Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 7 Sayı: 1.593

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 16 Mart 2009 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Dürüstlüğü anlatana bak hizaya gel!..


Merhabalar

Recebim bir kadının Kadınlar Gününü kutluyor!!?? Sonlara yaklaştıkça kantarın topuzu iyice kaçmaya başladı. AKP'den gelen salvoları savuşturup karşı atağa geçmeye çalışanlar pek başarılı oluyor gibi görünmüyorlar doğrusu. Çünkü Recebim açtı mı ağzını, çıkacağı tahmin etmek zor oluyor. Sadece o değil elbette, Bay Arınç'ın sergilediği tiyatroyu da unutmamak lazım. Sen kalk yargılanan generallere, sanki suçları sabitmiş gibi, düşmana bile söylenmeyecek lafları söyle, TSK kızınca da efelen. Bunun tek kelimelik bir adı var; "Pislik". TSK cevap verse de vermese de o söyleyeceğini çoktan hazırlamış. Bu adamın bir de hukukçu kimliği var. Dokunulmazlık zırhıyla hukuk tanımayıp, sürmekte olan bir dava ile ilgili yorumda bulunup suç işliyor, bir Allahın kulu da sesini çıkaramıyor. Bu nasıl bir adalettir anlamaya olanak yok. Deniz feneri yolsuzluğu ile ilgili konuşma yasağı cart diye konarken, Ergenekon sanki çadır tiyatrosu. Hakimlerden önce iddianame gazetelerin elinde, siyasetçilerin dilinde. İşte bu pisliğin daniskası.

Recebim'in miting performansı evlere dört koldan şenlik. Hoş yandaşları için gurur vesilesi mutlaka ama sıradan insanları üzüyor bu adam, lamı cimi yok. Son azarı da kredi mağdurları yedi. "Kredi Kartı mağdurlarını dürüst bulmuyorum." dedi hazret. Sor bakim ben seni hiç dürüst bulumuyor muyum? Dürüstlük bir erdemdir. Namus kadar olmasa da öyle uluorta eleştirilmez. Hoş, şerefi dile pelesenk edenlerden dürüstülüğü üfleyerek yemesini beklemek saflık olur tabi. Eğer dediğine inansa, yani dürüst olsa, bu insanlara merdiven altlarında, market girişlerinde, sokak ortasında sorgusuz sualsiz kredi kartı verenleri dürüst olmamakla suçlaması gerekirdi önce. Oysa tam tersine, sağlam bankacılığın krize nasıl dayandığını ballandıra ballandıra anlatmasını pek iyi biliyor. Ya da, herşeye rağmen kâr açıklayan bankaların yüzlerce kişiyi bir anda işten atmasını dürüst bulmadığını söyleyebilirdi pekala. Ama bu onun konusu değil. O kendince kriz tellalığı yapanları itin cebine sokmakla ilgili. Kendisine uğramayan krizin kimseye uğramadığına ya fena halde inanıyor ya da dürüstlüğün yepyeni tariflerle kitabını yazıyor. Hiç farketmez, bu saatten sonra hepsi aynı kapıyor çıkıyor, o da bunu gayet iyi biliyor.

Bu sabah itibariyle mikrobik bir saldırının pençesi altındayım. İlaç bombalarıyla savunma hattımı kurdum ama şimdilik pek başarılı değilim. Öksürük ve burun akıntısı devam ediyor. Kafamdaki kazan da Recebim imzalı. Yani demem o ki, ben şimdi gidiyorum, yarına Allah kerim. Aman kendinize dikkat edin. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


 Brezilya'lı Kahveci : Nuri Merzi


Ecinniler ve Politikacı

Bir kez daha seçimlerle karşı karşıyayız. Seçmenler, memleket için hangi partilerin daha yararlı olacağını düşünürlerken, politikacı her derde devanın kendisi olduğuna herkesi inandırmaya çalışıyor; medya ise seçmenler (anketler aracılığıyla)) ve politikacıların (beyanatlar ve röportajlar aracılığıyla) gerçek yüzlerini meraklılara sunmaya çalışmakta. Seçime giden sürecin, kuşkusuz, en etkin en renkli kişisi politikacı. Çünkü politikacı bilmektedir ki, hele şu sıralarda ne kadar iyi oynarsa o kadar başarılı olacaktır.

