Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 7 Sayı: 1.602

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 27 Mart 2009 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Dünya Tiyatrolar Gününüz Kutlu Olsun


Merhabalar

Artık ne desek boş. Pazar günü sandığa gideceğiz ve beynimizin kıvrımlarına yerleşen fikirlerimiz doğrultusunda oyumuzu kullanacağız. Bu saatten sonra sadece sonucun bu güzel memlekete hayırlı olmasını diliyorum.

...

Sahip olduğumuz tüm bu teknoloji, araç ve gereçler, Türkiye sınırları içinde düşen bir helikopteri 36 saattir bulmaya yetmiyorsa yazıklar olsun o teknolojiye. Yazıcıoğlu için de bir kocaman mucize diliyorum ve bu çaresizliğe kahrediyorum.

...

Bugün Dünya Tiyatrolar Günü. İstatistiklere göre sadece yüz kişiden birinin düzenli tiyatroya gittiği, doksanikisinin hiç gitmediği Türkiye'de bu sanatı tırnaklarıyla kazıyarak bir yerlere taşıyan tüm sahne emekçilerini kutluyor, tiyatro sevdalılarını saygı ile selamlıyorum. Bu yıl bildiriyi Türkiye'de Nedret Güvenç kaleme aldı. Bu bildiriyi sizlerle paylaşmaktan büyük mutluluk duyuyorum.

"Ben bir sahne işçisiyim, bir ağır işçi. İşim gereği gece-gündüz çalışırım, buradan sizlere en güzel, en doğru, en çağdaş ve gerçekçi bir oyunla ulaşmak için... Bir oyun, bir oyun daha, bir oyun daha... Böyle mutlu geçer ömrüm, yeter ki siz burada olun ve birlikte kotaralım oyunumuzu. Birlikte gülelim, birlikte ağlayalım, birlikte coşalım, şaşalım, sevinelim ve birlikte düşünelim. Oyunun sonunda tiyatronun o vazgeçilmez gizemi içinden, alkışlarınızla, birlikte uyanalım. Güzel bir oyun sonrasının tatlı yorgunluğu içinde zevkle göz göze gelelim.

Şimdi biraz dertleşelim. Son yıllarda Türk Tiyatrosu adına olumlu olumsuz pek çok konuşmalar yapılıyor. Kimileri seyircinin giderek düzeysiz komedilere şartlandırıldığını, hele hele özel tiyatroların, gişe kaygısı nedeniyle ucuz prodüksiyonlarla yetinmek zorunda kaldıklarını, bunun da sanatsal bir erozyon olduğunu savunuyor. Kısmen doğru olabilir ama tüm yokluklara karşın sanat heyecanı ile hala perde açabilen özel tiyatro yapımcılarımızın ve sanatçılarımızın verdikleri mücadele göz ardı edilemez.

Bazılarıysa 'güldürü, güldürü, güldürü' diyor. 'Seyirci artık gülmek istiyor, düşünmek istemiyor' diyerek seyircilerimizi küçümsüyor. Gene bazıları da 'maaşlı memurdan sanatçı olmaz' diye ödenekli tiyatrolarımızı hedef alıyor. Oysa onların ana tiyatro niteliğini ve Türk Tiyatrosu'nun kurucusu olduğunu unutuyor.

Oradan yetişen birbirinden değerli büyük sanatçıların varlığını görmüyor. Bazı güzel insanlar da başlangıçtan bu yana Türk tiyatro sanatçılarının içinde çok büyük yetenekler olduğunu savunuyor ki aynı kanıdayım. En ilginç olanı da bazı çok bilirler, 'artık hiç kimse tiyatro yazmıyor, tiyatro yazarlarımıza ne oldu?' diye bir yanılgıdan yola çıkıyor. Bu çok önemli, çünkü yazarsız tiyatro olmaz. Bence bunu birlikte çözeceğiz, ama önce yazarlarımızı dinleyerek. Çünkü çok değerli ve büyük tiyatro yazarlarımız var.

