|
|
|
25 Mart 2009 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : "Alternatifleri yok!" Hadi canım sen de!.. |
Merhabalar
Recebim "Böyle muhalefete can kurban" dedi, baktım sağdan soldan destek atışları da aynı anda başladı. Sanmayın ki topçular karşı mahalleden, hepsi Recebim'e muhalif aslında. Ama nedense seçim öncesi karınlarının gurultusuna esir oluyorlar. Bu Baykal'la bu iş olmaz!?!??
Kendinize gelin beyler bayanlar, kendinize gelin. Baykal'a karşı olmak başka birşey, seçime üç gün kala hâlâ ona kara çalarak iktidarın ekmeğine kaymaklı bal sürmek başka birşey. Ayırdına varın, sapla samanı karıştırmayın. Kaldı ki, CHP bu sefer, doğru ama ters tepen rejim tartışmasını bir kenara bıraktı ve asıl konuya yöneldi. Yolsuzluk, Yalan ve Yağma'nın üzerine gitmeye başladı. Kılıçdaroğlu ile en doğru ve yerinde hamleyi yaparak tepeden tırnağa pisliğe bulanmış iktidarın ipliğini pazara çıkarmaya başladı. Kılıçdaroğlu doğru seçim de Ankara'da Karayalçın, İzmir'de Kocaoğlu yanlış mı? Öyleyse nedir bu son dakika yenmesi muhtemel gole hazırlıklı olma sendromu? Zaman o zaman değil. Zaman bu çürümüşlükten kurtulmak için birleşme bütünleşme zamanı.
"Alternatifleri yok!?" ağızlara pelesenk olmuş söylenip duruyor. AKP gene malı götürecek çünkü karşısında alternatif yok demek istiyorlar. Hadi canım siz de!.. Türkiye'de tüm dikta heveslilerine, onların hukuk tanımazlığına, yaptırım güçlerine rağmen, muhalefet te var, alternatif te. Hem ne demek "Alternatifleri yok!";
• En yüksek yargı organının rejim karşıtlığından sabıka kaydı verdiği iktidar partisinin mi alternatifi yok?
• Oğluna gemicik, damadına medya grubu alan başbakanın mı alternatifi yok?
• Yumurtası, mısırı, pırlantası ile ayrıcalık sahibi olup köşeyi dönen bakanların mı alternatifi yok?
• Global krize bağlı ekonomik çöküş sürerken, kriz bizi teğet geçiyor diyerek bizimle dalga geçen başbakanın mı alternatifi yok?
• İşsizliğin nedeni, iş arayan kadınlardır diyen İngiliz menşeli bakanın mı alternatifi yok?
• "İşyerleri kapanıyorsa işi bilmeyenler yüzündendir." fetvası veren, muhalefet liderine "Sen televoleye çık." diyen başbakanın mı alternatifi yok?
• Ankaralıyı soyup soğana çevirdiği yetmezmiş gibi bir de rakiplerini şantajla tehdit eden İ.Melih'in mi alternatifi yok?
• Muhallebisine su kattığı artık ayan beyan ortaya çıkan, yolsuzlukların üstüne asfalt yol dökmeye çalışan Topbaş'ın mı alternatifi yok?
• Tanesi bir milyon ikiyüzbin dolardan alınan 20 tane metrobüsü garajda yatıran başkanın mı alternatifi yok?
• Hızlı tren diye şimendiferden hallice treni Türk halkına fahiş fiyata kakalayan uyanık işbilmezlerin mi alternatifi yok?
• Onca borcu varken, bir milyar lirayı seçim reklamlarına gömen belediyecilik anlayışının mı alternatifi yok?
Hiç korkmayın ve oyuna gelmeyin. Çözüm de var, alternatif te. Bu memlekette CHP'nin, MHP'nin, DSP'nin ve hatta DTP'nin yerel yönetimlerde alternatif olmadıklarını söyleyebilmek için kör olmak gerek. Gidin oyunuzu gönül rahatlığıyla kullanın. Ama mutlaka kullanın. Kalın sağlıcakla.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
40 Hatırlı Kahve : Sedef Özkan KIVAM |
|
İğneyi özenle seçti; kalın olmamalıydı. Narin bir gövdeye ancak zarif bir iğne yaraşır. Zariflikse, her zaman incelikle eş değildir. Zaten böylelerinde, ipliği iğneden geçirirken çok zorlanılır. Her şey kıvamında güzeldir. Kıvam... ah, kıvam...
