|
|
|
6 Nisan 2009 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Bahar gelmiş neyleyim!.. |
İyi haftalar,
Bahar geldi böyle oldu. Önce çarptı sonra n'apacağımı şaşırttı. Cuma günü kalın giydim yandım diye hafta sonu kısa kollu tişörtlerle vurdum kendimi sokağa. Zorunlu açık kalan göbek hizamdan aldığım rüzgar bilahare ne gibi arızalar çıkaracak bilmiyorum ama ben şimdilik pek mutluyum. Galiba güneşi özlemişim. Baktım da sadece ben değil, herkes özlemiş atmış kendini sokaklara. Buna biten seçim çılgınlığını da ekleyince güneş keyif verici hap etkisi yapıyor vallahi.
Seçim geçti geçmesine de artçı depremleri sürüyor. Komik desen değil, ayıp desen olmaz, ne diyeceğimi şaşırmış durumdayım. Recebim seçimlerin demokratik bir ortamda yapılmadığından dem vurmuş, bizi de saf yerine koymuş sağolsun. Diyarbakır'da evlere bırakılan tehdit mektuplarına takmış. Seçmen tehdit edildiği için oy verdi demeye getiriyor. İyi güzel de, hukuki gereği konusunda parmak şıklatmış mı? Yok. Kendisi Davos'tan sorumlu başbakan olduğu için diğer konulara pek eğilmemiş. İhlâller kendini vurunca şikayet ediyor. Kime? Kendisine herhalde, kendini Patagonya başbakanı zannetmiyorsa başka kime olacak? Kendi bakanlarının "Bize oy vermeyenin hali vay vay vayyy!" diye seçmeni tehdit etmelerini pek önemsemiyor anlaşılan. Biri sözlü, biri yazılı belgeli olduğu için mi farklı acaba? İyi de Tayyip Bey, hepsi kayıtlarda mevcut yani inkârı mümkün değil. Tıpkı, NATO Genel Sekreterliği için Danimarka'ya attığınız hava gibi. Roj TV yasaklanmazsa, karikatürler için özür dilenmezse vetoyu koyarmışsınız, koyabildiniz mi? Efendim, duyamadım. Bu öyle "van minüt" demeye benzemiyor değil mi? Hoş siz olsaydınız postayı koyar Rasmussen'i alaşağı ederdiniz ama Gül siz gibi dirayetli değil. O söz alıyor, yetiyor. Olan Türkiye'nin itibarına oluyor ama olsun, o kadarı kadı kızında da olur değil mi?
Bugünleri de görecekmişiz, hayırlara vesile olsun inşallah. Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu iki kamu bankasının Sabah-atv alımı için Çalık'a verdiği kredide vahim hatalar bulmuş. Hata raporu 29 Ocakta Meclise gelmiş ama biz yeni duyduk, olsun varsın. Bir halt çıkmayacağı hepimizin malumu da, ben asıl bunu gözlerden ırak tutmak için ne gibi madrabazlıklar yapacaklar onu merak ediyorum. Tabi bir de damadı. Kayınbabası ile konuyu istişare ederken ne gibi cümleler kuruyorlardır mesela? "Babacım döv bunları, patronum çok üzülüyor." "Dellenme oğlan, patron benim, onlar çalı süpürgesi!". Haydi esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir YARA |
|
Kim sorsa aynı göz... Ama kime anlatsa farklı birkaç söz. Geçiştirilmek istenirken hep kendinden bırakmalara gebe kalan ve her gebelik halinde yazık ağırlıkları omuzladığından kanlı düşükler yapan, hasarlı ömür kahramanlarıydı onlar. Onlar, bizdik; biz onlar...
Duydum...
Bazen görerek. Koklayarak. Ya da dokunarak bazen, hissettim. Altıncı duyu organıma acımı eklettim. Tıp ağladı, ben herkes sussun istedim...