Bu arada bazı tiyatroseverlerimiz, 'ah nerede o eski tiyatrolar, o eski oyunlar, o eski tiyatro sanatçıları' diye yerinip yerinip duruyor. Oysa çevreye dikkatle baksalar gençleri görecekler. Bir değişimin, bir gelişimin yaşandığını fark edecekler. Genç tiyatrocular iş başında. Hepsi de yetenekli, yürekli ve cesur. Bir araya gelip kendi özgün tiyatrolarını kuruyorlar. Yazıyorlar, oynuyorlar ve devamlı perde açıyorlar. Ben onlara 'safkan tiyatrocular' diyorum.

Ve gene diyorum ki günümüzün sanal ortamlarına karşın, Türk Tiyatrosu tüm gerçekliğiyle dimdik ayakta. Yeni ve çağdaş bir Türk Tiyatrosu hızla kendini bütünlerken, taptaze ve kararlı bir jön Türk, tiyatronun müjdesini veriyor. Çoğu tabuları yıkan bu özgür soluklu tiyatronun temelinde insanoğlunun gerçekleri var. Ama her şeyden öte, ülkemizin ve ülkemiz insanının iç güzelliği, kadirbilirliği, kaderciliği ama en umutsuz anlarda bile, o şaşmaz iradesi, kararlılığı ve sağlamlığı var.

'Sanatçı alnında ışığı hisseden insandır' diyor Büyük Önder. Bizler o ışığı sizlerden alıyoruz. Ve dünya durdukça, kim ne derse desin, her söze verilecek en doğru cevap buradan olacaktır, tiyatro sahnelerinden. Çünkü sizler buradasınız. O halde çalsın son ziller, açılsın perdeler..."


Huzurlu bir seçim dileğiyle, iyilikler diliyorum. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  SOKAKLAR ISLIK ÇALMAZ -3

Falanca kente gittin mi? Feşmekân yerleri gezdin mi? Gittim, gezdim ama bir şey anlamadım desem adama gülerler. Ben bir otobüse atlayıp aynı günde üç kent gezebilecek biri değilim. Üstelik moda olduğu için, herkes gidiyor diye bir yere de gitmem. Son günlerde televizyonlarda böyle bir seyahat çılgınlığı pompalanıyor. İnsanlar Bodrum'a Antalya'ya veya sahil kasabalarına gitmeye özendiriliyor. Tanıtıcı filmlerde bol bol bikinili kızlar gösteriliyor. Yeni bir kente veya kasabaya uğramak benim için yeterli değil. Sokakları hissetmek ve o yerin havasını koklamak, içime çekmek için günler ve geceler boyu kalmam gerek. Güneşinde kavrulmak, yağmurunda ıslanmak ve kırbaç gibi rüzgârlarını yüzümde gezdirmem lazım. Bazı kentlerin sokakları sabahları şarkı söyler. Güvercinleri toplar kucağına, kumruları üşüşür parklarına… Görüntüsünde kaybolursun. Moda filmleri izlemek, müzikleri dinlemek, kitapları okumak bende hep sürüye katılmak hissi yaratıyor. Yapmıyorum, yapamıyorum.

Hakan'ı çocukluğundan beri tanırım. İyi delikanlıdır, has adamımdır. İlkokula gittiği yıllar dünya tatlısı bir çocuktu. Beyaz tenli, yumuşak bakışlı, güleç yüzlü, pırıl pırıl bir oğlan çocuğu işte. Annesi onu kucağına alır okula götürürdü. İstiklal İlkokulunun merdivenlerini tam beş yıl boyunca her gün tırmandı. Beşi bitirinceye kadar hakan büyüdü, annesinin boyuna, kilosuna erişti. Daha fazla taşıyamadı Macide Ablam… Beşi bitirince oğlunu okuldan aldı. O yıllarda ilköğretim henüz sekiz yıla çıkmamıştı. Kanunlar "Hakan'a neden okula gelmiyorsun?" diye sormadılar. Macide Ablaya da çocuğunu niye getirmiyorsun?" demediler. Sınıf birincisi değildi ama Hakan, sonuncusu da değildi. Okuyabilirdi. İstiklal ilköğretim okulunun merdivenlerini çıkamadı. Yaşı ilerledikçe kilosu arttı, gelişim bozuklukları ilerleyen yaşıyla iyice çoğaldı. Sadece evin içinde bir şeylere tutunarak yürüyebiliyordu. Tuvalete gidebiliyordu, mutfağa veya televizyon karşısındaki sandalyesine. Hepsi bu.

