|
|
|
18 Mart 2009 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : 18 Mart Çanakkale Zaferi Kutlu Olsun!.. |
Merhabalar
Bazı köşeciler vardır ki, bana hitap etmezler. Yok farzederim onları, hiç hazzetmem. Çok değillerdir, say deseniz sayarım. Kimileri son günlerin yalama zihniyetinden, kimileri de oldum olası incir çekirdeğini bile dolduramayan beyincikleri yüzünden nasiplerini alırlar benden. Şahsi görüşümdür, kimseyi bağlamaz. Bunlardan bir tanesi de, soyadını yaz kış yaprak dökmeyen şirin bir ağaççıktan alan ama duruşuyla dağlar deviren bir mahluk, ardıç. Bugün bir vesile ile ne halt yediğini öğrendim ve geçen Cumartesi karaladıklarını okudum. Vesile olan da gene kendi komşusu biri, Hıncal Bey. Uluç'u bile çileden çıkaran bu yazıyı herife reyting kazandırma pahasına okuyun. Okuyun ki, yandaş medyada kendini liberal diye tanımlayan pabuçlarımın efendilerinin, yolsuzluklardan, krizden söz etmemek uğruna, neleri dillerine doladıklarını öğrenin. Atatürk'ü kimlerle kıyasladığını görün ve yüzüne tükürün. Yellenir gibi söylediği bu pervasız sözlere bir örnek vermek için şu cümleyi seçtim. "Kendi kabuğuna çekilmek, kendi yağıyla kavrulmak" erdem sayıldığı için! Bu da memur zihniyeti değilse, memur zihniyeti başka nasıl olur acaba?" memur zihniyetli dediği Atatürk'ün ta kendisi. Gerisini mutlaka siteden okuyun. Uluç gereken cevabı gayet güzel vermiş, onu da buradan okuyabilirsiniz. Allah aşkına sessiz kalmayın bu cinliklere. 18 Mart'ı kutlarken gene olmadık hurafelerle beyin yıkayanları duymamazlıktan gelin, herşeyimizi borçlu olduğumuz bir büyük adama uzatılan dili koparmaya çalışın. Yuh olsun sana be ardıç, yazıklar olsun. Sana da helal olsun Uluç Usta, bizdendir dememiş giydirmişsin, az bile söylemişsin. Gerisini de biz söyleriz merak etme. Kalın sağlıcakla.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu ABD'den bakınca - III |
|
Yine bir iş seyahati için ABD'deyim.
Mayıs 2007'de geldigimde daha seçimler yapılmadığından herkes aynı soruyu soruyordu:
'What's the political situation in Turkey?'!
(Türkiye'de politik durum ne âlemde?)
Kasım 2007'de tekrar gittim, bu defa seçimler yapılmıştı, AKP geldi ya; konu laik mi kalacağız yoksa, İran benzeri mi olacağız? Sorular da değişmişti
'Are you going to invade Kurdhistan?'
(Kürdistan'ı işgal edecekmisiniz?)
Diyordum ki; Irak'ta zaten bir tane işgalci var, o da sizsiniz! Bizim derdimiz bir yeri işgal etmek değil, sınırlarımızdan memnunuz biz!
Diyorlardı ki; biz oraya barış götürdük.
Diyordum ki; o yüzden mi Bir Milyon Iraklı öldü/yaralandı/yurtlarından oldu/mülteci oldular. Ebu Garib, Guantanamo, CIA'in uçan sorgu uçakları size birşeyler ifade ediyor mu?
Ses yok!
Bu defa Newyork'dayım, Mart 2009, eğitim için burdayım. İkiz kulelerin yerine yapılacak binanın inşaatının hemen yanında, saldırıda ölenleri anımsatmak için bir yer ayrılmış. Orada bir afiş dikkatimi çekiyor "Dünya Ticaret Merkezi'nde ölenlerin sayısı doğru değildir, çünkü evsizler dikkate alınmamıştır" Buradaki ironi aslında ABD'de ki evsizlerin çaresizliğine ve yaşarken olduğu gibi, öldüklerinde de yok sayılmalarına dikkat çekmek.
