay neymiş görürsün bahçıvan bozuntusu !" diye kahvehane köşesinden sandalyeleri devire devire yürümeye başladı Kahveci Edi. Ondan biraz önce de muhteşem göbeği gelmişti zaten.
"Adam gibi oturun, olay çıkartmayın, atarım yoksa sizi kahvehaneden. Kabahat bende ki sizi tanıştırdım" diye söylene söylene gitti ve fakat kendinden önce masamıza gelen göbeğini de götürmeyi ihmal etmedi.
"Adamı sinirlendirdik be adaşım !" dedim.
- "Hiç üzülme Enişte, hakkımızı istiyoruz ama bu adam bizi yıllarca kahve köşelerinde süründürecek. Nah şuraya yazıyorum demedi deme ! Hoş ben senin kadar bekleyemem çeker giderim"
"Nereye gideceksin ? Daha yeni gelmişiz şunun şurasında yan yana.."
- "Dalyan'a ..! Tamam işte, hay ağzına sağlık. Evet ya, neden daha önce aklıma gelmedi" diye mırıldanmaya başladı.
- "Tersine Feride de gelir hatta..." diye de eklemeyi ihmal etmedi.
"O da kim yahu ?"
- "Hiç duymadım deme; herkes gider Mersin'e, bizim Feride tersine tersine...Hani, Bilgin Efendi'yi anlatmıştın ya geçen hafta ..!"
"Evet..."
- "İşte onun kızkardeşi.. Üstelik... Herneyse, haftaya tanışırsın. Ben kaçıyorum, sağlıcakla kal !" dedi.
"Yahu dur, daha çay demleyecektik..." diyemeden kahvehane kapısına varmıştı bile. Edi'nin gönlünü almak için bir kahve isteyeyim en iyisi diye kahve ocağına döndüm. Kahveci Edi, tezgahın üzerine önlüğünü attığı gibi süratle kapıya gitmeye başladı.
"Hayrola ?" dedim.
"Birkaç saat yokum İhtiyar, İstanbul'un altını üstüne bir getireyim, kısmetse görüşürüz" dedi. Boş boş baktığımı görünce de;
"Servis saatim geldi de..." diye kapıyı açtığı gibi gitti.
Fransızcası neydi acaba Enişte'nin..?
Klavyede bir yamukluk yoktu ama haftaya devamı gelir mi bilemem...
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
COMPLEX -5
MAYIS 2004
Derin soğuk gözlerinin önündeki camı çoktan beyaza çevirmişti, her şey bembeyazdı, olması gerektiği gibi, elinde viski şişesi, Londra'nın en güzel caddesi ve beyazlık.
Parmaklarının izi kalıyordu pencere camında, dokunmayabilirdi, ama izin veriyordu bu seferlik o dünden kalan derin soğukluğu sigara dumanı gibi içine çekiyordu sanki. Korku içindeydi, hem paylaşmaya ihtiyacı vardı hem de yalnızlığa. İkisi bir türlü yan yana gelmiyordu daha çok kendisiyle paylaşıyordu tüm duygularını. Yılgın gözler , huzursuz aksamları oluyordu , kendisiyle paylaştığı, duygularda duygusuzluk hakimdi, huzur arıyordu, huzurdan kaçıyordu , her şey alıntıydı, aynı zamanda benzersiz. Geçmiş vardı önünde ve ona bağımlı bir gelecek...
Korkuları dışında iyi bir hayatı vardı, uzun soluklu duygulardı korkular onun için, en mutlu anını bile karartabiliyordu. Bugünlere kadar bir kösede durmadan onu izliyor düşünmesine fırsat kalmadan onun üstünü bir sayfa gibi karalamasını hemen başarıyordu.
Tüm bunları tek basına yasıyordu, ufku bozuk kalabalıklarda bile bir köşeye sinmiş, hatıralarıyla karşılaşabiliyordu. Zamanla alışıyordu gelgitlere. Geceleri yatağına girmeden, mutları ve tedirginlikleri ondan öce giriyordu ve bekleşiyorlardı.
Ama korkuların da sınırları vardı ve Thomas yıllar geçtikçe bu tür yöntemlerin patronu oluyordu.
Haftanın bir gününü St. Paul kilisesinde geçiriyordu, tamamıyla arınmış ve serbest bırakılmış duyguların rahatlığını yaşıyordu kaderinde. Uzun yılların alışkanlığı haline gelmişti kilise gezileri, haftada bir aksam durulan, kilise sonrası bir kaç saatliğine de olsa huzurun o doyumsuz tadına ulaşmayı başarıyordu. Herkes başka bir amaç için giderken kiliseye, Thomas kendi ruhundan bir an olsa kurtulabilmek amacıyla gidiyordu ve başarılı oluyordu.
