Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 7 Sayı: 1.597

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 20 Mart 2009 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : "Sana oy moy yok, hadeee..."


Merhabalar

Dövseydin bari!Dün ses çıkarmaktan, sessiz kalmamaktan bahsederken demek istediklerimi ne kadar güzel anlatıyor şu yandaki fotograf. Teyze alenen hesap soruyor bakandan. "N'aptın deniz fenerini?" diyor. Bakan her lafına kibarca cevap vermeye çalışıyor ama ne zaman ki teyse "Sana oy moy yok, hadeee..." diyor, bakanın süngüsü düşüyor. "Senden oy isteyen yok, kime istersen ver." diye de çıkışıp kaçıyor oradan. İşte, balık hafızalarımızı bir kenara bırakmayı becerebilsek ve aynen bu teyzenin yaptığı gibi, belki de kurbanlarından birisinin kendisinin de olduğu bir konuda cesaretle sorularımızı sorabilsek. Sormaktan, takip etmekten bıkmasak belki bu kadar densize mahkum olmayacağız. Bizimkisi de züğürt tesellisi işte.

32.Gün'de emeklilerin hallerini seyrettim bir yandan. Kredi kartı sarmalına nasıl düştüklerini anlatıyor her biri. Dürüst oldukları için seçtikleri yolun aslında dürüstlük olmadığını başbakandan bizzat duymak onları epeyce yaralamış. Başbakanının umurunda bile değiller oysa. O işsizlik oranıyla oynayıp sağ gösterip sol vurmak sevdasında. Dün bakanı, işsizliği kadınların taleplerini artırmasına bağlamıştı. Recebim de sağolsun, mevsime endekslemiş olayı. Bahar gelecek kuzular meleyecek, sağa sola meleye meleye koşacak, kılları dikenlere takılacak, takılan kıllar yün olacak, yünlerden çorap kazak örülecek, mevsim nedeniyle işsiz kalan üzgün ama umutlu vatandaş bu çorap ve kazakları pazarda satacak, işsiz kalmayacak, hayat bayram olacak. Saçma sapan şeylerle burayı kirlettiğim için kusura bakmayın ama benimkisi kürsüleri abuk subuk masallarla kirletenlerin yanında pek masum kalır yahu.

"Mart kapıdan baktırır kazma kürek yaktır." diye boşuna dememiş büyükler. Havanın tekrar soğumasıyla birlikte mikropların saldırısı da arttı, aman dikkatli olun. Hafta başında sözünü ettiğim mikrobik saldırıdan henüz kurtulamadım. On dakikada bir girdiğim 20 saniyelik öksürük nöbetleri nedeniyle ciğerlerim ağzımda dolaşıyorum. Yuttuğum "anti"ler yüzünden sersem gibiyim. Hani diyorum ki, aman havaya falan aldanmayın. Sıkı giyinin, mikroplularla öpüşmeyin hatta tokalaşmayın. Kendinize mukayyet olun, hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  SOKAKLAR ISLIK ÇALMAZ -2

Tezcan polislerden karısının nerde olduğunu öğrenemedi. Sibel'in "kocam beni dövüyor," demesine de çok içerledi. Arada bir içer, belki biraz sapıtırdı ama karısına hiç el kaldırmamıştı. Kötü söz bile söylememişti. Evlilikleri boyunca bir kez tartışmışlardı. O da çocukları olmadığı için doktora gittikleri bir günde kendiliğinden gelişivermişti. Sibel doktora; "kocamın çocuğu olmuyor," gibi son derece aptalca bir laf etmişti. Tezcan doktorun yanında sabretmişti ama eve gelince patlayıvermişti. O öfke anında bile kontrolden çıkmamaya, karısına ilerde pişman olacağı bir şey söylememeye özen göstermişti.