Kuşkusuz politikacılar arasında da iyiler ve kötüler olacaktır. Ancak ben bu yazıda, politikacının etik değerlerini irdelemek istiyorum. İnsanlara yapamayacakları şeyleri vaad edip sonra bunları unutan, haklarında soruşturma açılan politikacılardan bahsetmiyorum sadece. Burada, bu tür veya benzeri davranışlara yol açan, politikacının en genelde, o kendine özgü ahlak kuramını sorgulamak istiyorum.

Dostoyevski'nin Budala romanındaki Prens Mişkin, "kendilerini asla suçlu görmeyip, ne yapıyorlarsa buna hakları olduğunu, ve hatta iyi bir şey yaptıklarını düşünen" kaatillerin psikolojileri üzerine konuşur. Bu düşünce, romanın ana fikri değildir. Ama, Prens Mişkin'in bu düşünceleri, suçluyu, harekete geçiren motivasyonu açıklaması açısından oldukça ilginçtir. Her politikacıyı suçlu olarak değerlendirmiyorum ama suça bulaşmış bir politikacının motivasyonunun benzer olabileceğini düşünüyorum.

Prens Mişkin'in yukarıdaki sözleri Dostoyevski'nin iki ayrı romanının temel altlıklarından birini oluşturmaktadır. Suç ve Ceza ile Ecinniler bir bakıma benzer sorunsalları işlemektedir; birincisi kişisel ahlakı, ikincisi politik ahlakı konu edinmektedir. Önce Suç ve Ceza'ya bakalım. Başlangıçta, tefeci kadını öldürme hakkına sahip olduğunu düşünen ve bunu gerçekleştiren Raskolnikov iyi bir şey yaptığını düşünmektedir. Ancak roman ilerledikçe, Raskolnikov şunun ayırdına varamadığını farkeder: tefeci kadını sırf canı istediği için mi öldürmüştür yoksa bu eylemi insanlık için mi yapmıştır ? Sibirya'ya gönderilirken dahi yaptığından pişman değildir. Ancak, vicdan azabından dolayı kendi kendini adalete teslim etmiştir. Düşüncelerinin doğruluğuna ise hala inanmaktadır. Emin olmadığı konu şudur: niçin başarısız olmuştur ? Zayıf olduğu için mi? Yoksa, Tanrı mı böyle istemiştir ? Suça bulaşan kişinin sorularıdır bunlar. Raskolnikov'u kaatil yapan ahlaki kuram toplumsal anlamda politik ahlak açısından oldukça sakıncalı durumlar oluşturur.

Aslında Raskolnikov aynı zamanda bir nihilist idi. Ama, Suç ve Ceza'nın esas sorunsalı içinde bunun ayırdına varamıyorduk. Nihilizm ve Suç arasındaki ilişkinin toplumsal anlamda, tezli bir roman olarak ortaya konduğu yer, Ecinniler'dir. Ecinniler'in esas konusu gerçek yaşamdan alınmıştır: Nechaev ve arkadaşlarının aynı gizli örgütteki motivasyonu zayıflayan bir diğer arkadaşlarını (Ivanov) öldürmeleri. Peter Verchovens (Nechaev) ve Shatov (İvanov) bildiğimiz kahramanlardır. Romanda gerçek kahramanların yanı sıra hayali kahramanlar da vardır; bunların en tanınmışları, Stavrogin ve Kirilov'dur. Tanrıyla takışan iki kahraman, Stavrogin, Kirilov inandırıcı olmaktan uzaktırlar. Ancak esas entrikanın içinde olsunlar veya olmasınlar, kendi tarifledikleri bir "hakkın" yerine gelmesi çalışırlar. Stavrogin için başkalarının, Kirilov için ise kendinin dahi değeri yoktur. Onlar için önemli olan kendi tariflediklerinin "doğru, haklı" olmasıdır. Bu cinayetmiş, intiharmış, onlar için önemli değildir. Stavrogin ve özellikle Verchovens için cinayet işleyen aşırı bir kişi mi, yoksa kaatillik güdüsünü eylemci kılıfıyla örten insanlık dışı birisi mi olduğuna karar vermemiz olanaksızdır. Pratikte kuşkusuz, Dostoyevski'nin amacı, kötü ahlakla politik nihilizmin örtüştüğünü bizlere göstermektir.