Bazen Hery de katılıyordu Thomas'a, beraber gittiklerinde birbirleriyle hiçbir şey konuşmuyor, o ana konsantre oluyorlardı daha sonrada bu durumu özetler biçimde bir kaç içki kadehiyle perçinliyorlardı durumu.
Günlerden salıydı, şirkette, yoğun bir iş temposunun içine kendisini gömülü buluyordu Thomas.
Özenle dekore edilmiş ofisini çok seviyordu, şirket binasının en üst katında cennet gibi bir manzaraya bakıyordu tüm Londra tüm şevkiyle Thomas'ı karşılıyordu.
Masasının hemen karsında, herkesin beğenmeyeceği tabloları vardı, tabı tabloların özel anlamları da… Tabloların sahibi eski eşi p
Paulindi.
Uzun sure önce ayrılmasına karsın onları karşısından hıc eksık etmemıstı.
Özellikle tabloların bir tanesini diğerlerinden ayırıyordu kendi isteği ile özel olarak çizilmiş ve boyanmıştı. Sonsuz bir denizin karşısındaki soytarı bir yüz ifadesiydi ve kendisine çok benzetiyordu her baktığında kendisini orda görüyor ve rahatlamak için uzun uzun düşler kuruyordu.
Tabloya bakan başka insanlar ise hiç bir anlam veremiyordu ve birçok kez karsılaştığı sorular birbirine çok benziyordu.
Bunlar dışında yoğun tempo ve telefon görüşmeleriyle geçiyordu günleri şirkette.
Gün içinde ne yaptığını, akşamları hatırlamayacak kadar yorgun düşüyordu. Sıkılıyordu bazen bu durumdan, çünkü hayatında başka hareket yoktu. Günler Thomas için masasının üstünden eksik olmayan dosyalarını inceleyip imzalayarak geçiyordu.
Bunlar Thomas için çok sevimsiz bir görüntüydü.
Sorumluluğu büyüktü, bunun farkındaydı, ama bir noktadan sonra sıkıntı vuruyordu anlarına.
Kendisine zaman ayıramamaktan şikayetçiydi, kiliseye de bu yüzden gidiyordu, çünkü salı aksamları orada ona imzalatılacak hiçbir şey yoktu. Orda, sadece oturup, ruhunu teslim ediyordu o süre zarfında da kendisiyle başbaşa kalıp iyi şeyler düşünüyordu.
Ve genelde kilise kalabalık olmuyordu 2-3 kişiyi geçmiyordu insan sayısı.
Şirkette yorucu bir günün ardından Heryy'i aramaya karar vermişken birden kapı çaldı. Kapıdaki Linda'ydı.
-Efendim arkadaşınız Herry geldi.
Linda'ya teşekkür etti, Herry'i içeri davet etmesini ve iki kahve rica etti.
-Selam dostum ne yapıyorsun bu hapishanede? Kendini çok yoruyorsun dostum şu haline bak! Yaşlandın mı sen yoksa kendini moruk gibi mi hissediyorsun çok kaptırmışsın kendini işe Thomas!
-Ne yapmam gerekiyor söyle o zaman, herkesin işi seninki kadar zevkli değil. Hem senin işler nasıl gidiyor güzel fotoğraflar çekebiliyor musun bakalım.
-Merak ediyorsan beklerim iki hafta sonra sergim var dostum onun için uğraşıyorum ben de. Tarzımı da yavaştan değiştirmeye çalışıyorum .
-Sen doğacısın gökdelenlerin resmini çekecek değilsin ya.
-Neden olmasın yakında doğa yok olacak, her yer gökdelen olacak.
Linda kahveleri getirdi.
-Sen ne yap biliyor musun Heryy! Al fotoğraf makineni, git Afrika'ya sana istediğin kadar malzeme, işte git istediğin yeri çek ama orada da gökdelen göremezsin bunu da belirteyim!
-Dalga geçme dostum.
-Gel, iki hafta sonra Manchester' da sergim var. Bütün sosyete gelecek haberin olsun.
- Geleceğim tabi, o günü kaçırmak gibi bir niyetim yok! Bakalım bu sefer neler çıkaracaksın.
- Yıllardır tanıyorsun beni şu ana kadar çektiğim fotoğraflardan seçtiklerimi sergileyeceğim. Başka özel bir durum yok.
-Benim bildiğim sanatçılar ellerinde malzeme kalmadığı zaman düzenlerler böyle şeyleri. Yoksa sende mi aynı durumla karşı karşıyasın!