Sokaklar kedileriyle, köpekleriyle, güvercinleriyle, ağaçlarıyla ve evleriyle sevilir. Bir de ayak sesleriyle. Çöp kamyonundan minibüslere, çocukların çığlıklarından, serçelerin cıvıltısına kadar her şey size aşinadır. Orada acayip şeyler olmaz. Eski konakların baktığı sokaklar dardır. Bir araba zor geçer. Çünkü zamanında at, için, eşek en fazla bir yaylı için düşünülmüştür. Şiirler sokakların uyumadığını söylerler. Büyük kentlerde nasıldır bilmem ama bizim sokaklarımız sakinleriyle birlikte uykuya dalarlar. Ve bizimle birlikte, sabaha açılan kapılarımızla birlikte uyanırlar.

Babası Hakan'a tekerlekli sandalye aldı. Onunla güzel havlarda sokağa çıkabiliyordu. Ama evinin açıldığı sokağın tamamı yüz elli metreydi. Arkadaşlarını görmek istese, sahile inmeye heveslense dik yokuşu aşamıyordu. Annesinin veya babasının onu aşağı sokağa indirmesi gerekiyordu. Ve sonra yeniden başka bir aşağı sokağa. Biraz paraları olsaydı Macide Ablaların belki çarşıdan veya sahile yakın caddelerin üzerinden bir zemin katı alabilirlerdi. Karı koca çalışmalarına rağmen istedikleri kadar, yeteri kadar paraları olamadı. Onlar hala o evlerinde yaşıyorlar. Hakan yıllar sonra bir yardım kuruluşunun hediye ettiği akülü bir sandalye sayesinde yeniden okula gitti. Orada aldığı derslerle ilköğretimin sekizinci sınıfından mezun oldu.

Onu hiçbir zaman arayıp sormayan devlet baba askerlik yaşı gelince hatırladı. Spastik ve bedensel engelli olduğunu anlayabilmeleri için babasıyla birlikte şubeye gitti. Doktor raporları ile ve görüntüsüyle komutanları askere gidemeyeceğine inandırdı. Yetişkin olarak akülü sandalyesi sayesinde yeniden başladığı okulda kendi gibi insanlarla tanıştı. Arkadaşlar edindi. Zaman zaman babasından yardım alarak onlarla görüşmeye gitti. Evde oturup kendi kendine bilgisayar kullanmasını öğrendi. Bozmasını ve tamir etmesini de. İnternet aracılığı ile çevresinde kendisiyle aynı sorunları yaşayan insanlarla tanıştı. Yaşam biraz daha çekilir oldu, şenlendi… Güzel havalarda bazen onunla yolumuz sahilde kesişiyor. Yanında çoğunlukla bir arkadaşı oluyor. Adını bilmiyorum ama artık arkadaşını da tanıyorum. Birkaç yıl önce Hakan resmi kurumlara özürlü kontenjanından işe girebilmek için dilekçeler yazdı. Ses çıkmayınca, yanıt alamayınca yeniden yazdı. İnatla, ısrarla yazdı. Ama bir tanesine bile olumlu yanıt alamadı. Yakınlarından destek bekledi, cesaret vermelerini istedi. Ama kimse bir şey demedi. Hakan da sağlam olanların bile iş bulamadığı bir ülkede, bedensel engellilerin işe girmesinin çok zor olduğunu biliyordu. Sadece umut etmek istiyordu, çabalamak istiyordu. Hevesini sürdüremedi. Hala umut ediyor ama…