3. gün akşam üstü eğitim aldığım binadan çıktım metroya doğru gideceğim ama akın akın bir kalabalık geliyor, hepsinin kafasında bir örnek beyaz bere, berenin ortasında UFT (The United Federation of Teachers, Öğretmenler Federasyonu), ellerde pankartlar... Hemen yolumu değiştirdim aralarına katıldım. Neredeyse iş çıkış saati, hava soğuk, trafik yavaştan kilitlenmekte. Fakat tersine bir trafik var, metro çıkışlarından caddelere doğru insan akıyor. Miting alanına geldik ama artık ilerlenmiyor, burası aslında kocaman bir bulvar ve trafiğe kapalı.
Konuşmalar başlamış ama kürsü ileride ve varmak çok zor. Her yerde hoparlöler, televiyon ekranları yerleştirilmiş, kürsünün yakınındaymış gibi herşey apaçık. Son derece temiz pak giyinmiş "beyaz yakalı" beyler bayanlar, çocuklar, kasklarıyla, tulumlarıyla, botlarıyla siyah, beyaz işçiler, öğrenciler, yaşlılar, gençler...
Pankartlara bakıyorum
"Fair Share, Tax Reform" anlamı "Vergi Adaleti". "Education for the Nation" anlamı "Herkes için Eğitim". "Fair Budget for all" anlamı "Herkes Bütçeden eşit pay almak istiyor" ve daha benzeri birçokları, Irak ve Afganistan savaş karşıtı pankartlar da çoğunlukta...
Bir diğer önemli slogan; "Education is our future, Don't take that too" anlamı "Eğitim geleceğimiz, onu da elimizden almayın bari!". Bazıları demek ki bu kadar çaresiz hissediyor kendini.
Süphesiz en müthiş olanı ise Newyork sokaklarında "Marx is Back, Marx geri geldi" seslerinin yankılanmasıydı. Newyork'lu sosyalistler http://www.nycsocialist.org/ Devlet okullarının sorunlarını, eğitim bütçesindeki kısıntıları, işten çıkarmaları, sağlık sistemindeki kesintileri, "Marx" üzerinden, sosyalist fikirlerin dünyayı nasıl değiştirebileceğini haykırmaktaydılar.
Mitingin ertesi günü Harlem'e gittim. Amacım, 1960'da Birleşmiş Milletler Toplantısı için Newyork'a gelen Fidel'in kaldığı otel, Hotel Theresa'yı bulmaktı. Buldum da!
Fidel'in yanı sıra Louis Armstrong, Muhammed Ali, Jimi Hendrix, Ray Charles'ı ağırlayan, Fidel'in geldiği yıl, JFK'in seçim kampanyasına ev sahipliği yapan otel, ofis binasına çevrilmişti. Ne yazık ki Fidel'e veya o günlere ait hiç bir iz kalmamıştı. Binanın altındaki dükkanlarda çalışanlar, binanın tarihi hakkında bile habersizdiler.
Değerli Bertan Onaran'ın dediği gibi "Küresel Harakiri" burada da kendini göstermişti. "Marx Marx" diye haykıran Newyork'lular acaba telep ettikleri bunca insâni beklentilerinin, 50 yıldır ambargo uyguladıkları ve 50 yıldır "Sosyalizm"le yaşayan, örnek olan ve örnek alınan Küba'da nasıl sağlandığının farkındalar mı?
ABD'de sosyalist bir devrim olur mu?
Keşke olsa ama bence mümkün değil. Ancak, Kapitalizm'in kalesinde, Wall Street'in hemen kıyısında, "Marx is Back" sloganlarına eşlik etmenin de eşsiz bir tadı var.
Cüneyt Göksu Cuneyt.Goksu@Gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Nuran Talay EKMEK BULAMAZSAN OTOMOTİV YE! |
|
Başbakan "ekonomik paketi" açıkladığından bu yana sunulan çözümü düşünüyorum. Bu çözüm kimin için, otomotiv sektörünü canlandırmak, beyaz eşya alımlarını artırmak için mi? Sizce çözüm bu pakette mi? Bunun bizleri oyalamaktan ileri gideceğini düşünmüyorum.
Çünkü;bu paketle otomotiv sektörü stoklarını eritir ancak. Yeni üretime girip işçiye "istihdam" sağlamaz. Arabası olan arabasını bir "üst modelle" değiştirir para dolaşımı ancak böyle olabilir. Beyaz eşya ya gelince, burada stokları eritme yoluna gideceklerini sanmıyorum, "oy yardımları" karşılığında bir hayli dağıtıldı. Belki burada üretime gideceklerdir zira % 6,7 ÖTV oranı % 0 olarak düzenlendi. Üç ay için düzenlenen bu paket için, önünü göremeyen hiçbir üretici üretime geçmez. Kaldı ki ne konutta, ne de otomotiv ve beyaz eşya da yapılan ÖTV indirimleri "çalışanlara" bir fayda sağlamıyor.