Politik nihilizm günümüzde de egemendir. Kuşkusuz, günümüz politikacısı, nihilizmin o genel kalıpları çerçevesinde toplumun ortak düşünsel ve ahlaki değerlerini doğrudan yadsımaya kalkmaz; ancak, öyle veya böyle yüksek ideallerin değerlerini yitirmelerinden kaynaklanan olumsuz düşünsel ortamdan beslenir ve bu durumun sürmesi için elinden geleni yapar. Politikacılar, yani başkaları adına hareket etmek hakkına talip olanlar veya bu hakkı ele geçirenler bu hakla bugüne kadar ne yapmışlardır. ne yapmaktadırlar. Yapacaklarını söyledikleri şeylerin memleket gerçekleri ile ne kadar ilgisi vardır. Yoksa bütün bu söyledikleri sadece aldatmaca mıdır. Yoksa önümüze dizilen bu politikacıların belli bir bölümü aslında kendilerini eğlendirmekte olan birer Verchorens, Stavrogin veya Kirilov mudurlar. Oy vermeden önce bunu açığa çıkarmalıyız. Bunu yapmak için illa Ecinniler'i okumamız gerekmiyor herhalde.

Nuri Merzi


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


1,00
2 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Fatma Gül


Fatma Gül'ün suçu ne?

“Deli mi bu adamlar? Ne yapıyorlar böyle?”
“Hangi adamlar yaaa???...” Yanımda oturan arkadaşım korku ile açtığı gözlerini yüzüme sabitlediği halde, soluma doğru kaçamak bakışlar atıyor.

Kaçamak bakışlarını takip edip başımı soluma çeviriyorum.
Bir araba solumda ilerliyor; sürücüsü, yanında oturan kişi ve arka koltukta kaykılıp yayılmış adam ile toplam üç kişi var. Yüzlerinde de geniş gülümsemeler. Bir an için de olsa, “Kapım mı açık kaldı ki?” düşüncesine kapılıyorum. (Saflık bu ya) “Yooo, kapılar bal gibi kapalı, her şey yerli yerinde...”demem ile birlikte direksiyonu benim arabama doğru kırıyorlar. Aynalar nerdeyse çarpacak kadar yakın. Ellerim direksiyona kenetlenivermiş.

Solumdaki arabanın sağ ön koltuğunda oturan zat-ı burnumun ucunda bulunca kalbim çarpmaya başlıyor. Ellerim terliyor. İçimi sıkıntılar basıyor. Basbayağı panik oluyorum.
Adamlara “Ne oluyor be, delirdiniz mi?” bakışı ile dönüp tekrar bakıyorum.
Gözleri kızarmış... El kol hareketleri yapıyorlar bana. Yanımıza gelin der gibi. Sağa çek konuşalım der gibi.
Korkum katlıyor. Aklıma binlerce görüntü üşüşüyor. Paniğim artıyor.
Kaçmam lazım şunlardan, uzaklaşmam lazım...

“Asla dönüp tekrar bakma!”.

Görüntü hafızama o kadar net yerleşti ki, zaten bir kez daha bakmama hacet yok; yakası açık keten gömlekler, kirli sakallar, gülümsemeler ve ard arda gelen el kol işaretleri..
Trafik nasıl da sıkışık, kımıldayamıyorum. Hay lanet olsun!
Ellerimi kenetlediğim direksiyondan avuçlarımın kaydığını fark ediyorum. Terliyorum. Şakır şakır denir ya, avuçlarım öylesine ter içinde. Sırtımın ve boynumun kasıldığını hissediyorum.
Arkadaşımı korkutmak da istemiyorum.
Adamlar bize bakıyorlar, ben kımıldayamıyorum.