Tezcan bir ay sonra karısının Bafra'lı bir pazarcıyla kaçtığını öğrendi. Üstelik adam evliydi. Öfkesinden deliye döndü. Sokak raconu bilen her erkek gibi önce bir tabanca alıp onu bulduğu yerde öldürmeyi kafasına taktı. Tersaneye gidip sabahlara kadar, kör kütük sarhoş oluncaya kadar içti. Aklından geçenleri içki masasındaki arkadaşları ile paylaştı. Kimisi "yapma, etme, elini kana buladığına değmez," derken kimisi de gaz verdi. "Bende senleyim, hadi gidip o pisliği gebertelim, böylelerini yaşatmayacaksın abi," diyordu. Tezcan zaten yufka yürekli biriydi. Kuşlara hatta küçücük bir karıncaya bile kıyamazdı. Sibel'i öldürme fikrinden çabucak vazgeçiverdi. Aslında onun gücüne giden karısının "kocam beni dövüyordu," demesiydi. "Kadın milleti değil mi hepsi nankör bunların. Anasını satayım," diyordu.

Sibeli'in evi terk edip kaçmasının ardından Tezcan'ın bütün yaşamı tepetaklak oldu. Sevdiği ve tanıdığı insanların tümünden uzaklaştı. Herkesin onun arkasından dedi kodu yaptığını, gülüp alay ettiğini düşünüyordu. Düşünmese bile böyle bir histen kurtulamıyordu. Kiralık dairesini boşalttı. Evdeki eşyalar ona Sibel'i anımsattığı için hepsini sağa sola dağıttı. Birlikte çektirdikleri fotoğrafları bile yaktı. Pencerelerini bütün dünyaya kapattı. Tersanedeki meyhane muhabbetlerinden uzaklaşıp köyüne döndü. İnsanlardan uzaklaşınca işlerinden de uzaklaşmış oldu. Aradan geçen aylar içinde birlikte çalıştığı müteahhitlerle iletişimi de koptu. İşsiz kaldı. Tezcan'ın köydeki inzivaya çekilmiş yaşamı yaklaşık bir yıl sürdü. Köy kahvesine, hatta bakkala bile gitmedi. Sadece tarla bahçe işleriyle, ahırdaki birkaç hayvanla ilgilendi. Kimsenin düğününe, akrabalarının cenazesine bile gitmedi. İyice bunaldığı bir gün köyden kaçar gibi çıktı, aklına estiği gibi davranıp İstanbul'a gitti. "İstanbul büyük şehirdir, kimse kimseyi tanımaz. Kimse benim kabuk bağlamaya başlayan yaramı kaşımaz," diye düşünüyordu. Elinde inşaat işlerinden kalan birkaç kuruşu vardı. Ama o paraya hiç dokunmadı. Etrafı biraz kokladıktan sonra bir iş kurabilirim diye saklıyordu. Küçük bir iş kurabilse, çorba parası, kirası çıksa yeterdi. İnşaatlarda gündelikçi olarak çalışıp ekmeğini çıkardı. Bir ara fırında bile çalıştı. Kahvelerde, çay ocaklarında garsonluk, bahçıvanlık, bir oduncuda hamallık bile yaptı. İki sene kadar önüne gelen her işte çalıştı. Kendi işini kuramadı. İki yıl sonra köylüsü Sabri ile bir inşaat işine girdi. Arsa sahibi ile anlaşıp beş katlı bir bina yapacaklardı. Kaba inşaat aşaması ilerledikçe de daireleri satacaklar ve ellerine geçen ile binayı bitirip para kazanacaklardı.

İşler ilk baştan güzel gitti. İmar izni, inşaat ruhsatı işleri problemsiz olarak halledildi. Aylarca kan ter içinde çalıştılar, malzeme ve usta için oraya buraya koşturdular. Dairelere kaba inşaat aşamasında alıcı bulamadılar. Ellerindeki son kuruşa kadar inşaata devam ettiler. Tükenmiş olarak çalışmaya ara verdiler. Tam altı ay binaya tek bir çivi bile çakamadan beklediler. Alıcılar onların istediği parayı vermeye yanaşmıyorlardı. Önce fiyatları biraz aşağı çektiler. Bu da kar etmeyince bütün daireleri maliyet fiyatına elden çıkardılar. İnşaatı bitirdiler fakat beş kuruş kazanmadılar. Buna rağmen umutluydular. Belki bundan sonraki inşaatlarda şansları yaver gider diye hesaplıyorlardı. Her şeye rağmen iki hemşeri yap sat işini sürdürmeyi düşünüyorlardı. Ama bir aksilik oldu. Aldıkları bir çek karşılıksız çıktı. Hem Tezcan'ın hem de Sabri'nin canına ot tıkadı. Birkaç gün içinde ellerindeki her şeyi kaybettiler. Polise gittiler, dolandırıldık dediler. Sonrası malum mahkeme kapılarına aylarca eli boş gidip geldiler. Paralarını kurtarmayı, yeni bir işe girmeyi başaramadılar.