Kıvamında bir iğne... Bulması, doğrusu pek zor olmadı. Annesi düzenli bir kadındı. Bir yerlerde, kıvamına uygun bir dişi erkek, bir erkek dişi, hipotenüs, muhabbet kuşu, leylâk, yumurta, hapşırık vardır mutlaka... Mutlaka olmalı. Bir de yeşil makara. Çimen yeşili. Elbette tesadüfi değildi yeşilin seçimi; beyazın üstünde en vahşi ve en masum...
Sakinliğini yadırgadı. Geçirdiği patlamadan sonra, bulutlara tutunan parçacıklarının kararlılığındaki sakinlikti bu. Kararlılık... İlk karar ve ardından gelen kocaman kararlar...
Aldığınızı sandığınız kararları elbette yabana atmalısınız. Çünkü siz, sadece sanırsınız; kararlı olmak mümkün değildir. Duyup da koklayamadığınız, dil verip de okşayamadığınız, kirpik karanlığından, gün ışığına geçtiğinizi tasavvur ettiğiniz, zamanın ta kendisinde, geçer bunlar... Bana lütfen soru sormayın; dialoglar zararlıdır.
Ama o kararlıydı. ( O başkadır, kabul etmelisiniz. )
İlk karar.
Yıllardır beklediği 'kararlılık anı' gelip çattığında, elbette tesadüfi değildi yeşilin seçimi. Beyazın üstünde, en vahşi ve en masum... İlk kadınının gözleri yeşildi, 'Yeşil Geceler' romanıyla 'Yılın En Bi İyi Yazarı' ödülünü kazanmıştı, Konya'ya her gidişinde, neden Şems değilim diye kıskançlık kıvılcımları dolup taşırırdı beynini. Hayat damarları yeşildi, ölüm damarları da yeşil olmalıydı. Ve makara yeşiliyle, ölümü hayata dönüştürebilecekti. Beyazın üstünde, en vahşi ve en masum..
Önce ayakları dikmek istiyordu; ilkçağ tanrıçalarının ayaklarıydı sanki... Parmaklar aynı boyda, ne biri birinden kısa ne uzun... Onda gördüğü, eşitlik dengesizliği ayaklarından yayılmış olmalıydı. Teğel yapsam mı acaba diye düşündü ama "Onu nasıl dikeceğimi, bana teğel mi öğretecek" gibi özlü bir vecize sarfettikten sonra, kıvamında iğnesiyle, beyaz boyalı kadının ayaklarında dikkatini odaklaştırdı. Sağ ayak kemiği üzerindeki beyaz boya silinmişti; çılgına döndü ten rengini görünce. O beyaz olmalıydı... Dudak, ten, rahim rengine yer olamazdı. Tenin altına saklanmış damarlar gözüne ilişince, daha da çılgına döndü adam. Onun yeşili değildi bu, sadece ilham veren yeşildi. Makara yeşilinden başka yeşil dokunamazdı kadınına. Beyazın üstünde, en vahşi ve en masum... Seçiminden asla dönemezdi. Kararlıydı.
Hemen boyayla kapadı teni ve hayat damarını. Gövdeyi, aşağıdan yukarıya büyük bir titizlikle inceledi; boya hatası olmamalıydı.
Tüm gözeneklerinde, aniden, yeşil dalgalanmalar hissetti. Pencere korkunç bir tıslamayla sarsıldı. Yemyeşil gözlü, yeşil sivri dişli, beyaz bir kedi, kuyruğu dikilmiş bir vaziyette gözlerini ona dikmişti. Camdan içeri girmeye çalışan, dipsiz karanlığı yaran dolunay yeşile dönüştü. Adam, kedi ve dolunay ekseninde, beyaz boyalı kadının ayak bileklerini sıkıca tutmuş, donakalmıştı. İşte firavunluk mertebesi! Ah, mutluluk... İşte 'Mutluluğun Resmi'... Beyazı yeşile çeviren, zavallı gözlerimizin ayırt edemediği, sonsuzca renge hükmeden Renkler Hakanı'nın iznini aldığını, o an iyice anladı.