Kendi sıvısında buhar olmaya alışmamış ama kabul göstermekten de başka çare bulamamış, olgunluğa son adımı yaşayan bir yorgun yüz... Gözlüklerinin altına giz olmuş uzun kirpikleri kadar siyah yaşanmış birkaç yıl. Olgunluğundan daha durağan yüzü. Gözlüklerinin altında öyle uzun ki yaşadıkları, arada susarak uzaklara bakışı en çok bu nedenden...
Aynı yolda yürüyorduk. Yol kalabalıktan tenhaydı ve yanılsama oranı o kadar fazlaydı ki, göremiyorduk. Bu görüş kısırlığının bir üreme aksaklığı ile ilişkilendirilmesi saçmaydı. Yol çok tenhaydı. Ve saat o kadar geçmişti ki akşamı, sabaha en yakın saatlerdi, bu yüzden fazlaca karanlıktı. Biri çıt dedi, biz kırıldık....
Hani darmadağın bir odanın tam ortasına itilmek gibi. Titiz olmasan keder değil keyif bu dağınıklık. Oysa bu karmaşada yaşayamazsan bir tarafından tutup odayı adam etmeye koyulacaksın. Dağıldık. Dağınık bir hayatın çıt sesiyle kırıldığı noktadaydık. Hepimiz bir süre acının ne tarafından ayağa kaldırılması gerektiğini hesaba çalıştık. Kendi payımızı ararken sessiz olmak zorundaydık. Oda dağınıktı. Ve bu dağınıklığın ortasında hasarı bedeninden ruhuna yol bir adam, uyumak, iyi olmak ve ayağa kalkmak zorundaydı...
Odada bir zamandır susulanlar ıslatılıyordu. Bayatlığı ıslaklıkla yumuşatılmaya çalışılan geçmiş zamanlar ıslandıkça mayışıyor mayıştıkça ellerimize bulanıyordu. Islatılan geçmiş zamanlar bu dağınık nemin ortasındaki acıda lezzetsiz geliyordu. Ve fakat doymak için her zaman lezzet aranmaması gerektiğini hayat bir zamandır çözdürmüş; çözümün kesin doğruluğunu kanıtlamak hevesiyle şimdi bana bu çözümün sağlamasını öğretiyordu....
Verilenleri istenilenlerin yanına yazdım. Karşıdan yazdıklarıma baktım. Yazılırken kolay anlatırken masalsı yaşanırken sancısı varlığından büyük sayılar. Kaç haneli olduğunu idrak etmeye çalıştıkça rasyonel vazgeçişleri anımsatan argümansal sorular...
Kenar uzunlukları birbirine eşit aynı zamanda iki kenarı paralel ve hatta daha da cüret ederek bir bilime kafa tutmaya, ölçüleri toplamı 180... Formül değil hatalı olan. Bu formülün mevsime ve tuttuğum kalemin divitine uyumsuzluğu şimdi bütün hataları doğuran...
Oda dağınık. İçeride kaç kişiyiz saymadım. Çünkü gelenler gidenler ve asla gitmeyeceğim diyerek kendine yenilenler üçlüsünde öyle baş döndürücü bir sirkülasyon ki yaşanan, odadaki temel kişi sayısını şimdilik hesaplamaktan ben vazgeçtim. Odada tek kişiyiz, kendimiz dışındakileri hiçe sayarsak. Camın temizliğini ben üstlendim. Tek kanatlı cam çok büyük de olsa, bir sağ sol dengesini oluşturamayacak kadar bir başına. Ve tek kanadın çok kocaman da olsa uçamazsın. Havalanıp uzaklaşmak için dengeyi sağlayamazsın...
Pencerenin buğusunu kaldırdım. Önce yağmur sonra damla daha zaman aşımına uğradığında kir olmuş birikintiyi camdan temizleyebilmek çabasındayım. Odadaki dağınıklığı görmemeli bu dağınıklığın ortasında uyumak iyi olmak ve ayağa kalkmak zorunluluğu olan adam. Uyandığında ben tek kanatlı bu büyük camın harını arıtmış olacağım. Sonra mı. Ona bir masal anlatacağım. İçinde denizle balıklar yağmurla kar, güneşle ay olacak. Anlatırken elini tutacağım. Uyandığında hiç bırakmayacağım...