Öndeki araba sola kaydı, fırsat bu fırsat diyerek öne fırlıyorum.
Neden gitmiyor bu trafik, lanet olsun!

Dikiz aynasına bakmamla gözlerimi kaçırmam bir oluyor.
Şimdi de tam arkamdalar.
Arkadaşım farkında değil henüz, arkada kaldıklarını sanıyor.
Havadan sudan konuşuyor bir yandan. Konuşmasını takip edemiyorum.
Mümkün değil! Dediklerini değil anlamak, duyamıyorum bile.

Adamlar çok yakınımdan takip ediyorlar. Aynaya her baktığımda yüzlerini görüyorum.
Arkamdan selektörler yapıyorlar.. Hay allahım, her kırmızı ışıkta duruyoruz. Sırtımdan ter boşalıyor. Trafik açıldıkça kaçarcasına gaza basıyorum. Her yanım dolu, ilerleyemiyorum. Arkamdan gelen araba ise her durduğumda bana iyice sokuluyor. Yarım saati geçti.
Neden vazgeçmiyorlar?
Paniğimi saklayacak halim kalmadı.
Cep telefonuma uzanıyorum.
“Bunlar hiç tekin değil, yolumuz uzun”
“Aaa, hala mı arkadalar??? Bak ben bu durumlarda polisi arıyorum...”
“Bende şimdi 155 i arıyorum zaten....

Telefondaki ses “Şimdi anons ediyorum” diyor..
Artık huzura ermiş olmam lazım ama, yok vallahi.
Huzur filan yok içimde; intikam ateşi var.
Haksızlığa uğramış olmanın öfkesi ile dalga dalga masmavi bir alev yanıyor içimde; kadın olduğum için mi, saçlarım sarı röfleli olduğu için mi ya da üstümde askılı bir bluz olduğu için mi? Neden ben, neden biz????

Arabayı ileride görüyorum, sağa çekilmiş. Anında sağa çekip duruyorum. Arkadaşım şaşkın!
“Ben duracağım, konuşmam lazım, öylesine iki kuruş vermekle bu yaptıklarını ödeyemezler!”
Arabadan indiğim gibi memur beyin yanına gidiyorum.
“Bu arabayı ihbar eden benim. Uzun süre boyunca sıkıştırıldım ve taciz edildim, onlarla konuşmak istemiyorum, benden uzak tutun ama şikayetçiyim!”
“Siz mi şikayet ettiniz? Şikayetçi misiniz????”
Memur bey şaşkın, haliyle, bu noktada herkes işi onlara bırakıp yoluna devam ediyor olmalı.
Ben onlardan değilim!
İçimdeki şu alevi söndürün yeterli!
“Hanımefendi biz tehlikeli araba kullanmaktan cezalarını yazarız şimdi ama şikayetçiyiz derseniz karakola gitmeniz, ifade vermeniz gerekli, işiniz uzar...”
“...vaktim bol, merak etmeyin!”
Memur bey hala şaşkın ama ifadesi de değişmeye başladı sanki. Gözlerinde bir gurur pırıltısı belirdi; “En doğrusunu yapıyorsunuz, benim eşim de araba kullanıyor!!”
İşte bu kadar basit!
Bir trafik polisinde empatiyi görmek o kadar huzur verici ki...

“En doğrusunu yaptık aslında, bunlar cezayı ödeyip bize yetişebilirlerdi. Yolda ekipde yok, tenha; yoldan çıkarsalar, kaza yaptırsalar ya da tekerleğimize bir kurşun sıksalar...” uzun uzun felaket senaryoları kuruyoruz birlikte.

Karakolun soğukluğu ve boşluğuna rağmen kendimi nispeten daha güvenli hissediyorum. Bizi bir odaya oturtuyorlar, şahısları ise bizden olabildiğince uzakta tutuyorlar.
Kısaca anlatıyoruz öncelikle, daha sonra ifadelerimiz alınacak.
Çaylar geliyor, görevli memur beyler ile sohbet etmeye başlıyoruz. Aşağı yukarı herkes bizi onaylıyor ve hatta takdir ediyor. Olması gereken bu ama yapan çok az diyorlar.