Aradan yıllar geçmesine rağmen bu çek işi ve alacak davası hala sürüyor. Tezcan çoktan bu paradan ümidini kesti. İstanbul'da barınmayı başaramayınca yeniden Sinop'a döndü. Çocukluk yıllarında çırak olarak başladığı işe yeniden sarıldı. Tezcan gençlik yıllarının başında başkaları tarafından "tamirci parçası" olarak görüldüğü, küçümsendiği için bu işi bırakmıştı. Üstelik bundan on yıl önce köylerde at, eşek, katır gibi binek hayvanları vardı. Saraçlar sadece ayakkabı tamiri yapmıyordu. Onlara semer, dizgin ve koşum takımları yapıyorlardı. Ismarlama ayakkabı, çizme dikiyorlardı. Güzel de para kazanılıyordu.

Mart ortasında bir sabah Sinop'a usul usul bir yağmur yağıyor. Sakarya caddesindeki kırmızı kaldırımlar ıslak gözlerini ovuşturuyor. Limandan yarışır gibi iki trol çıkıyor. Peş peşe, duman dumana. Kocaman motorların homurtusu tersanede sokaklarında yankılanıyor. Ve o bildik daracık sokaklar bu sabah yine ekmek kokuyor.

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,339,339,339,339,339,339,339,339,33
3 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Hamdi Topçuoğlu

 Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


  CAN ERİĞİ

Martı yarılayıp geçiverdik. Sağımız solumuz seçim afişi. Şiirler, şarkılar, türküler…Bir şenlik bir düğün bu. Her aday, en iyisinin kendisi olduğunu anlatmaya çalışıyor seçmenlere.

Yıllardır bu atmosferi İzmir'de yaşardım. İlk kez de Bodrum'da yaşıyorum. TV'lerde izlediğim o belden aşağı vurmalar yok burada. Başka yerleri bilmem; ama düzeyli seçim propagandaları hakkında bilgi edinmek isteyenler Bodrum'a gelsinler.

Sanırım, doğa da rahat çalışsınlar diye adaylara yardım ediyor. Kaç zamandır Bodrum gündüzleri güneşli, geceleri yağmurlu. Gecenin bir saatinde çatıda başlayan yağmur tıkırtılarına alıştım. Hatta işi gücü bırakıp damlaların müziğini dinliyor;

Küçük muttarid, muhteriz darbeler
Kafeslerde, camlarda pür-ihtizâz

Tevfik Fikret'in "Yağmur" şiirinin dizelerini damlaların ritmine uydurarak okumaya çalışıyorum.

Sabah da tez oluyor artık. Serçeler, daha ortalık aydınlanırken başlıyor hengameye. Pencereyi açıp pırıl pırıl havayı içime çekiyorum. Daha birkaç gün bir gelin tacı olan erik ağacı, yeşillenirken, mandalina çiçeklerinin sıraya geçtiğini görüyorum.

Seçimlere kalmadan can eriği tezgâhlara düşer. Tuz ve ekşinin buluştuğu ne güzel tattır o.

Osman Güngör Feyzioğlu 12 Eylül Paşalarından. Ama yüreği şiir yüreği. Can Eriğiyıllar önce okuduğum güzel kitaplardandı.

Senin çekirdeğin var.
Benimse yüreğim;
Ben sevdalı olurum
Ya sen caneriği.

Gerçi Cahit Külebi Zerdali Ağacı için söylemiş ama;

Havalar güzel gidiyor
Sen de çiçek açtın erkenden
Küçük zerdali ağacım,
Aklın ermeden.

Bak kurt gibi kalın yapılı
Görmüş geçirmiş ağaçlara
Küçük zerdali ağacım,
Pişman olursun sonra.

Zemheride bahar mı olur
Akşamları seyret anlarsın
Sakın erkenden çiçek açma
Küçük zerdali ağacım.

dizeleri badm, hatta can eriği için daha da geçerli bence.