Yine birlikte çalıştığımız bir arkadaşımız "küçülmenin" kurbanı olabiliyor. "Kimse düşünmüyor evdeki çocuklarını, her gün okula giderken harçlık isteyen çocuklarına cevap veremeyecek babanın durumunu". "Ekonomik kriz ne yapalım şimdiye kadar yaptığın çalışmalar için teşekkür ederiz" diyip çıkıyorlar işin içinden. Şimdi bu ÖTV indirimi "o babaya nasıl bir yarar sağlayacak?"
Borçlarını mı kapatacak, evine aş götürmesini mi sağlayacak, elektrik faturasını mı, doğal gazını mı ya da su faturasını mı ödeyecek?
Çözüm diye sunulan çözümsüzlük çığ gibi büyüyen işsizliğe çare değil. Bugün açıklanan işsizlik oranı 2008 yılı verilerini kapsıyor, 2009 yılının Ocak-Şubat ve Mart ayına bakıldığında gerçek tablonun çok daha vahim olduğu görülecektir. Ayrıca bu resmi olan kısmı bir de "sigortasız" çalıştırılan bir çoğunluk var.
Hepsini topladığımızda "her iki kişiden biri AKP'li" diyenler şu gerçeği de itiraf etmelidir artık "her iki kişiden biri işsiz".
Meydanlar da Devlet Bahçeli'ye ve Deniz Baykal'a eleştiri oklarını çevirmek ile ekonomi kurtarılmıyor. O sokaklarda toplanan halk işsiz. Hangi tarihte görülmüş miting için izin veren işyeri, toplasanız beşi geçmez ama binlerce insan sokakta yeni meslek edinmiş onun getirilerini hesaplıyor. Miting katılımcısı, "acaba beyaz eşya gelir mi, acaba devlet bütçesinden bize de çek yardımı veya kameralı telefon yardımı çıkar mı" hesabında. Oyları verdiğinde hatıra resmini çekmek lazım ne de olsa.
Geçici olarak düzenlenen bu paket işçiye çare olamayacağına göre "ekmek bulamazsan pasta yerine, ekmek bulamazsan otomotiv ye daha da olmaz sa beyaz eşya ye" diyorlar.
Ekonomiyi yönetemeyen iktidarın, mağduru yine yalnız, yine tek başına… Her ne kadar iki kişiden biri işsiz olsa da yine de yalnız ve çaresiz!
Nuran Talay
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
COMPLEX -8
27 HAZİRAN 2005
- Öncelikle çok üzgün olduğumu söylemek istiyorum. Onun aramızdan ayrılışı, sizler kadar beni de üzdü. Ama şu anda karşımda gördüğüm, yas tutan siyahlığa seslenmek istiyorum.
O bu günün, bu şekilde olmasını istemezdi, lütfen gözlerinizden akan yaşlara silin. Onu bu son gününde, gözyaşları ile değil, en sevdiği şarkıyı dinleyerek ona alkış tutarak uğurlayalım.
Eminim bu onu mutlu edecektir. Hepinize teşekkür ederim.
Son olarak şimdi çalacak olan müziği çok iyi dinlemenizi tavsiye edeceğim, çünkü bu onun dünyaya bıraktığı son mesaj olacak.
Şu an yüzünün güldüğünü hissedebiliyorum. Dostum Hoşcakal! Seni unutmayacağım!
Zaman, istenilen kıvama bir türlü gelmiyordu, görünen ve görünmeyen bu iki zıt karakter arasında sıkışıyordu insanoğlunun yaşamaya çalıştığı zaman. Sıkışıyordu, hiçbir şey anlaşılmıyordu ve gemi kaptanını alarak sonsuzluğa doğru süzülüyordu.
Bizler giden geminin iskelesinde, siyahlar içinde o mavi ile süzülürken, ona zıt gözyaşlarımızı akıtıyoruz denize.
Kim ister ki böyle bir sonla uğurlanmak, son kez dönüp baktığında pişman olmak istemek.
Ölümdü işte uzaklıklardan durmadan çağıran, onu tanımadan uzaklıklarda arayıp ve her zaman hasret kaldığın şey ölümdü işte anlıyor musun?
MAYIS 2005
- Biz iki dostuz öyle değil mi?