Beyaza boyanmış kadın, sonsuz renk arasından seçilmiş makara yeşiliyle, sonsuzca yatağının kadını, zifiri sonsuzluğunun bütünleyici sonu olacaktı. Açgözlüce, beyaz boyalı kadını, ısırmaya, dişlemeye, öpmeye başladı. Ah, bu göbek, ayaklar, boyun... Çimen yeşili iplikli iğneyle, kadını, bir ordan , bir burdan, bilinçsizce dikmeye çalışıyordu. Dikiş bittiğinde, onun gözlerini açacağını, dudaklarını aralayacağını biliyordu. Günler, geceler boyunca, yatağında bekleyecek, kıpırdamayacaktı bile... Sadece onun kadını, sonsuzluğunun bütünleyici sonuydu.
Beyaz boya, çoğu yerde, henüz kurumadığı için, adamın dizine, parmaklarına, yanağına, kirpiğine bulaşıyordu. Ten renginin her ortaya çıkışında, çılgınlığı çile çile sarıyordu onu.
Çılgınlık...
Penceresiz uçak, bakir oğlan, tutulamayan karanlık..
Size, o karanlık demetini sunuyorum. Batırın burunlarınızı. Nefesinizi tutun. Nefes aldığınız anda, evrenin kemikleri dişlerinizi kırabilir, kılçıkları boğazınıza takılabilir. Dikkat edin!
Boynu, yumuşacık öpücüklerle kuşatırken, mor, siyah, balçık rengi halkaların korkunçluğu, iki saat öncesini anımsattı ona. Ten rengi kadının debelenmesi, bağırması... Ve kaçınılmaz kararlılık anına yaklaşmak için atılan en büyük adım.. Oysa, birazdan gözleri açıldığında, "tekrar boğ beni" diyecekti... "Tekrar, tekrar..", "Bütünleyicin, senin tarafından boğulmak istiyor...", "Tekrar... tekrar..."
Ten rengiyle, beyaz boya arasında gidip gelmeye başlayan kadının ne gözü açıldı, ne ağzı. Hiçbir tedaviye cevap vermeyen varis hastalığından dolayı, kabarık damarları iyice ortaya çıktı. Adamın böyle bir görüntüyü kabullenmesi mümkün değildi. Asla damarlara yer olamazdı yatağında! Makara yeşiliyle, hayata dönecek kadını olamazdı bu! Beyazın üstünde, en vahşi ve en masum... Ah, kıvam...
Yeşil dolunaylı gecede, ölüm kıvamına ulaşılamadı. Yatakta sadece ölüm kaldı. Oysa, bir yerlerde, kıvamına uygun bir dişi erkek, bir erkek dişi, hipotenüs, muhabbet kuşu, leylâk, yumurta, hapşırık vardır mutlaka. Mutlaka olmalı.
Bir kriz daha geçirdi kocaman kararlı adam. Sarsılmıştı galiba. Hata annesindeydi. Lüzumsuz iğnelerle doldurmuştu dikiş kutusunu. Yeni bir iğne aramaya gitti.
Sedef Özkan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Barış Köşesi : Nadya Alpkonlar Beni uyandıran CİVCİVLER... |
|
Sizlerden bunca zamandır uzak kaldığıma göre demek uyuyormuşum...
Beni uyandıracak bir olaya ihtiyacım varmış...
Beklenen olay şöyle gerçeklerşti:
Geçen hafta arkadaşım Şahinde ile pazara gitmiştik, orada civcivler satiliyordu.
Keşke torunum ( ismi ATA ) için iki tane alabilseydim , dedi.
Neticede almadık.
Dün sahilde yürüyüşe çıkmıştım. Yolda yine civciv satan bir adama rastladım.
Bari bir sürpriz yapayım dedim ve iki tane Ata için, iki tane de benim için aldım.
Ayrıca yem de aldim ondan.
Evde elektrik sobasını yaktım, civcivleri içine koyduğum kutuyu da yaklaştırdım sobaya... Yem verdim, pipetle tek tek su içirdim. Keyifleri yerinde görünüyordu.
Durmadan CİK CİK diye viyaklıyorlardı. Saatler geçtikçe kafam şişti.
Ne TV izleyebiliyordum, ne de kitap okuyabiliyordum.
Gece onları sarıp sarmaladım ve diğer odaya koydum.
Yoksa sabaha kadar uyutmayacaklardı beni.