Çocukluğumda da pek düşkündüm böyle erkenci meyvelere. Bir avuç tuz, cepler dolusu erik. Okul yolu başka nasıl bitecek? Yüzümü buruştura buruştura yer, sonra da mide ağrılarıyla kıvranırdım. Annem: "Yeme şu gök eriği!" derdi.

Can eriği yeşil, değil mi? Hayır, hem gök, hem yeşil. Anadilinin ne olduğunu anlatmak için güzel bir örnek. Sormuyoruz bile. Çünkü biliyoruz ki "gök" ham, olgunlaşmamış anlamında kullanılıyor. Saraylılar Arap'ın "ham"ını "mai" sini Türkçeleştireceğim diye uğraşırken Yunus Emre:
"Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm,
Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi

Dizelerinde şiirselleştirmiş "gök" sözcüğünü. Kolay kolay büyük şair olunmuyor. Benzetme harika ama konu acıtıcı. Ha meyvesini yitiren ağaç, ha yavrusunu yitiren insan. Bunu iki gün önce "Güneşi Gördüm" filmini izlerken bir daha ta iliklerimde hissettim. Birbirimizi ötekileştirmeden yaşamanın yollarını tez elden bulmamız gerek. Kimsenin kimseye gözünün üstünde kaşın var demeye hakkı yok.

Erik sözcüğü eskiden elma, armut, kayısı gibi meyvelerin ortak adıymış. Zaman içinde anlam daralmasına uğramış. Hatta gülgillerden olan bu ağacı daha da sınıflandırmışız: Can eriği, malta eriği, papaz eriği gibi adlar vermişiz. Eriğin bu türüne neden "can" adı eklenmiş ki? Bedri Rahmi Eyuboğlu onun için:

"Bir kelime buldum çın çın öter;
Adı candır.
Bir erik kopardım can dalından;
İçi can dolu,
Adı can, yaprağı can, lezzeti candır.
Bir gölge düştü önüme dedi ki:
Bir yüküm var benden ağır
Bir yüküm var beni taşır
Adı candır."

Değdiğine göre bize düşen canı canlarla buluşturmak, bu yurdun güzelliklerini doyasıya yaşamak olmalı.

Öğretmen okulunda öğretmenimiz eksiltili cümle kuruluşlarına örnek olarak "Bahçene erik, kapına Yörük…" atasözünü vermiş; atasözünün "koyma" sözcüğüyle tamamlanabileceğini söyleyince içim ezilmişti. Eriğin kolay üreyen, zahmetsiz bir ağaç olması aklımın ucuna bile gelmemişti. Çünkü ben yörüktüm. Dedem, aslınızı neslinizi bilin deyip yörük olduğumuzu anlatmıştı. Biz arsız, hırsız değildik ki, bize kapıların açılmasını neden istememişti ki atalarımız.

Gerçek şu ki bu ayrımcılık. İster Yörük, ister, Laz, Çerkez, Alevi, Sünni, Kürt…Ne zaman ayrımcılık içeren bir söz duysam o çocuk ruhumdaki ezikliği anımsar; Yunus Emre'nin;
"Çıkdum erik dalına anda yidüm üzümi
Bostân ıssı kakıyup dir ne yirsün kozumı"


dizelerine sarılırım.

Birçokları şathiyeleri saçma şiir olarak görür. Oysa üstün bir zekânın, müthiş bir birikimin ürünüdür şathiyeler. Her babayiğidin harcı değildir şathiye yazmak. Erik dalında üzüm yemeyi, bostan sahibinin kızıp cevizimi niye yiyorsun, demesini tasavvufun şeriat, tarikat, marifet ve hakikat makamlarını bilmeyenlerin; hele hele "şeriat"tan öte yol bilmeyenlerin anlayabilmesi mümkün değildir. Hoş bunları söylerken kendimi matahmış gibi gördüğüm sanılmasın.

Ben, Yunus diliyle:
"Gözsüze fısıldadım sağır sözüm işitmiş
Dilsiz çağırıp söyler dilimdeki sözümü"


diyebilirsem kendimi, can eriğinin canını canımda bulmuş sayanlardanım. Seçim, bu güzel bahar günlerinde, bir şenlik, bir düğün… Tadını çıkarmaya bakalım.