- Erkek erkeğe konuşacağız şimdi.
- Seninle bu tarz bir konuşma yapmak gerçekten hiç hoşuma gitmiyor, ama bunları konuşmam gerekiyor.
- Biliyorum, ama gereksiz görüyorum bunları konuşarak hiçbir şeyi çözemiyorum dostum.
- Ne çözülmüyor Thomas çözmek istediğin olay, durum ya da sorun ne. Bunu bana söyle artık!
- Gerçekten söylemeye korkuyorum. Bunu konuşmasak daha iyi olacak benim için. Benim korkularım ve sorunlarım… Bunları kendi başıma çözmem gerekiyor yoksa başka türlü kurtulamayacağım.
- Çözebilecek misin peki?
- İşte her şey bu noktada kopmaya başlıyor, Oliver tanıyorsun beni yirmi yıldır arkadaşız, üstesinden gelebilmek kolay değil. Çok korkuyorum, tedirgin yaşıyorum. Özellikte tek başıma kaldığım zamanlarda iyice tuhaflaşıyor hayat. En iyisi dostum bu konuyu kapatalım, olur mu? Başka kimsenin haberi olmasın istiyorum. Değişeceğime, kurtulacağıma, her şeyin yoluna gireceğine söz veriyorum. Lütfen hiçbir şey sorma bana bir daha olur mu?
- Her şey senin için dostum biliyorsun eğer inanıyorsan tek başına çözeceğine sormam bir daha, ama şunu bil biz dostuz. Ve her zaman yanındayım.
- Biliyorum Oliver, teşekkür ederim bana büyük bir iyilik yapmış olacaksın üstüme gelmeyerek.
…
…1987
Sonlardan birgün, saf bir sevimsizliğin, iticiliğin oluşturduğu zaman kaybında sessiz ama gürültülü bir kırk beş dakika.
Oysa bir çocuk için küçücük bir dünyaydı... Çağsa her zaman bilgelik çağıydı, zaman dürtüsünden uzakta, herşeyden ve kendisinden habersiz çift gözlü bilgiye aç, genç beyinler kaplıyordu bu koca sınıfı.
Öğretmenlerinin dudakları arasında yuvarlanan bilgileri anımsamaya çalısıyorlardı yarım yamalak, çocuk telaşalrıyla.
Birbirinden farklı çocuklar vardı sınıfta. Bir grup öğrencinin çok rahat kurabildiği, konuşabildiği, yazabildiği cümlerleri bir başka grup öğrenci beceremiyordu. Yine bir grup ders dinlerken, bir başka grup öğrencinin aklında oyunlar, çocukça haylazlıklar vardı, ders, onların oyunlarını zorla bölen kırk beş dakikalık bir zaman dilimiydi sadece.
Ve bu sınıfta öyle bir çocuk vardı ki tamamen bağımsız bir olgunlukla hareket ediyordu, kimseyle tek kelime konuşmayan, sınıfa sadece fiziksel olarak eşlik eden, benzersiz bir çocuktu.
Arkadaşlarından kırk ders günü gerideydi, kırk gün önce yaşamış olduğu acı olay yüzünden psikolojisi alt üst olmuştu, bu yüzden okula bir süre devam edememişti.
Ders boyunca dışarıyı seyrediyor, camın karşındaki banklarda bir şeyler arıyordu, ama ne istediği şeyi bulabiliyor, ne de bulmak için harcadığı zamandan vazgeçebiliyordu. Suskundu, manzaraya, tüm olanlara kapalı bir kutuyu andırıyordu gözleri, kalbi derinden kırık bir kutuydu. Yaşadığı talihsiz olaydan haberdardı öğretmeni, bu yüzden fazla üzerine gitmiyordu. Bir çocuğun katlanamayacağı kadar acı olaylar yaşamıştı. Ders zili çaldığında, coşkulu gürültü sarıyordu etrafını, ama en ufak bir kıpırdanma yaşanmıyordu Thomas'ta, öğretmeni onunla konuşmak istiyordu ama korkuyordu, hassas bir dönem yaşıyordu ve söylenecek herhangi bir cümle, bu küçücük, savunmasız, saf çocuğun yaşamının daha sonraki kısımlarını etkileyebilirdi. Bu yüzden onu yalnız bırakmayı tercih ediyordu. Belki de haklıydı… Bekli de bu çocuk yüreğin yarası kanaya kanaya kaybolacaktı.