Sabah bir baktım, biri hariç, 3 tanesi ölü gibi ayaklarını uzatmış,
taş kesilmiş bir vaziyette yatıyorlar.
Çok üzüldüm. Tekrar sobanın önüne taşıdım kutuyu.
Sonra onları tek tek elime alıp gagalarına su damlattım
Baktim ölü zannettiğim civcivler de yutkunuyorlar. Onlari iyice ısıttim.
Karınlarına, kalplerine masaj yaptım. Biri hariç, ikisi nefes almaya başladı..
Biraz daha masaj yaptım. Sıcacık, yumuşak bir bezle üstlerini örttüm.
Biri iyice kendine geldi, CİK CİKler başladı. Patilerinin üzerinde durabiliyordu artık.
İkincisi de kendine gelir gibi oldu.
Onu tek olarak YOĞUN BAKIMa yatırdım...
Henüz ayakta duramıyor, sarhoşlar gibi yalpalıyordu.
Üçüncü civciv başaramadı maalesef...
Sabahtan beri üç saat onlarla uğraştım.
İki saatte bir yem verip su içirtiyordum ikisine.
Ölürlerse çok üzülecekim...
O sağlam kalan bir tanesi devamli yiyor, içiyor ve kakasını yapıyordu.
Hatta kutudan dışarı çıkabilmek için zıplama denemeleri yapıyordu.
Bir an bile uyumak aklının ucundan bile geçmiyordu. Bitirim bir şey kerata...
Ona "BİTİRİM" adını koydum.
Diğer kendine gelen civcive de "Survivor" adını koydum.
YOĞUN BAKIMDA yatan civicive de " Yaşar" adını koydum.
BELKİ DE HOROZDUR, KİM BİLİR...
Sabahtan beri tam sekiz saat geçti.
Şimdi her üçü de yemlenip, kendi başlarına küçün bardaktan su içebiliyorlar.
Gagalarına bir yudum su aldıktan sonra başlarını havaya kaldırıyorlardı.
Yutkunurken de gözlerini kapadıklarını fark ettim.
Sanki su içerken büyük bir zevk alıyor gibiydiler...
Demek ki onları canlandıran bu mubarek su oldu !
Şimdi suyun markasını yazmayacağım, reklama girer...
Şu anda her üçü de tehlikeyi atlatmış görünüyorlar...
Dertsiz başıma dert açmak buna derler işte !
Neymiş, Ata'ya bir sürpriz yapalım dedik...
Umarim civcivler yasarlar...
İşte sevgili okur, yazar, çizer arkadaşlarım.
Bu olayı sizlerle paylaşmak isteğim beni uyandırdı...
Nadya Alpkonlar nadyaalpkonlar@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
COMPLEX -13
Saatler sonra…
Thomas yeni günün yarısını uyuyarak geçirmişti ve aksama doğru yavaş yavaş gözlerini açmaya başlamıştı. Dışarıda aksamın keyfini çıkaran arkadaşları…
Bir süre sonra kendine geldiğinde çadırdan kafasını uzatarak onları izlemeye başladı. Katılmak için arkadaşlarına doğru yürürken, saatlerdir bekleyen Oliver onu gördü ve yanına doğru gelerek:
-Günaydın dostum uykunu aldın mı?
-Günaydın dostum! Almaz olur muyum uzun zamandır bu kadar rahat uyumamıştım!
…
Oliver Thomas'a gülümseyerek:
-Dostum biraz yürümek ister misin benimle?
-Neden?
-Sana bir şeyler anlatmam gerekiyor sana.
-Anladım tamam o zaman, yürüyelim bakalım.
…
Bu konuşmalar geçerken, Barbara başka bir yerde derin düşüncelere kapılıyordu. Oliver onu fark edemediği için Thomas'la konuşmasını tek basına yapmak zorunda kalıyordu.
Gruptan iyice uzaklaştıktan sonra Oliver artık başlamaya karar verdi, etraflarında deniz ve kumsaldan başka kimse yoktu.
- Dostum konuşmaya başlamadan önce bir kaç telkinim olacak sana:
Sakin olmanı istiyorum ve bana güvenmeni… Anlaştık mı?
- Güveniyorum sana. Bu yönden şüphen olmasın.