Hamdi Topçuoğlu
egerem@yahoo.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
4 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  Bir daha mı ?

Ne sevimlidir küçük çocuklar. Bir oyuna başlarsınız, oynarsınız, oynarsınız ve kendinizce bittiğini sanıp bırakırsınız ve fakat çocuk size :
"Bir daha ..!"
der. Çocuk bu, kırmazsınız, bir daha oynarsınız, bitince yine :
"Bir daha ..!"
der.. Biraz daha oynarsınız; "Bak bu son haa !" dersiniz ama çocuk bu duymaz ve :
"Bir daha ..!"
der...

Bundan sonrasında bir büyük sıkıntı başlar. Oysa; adı üstünde çocuk bu, canı oyun istiyor. Çareyi, ya;
"Biraz da sen ilgilensen ya canısı ! Yoruldum..."

şeklinde nöbet değiştirmeye ya da;
"Evladım, biraz da şu diğer oyuncaklarla kendi başına oynasan ya !"

şeklinde çocuğu başka bir hedefe kaydırmayı çalışırsınız. Canısı;
"Ayol mutfaktayım, ilgilen işte biraz daha !"

diyebilir öte yandan; bala bu, tuzağa düşüp yerse ne ala, hem düşmez hem de yemez ise hala oynamaya devam edersiniz. Evde nöbet değiştirilecek veynlerden bir ebeniz de yoksa asıl ebenizi nasıl aramazsınız değil mi ? Fasıl da o fasıl zaten. Ne oynadığınız oyun, ne karşınızdaki çocuk ? Utanmadan sıkılmadan;

"Bir daha ..!"
diyorlar...

Aynı şeyleri hatta katmerlisini yapmak için mi bir daha ?
Yarısı oyulanları bu kez tamamen oymak için mi bir daha ?
Bir parmak bal ile kalan malları götürmek için mi bir daha ?
Geri vitesle ileriye gittiğini zannetmek için mi bir daha ?

"Bir daha mı ?"

"Tövbe tövbe ..!" diyeni var,
"La havle ..!" diyeni var,
"Elim kırılsaydı da ..!" diyeni bile var...

"Bir daha mı ?"

Ne Londra konferansı,
Ne atom bombası,
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna,
Umurunda mı dünya ?

diyen Orhan Veli misali, pes doğrusu...

"Bir daha mı ?"

"Yok ben almayayım.."

Zaten daha önce de oynamamıştık ki; neden bana soruyorsanız ?

asesen@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,259,259,259,259,259,259,259,259,25
4 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Şafak Soysal


COMPLEX -10

Londra - Heathrow Hava Limanı …

Karanlığın, ürkütücü suların ve yıkıcı sessizliğin derinliği ile uyandılar bu sabaha. Tüm duygular pişmanlık duymadan dalgalanan huzursuz denizin birikmiş kin ve acılarının fırınlarında kavrulmuş gibi bakınıyorlardı ortalığa.

Hedef uzaklaşmaktı ilk bakışta, havaalanında onca kalabalığın içinde fark edilebiliyordu duruşları ve heyecanlarıyla ortaya çıkan amaçları. Orada bulunan herkes için geçerli gibi görünse de bu durum, yaşanan ve yaşanamayanlarla örtülü gerçekleriyle çok farklıydılar.

Thomas siyah gözlüklü gözleri, sır küpünü andıran yüreğiyle sırasını bekliyordu pasaport kontrolünde.
En çok o istiyordu gitmeyi, uzaklaşmak vardı tüm dünyasında. Belki de kurtulacaktı şiddetli yağan yağmurlara benzeyen, anlamlandıramadığı duygularından, belki de daha içlidışlı olacaktı kendisinin olmayan dünyasıyla, ama şu andaki tek isteği Yunanistan'daki Syros sahiline gidip tüm umutsuzluğunu denize bırakmaktı, bu yüzden uçağın kalkmasını dört gözle bekliyordu.