Sokaklar akşama doğru yemek kokarlar. Pırasa, ıspanak, lahana, börek, mercimek bazen de kavurma. Düğünlerde parfüm kokar, cenazelerde hüzün. Mart Nisan'a geçerken sümbül, erik, şeftali, armut çiçeği, nane, maydanoz kokar. Azıcık da kiraz… Hepimizi alıp bir başka kente götürseler veya uzak mahallelere… Gözlerimizi bağlayıp bıraksalar. Kokusundan tanırız sokağımızı. Kaybolmayız…

Bundan beş yıl kadar önce Hakan ve arkadaşları Sinop Engelleri Aşma Kulübünü kurdular. Bir de aynı isimle internet siteleri var. O internet sitesinden bize bu kenti başka bir bakış açısıyla göstermeye, kendi yaşamlarını anlatmaya çalışıyorlar. Özellikle bir tanesi çok ilginç. İki arkadaş maç izlemeye spor salonuna gitmek istiyorlar. Salonun üç kapısı var ama içeri giremiyorlar. Çünkü spor salonunun bütün girişleri merdivenlidir ve rampa yoktur. Üstelik kapısında insan boyunda harflerle "hoş geldiniz," yazmaktadır. Yani engelli değilseniz hoş geldiniz. Neyse çaresiz vazgeçerler. Sinemaya gitmeye karar verirler. Sinemanın kapısına kadar giderler. Üstelik film de güzeldir ve bu filmi kaçırmak istemezler. Ama sinemanın kapısı da içeri girmelerine izin vermez. Kapısından geri dönerler. Arkadaşı bankamatikten para çekmek ister. Ama bankamatikler de mermer bir zemin üzerindedir ve sandalyenin yanaşması imkânsızdır. Eve telefon etmek istediklerinde telefon kulübesinin de yüksek olduğunu ve onların bedensel engelini hiç hesaba katmadığını görürler. Ulaşıp numara çevirmenin imkânı yoktur. Onların internet sitesinde bu sunuyu görünce şaşırdım. Çünkü ben onlar yazıncaya, söyleyinceye kadar bu durumun farkında bile değildim. Zamanında okulu engelleyen merdivenler meğerse onların yaşam buyu istedikleri her şeyin önünde kocaman bir duvar oluşturuyormuş. Şimdi sokaklara bazen onların gözüyle de bakabiliyorum.

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Hamdi Topçuoğlu

 Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


  JAPON TAŞÇI

Multatuli ya da asıl adıyla Eduard Douwes Dekker, (1820-1887) Endonezya asıllı, Hollandalı bir yazar.

Multatuli, bir kaptanın oğlu olarak doğar. Java'da Hollanda sömürge valisinin halka yaptıklarını görünce valiye kafa tutar. Daha sonra Hollanda'ya dönerek burada ezilen ve sömürüleler için eserler yazar. Max Hawelaar, Minnebriewen ( Sevgi mektupları)ve 7 ciltlik İdeen ( Düşünceler) adlı eserleri var.

Onun Japon Taşçı adlı öyküsü benim Hollandacadan yaptığım ilk çeviridir. Birileri bu çevirimi Seni Sevgiye Emanet Ediyorum- Oğluma mektuplar adlı eserimden kelime kelimesine kopyalamış; ancak kaynakça belirtmeyi nedense unutmuş. Dünya edebiyatını yakından izleyenlerin bildiği bu öykü, bizim okurlarımız için anonim bir öykü oluvermiş. Yayınevine yaptığımız uyarılara kulak asan olmadı. Adam telefon edip ya da iki satır yazı yazarak özür dileme nezaketinde bile bulunmadı.

Bizde emeğe saygıdan söz edilirken hâlâ sadece kol emeği akla geliyor. Oysa beyin ve duygu emeği daha mı az değerlidir? Bugün gelişmiş ülkeler güçlerini iyi yetişmiş insanlardan almaktadır. Çünkü Beyin işçileri sayesinde beden gücüyle çalışanlara daha çok iş alanı yaratmak, daha kaliteli bir yaşam sunmak olanaklıdır.