Sarahatun Demir sarahatun@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Hatice Bediroğlu Aç Gözlerini Eniştem |
|
Hadi eniştem. Kocaman adamsın. Boylu-poslu… Babayiğit… Yakışmıyor o yatakta öyle yatman.
Aç gözlerini bir bak teyzeme. Bekler durur başında. Canım çok yanıyor demeye çalıştı telefonda. Dağıldı sesi titreşimlerle… Doluştu içime. Kabarıverdi yüreğim. Tıkandım. Dua edeceğim teyzem demeye çalıştım taaa kilometrelerce uzaktan. Haykırmak istedim… Geceyi parçalamak. Uzun bir ses çıktı gırtlağımdan. Kanıyordu sanki! Balkona fırladım nefes alabilmek için. Çiçekleri suladım gözümün yaşlarıyla. Hani acıdan tümden solarlar mı bilmem sabaha kadar.
Benim de canım çok yanıyor teyzem. Bilirsin sülâlemde sevdiğim çok az kişiden biri eniştem biri sensin.
Babam hastalandığında bu yaz, önce Yaradan'a karşı sorumlu olmamak için sonra kendi içimde sıkıntıya düşmemek için gelmiştim ya… Anlatabilmek için babam diyorum işte biliyorsun. Hak ettiğinden değil. İlk defa bedenine ellerim değmişti o zaman. Kız kardeşimle beraber yataktan kaldırmak ve yatırmak için. Bir de çok terlediğinden çamaşırını değiştirmek için. Öfkelendim o anda biliyor musun teyzem. Ne işim var burada dedim. Zaten gitmem için arkadaşlarım da zorlamıştı. Beni tanıyorlardı. Madem hasta… Ölüm var. Olsun varsın bir gör dediler. Bu olsun varsın lafına çok kızmama rağmen yine de işte ölürse rahat ölsün diye alelacele bilet alıp, akşam yola çıkmış sabah Düzce'ye inmiştim. Depremden sonra dümdüz olmuştu şehir. Çoban Restoranın karşısında imiş yeni terminal. İndim ama eskilerden kalma bir yer göremedim. Uzun sürer şimdi o sırada hissettiğim yabancılık ve ne işim var burada, niye geldim sanki düşüncelerinin çatışmasını anlatmak. Sokakta yürüyen herhangi bir adamdan daha yabancı babam bana. Hep düşünmüşümdür. Öldüğünde eğer ben sağ isem ağlar mıyım? Bilemiyorum. Ateş düştüğü yeri yakar derler ama o düştüğü yerde ben var mıyım orası belli değil işte.
Ne iyi olmuş bu yaz geldiğimde tüm akrabaları ziyaret etmemiz. Bak! amcamın oğlu Ali ağabeyim de ölmüş. Öpmüştüm o zaman bembeyaz olmuş yanaklarından yattığı yerde. Tüm derisi şeffafa yakın bir beyazlıkta idi ve tek bir tüyü bile kalmamış dökülmüştü. Sevtap söyledi Cumartesi günü toprağa verildiğini… Senin torun. Eniştem ile ilgili ayrıntıları da dün ondan öğrendim.
Bu gece senden önce onlara telefon etmiştim. Küçüğü Mehtap anlattı sürekli uyutmaya devam ettiklerini. Yarım saat kadar kalbin durmasıyla beyne oksijen gitmediğinden ilacın etkisi geçince bedeni kasılıyormuş. Kendine gelse bile beyinde hasar olması çok büyük bir ihtimal. Doktorların " her şeye hazırlıklı olun " cümlesine karşı umalım ki her şey yolunda gitsin. O yarım saat hiç olmamış gibi Allah güç kuvvet versin. Hani geçenlerde msn de görüntülü konuşmuştuk ya… Misafirimi yanıma çağırarak, sakalın enişteme, ikinizin de birbirinize ne kadar çok yakıştığınızı söylemiştim. O da onaylamıştı. Gerçekten çok tonton görünüyorlar diye. Benim teyzem… Benim eniştem diye şöyle bir geriye yaslanıp baba hindiler gibi kabarmıştım. Aidiyet duygusu bir canlı için hele bir insan için ne kadar çok önemlidir. Pek bir mutlu olmuştum o akşam. Sevimcim çağlamış yetmemiş kimin teyzesi… Kimin eniştesi diye kendime pay çıkararak çığlıklar atmıştım.