1780 sayılı uçak seferi uçuşa hazırdı, tüm işlemler bitmiş, uçağın hareket saati bekleniyordu artık bekleme salonunda. Akıllarından birbirlerininkine yakın düşünceler geçiyordu, yüzleri hep birlikte gülümsüyordu. Dakikalar sonra uçaktaki yerlerini almaya başlıyorlardı.

Oliver Daniel ile, Thomas Herry ile, Barbara ise Lili ile yanyanaydı. Yunanistan'a yolculuk başlamıştı artık, sessiz geçiyordu yolculu, Oliver ve Daniel dışındakiler için, çünkü Oliver' in olduğu ya da adının geçtiği heryerde kahkaha eksik olmuyordu. Tüm dikkatleri kendilerinde topluyorlardı uçakta.

Thomas ise Yunanistan ile ilgili kitapçığnı gözden geçirip, tatil yapacağı yer hakkında bilgi edinmeye çalışıyordu.

İlk defa Yunanistan'a gidecekti, gideceği yerlerin kültürleri ve truzimleri hakkında bilgi sahibi olmak istiyordu. Gerekli organizyonun yapılmıştı ve tatil boyunca Syros sahilinde olacaklardı, bu yüzden çok fazla gezip, bilgi edinme şansı olmayacaktı, tabi kazanılan bilgiler de sadece bilgi olarak kalacaktı beyninde.
...

Diğerleri sadece etrafı izlemekle yetiniyordu.
Kısa mesafe çabuk sonlanmıstı, Londra artık çok uzaklarda kalmıştı Thomas ve arkadaşları için.
Yunanistan tatili başlamıştı artık, simdi yapılması gereken bir kaç işleri kalmıştı.
Atina'dan Syros'a kara yolculuğuyla ulaşacaklardı ve beklendiği gibi çok eğlenceli bir yolculuk yaşanıyordu.
En çok da Herry'nin işine yaramıştı, cünkü İngiltere ve Yunanistan arasındaki kültürel farklılıklar çekilecek birçok fotoğraf demekti. Herry de bunu cok iyi değerlendirecekti.
Aslında sehrin ve ortamın hiç bir önemi yoktu onlar
için çünkü kendilerini birbirlerine yakın yapan altın bağlara sahiplerdi. Yanyanayken istedikleri kadar mutluluğu edebiliyorlardı.
Uzun yolculuğun ardından Syros'un büyülü sahiline ulaşmanın mutluluğunu yaşamaya başlamışlardı bile, her şey düşündükleri gibi gidiyordu.
Kamp alanıda seçildikten sonra, yoğun bir tempoyla sahilin yeni sahipleri olabilmek için şirin çadırlarıyla sahilin bir süreliğine sahipliğini üstleneceklerdi.
Tüm bu güzelliklerin pürüzleri de yok değildi. Uzun bir yolculuk geçirmişlerdi, yabancı bir şehrin havasına alışamadan yine yorucu bir başka işe kalkışmışlardı.
Çadırlar kurulmuş, hepsi bir köşede artık yeter cümlesini mırıldanıyorlardı. Tüm bu durum sadece Oliver'ın yüzüne bakıldığında anlaşılabiliyordu, yolculuk boyunca yaptıklarıyla neşe kaynağı olan Oliver'ın ağzını bıçak açmıyordu artık.

İlk gün de kendisini yavaş adımlarla yarına doğru bırakıyordu, yapılması gereken bir şey de kalmamıştı, yerleşmişlerdi arık, tatilin keyfini çıkarmaya başlamıslardı.

Tüm gözler Thomas'ın üzerindeydi, çünkü bu tatil Thomas içindi, ama Thomas sanılana inat, sanki her şeyi unutmuş, eskisi gibi neşe seçıyordu ortama, bu durum orada olan herkesi mutlu ediyordu. Şimdi hayat yaşamaya değerdi onun için, kendisini geçmişteki gibi hissediyordu, artık hiçbir şey düşünmüyor, Fransızların deyimi ile Carpe Diem... Sadece anı yaşıyordu.
An, hiç bitmeyen dakikalarla örülü yasam… Aşk unutulabilen bir sanat mıydı yoksa unutmak için yaşanan bir oyun muydu? İkisi de yaşamı derinden etkiliyordu.
Aşkın ne bir tanımı ne de bir şekli vardı. Bu yüzden belki de insanin doğasına aykırı bir yaşam biçimiydi aşık olmak.
Yaşanırken güzel, olağan üstü bir durumdu, ama işler yolunda gitmediği zaman unutmak en az güzelliği kadar ilginçti…
Thomas Sandra'yı unutabilcek miydi? Ona çok uzaktı aynı zamanda yakın da… Güzel di aynı anda Saçmaydıda Ona zarar veriyor muydu gerçekten yoksa mutlu ediyormuydu?