Geveze dudakları mühürlü gibi, sınıf boşaldıktan sonra, çantasını alarak çıkıyordu sınıftan, çıkarken genç öğretmeninin gözlerine öyle bir bakıyordu ki… O bakışlardan çıkarılabilecek anlamlar büyük hayatlara mâl olabilirdi.
Anlamlarını, öğretmenin gözlerinde bırakarak evinin yolunu tutuyordu Thomas.
Evde de durumu farklı değildi. Annesini kaybettikten sonra bakıcılar tutmuştu babası onun için. Evde yalnız kalmasını istemiyordu, ama elinden geleni yapıyordu Thomas, yalnız kalmak için nerde bir kuytu sessiz-ıssız yer görse kendisini orada buluyordu. İnsanların olduğu yerlerde çabuk sıkılıyordu, içinde koca bir özlem saklıydı, diğer insanların hiç biri dolduramıyordu bu boşluğu, kimseyi istemiyordu, küçücük yüreği sadece susarak yas tutuyordu, becerebildiği tek şey buydu, bunu çok iyi yapıyordu.
Büyümek istiyordu hemen, büyümek ve onu bu yalnızlığa mahkûm edenlere aynı acıyı tattırmak. Kin besliyordu içinde.
Genç yüreği acı çekiyordu, olay anı aklından hiç çıkmıyordu ve her defasında bildiği tüm küfürlerı içinden haykırıyordu tanımadığı yüzlere.
Babasıyla konuşmuyordu, onu her gördüğünde gözlerine, çocukluğuna vuran olgunlukla bakıyordu, buruktu babasına, kırgındı.
'O gün evde olmalıydı!' - 'Korumalıydı bizi!'
Babasını her gördüğünde bu cümleler yankılanıyordu küçücük yüreğinde ama söyleyemiyordu, zor bir çocuktu, zeki bir çocuktu, ama yaşanan acılar zekâsını hırsa bürüyordu.
Tüm gün bunları yaşıyordu, zaman artık gece yarısını gösterdiğinde kendisince en huzurlu dakikaları yaşamaya başlıyordu.
Karanlık odasında gözlerini yalnızlığa kapatıp, annesini görmek istiyordu, onun en büyük huzuru buydu son günlerde. Uyumaya hazırlandığı vakit ışıklar kapandığında, gözlerini kapayamadan karşında bulunan kapının açıldığını fark etti. İçeri girmeye çalışan bir gölge gördü karşında, normal şartlarda tedirginliğin ve korkunun artması gerekirdi, fakat Thomas'ta bu bulguların hiç birine rastlanmayacak bir rahatlık vardı.
Sanki bekleyişlerine uzaklıklarına cevap alacakmış gibi gölgenin ucu ucuna değmesini bekliyordu. ne demek istediğini anlamadım:
Gölge yaklaştıkça sahibi siluet de ortaya çıkmaya başlıyordu. Kısa süre sonra, bu küçük yürek karşısında annesini gördü. Sanki tüm yıldırımlar aynı yere düşmüşçesine yüreğinin en dibinde alevler hissetti, tüm duyguları alt üst olmuştu.
Böyle bir şey olabilir miydi? Annesi gerçekten yaşıyor muydu?
Yoksa psikolojik olarak tükenme noktasına mı ulaşıyordu küçük Thomas?
Heyecandan yüreği hızla atıyordu, daha ne kadar dayanabilirdi bu duruma, suskunluğunun nedeni bedene dökülmüşçesine karşısında duruyordu. Annesi eskisi gibi, uyumak üzere olan oğlunun saçlarını okşamak için uzatırken ellerini, Thomas nemli gözlerini yeniden uykusuzluğa açıyordu.
Devamı var!..
Şafak Soysal
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
KIŞA BAKAN SOKAK
kışa bakan sokak çocukluğumdur
ağlarken sular ürpermiş
ne köpürtmüş sevinci
ne aşk tiryakisi
içinde sarhoş kuytular
biraz mahur biraz hüzzam
ne zaman rüyaya uzasam
kederle eskitilmiştir
kurak zaman kokmuştur toprak
taşmıştır anın sessizliği
renksiz bir vazoya
gövdesini suyla gizlemiş
acıyla kardeştir
dağa bakan sokak
ne annemdir ne kendim
avludur seçilir
çarşıdır söylenir
hayat için eksilmiş
yalnızlıkla söylenmiştir
BETÜL TARIMAN
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
7-Zip 4.62 (2008-12-02) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|