- Nasıl söylenir gerçekten bilmiyorum, ama lafı dolandırmayı düşünmüyorum.
Dostum senin aylardır yasını tutar gibi üzüldüğün Sandra diye birisi yok…
- Nasıl yok? Anlamadım Oliver, açar mısın cümleni…
- Bak dostum, beni iyi dinle ve sakın ol!
Nasıl söylenir bilmiyorum, ama sanırım senin psikolojik desteğe ihtiyacın var.
Sen hastasın dostum, üzgünüm, ama söylemek zorundaydım bunu bile bile senin günden güne kendini kaybetmene daha fazla müsaade edemezdim…
- Neler saçmalıyorsun sen Oliver! Ne hastası? Ben hasta değilim eğer anlatacakların bunlarsa; yeter dinlemek istemiyorum saçmalıklarını!
- Çok üzgünüm, biliyorum çok zor bir durum, tepki göstermen normal, ama şunu bilmeni istiyorum sadece Thomas; Sandra'yı araştırdım, Sandra adında biri yaşamıyor. Hiç bir kaydı yok. Bir sorum var: Şu an bana gösterebileceğin bir fotoğrafı var mı Sandra'nın?
…
- Yok! Hastasın dostum, ama seni iyi duruma getirmek için uğraş vereceğiz, hepimiz yanındayız, senin iyiliğini istiyoruz. Aylardır üzüldüğün, kendini hırpaladığın durum aslında kendi dünyanda oluşturduğun bilinçaltı olaylardan ibaret…
Lütfen dostum yüzüme bak. Ben senin en yakınınım. Lütfen Thomas… İyi olacağına inanıyorum. Bir hiç uğruna bu kadar yıpranmanı istemiyorum. Bak çevrene, hepimiz senin için geldik buralara kadar, sırf senin için… Tekrar gülümsemen için… Yüzüme bak dostum, lütfen, her şey eskisi gibi olacak sana söz veriyorum.
Thomas bu söylemler karşısında o kadar şaşırmıştı ki, birden çöktü nefes alamaz hale geldi, gözleri kararmaya başlamıştı, Şok geçiriyordu. Thomas 'ın aklından milyonlarca şey geçmeye başlamıştı. Ne! Neden! Nasıl?
İnanamayacağı bir durumun tam ortasındaydı, idam edilecek gibi hissediyordu kendisini.
Kendine geldiğinde Oliver'ın onu yalnız bırakmasını istedi. Ayalardır kanayan yarası beyninde ucube bir kayba neden olmaya çoktan başlamıştı.
Oliver kararsız kaldı, çünkü Thomas'ın durumu hiç iyi gözükmüyordu, ama üstüne gidilmesi de kötü sonuçlara neden olabilirdi.
Ve en sonunda onu yalnız bırakıp kafasını toplamasına izin verdi. Thomas'a baka baka kampın yolunu tuttu. Thomas artık yalnızdı…
Yalnız kaldıktan sonra uzun uzun gözünün önünden geçirmeye başladı bütün yaşadıklarını ve kareler her sergilendiğinde Oliver'ın haklılık payı artıyordu. Thomas bu duruma nasıl düştüğünün soru işaretini kendinde aramaktaydı.
Koca evrende yapayalnızdı, oysa yaşadıkları o kadar gerçekti ki… Neye inanacağını bilmeden öylece denizin uzaklarına dalıyordu.
Thomas sıcaklığı bilmeden üşüdüğüne inanmaktaydı, yalan dedikleri bir yaşamın en kuytu köşesine sıkışmıştır, gözlerinin önünde Sandra ile geçirdiği anlar, beyninde Oliver'ın anlattıkları, sorular sorular sorular....
Bu durumda bir kaç saat geçirdikten sonra çadırların bulduğu yerin ters istikametine doğru koşar adım ilerledi. Çünkü hiçbir şeyin önemi kalmamıştı artık, tüm sevinci, mutluluğu, adının Thomas oluşu, duyguları üzüntüleri tamamıyla yalanların oluşturduğu noktada birer birer cümle olarak geçmekteydi.
Buna nasıl tahammül edeceğini, bununla nasıl yaşanacağını ve ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Durmadan koştu. Bedeninin dayanabildiği kadar hızla, hırsla koştu. Hava karanlıktı, sadece denizin sesi vardı etrafında, bir de kararan dünyasının yankıları yatıyordu yüreğinde… Kendisini o kadar yalnız hissediyordu ki… Yaşamak istemiyordu artık.