Sanat ve bilimle uğraşanlar bir sanatsal ya da bilimsel eser vermenin ne kadar yoğun, ve yıpratıcı emek istediğini bilirler. Şairler yolda belde akıllarına eseni kâğıda döküveren, müzisyenler iki üç sesi bir araya getiriveren, ressamlar fırçayla boyaları karıştırıp karıştırıp tuvale sürüverenler değildir. Bizler bazen bir köşe yazısı için bile uykularımızdan oluruz. Bunun karşılığında cebimize tek kuruş girmez. Kendi bütçemizle bastırdığımız kitapları eşe dosta bedavaya, dağıtırız. Manavdan üç dört liraya bir kilo domates alırız, ama manav bizden kitabımızı istese, ona hiçbir ücret talep etmeden, manav kitap okuyor sevinciyle imzalayarak veririz.

Seçim döneminde bazı politikacılarımız halka şiirlerle seslendi. Bu iyi bir gelişme; ancak hiç kimse bu şiirleri okurken şiir sahiplerine bir ödeme yapmayı aklından bile geçirmedi. Biz de en kabadayı şiir kitabının bin adet basıldığı bir ülkede, meydanların şiir okuyan politikacıları izlemeye gelen on binler tarafından doldurulmasını anlamaya çalıştık.

Sanattaki durumumuz bu da bilim alanında farklı mı sanki? Bugün üniversitelerde ders veren genç bilim adamlarının ne kadar maaş aldığını hangimiz merak ediyor? Geçenlerde fakülteye derse gidiyordum. Kırdan geldiğim için ayakkabılarımı boyatmam gerekiyordu. Sokağın köşesindeki boyacıya beş dakikada boyadığı ayakkabılarım için üç lira verdim. Oysa devlet bana az sonra vereceğim bir ders saati için altı lira ödeyecekti. İster istemez kıyaslamadan edemedim.

Türkiye ne yazık ki uzmanlıkların, sanatçıların, bilim adamlarının değer verildiği değil "Ne iş olsa yaparım abi!" diyenlerin sözünün geçtiği bir ülke. İnanmayanlar seçmen anketlerindeki kültür eğilimlerine, adayların eğitim düzeylerine baksın.

Sunay Akın ne güzel söylemiş: Bilim ve sanat, bir kuşun iki kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar. Uçamayanlar ise tavuk olur..
"Tavuk toplum" önüne atılan bir avuç yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz."

Sözü daha da uzatmaya gerek yok. Biz Multatuli'nin öyküsüne dönelim en iyisi:

O, yoksul bir taşçıydı. Her gün kayaları parçalıyordu. İşi çok ağırdı; ama çok az aylık alıyordu. Bu yüzden de hayatından hiç memnun değildi.

"Ben başkalarından daha çok çalışıyorum!" diye düşünüyordu.

"Benim işim onlarınkinden ağır ve ben onlardan daha az kazanıyorum.
Zengin olmak istiyorum. Biraz dinlenirim ve güzel elbiselerim olur."

O anda gökten bir melek indi. Ona, "Zengin olacaksın, güzel elbiselerin olacak," dedi. Taşçı hemen zengin oluverdi. Artık onun da güzel elbiseleri vardı ve bir iş yapmak zorunda da değildi.

Günün birinde kral, onu sarayına davet etti. O, sarayın güzelliğine hayran oldu. Kral ondan daha zengindi. Bu yüzden üzüldü; "Ben de kral olmak istiyorum," dedi. Gökten bir melek geldi ve onu kral yaptı. Şimdi bütün gün hiç çalışmıyordu.