Arkadaşım kulağıma eğilip “Adamın telefon konuşmasını duydum-Abi nereye düştük biz böyle, bize sıradan insan muamelesi yapılıyor burada!-diyordu” diyor.
Çıldıracağım! Sıradan insanlar gibi çıldıracağım az sonra!
Yani bu kadarına tahammül etmek çok zor!
“Beyefendilere sıradan insan muamelesi yapmayacaksınız ama saçımız sarı diye onlar bize o... muamelesi mi yapacaklar yani?” diye hiddetleniveriyoruz.

Baş Komiser ara ara odaya dalıp şaşkın gözler ile bize bakıyor.

Sonunda karakoldan dışarıya çıkabiliyoruz. Yorgun, gergin ama adalet duygumuz kesinlikle sağ salim yolumuza devam ediyoruz.

Aradan bir gece geçiyor. Köye iniyoruz. Alışveriş yapacağız. Aniden ikimiz de zıplıyoruz. Aynı araba tam önümüzde!
Panik içinde plakasına bakınıyoruz.
Yok, onlar değilmiş... Rahatlıyoruz...

Hani şu “sıradan” insanlar gibi karpuz alıyoruz manavdan ve “sıradan sıradan” etrafta dolaşıp, arkadaşımın babasının “sıradan” evine dönüyoruz. Çok "sıradan" ve hiçbir ayrıcalığı olmayan bir karpuz bu. Zaten içi de pek iyi çıkmıyor.

Bir yakınım telefonda “İyi yapmışsın, Türkiye işte böyle yapa yapa adam olacak!” diyor.
Adamları “sıradan adam” etmekten başka çare yok, inşallah zaman içinde olacak...

Tüm hemcinslerimin kulağında küpe olsun...
Taciz bu mudur? Evet, budur!
Fatma Gül'ün suçu ne?

NOT: Görevlerini hakkıyla yapan Baş Komiser ve Komiser Beyler ile bütün polis memurlarına kibarlıkları, sabırları ve yardımları için teşekkür ederiz.

Fatma Gül


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


7,007,007,007,007,007,007,00
3 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Şafak Soysal


COMPLEX -6

Bunlar devam ederken;
Aksamın ilerleyen saatlerinde bir misafir daha ağırlamaya hazırlanıyordu St. Paul, kapı yavaşça açılmaya başladı ve kapının gıcırtısıyla irkildi Thomas, kafasını çevirdiğinde içeriye doğru giren siyah kıyafetli, siyah saçlı bakımlı bir bayan gördü.

Bayan, ön sıralarda, köşede bir yere oturdu. Thomas'ın bakış açısındaydı ve onun tüm konsantresini bozacak kadar etkileyiciydi.

Sanki tatili elinden çalınmış gibi artık gözlerini kapatamadı, büyülenmiş gibiydi. Uzun süredir böyle bir duygu yaşamamıştı.

Herry'e dönüp baktı, onun gözleri hala kapalıydı ve olan bitenden habersiz bir durumda ruhunun derinliklerinde dolaşmaya devam ediyordu.

Uzun bir sessizliğin ardından esrarengiz bayan, St. Paul' dan ayrılmaya karar verdi. Thomas'ın bakışları altında uzun çizmelerinin çıkardığı sesle yürümeye başladı. Thomas'ın ona baktığını hissetmişti. Ona doğru döndüğünde Thomas kafasını çevirmiyordu ve göz göze geldiler. Bu durum Thomas'ı daha fazla heyecanlandırdı kalbi uzun süredir böyle bir hisle karşılaşmamıştı. Kadın, St. Paul'den Thomas'a nazire yaparcasına çıktı.

Aklında uzun süredir var olmayan güzellikteki soru işaretleri, yanında olaydan habersiz dostu, önünde ise beyaz şeritleriyle Londra asfaltı… Hayat devam ediyordu normaldi, amaçsızdı her şey o ana kadar.