İnan bana. Yine atacağım bu çığlıkları. Biliyorum. Buna yüreğinin her zerresiyle sen de inan teyzem.
Üzerinden sekiz yıl geçmiş Düzce'ye gelişimin. Babamın hastalığı vesile olmamış olsaydı kim bilir daha kaç yıl geçmiş olacaktı. Kız kardeşimin eşi sağ olsun güleç iyi bir insan. Otomobiline benzini koyup o köy senin bu köy benim dolaşmadık kimseyi bırakmamıştık. Halama da uğramıştık o zaman. Elleri damar damar olmuş. Yaşlanmış halam da. Bize hacı hurması ikram etmişti. Ardından sizin köye doğru yola çıkmıştık teyzem.
Eniştem, mevsimin ilk kiraz ve eriğini toplamış o sabah. Topladığının hepsini kabıyla önümüze koymuştu. Hep anlatırım çevremdeki herkese… Sen unutmuşsundur bak dinle.
Yıllar yıllar önce Bolu'da çalışırken bir kış günü hafta sonu size gelmiştim. Sabah kalkıp mutfağa girdiğimde seni göremeyince enişteme sormuştum. Dama gitti demişti. Şimdi hasta yatağında yatan bu koca adam; kuzineyi yakmış, odayı süpürmüş, çayı demlemiş, patatesleri, o kocaman köy ekmeğinden kestiği dilimleri kızartmış, sofrayı kurmuş hazır etmiş. Helal sana enişte okumuşlarda bile yok senin gibi adam demiştim. Ee eniştesinin hayat müşterek demişti. Derken sen gelmiştin üşümüş olarak sıcacık odaya… Hep beraber kahvaltımızı yapmıştık. İnsan gibi insandı işte benim eniştem. Paylaşımcı, eşini seven, kadını hor görmeyen… " dı " dememin nedeni eskiye dönük olarak anlatmamdandır teyzem. Yoksa patadanak açacak gözünü hem de hiç kasılmadan, titremeden… Bilinci yerinde… Sapasağlam olarak… Sonra sana diyecek ki;
" Hadi Bedriye gidelim köyümüze. Ne işimiz var burada. Bahçelerde yapacak daha çook iş var. Bak! Kar geliyor. "
Ve bineceksiniz o adı neydi triptör müydü işte ona. Sen kasada oturacaksın eniştem direksiyonda. Üşümeyesiniz diye saracaksınız kafanızı ya… Kafası zaten kocaman olduğundan görüntüsü iyice irileşecek. Kızma canım teyzem takılıyorum işte. İnsan sevdiğine takılır. Hem serseriler rastlarsa korkarlar fena mı olur?
Aynası da yoktur hâlâ bilirim. Bu nedenle kafasını ha bire yana çarpıtıp geriyi gözleyecek benim eniştem ve biliyorum, inanıyorum ki; kuzineyi yine o yakacak.
Hatice Bediroğlu hatice@haticebediroglu.net
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
RÜYA İÇİNDE RÜYA
Hemen soğuk ve karanlık pencereye koştum;Gökyüzündeki bulutlar aşağıya inmiş gibi koyu bir sisin içindeki kaldırımda, karımın giderek uzaklaşan ayak sesini dinledim sessizce. Bu hayatın içinde tek başıma yapayalnız kaldığımı, hayatın anlamsızlığını, suskunluğumu, çaresizliğimi, bütün ruhumu sonuna kadar kaplayan suçluluk duygusunu, korkaklığımı, nerede hata yaptığımı düşündüm ve düşündükçe neyi düşünmem gerektiğini düşündüm ama bir süre sonra aklım körleşti, düşünemez oldum.