Çok sıcak bir gündü. Güneş ışınlarını saçıyor, yeryüzü yanıyor mu yanıyordu. Kral kızdı; güneş ondan nasıl güçlü olurdu ki? Yaşamı yine sevmez olmuştu. "Güneş olmak istiyorum!" dedi. Melek onu bu kez de güneş yaptı. Şimdi güneş, ışınlarını saçıyor ve dünyada her şey yanıyordu. Ama bir bulut geldi, dünyayla onun arasına girdi. Işınları artık dünyaya ulaşmıyordu. Güneş kızdı; "Bu nedir böyle? Ben buluta hiçbir şey yapamıyorum. Derhal ondan daha kuvvetli olmak istiyorum," deyince melek onu bu kez bulut yaptı. Az sonra bulut, yağmura dönüştürdü. Yağ-murlar toprağa, oradan nehirlere ulaştı. Nehirlerin suları çoğaldıkça çoğaldı. Evleri, tarlaları seller bastı. İnsanlar, hayvanlar, tarlalar perişan oldu. Ama sular, kayalara hiçbir şey yapamıyordu. Bulut öfkelendi: "Bu kadar çok su nasıl olur da kayaları aşamaz..." Ama kayalar sulardan daha güçlüydü. Bulut bağırdı: "Kaya olmak istiyorum." Melek hemen geldi ve onu kaya yaptı. Artık güneşten ve bu-luttan da güçlüydü.

Aradan çok geçmedi. Elinde balyozla bir adam çıkageldi ve ondan parçalar koparmaya başladı. "Aman! bu da nesi?" dedi kaya. "Ben bu adamdan zayıfım."

"Sonra birden anladı kuvvetin kaynağının mutluluk olduğunu ve pişmanlıkla haykırdı: "İnsan olmak istiyorum!" Melek onun bu dileğini de yerine getirdi. Kaya insana dönüştü. Şimdi o adam yine kayalardan taşlar koparıyor. İşi ağır ve aylığı az; ama yaşamı seviyor ve mutlu.

Hamdi Topçuoğlu
egerem@yahoo.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  Araba Sevdası

Haberi duyunca; "Hadi canım sende ..!" dedim.
Ya doğruysa diye; "Hadi canım bende ..!" diyerek araba satıcısının yolunu tuttum.

Çok değil 2 ay kadar önce beni ayakta karşılayıp dil üstüne çil döken satıcı kadın şimdi burnundan kıl aldırmıyor iyi mi ?

"Hanımefendi, bakar mısınız ?"

"Lütfen şuraya buyrun beyefendi ! Yok yok en iyisi şu köşeye buyrun ! Kahve, çay ?"
"Teşekkürler efendim, ben geçiyordum da şöyle bir bakınayım demiştim.."

"İyi yapmışsınız, bakın ne hoş koşullarımız var sizler için..."
"Öyle mi, örneğin şunun için acaba o hoş koşullar nedir ?"

"Şu fiyata kadar sizden SIFIR faiz alıyoruz mesela, nasıl ?"
"Eee, iyiymiş hakikaten.."

"Ayrıca, özel olarak şu kadar da bizden ekstra indirim, ne dersiniz ?"
"Güzelmiş.."

"Ayrıca, ......."

demişti vakti zamanında. Çaylar bitmeye yakın kahveler geliyordu dumanında..

"Ben sizi filanca gün arayacağım" demişti en sonunda.
"Kriz var Ahmet, kendine gel !" demiştim dışarıya çıktığım anda.
"Yok canım, dur hele ! Hem araba yok mu senin altında ?" ve
"Bir süre beklemeli, kaçmıyor ya !" diye de eklemiştim arka planda...

"Hanımefendi, bakar mısınız ?"

sözlerim ikinci kez uçuştu havada. Birkaç ay önce sinek avlayan satıcı kadının etrafında 3 adam birden dikilmişti. Biri masada önde, bir diğeri oturanın ve sonuncusu da kadının ensesinde.

Haber neydi ?
"Öteki Tarafın Vergisi ( ÖTV ); SIFIR arabalarda 3 aylığına SIFIRLANDI.."