Sorular sorular sorular, onunla yanyana geldiklerinde korkulara dönüşüyordu aklındakiler, belki de bu yüzden bu soruların tamamından kaçıyordu Thomas. Yalnız kalıp bunların içinde özne olmak istemiyordu, bu tatili en doğru şekilde değerlendirmesi gerektiğine inanıyordu.
Tatıl başlamıştı, evsiz yaşama çoktan alışmışlardı, hiçbir iletişim aracı olmadan tamamıyla dolu dolu geçecek yirmi günün tüm hazırlığı bitmişti.
Geriye sadece eğlenmek ve bütün sıkıntıları buralarda bırakmak kalıyordu, ama ilk gün eğlenmekten çok günün yorgunluğu ve hazırlıklarla geçmişti.
Hepsi uyuklamaya başlamıştı. Aşağı inen omuzlar, düşen yüzler, esneyen dudaklar, takatsiz kollar… Bu duruma en çok Lili alışamamıştı, bulduğu her köşeyi uyuklamak için kullanıyordu, beş on dakika sonra o da daha fazla dayanamadan uykuya dalmıştı, henüz saat dokuz olmasına karşın.
Dakikalar ilerledikçe grubun diğer fertleri de Lılı'ye eşlik etmeya başladı, onlar da uyukuya doğru yola çıktılar. Thomas ve Barbara içlerinde değildi ama.
Thomas'ın uyumaya niyeti yoktu, çünkü çok mutluydu, Barbara da fazla yorgun hissetmiyordu ve sahilde yanlız bırakmadı Thomas'ı.
Saniyeler dakikalara, dakikalar gökyüzündeki yıldızlara çarpıyordu kocaman sahilde bu duruma iki kişi şahit oluyordu.
Hava o kadar berraktı ki yıldızlar çok parlak görünüyordu, sanki ellerini uzatsalar tutacaklar gibiydiler.
Thmas yıldızları seyrettikçe kendi yüz ifadesini görüyordu onlarda, gözlerini kırpmadan uzaklara bakıyordu. Barbara da ona eşlik ediyordu, yanında uzanmış ışıldayan gökyüzünü seyrediyordu, bilmeden gülümsüyordu mavi cennetli beyazlara.
Güzel bir geceydi, konuşmadan dakikalarca keyfini yaşamışlardı anların.

- Thomas bu gece çok güzel bir gece öyle değil mi?
- Evet! Uzun zamandır bu kadar yakından görememiştim yıldızları, belki Oliver anlatmıştır biz her yaz tatillere çıkarız, kamp kurarız alışkanlık oldu aslında, ama bu seferki gerçekten çok güzel olcağa benziyor.İçimde güzel hisler var.
- Anlatmadı, ama tahmin edebiliyorum.
- Yıldızların isimlerini biliyor musun Barbara?
- Hayır, sen?
- Ben de bilmiyorum ama her birinin çok güzel isimlerinin olduğunu duymuştum. Aslında hep merak etmişimdir, ama hiç öğrenme fırsatım olmadı.
- Bence öğrenme Thomas.
- Neden?
- Bırak göründükleri gibi kalsınlar sende, belki öğrendiğin zaman hislerin değişir.
- Olabılır… O zaman şimdi düşündüğüm bir şeyi söyleyeyim sana: Denıze girmek ister misin?
- Neden böyle bir çılgınlık yapma isteği duyayım ki… Sabah gireriz hep beraber.
- Gelmeyeceksin yani benimle, öyle mi?
- Yok. Ben seyretmeyi tercih ediyorum. Geceleri denize girmeyi sevmem. Sen de girmesen iyi olur.
- Ben bunun için geldim ama…
- Anlamadım Thomas nasıl bunun için?
- Barbara ben denize gidiyorum!
- Peki, öyle olsun bakalım…


Karanlık ifadelere sıkıştırılmış gecenin aydınlık yüzü olmaya karar vermişti, özgür bırakacaktı ruhunu, teslim olacaktı, işte o zaman tepesinde ona gülümseyen yalnızlığa benzemeye başlayacaktı.