Şimdi benzersiz duyguların ortasında, cümleler kurmaya çalışıyordu Thomas, cümleler çok tanıdık olmasa da sevimsiz yaşamını yavaşça tatlandırabiliyordu. Çünkü bir daha karsılaşacağını bilmediği o meçhul bir yabancıdan etkilenmişti, aşkın tanımsız yönü, bunu açıklayacak türdendi. Mutluydu. Bir yabancı için heyecanlanmak ve umutlanmak, hayatın oyunlarından sadece bir tanesiydi, benzersiz duygulardan ibaretti ama aşk her mevsim başka yaşanıyordu Londra'da! Şaşkınlığa ve umutsuzluğa yer yoktu .

St Paul' den eve dönünceye kadar aklında sadece adını bile bilmediği yabancının gözlerine baktığı an vardı. Saçlar, bakışlar, tuhaf hisler, bilinmeyenler…

Eve geldiklerinde Herry'i eve davet etti. Ama bu teklifi geri çevirmişti Herry. Yine yalnızlığın ortasında kalmıştı. Eskisi gibi, bunu bu aksam düşünmedi hiç. Yüzünde anlamsız bir gülümseme vardı. Ne olduğu konusunda en ufak bir fikre sahip değildi. Bu bütün gece devam etti. O kısacık göz göze geliş anı aklından bir türlü çıkmadı.

Sabahın ilk ışıkları şehre vurmaya çoktan başlamıştı. Fakat Thomas gözlerini karanlığa gece boyunca hiç bırakmamış, sabaha kadar uyuyamamıştı. Uykusuz gözlerle aşka doğru yol almıştı, bütün gece gözleri açıkken gördüğü tüm rüyalar St. Paul kapısından içeri giriyordu. Sabahın en erken saatleri tüm gece yaşanan platonik duygular ve uykusuzluk… Bu durumdan bir sure sonra sıkıldı, saat erken olmasına rağmen yatağından kalktı işe gitmeye karar verdi.

Özenle kıyafetlerini seçti sonra kendi elleriyle hazırladığı kahvesini bitirdi. Ve ofisine doğru yola koyuludu.

Dünden kalan tebessüm hala yüzündeydi. Şirkette Thomas'ı görenler onun bu durumuna çok sevindiler, uzun süredir tanık olmadıkları bir durumdu çünkü bu. Odasına geçmeden Linda'nın yanına uğrayarak kahve getirmesini söyler kendisine.

Odasına geçtikten sonra işlerini erkenden bitirmek için hazırlanmaya başlar.
Masasın üstünde dosyalarla kurulu bir ordu vardır. Ama masasını hemen fethetmek için elinden geleni yapacaktır.

Kafasında planları vardı. Bir şeyler yapmak istiyordu, fakat nasıl yapacağını konusunda fikri yoktu.

Sanki bir masalda başroldeki kahramandı. Düşündükçe kendisine gülüyor, olgunluğu ile dalga geçiyordu. Yasının gerektirdiği olgunluğu belki de ilk defa saf dışı bırakıp sadece kalbinin ona verdiği coşkunun peşinden gitmeye karar vermişti. Bu durum bir ilkti. O büyüleyici bayanı tekrar görmek ve yaşayacağı heyecanla 34 yıllık yaşamında tattığı güzel duygularla yaşamak içini ısıtıyordu.

Öğlene kadar çalıştıktan sonra Linda'ya Herry'i telefona bağlamasını söyledi.
-Ne haber dostum nasılsın ?
-İyim Thomas. Şaşırdım! Daha dün beraberdik gözlerimi yaşartıyorsun.
-Dostumu aramak istedim ne var bunda.
-Peki öyle olsun bakalım bir şey mi söyleyecektin?
-Evet. Canım çok sıkkın. Oliver'ı da alıp St. Paul'a gidelim diyorum. Ne dersin?
-Bu saatte mi Thomas? Bunun bir nedeni olmalı dün de oradaydık. Dostum bugün gelemem ben, başka planlarım var biliyorsun sergim yaklaştı bunun için koşturuyorum yoksa gelirdim istersen Oliver'i ara beraber gidin.

Olmaz Herry o zaman boş ver tamam kolay gelsin sana ben giderim tek başıma…
-Neden böyle yapıyorsun ?
Ne yapıyorum dostum ?
-Sert çıkıyorsun Thomas işim var biliyorsun yoksa neden gelmeyeyim her salı gidiyoruz zaten öyle değil mi?
Evet bir şey demedim sadece canım sıkkın biraz kusura bakma sonra görüşürüz.
-Görüşürüz Thomas.