Dinlenip kendine geldi, bulunduğu yerden kalktı. Bu kez yürümeyi tercih etti, çünkü uzaklaşmak istiyordu, her yerden kaçar adım uzaklaşmak her adımda duyduğu, yaşadığı şeyleri unutmak, ama olmuyordu. Yaşananlar, zalim ve saldırgan bir katil gibi üstüne geliyordu.
Duyduklarının rüya olmasını o kadar çok istiyordu ki… Bir ara, bu konuşmalardan önceki durumuna dönmeyi hedefledi. Zaman geçtikçe adımları yavaşladı ve daha fazla dayanamayıp kumlara düştü. Gözleri uzaklarda, aklı başka bir baharın nemalarında kendisine sorular soruyordu.
Gökyüzü karanlıktı tıpkı duyguları gibi, deniz Thomas'ı temsil edercesine dalgalarla boğuşuyordu. Bir süre bu durumun içinde boş bakışlarla bekledi, kendisini toparladığında ipleri tamamıyla koparmaya karar verdi, içindekileri dökmesi gerekiyordu, ama yalnızdı.
İçindeki bütün duyguları…
İçinden dünyalar geçiyordu, zaman geçmiyordu, yanından o geveze susuşlar, o uzaklık ve anlamsızlık hepsini denize dökmek için fısıldamaya başlayacaktı zamana.
Kendi kendine mırıldanmaya başladı…
Onun pahasınaydı bugüne kadar yaşadıklarım, onu durmadan aramalarım, istediğim hatta geri dönmek istediğim tek andan başlatmak isterdim her şeyi. O cümleleri duymamış, her şeyin yalan olduğunu ve hala hayat karışında kandırılmış olmayı isterdim.
Ömrüm boyunca yaşamamıştım bu duyguyu, bütün bu olanlardan, aylar sonra içime bir yumruk gibi oturan, beni hırpalayıp duran, dünyadan başka bir yerlere yollayan ve oturup bunları düşünmek zorunda bırakan, arkadaşımın gözlerimin içine bakarak, sanki hayatıma son vermek istercesine, hayatımın gerçek olmadığını söylemesiydi.
Unut dedi bana, unut tüm yaşamını…
Üç dakika içinde duyduğum şeyler yüzünden geride bırak hayatını…
Hayatım boyunca sevmediğim kadar sevdiğim o kadını bulup ona sevdiğimi söylemekti, onsuz gecen ayların içimdeki onsuzluğun yumruğunu anlatmaktı tüm istediğim.
Belki şuandan sonra yaşayacaklarım, ertelemek demekti her şeyi, bu son durak artık...
Oysa öğrenmeseydim olanları ve hala yanımda olsaydı Sandra, hayatım boyunca çektiğim acılardan daha az acı çekerdim şimdi.
Aslında hiçbir şey göründüğü gibi değildi, bu, bir adamın kendi yarattığı dünyadan kovuluşuydu.
Bir seçimin bir yalanın tam ortasında, çıkmaz bir sokağın sonunda, boyundan uzun bir duvarın önünde saklanamadan kuşku ve yalnızlıkla boğulmaya başlamaktı durum.
Hiç yaşlanmıyordu düşünceleri, bir fotoğraf gibi duruyordu yüreğinde, beyninde kendi hikâyesinin son cümleleri yankılanıyordu…
Avuçlarında her şeyden habersiz, kum taneleri, önünde ölümden başka bir anlam ifade etmeyen deniz…
Hızla kayıp giden bulutların altında söylenen bu sözlerde tedirginlik yoktu, umursamazca, isyan edercesine bir hava vardı.
Yorgun bir adamın uzun süredir çabalayıp, yüzlerce kez peşinden koşup başaramamış, bu yitirmişliği yaşamış bir adamın düşüneceği türden düşüncelerdi. Sonucu görebilmek için hiç zorlanmıyordu ...
Aklındaki tüm sözcükler yorulunca cümlelere dizilmekten, üstündeki t-shortü çıkardı, ayağa kalktı, düşünmek istemiyordu artık ve istediği tek şey içgüdüleriyle birlikte hareket edip tüm olanlardan bir anda kurtulmaktı.