Bütün gece iki ifade arasına sıkışmış duyguların geveze yalnızlığı ile bitti. Her şey, olağan anların saçma temellerine doğru yürümeye başlamıştı yeni günün konuşmaya başlamasına kadar… Bu kadar basitti denklem ve olması gereken.

Tatilin ikinci günü neşeyle başlıyordu, coşkulu sımsıcak kahkaha sesleri çevreyi sarıyordu. Oysaki Thomas yeni yeni gözlerini açmaya başlamıştı, uykunun verdiği sersemliği üzerinden atmaya çalışırken, kısık gözleriyle çadırından çıkarak arkadaşlarına doğru baktı. Yanlarına doğru sakince yürümeye çalışıyordu ki, Barbara'nın konuşur gibi bakışlarını gördü hemen karşında. Tüm uyku sersemliği yerini tatlı bir merhaba gülümsemesine bıraktı.
Dün için teşekkür etti Barbara. Thomas ona gülümseyerek günaydın dedi.

Bir süre sonra denizin serin sularında uykusunu açmak için koşar adım maviye bıraktı kendisini Thomas.
Thomas'ı gören arkadaşları da ona eşlik etti. Eğlenmeye başladılar, hep birlikte denizin içinde saatlerce kaldılar, birbirleriyle uğraşıp doğanın süsü maviliği, kahkahalarla süslüyorlardı.

Tatil, Oliver'ın planladığı şekilde devam ediyordu, Thomas'ı her gördüğünde onu tekrar kazandığını düşünüyordu. Denizde geçirilen zaman, sahilde kilometrelerce süren yürüyüşler, akşamları, gün batımından sonra yakılan ateşin etrafında oturarak geçmişin o güzel hatıralarını paylaşmak, gitarla gecenin seslerini süsleyerek şarkılar söylemek, hep birlikte hazırlanan yemekleri yine hep birlikte iştahla yemek ve alkolün sınır tanımadan geceleri değiştirmesi, görüntünün kod adı, hayat güzeldir ama...

Devamı var!..

Şafak Soysal


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
6 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


http://www.kemalkilicdaroglu.com.tr


polygon@polygon.com.tr


Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


İZMİR'İM

Saat kulesi gecenin sessizliğinde
İzmir için zamanı tutuyor
Martılar denizin üstüne çarşaf sermiş
Uyanmasın diye kanat çırpmıyor
İkiz tepeler yağmur bulutlarını tutuyor
Üzerine gölge düşmesin diye
Yeni bir güne hazırlanıyor
Vapurlar uyandırıyor körfezi
Fırınlardan yayılan gevrek kokusu
Çay bardaklarına dolanıyor
Faytonların püskülleri bir sağa, bir sola salınıyor
Uyanıyor İzmir'im yeni bir güne
Yerde telaş,gökte telaş
Haydi gelde kordonda şöyle bir dolaş
Yağmurla güneş arkadaş sanki
Bazen arka arkaya,
Bazen yan yana
Sanki düşman çatlatırcasına
Takıverirler İzmir'in başına
Yedi renkli tacını
Gökkuşağını………………

NURBİL YASEMEN YILMAZ

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu



Polygon Web Studio


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"

Hatice Bediroğlu
"Düş Kuruyor Gece"

Cüneyt GÖKSU
Serpil YILDIZ

"KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

Merih Günay
"HİÇ"

Feride Özmat
"Yanlış Zaman Hikayeleri "

C.Eray Eldemir
"Uzak İklimler"

Temirağa Demir
"Edepli Fahişeler"

 
Nesrin Özyaycı
"ÖLMESEYDİ"


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

7-Zip 4.62 (2008-12-02) for Windows / 913 KB
http://www.7-zip.org/
Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Uygulama : Cem Özbatur
2002-09©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Alta Gracia
Oscar Harris









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20090320.asp
ISSN: 1303-8923
20 Mart 2009 - ©2002/09-kmarsiv.com