Melek yüzlü karım, beni yapayalnız bırakıp hayatımdan çekip gitmişti, geride kalan gün çiçeği kokusu ve elimde onun yıllar önce çekilmiş esrarlı gölgelerin titreştiği siyah beyaz resmi, pencerenin önünde ölüm sessizliği içinde neyi düşüneceğimi bilemeden öylece kalakaldım. Nefret duygusu ve kıskançlık uçurumlardan süratle sürüklenip, önüne gelen her şeyi içine alıp yutan bir yaratık gibi, bütün korkunçluğuyla ruhuma tamamen yayılmaya başladı. Karmakarışık düşünceler aklımı iyice körleştirmiş, onu bulmak için çıkmam gereken sonu meçhul yolculuğu ve şehrin içindeki kayıp gölgeleri düşünürken, ne yapmam gerektiğini bilmediğimi anladım ve birden hayatın içinde kaybolmuş gibi hissettim kendimi.
Bu düşünceler, kıskançlıklar, şüpheler ve tedirginlikler arasında yavaş yavaş parçalanıp eridiğimi hissederken, üçlü koltuğa kıvrılıp uyuyakaldım ve tuhaf bir rüya gördüm.
Rüyamda yarı karanlık bir odanın içinde, büyük bir pencerenin önünde bir koltukta oturuyordum. Camın arkasından, gökyüzündeki kızıl bulutlara bakarak, aylarca düşündükten sonra, kapalı kapı ardında yazı masasında yalnızlık içinde hikâye yazmaya başlayan bir yazar gibi, bir hikâyenin ilk bölümünü düşlemeye başlamıştım. Daha sonra düşlediğim hikâyenin ilk bölümünü camda bir film gibi seyretmeye başladım.
Camdaki görüntüde, genç bir heykeltıraşın tren garında bir arkadaşını yolcu ettikten sonra, hareket etmeye başlayan bir trenin penceresinde genç ve güzel bir kadınla göz göze geldiğini gördüm ama ilginç olan heykeltıraşın hissettiklerinin aynısını, sanki genç kadınla göz göze gelen benmişim gibi hissediyordum. Heykeltıraş uzaklaşan trenin arkasından karmakarışık duygularla bakarken, bir anda tren garındaki bütün renkler soluklaşarak, trenin geride bıraktığı beyaz dumanın içinde eriyip aynı rengi aldıktan hemen sonra, bütün sesler birdenbire silinip, derin bir sessizliğe büründü ama uzaklaşan trenin sesi halen duyuluyordu.
Heykeltıraşın trenin penceresinde göz göze geldiği kadının melek yüzü ruhunda canlanmıştı, artık iki canı vardı, bir tarafı aşk yolculuğuna çıkmak isterken, diğer tarafı da buna karşıydı ve içindeki diğer canla konuşurken yolculuğa çıkma kararını çoktan verdiğini, heykeltıraşın yüzündeki şaşkın bir çocuk ifadesinden anlamıştım. Göz göze geldiği kadının gittiği şehre, başka bir trene binerek geri dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkan biri gibi, aşk yolculuğuna çıkan heykeltıraşın başını kaldırıp şöyle bir gardaki saate hüzünle baktığını görünce, aynı hüznü bende hissettim yüreğimde.
İlk bölümü seyrettikten sonra, hikâyenin devamını düşlemeye başladım ve hemen arkasından görüntüleri seyretmeye koyuldum. Heykeltıraş, adı bilinmeyen şehre gelince, trenden inip dar sokaklarda, renk renk ışıklı vitrinleri olan dükkânların sıralandığı caddelerde, rüzgârın istediği gibi estiği geniş meydanlarda ve hüzünlü gölgelerin dolaştığı renksiz kaldırımlarda ve her yerde trende gördüğü melek yüzlü kadını aradığını ama insanların gözlerinin altındaki hep aynı hüzünlü gölgeyi görünce, ümitsizliğe kapıldığını ve aşkı yitirmenin korku ve telaşı içinde, önceden düşünemeyeceği kadar huzursuz olduğunu gördüm. Gecenin kör karanlığında dar bir sokaktan geçerken, birden heykeltıraşın karşısına yüzlerinde korku fırtınaları esen, karanlık yüzlü üç kişinin çıktığını görünce, her şeyin düşlediğim gibi olduğunu anladım ve bir an ünlü bir yazar gibi hissettim kendimi.