Hafta ortasıydı, Herkes işiyle uğraşırken aklından başka şeyler geçiyordu, aslında bir bakıma Herry'nin gelmemesine seviniyordu. Yalnız olmalıydı, o etkileyici bayanı bir kez daha görme şansı olursa bunu en iyi şekilde kullanmalıydı.

Tüm düşünceler bu yönde cereyan ederken olumsuzluklar yaşanmıyor değildi çünkü dünyaca ünlü St. Paul'e başka ülkelerden turistler geliyordu ki herhangi bir yabancının ikinci gün tekrar kiliseye gitme ihtimali binde bir gibi gözüküyordu. Ama o büyüleyici bayanın orada olma ihtimali bile Thomas'ın içindeki umutların canlanmasına yardımcı olmaya yetiyordu.

Artık yola çıkmak için hazırlanıyordu, yalnız gideceği kesinleşmişti artık. St. Paul Thomas'ı bekliyordu!

Beyninde dolasan olumsuz ihtimaller vardı. Onu tekrar göremezse ne yapacaktı? Ya da karşılaştığı zaman, içindeki yağmurları dindirecek cümleleri sarf edebilecek miydi o yabancıya?...

Hayatı boyunca kurduğu hayallerin merkezine onu yerleştirmeyi o kadar çok istiyordu ki. Yüreğindeki duygusallıkla birlikte yola çıkma zamanı gelmişti ve hazırdı bilinmezlerle dolu geceye.

Arabasına binerek yola koyuldu, mesafe 110 kilometreydi. İçindeki kıpırtı ise bu kilometrelere sığamayacak kadar büyüktü . İçindeki heyecan hırsına da etki etmişti bu yüzden hiç kullanmadığı kadar hızlı araba kullanmıştı ve sonunda St. Paul'un eşsiz güzelliğinin yanında buldu kendisini.

Saat henüz erkendi, hava kararmamıştı. Kapıyı heyecanla açtı, ama içeride kimsecikler yoktu rahip ve rahibeler dışında. Hemen kendi evi gibi benimsediği yerine geçerek beklemeye başladı. Heyecanlıydı. Kapı her açıldığında, içindeki heyecan her defasında katlanarak burukluğa dönüştü .

Saatler geçmeye başlamıştı. Heyecanla açılan kapı… Üzüntüyle geriye doğru yaslandı. Düşünemiyordu. Sadece içeri giren insanlara bakıyordu ve umudunu kaybediyordu.

Meraklı bir çift göz… Beklemek ve ötesi… Ne o gizemli, güzel bayan geldi ne de Thomas beklemekten vazgeçti. İki tuhaf, belki de anlamsız, inat arasında saf bir aşk yaşanmaktaydı.

Saatler birbiri ardına akıyodu, dört saat boyunca onlarca kişinin ziyaretine ev sahipliği yapan St. Paul, Thomas'ın mucizesine yanıt vermemekteydi. Umutlar başka bir günün akşamına kalmıştı.

Saat gece yarısını çoktan geçmiş, hızla yol alarak geldiği St. Paul'den yavaş yavaş, hayal kırıklığıyla, umutlarını kaybederek Londra'ya doğru yol aldı. Uzun ve yüz döküntülü yolculuktan sonra, normalde gündüzleri uğradığı Brentfort'taki bara atar kendısını.

İçerideki herkes kendi havasındaydı, belki de gece yarısını geçen bu saatte, barda bir köşede oturup içkilerini yudumlayan insanların düşündükleriyle Thomas'ın düşündükleri arasında fazla fark yoktu.

Hepsi umutsuzluğun ardında kaybolan umutlarına sahip çıkma amaçlı kadeh tokuşturmaktaydı.