Haberin devamı neydi ?
"Altınlarını bozduran millet sıfır arabaların peşine düştü.."

Haberin önü neydi ?
"Üretimler düştü, dünyanın araba devleri krizden ötürü eleman çıkartıyorlar.."

Haberin arkası neydi ?
"Bize bişey olmaz Abi ..!"

"Hanımefendi, bir bakar mısınız ?"

"Tamam patlamayın, geldim. Buyrun, ne vardı ?"
"Efendim, şu arabanın......" derken lafı ağzıma tıkayıp;
"En iyisi ben size kısaca anlatayım.." dedi ve makinalı tüfek gibi anlatmaya başladı :

Bir : Elimde sadece gelecek ay için 2 adet arabam kaldı, biri şu model, diğeri de bu..
İki : Sıfır faiz de sıfırlandı ama siz bankalardan istediğiniz faizle kredi alabilirsiniz..
Üç : Önümüzdeki ay, bu fiyatları kesinlikle garanti edemem..

Sınıfta yaramaz çocukları haşlar gibi bir güzel haşladı..

"Araba Sevdası" neymiş öğrendik, belki de Recaizade Mahmut Ekrem bizleri andı...

asesen@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
5 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Erhan Tığlı

 GÜL-DİKEN YAZILAR : Erhan Tığlı


  TİYATRO- OYUN ÇEŞİTLEMELERİ

Oyun: Sahnedeki oyuncuların çabalarını saygı ve sevgiyle seyredin; güzelliğe doyun.
Oyun: Kötülüğü, çirkinliği çöpe koyun; güzelliği, iyiliği koruyun.
Oyun: Tiyatroya gitmezsen, sanatı önemsemezsen ot gibi yaşarsın; bir karış büyür boyun!
Oyun: Tiyatrodan zevk almazsan, müzik, resim ve edebiyatla ilgilenmezsen olursun bir koyun...
Oyun: Kimi sanatçılar(!) için tiyatro, sinema gündeme gelmek, gündemde kalmak için bir bahane, bir oyun. Kendini zora sokma, soyun güzelim soyun!
Oyun: Onunla gelişir duygu ve düşüncelerin, onunla değişir huyun.

Erhan Tığlı
erhantigli@mynet.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


7,337,337,337,337,337,337,33
3 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


http://www.kemalkilicdaroglu.com.tr


polygon@polygon.com.tr


Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


75. SONE

Bir an sevinç duyarken, korkuyorum sonra hemen,
Haydut yıllar çalar götürür diye hazinemi;
Bir an, başbaşa kalmaktan öte bir şey istemezken,
Sonra diyorum ki, alem niye görmesin sevincimi?
Bazan, sana baka baka kendime çektiğim ziyafetle,
Doydum sanırken, bir bakışın açlığıyla ölüyorum sonra,
Senin bana verdiğin ya da verebileceğinden öte,
Ne bir şeyden zevk alıyorum, ne de çabalıyorum almaya.
İşte böyle, her gün hem açlıktan ölüyor, hem tıkanıyorum;
Ya oburca her şeyi yiyorum, ya da hiçbir şeye dokunmuyorum.

William Shakespeare

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu



Polygon Web Studio


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"

Hatice Bediroğlu
"Düş Kuruyor Gece"

Cüneyt GÖKSU
Serpil YILDIZ

"KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

Merih Günay
"HİÇ"

Feride Özmat
"Yanlış Zaman Hikayeleri "

C.Eray Eldemir
"Uzak İklimler"

Temirağa Demir
"Edepli Fahişeler"

 
Nesrin Özyaycı
"ÖLMESEYDİ"


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Gom Player Version 2.1.9.3754 / Windows / 5.52 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

7-Zip 4.62 (2008-12-02) for Windows / 913 KB
http://www.7-zip.org/
Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Uygulama : Cem Özbatur
2002-09©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Dont worry be happy
Bobby McFerrin









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20090327.asp
ISSN: 1303-8923
27 Mart 2009 - ©2002/09-kmarsiv.com