Adamlardan iri yarı olanı kim olduğunu, uzun boylu olan adam ne aradığını ve yüzünde yara izi olan adam ise nereye gittiğini sorunca, heykeltıraş hareket etmeye başlayan bir trenin penceresinde güzel bir kadın gördüğünü, kadına âşık olduğunu ve onu aramak için bu şehre geldiğini anlatırken, adamların bakışlarından niyetlerinin kötü olduğunu da anlamıştı. Yüzünde yara izi olan adam karanlığın içinde birdenbire patlayan kahkahalarla güldükten sonra, "Cenneti gözünün önüne getir, âşık olduğun kadını görürsün." dedi ve hemen arkasından "Bunu bir kitapta bende okumuştum." dedi uzun boylu adam, İri yarı adamın gözlerinde, yanıp sönen ateş kırmızısı ışığı gören diğer adamlar, Heykeltıraşa birden saldırmaya başladılar. Karanlık yüzlü üç adam, Heykeltıraşı bayıltana kadar dövdükten sonra, bütün parasını alıp, üçünün de gözlerinde ateş kırmızısı ışık, zifiri karanlığın içinde kayboldular sessizce.
İkinci bölümü camda seyrettikten sonra, hikâyenin devamını düşledim hemen. Heykeltıraş kanlar içinde soğuk kaldırımda yatıyordu ki, birden yanı başında beyaz sakallı yaşlı bir adamın onu yerden kaldırmaya çalıştığını gördüm. Yaşlı adam, evine getirdiği heykeltıraşın yaralarını sardıktan sonra, başına neler geldiğini sordu ama Heykeltıraş yaşadıklarının hepsini anlatamadan, bitkin bir halde uykuya dalmıştı. Yaşlı adamın çaresiz bir hastalığa yakalanmış birine bakar gibi acıyarak heykeltıraşa baktığını görünce, nedense suçlu hissettim kendimi.
Ertesi gün, yaşlı adam bir kumaş mağazası olduğunu, eğer isterse orada çalışabileceğini, trende gördüğü kadınla mağazada bir gün mutlaka karışılacağını ve mağazanın arkasında yatabileceğini söyledi. Çünkü şehirdeki bütün kadınlar, kumaş almak için, yılda bir kere de olsa mutlaka yaşlı adamın mağazasına gelirlerdi. Heykeltıraş kumaş mağazasında çalışmaya başladı ve kadın müşterilere renk renk kumaşlar açarken, hangi renk kumaşın daha güzel olduğunu soran kadınlara, ten ve göz renklerine yakışan renkleri tavsiye ediyordu.
Şehirdeki kadınlar arasında, heykeltıraşın renkleri ve renklerin anlamını çok iyi bildiği o kadar çok konuşulmaya başlandı ki, dükkân kadın müşterilerle dolup taşmaya başlayınca, hemen hikâyenin devamını düşlemeye başladım. Camda, heykeltıraşın renk renk kumaşların arasında acısını zaman zaman unuttuğunu ama yalnız kaldığı zamanlarda, trende gördüğü melek yüzlü kadını bulamadığı için çok üzgün olduğunu ve her gün yeni bir umutla trende gördüğü kadını beklediğini görünce ona acıdım.
Birdenbire camdaki görüntüler değişmeye başladı ve Heykeltıraş düşlediğimden tamamen farklı davranmaya başladı. Camdaki görüntüde, mağazaya gelen bir kadına bir yandan beyaz renk kumaşlar gösteriyor, bir yandan da kadının gözlerine büyülenmiş gibi aşkla bakıyordu. Camda gördüklerimden tamamen farklı, trendeki kadını hayal ederek sokaklarda dolaşırken düşledim ama o düşlediğimin tam tersi kendi başına, kendi istediği gibi davranmaya devam ediyordu. Düşlediklerim başka, camdaki görüntüler bambaşkaydı artık. O an elinden oyuncağı alınan bir çocuk gibi, çok mutsuz hissettim kendimi. Görmek istemediği bir filmi seyretmek zorunda kalan biri gibi, huzursuzdum ama çaresiz camdaki görüntüleri seyretmeye devam ettim. Heykeltıraş karşısındaki kadına aşkla bakarken, trende göz göze geldiği kadının güzel yüzünün, artık onun belleğinden silinmiş olduğunu anladım.