Gizlenmeye çalışılan yalnızlıklarla, sahte tebessümlerle, kaybolmuş umutlarla, hayal kırıklıklarıyla, kırılmış kalplerle, meydan okuyan umutlarla, belki de anlamsızlıklarla, ne yapacağını bilemez durumlarda sığınacak yer bulamayışlarla, gözleri yarı açık, var olmaya çalışan onlarca insan…

Buradaki insanların çoğu, her defasında gerçekte bulamadıkları yaşamları kadeh diplerinde aramaya çalışanlardı, ama bir türlü o kadehlerin sonu gelmiyordu. Gelen tek şey, dipsiz bir kuyu gibi her gece ödenip duran bar hesabıdır ve bir sonraki gün mutlaka gerçekleşeceğine inanılan hayallerdi.

Art arda yudumladığı kadehlerden sonra vücudu bu yorgunluğa daha fazla dayanamadı. Ve hesabı, fazlasıyla ödeyerek çıktı.

Sert ifadesi satır satır belli okunuyordu duruşundan. Eve girerek, ceketini bütün burukluğuyla uzaklara fırlatarak yatağına girer. Yorgundu, ama aklında hala dün vardı, bu yüzden kendisini mutsuz hissediyordu.

Tanışabilseydi, belki de hayatının başka bir baharını özgür bırakabilecekti, olmuyordu imkânsız denilen kelime sırrını korumaya devam ediyordu. Bütün gece aynı cümleleri zihninde okudu durdu. Ve masumca uyuya kaldı.

Devamı var!..

Şafak Soysal


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,508,508,508,508,508,508,508,50
6 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


http://www.kemalkilicdaroglu.com.tr


polygon@polygon.com.tr



<#><#><#><#><#><#><#>

YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Gülendam Oğuz


<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


DERSİMİZ SEVGİ

Nesine bahar nesine bahçe
Ötmesiz bir kuşun
Neylesin al yanak
Gamze ne yapsın
Gülmesiz bir kıza
Değil mi Karacaoğlan

Kullana kullana
Kirlettik her şeyimizi
Aşındırıp eskittik işte
Kala kala bir bu kaldı
Sevgi kaldı elimizde
En sağlam dinimiz
Değil mi Yunus Emre

Dinleyin beni çocuklar
Binmeyin bu kör gemiye
Bu can çekişen denizi
Götürüp koyun yerine
Kiklop amcalara bakmayın siz
Binlerce göz her birinizde
Değil mi Homeros
Sirenler de kim oluyormuş
Değil mi Ruhi Usta

Yalnızlık da kim oluyormuş
Haydi bakalım çocuklar
İniyoruz bu başsız dağdan
Ayrılık da kim oluyormuş
Boyuyor kendi kendini gurbet
Gözlerinizin rengine
Değil mi Nazım Usta

Yer yorgun gök yorgun
Suya sıkılmış bulutlar
Çıkıyoruz bu üzümsüz bağdan
Haydi bakalım dostlar
Azrail de kim oluyormuş
Kim oluyormuş Hızır Paşa
Binlerce can her birinizde
Acıyın cellatlarına
Değil mi Pir Sultan

Yer dargın gök dargın
Kala kala bir bu kaldı
Sevgi kaldı elimizde
En güleç dinimiz
Haydi bakalım çocuklar
Çıkıyoruz bu çirkin dağdan
Merhaba diyoruz insanlara
Öfke de kim oluyormuş
Pinochet amcalara bakmayın siz
Değil mi Neruda

ALİ YÜCE

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu



Polygon Web Studio


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"

Hatice Bediroğlu
"Düş Kuruyor Gece"

Cüneyt GÖKSU
Serpil YILDIZ

"KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

Merih Günay
"HİÇ"

Feride Özmat
"Yanlış Zaman Hikayeleri "

C.Eray Eldemir
"Uzak İklimler"

Temirağa Demir
"Edepli Fahişeler"

 
Nesrin Özyaycı
"ÖLMESEYDİ"


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

7-Zip 4.62 (2008-12-02) for Windows / 913 KB
http://www.7-zip.org/
Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Uygulama : Cem Özbatur
2002-09©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




The Air I Breathe
Albert Hammond









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20090316.asp
ISSN: 1303-8923
16 Mart 2009 - ©2002/09-kmarsiv.com