-O duruma düştüğüm an, fotoğraf makinemi eskiciye veririm. Ben üretmeyi seviyorum!
-Şakaydı Herry, o günü iple çekiyorum. Fotoğraflarını incelemek hoşuma gidiyor biliyorsun! En iyi müşterin ve arkadaşınım ben senin. Artık kalkalım mı?
-Kalkalım dostum burası senin mekanın patron sensin.
Saat altıydı, belki de hafta içerisinde yaşayacakları tek tatil, St. Pauli yolculuğu başlamıştı. St. Pauli, tarihi ve görkemli bir yapıya sahip, İngiltere'deki önemli ve en eski kiliselerden biridir.
Kısa bir yolculuğun ardından St. Pauli Katedraline vardılar.
Duvarları beyaz, bahçesi ağaçlarla dolu olan mükemmel bir yapıyla karşı karşıyadırlar.
…
Sessizce içeri girip, arka sıralara yerleştiler hiç vakit kaybetmeden.
Artık dış dünya ile tüm ilişkileri kesilmişti. Kısa süre de olsa Thomas'ın tatili başlamıştı.
İçerisi fazla kalabalık değildi ve loş bir ışıkla donatılan mekan sessiz kalıp düşünmek için idealdi.
Thomas yanındaki Herry'e aldırmadan gözlerini kapatarak, düşünmeye ve rahatlamaya çalışıyordu kafasındaki geçmişi boşluğa doğru bırakmak istiyordu.
Hery de ona ayak uyduruyodu. Gözler kapalıydı. Ortam sakindi. İkili sessiz görünüyordu.
Devamı var!..
Şafak Soysal
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
YOLKESEN
İzmir'e gittiniz mi hiç
Turgutlu'dan geçerken
Çiçekler yolunuzu kesti mi
Göz göze geldiniz mi doğayla
Başınızda kavak yelleri esti mi
Saç sakal ağardıktan sonra
İzmir'e gittiniz mi hiç
Salihli'den geçerken
Bağlar yolunuzu kesti mi
Asma gibi kızlarla
Kız gibi asmalar
Halay çekerken kol kola
Annelerinden izin alıp
Katıldınız mı aralarına
İzmir'e gittinizse eğer
Aylardan mayıs olmalı
Günlerden Gökova
Dargındınız küskündünüz
Barıştınız mı doğayla
Şiir yolunuzu kesti mi
Kuruyan ağzınızı dayayıp
İçtiniz mi kana kana
Ben İzmir'e giderken
Akdeniz'e selam götürdüm
Bir gelinlik kızı gözlerinden
Çürük bir davul patladı kulağıma
Yarım kaldı halk düğünüm
Ben Asarcıklı çoban
Ağzımı keçiler yedi
Ne darıldım ne gücendim
Bir delik daha deldim kavalıma
Dünya dedikleri yuvarlak kitap
Işıklarınız sönmeden
Kaç sayfa okuyabildiniz
Sevgi dediğimiz solmaz bir kumaş
İpliğiniz tükenmeden
Kaç metre dokuyabildiniz
Giydiniz mi doya doya
ALİ YÜCE
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Seramik tabak üzerine motif çalışması tüm dünyada yaygın bir uygulama. http://www.portmeirion.tv/motifs1.htm kısa yolunda bu çalışmalarla ilgili çok sayıda örnek bulacaksınız. Özellikle meraklılarına durulur.
http://www.medikalsozluk.com Medikal dilde bilmek istediğiniz kelimelerin, hastalıkların ve terimlerin tamamını bulabileceğiniz, sözlük tadında bir kaynak. Mesela grip seçeneğini tıklıyorsunuz hemen size …Tıp dilinde influenza adı verilen bu hastalık bulaşıcıdır. Grip olan kişinin nefesindeki damlacıklarla yayılıp, salgın hale gelebilir. Paçavra hastalığı da denir. Aniden başlar ve devamlı olarak ateş yükselir… şeklinde bir açıklama getiriyor. Bilmekte fayda var.
...Mutfak kültürünüzü geliştirmek, en güzel, pratik, kolay yemek tariflerine ulaşmak için yemek siteleri arasında alternatifi olmayan yemek sitesi... http://www.yemektarifleri.org/ Bir de siz deneyin bakalım gerçekten alternatifleri yok mu?
En süper flash oyunların bir arada toplandığı süper bir oyun sayfası http://oyuncu.kahveciyiz.biz/ Hele benim gibi flash oyun meraklıları için bir cennet. Cem ellerine sağlık valla, süper bir çalışma olmuş. Meraklılarına iyi eğlenceler diliyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
7-Zip 4.62 (2008-12-02) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|