Daha sonra heykeltıraş ve kadın birlikte yaşamaya başladılar. Camdaki görüntüler hızla akmaya başlayınca, aradan uzun bir zamanın geçtiğini ve heykeltıraşın ilk başta âşık olduğunu zannettiği kadına âşık olmadığını, bunun bir kaçış, bir yanılsama olduğunu anlayıp, pişmanlık içinde acılar çektiğini görünce, yeniden düşlediklerimin yaşanacağını anladım sevinçle. Heykeltıraşın hafızasının karanlık köşelerinde, trendeki kadının yüzünü yeniden aramaya başladığını ama beyaz bir boşluktan başka bir şey göremediğini hissediyordum. Heykeltıraşı şehrin tren garında bütün gün gelip geçen yolcululara bakarak, unuttuğu kadının yüzünü arayıp, akşam olunca istasyondaki ahşap bir bankta yarı aç uyurken görünce, ona acıdığımı hatırlıyorum. Yaşlı adamın, bir bankın üstünde üstü başı perişan avurtları çökmüş, gardaki çalışanlarının verdiği kuru ekmeği yerken gördüğü heykeltıraşı, alıp evine götürdüğünü görünce, şefkat ile sevinç duygusu kapladı içimi.
Yaşlı adam, neden böyle perişan bir halde tren garında yaşadığını daha sormadan, heykeltıraş trendeki kadına benzeyen bir kadını mağazada karşısında görünce, içindeki ikinci beni dinlediğini ve kadına âşık olduğunu zannettiğini ve bu yüzden trendeki kadının yüzünü unuttuğunu, ruhunda birikmiş bütün gözyaşlarını dökerek anlatmaya başlamıştı bile. Yaşlı adam, heykeltıraşı sessizce dinledikten hemen sonra, içeriye Marie diye seslenince, içeriye genç ve güzel bir kadının girdiğini gördüm ve heyecanla olacakları düşledim. Heykeltıraş genç kadını görünce, şaşkınlıktan yüreği duracak gibi olmuş, karşısındaki kadının trende gördüğü kadın olduğunu anlamıştı ve o an bütün bunların bir rüya olabileceğini düşünmeye başlamıştı. Yaşlı adam, onu ilk gördüğünden beri, kızına âşık olduğunu ve onu aradığını bildiğini ama aşkının gerçek mi, yoksa yanılsama mı olduğunu anlamak için, kızıyla birlikte aylarca beklediklerini anlatıyordu o sırada.
Yaşlı adamın "cenneti gözünün önüne getir, âşık olduğun kadını görürsün" dediğini duydum ve birden guguklu saatin korkunç sesiyle kan ter içinde uyandım.
Pencereden karanlık sokağa bakarken, bu tuhaf rüyayı gerçekten gördüm mü diye düşünmeye başladım.
Erol Kasırga
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
YALNIZLIK
Dışımda yağmur yağıyor, sessiz
İçimde yalnızlık öyle yorgun
Gökyüzü genişler birazdan, yağmur diner
Mindere uzanır misafir güneş
Camlarda ışıldayan altın aydınlık
Masadaki sürahiye yansır
Bütün tazeliğiyle yeniden
Cömert bir gün doğar şehrin üstüne.
Güzeldir bu tabiat güzelliğine
Oysa insanları da sevmek isterdim
Böyle uzak oldukça kendimden bile
Tad alamıyorum canım dünyadan.
MUSTAFA ŞERİF ONARAN
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.16.4613 / Windows / 4.48 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.0.9.9 / 16 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|