Denizin çıkardığı tüm yankılar ise içine doğru çekiyordu Thomas'ı, dalgalar sahile her vurduğunda ruhu bedeninden ayrılmışçasına hiçbir şey hissedemiyordu, duyguları ölümsüzleşmişti, geride kalansa ağlamaklı, çaresiz, beceriksiz bir bedenden başkası değildi.
Denizin koynuna doğru ilerlemeye başladı, sessizce denizle tanışıp yavaş yavaş tüm vücudunu sarmasına izin verdi derin suların.
Ve başlamıştı artık dönüşü olmayan yolculuk, karanlık sularda hayata karşı savaşı başlamıştı. Hızlı hızlı kulaçlar atarak sahilden iyiden iyiye uzaklaşmaya başladı. Bir anda kurtulmak istiyordu her şeyden, her kulaç atışında nefretini, zehrini tokatladı maviye, gittikçe uzaklaştı, gittikçe geçmişinde izlediği uzaklığa biraz daha yaklaştı. Yoruluncaya kadar devam etti, yorulup durduğunda ise sahilden epeyce uzaklaşmış olduğunu gördü. Geride onun için anlam ifade eden hiçbir şey kalmamıştı. Çaresizliğin bundan başka bir tanımı olamazdı Thomas için. Ve bir anda bırakmaya başladı kendisini mavinin sonsuzluğuna doğru, yüzündeki o anlamsızlıkla beraber dibe doğru yol aldı.
Dibe battıkça aklından milyonlarca yaşanmışlık geçmeye başladı…
Tek istediği otuz dört yıllık yaşamı boyunca yaşadığı olumlu ya da olumsuz yorgunlukları unutup, yaşama tekrar başlamaktı. Tek isteği satır başları yaşamadan düz bir yolda yürüyebilmekti.
İçinde yaşayamadığı çocukluğuna dönüp, bir türlü korkular yüzünden tadamadığı sevginin kollarına bırakmak istiyordu kendisini.
Sadece bunlar geçiyordu aklından denizin sonsuzunda sonsuzluğa varmadan önce.
Vücudu yavaşça ölmeye başlıyordu, içinde o soğukluğu derinden hissediyordu artık, tekrar en baştan başlayabilir miydi yaşama? Sil baştan yapabilir miydi anılarını?
Denizin mavi soğukluğuna doğru düşüyordu, nefesinin dayanabildiği yere kadar gözleri karanlık biçimde bu düşünceleri hayal ediyordu.
Ama daha fazla dayanacak nefesi kalmamıştı, artık can havliyle çırpınmaya başlıyordu, gözlerini yukarı diktiğinde ise çok geçti... Çoktan başlamıştı denizin koynundaki uykusuna…
Mavi bir sefer daha kabul ediyordu, bir yaşamla ortak dünya kurmayı. Su yutmaya başlamıştı, bedeni buz kesmişti. Ölümle savaşın en önemli dakikalarını yaşamaya başlamıştı artık.
Aklındaki karmaşık beyin fırtınalarıyla yüzünde Sandray' a son kez, duyduğu sevginin anlamı olan tebessüm vardı. Ölümle tanışıyordu.
İçinde ölüm kelimesi geçen bir cümlede özne oluyordu şimdi Thomas.
Thomas ölmüştü artık...
Ama…
Devamı var!..
Şafak Soysal
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
GÜZELCİN
Koşu koşuver nargözlüm
Yuvarlak biçimli ayakların
Küheylan kolanı gibi kuşağın
Gürbüz kalçalarının üzerinde
Koştur azaplardan kaçalım
Koruklar üzümlenmiş mi bakalım
Bir söze iki gülüş bir öpücük
İki bedeni birbirine katalım
Ruhsatlım sevdamsın berigel
Kanın höpürtülü başın dik
O seven yuyan bakışınla
İçimi yu mermer döşegel
Dorukta yeni ay ince işaret
Geceye bir şey olmaz gayri
Ne kem gözler gezinir karanlığa
Ne evin sevincinden korkan bulunur
Asmalarda güneş ve çocuklarımız
Çardakta ıslak ve ekşi uyur
Bacın bazlama yağlasın sahana
Mutluyuz tüm dünyaya duyur
CAHİT ZARİFOĞLU
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
7-Zip 4.62 (2008-12-02) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|