|
|
|
10 Nisan 2009 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Sil baştan (mı?)!.. |
Merhabalar,
Olan bitenlere anlam vermek, aklı başında bir neden bulmak mümkün olamıyor bazen. Recebim yorgunluğunu, kazandığı tek denize nazır il olan Hatay termallerinde geçirirken ortalık gene toz duman. İzmir'de, özellikle CHP'li belediyelerle ilgili yolsuzluk davalarıyla ünlenen savcıya işten el çektiriliyor. KKTC'ye tam seçimler öncesi Ergenekon bombası düşüyor. Yılların kurt politikacısı Denktaş çete üyesi olmakla suçlanıyor. Ergenekon davasının en önemli iki dayanağından biri olan darbe günlüklerinin sahibinin bilgisine henüz başvurulmamışken, kendisinden alınan bilgilerle iddianame oluşturulan Tuncay Güney adlı şahıs tüm bilgileri işkence altında verdiğini söylerek herşeyi reddediyor. Ve haklı olarak, kendisinden alınan ifadenin hiçbir geçerliliğinin olmadığını söylüyor. İşkenceyi kendisi her vesile ile dile getiriyordu ama bu sefer MIT'tin yayınladığı bir ses kaydı da adeta işkencenin belgesi oldu. Eee peki şimdi ne olacak? Davanın seyri değişecek mi? Savunma avukatları nasıl bir strateji izleyecekler? Varsa bilen beri gelsin.
Malum adamı 32.günde can kulağı ile dinledim. Öncekilerin aksine bu sefer canı yanan biri edasıyla sürdürdü konuşmasını. Daha akıllıca cevaplar verdi. Gördüğü işkenceyi adlı adınca anlatması ise cesaret isterdi. İlginç olan, kendine işkence yaptığını söylediği şube müdürü, Ergenekon'un ilk adımını atıyor ve ardından,bir süre sonra, Ergenekon sanığı olarak suçlanıyor. Öyle bir bilmece ki gel de çöz çözebilirsen. En iyisi bu konuda fazla yorum yapmadan gelişmeleri izlemek. Şahsi kanım, bir yıl içinde bir büyük fiyasko olacak bu dava dosyası da adliye arşivinde epeyce büyük bir yer kaplayacak.
...
Pazar günü bir büyük heyecan var. Aslan'la Kanarya kapışmasının galibi kim olacak henüz belli değil ama Aslan'ın kızları bir büyük başarıyı yakaladılar dün akşam. FIBA Eurocup'ta Galatasaray bayan basketbol Takımı Avrupa Şampiyonu oldu. Futbolun yanında pek sesleri duyulmuyor ama epeyce önemli başarı. Kutlu olsun. Pazar günü de iyi olan kazansın, ne diyeyim? Herkese güzel bir hafta sonu dilerim, esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan SOKAKLAR ISLIK ÇALMAZ -5 |
|
Her işte bin hayır vardır. Bırak kırılan kırılsın, dökülen dökülsün. Mademki koşamıyorsun, koşsan bile tutamıyorsun bırak su akacağı yeri kendi bulsun. Doğum gününde hediye almak şöyle dursun takvimin kendisini bile aklından silinmişse ne yapacaksın? Açık açık unuttum deyip olacakları sineye çekmek en iyi çözüm bence.
Hadi unutmadım diyelim ne olacak? Aldığın hediyeyi bir kez olsun beğendi mi? Bir çiçekleri beğenir garanti bir de pastayı. Onun dışında ne alırsın al bir bahane bulur. Adamı aldığına alacağına pişman eder. Pahallısı da aynı ucuzu da… Geçen doğum gününde bir istisna yapmıştı. Çiçeklere bile bahane bulmuştu. "Bunları ucuza mı aldın sen? Baksana tomurcukları tabak gibi açılmış," dedi. Susmasam cıngar çıkacak. Hiç sırası da değil…
Sinop'a sabahtan beri usul usul bir yağmur yağıyor. Meydankapı'dan aşağıda dünden kalma dalgalar kale surlarına tırmanıyor. Sonra köpükler içindeki sular kesme taşlardan yeniden denize koşuyor. Bir süre suların tılsımına kapılıyorum. Yağmurun altında dalgaları seyrediyorum. Neden hüzün vardır bu ahmakıslatanların içinde? Neden derin bir nefes alıp surlardan denize bırakıvermek bakışları böyle sersem eder insanı? Eski zamanlara gitmek belki de böyle daha kolay olduğundandır. Bilmiyorum.
Doğum gününü anımsamak her sene karşı karşıya kaldığım zorlu bir sınav. Sınavı başarıyla tamamlasam bile sınıfı da geçemiyorum. O tarihi gözüme ilişecek kadar ortalık yerde bıraktığım kâğıtlara yazdığımda başarı şansım çok artıyor. Ama bazen en olmadık zamanlarda masamı temizleyiveriyorum. Her şey sil baştan. Çünkü ıvır zıvır fazla birikince aradıklarımı bulamaz oluyorum. Temizlik zaten bütün erkekleri bozar. Erkek dediğin pasaklı olur. Düzensiz ve her işi rasgele… Kısacası doğum günlerini neden unuttuğumun bir yanıtı var. Çok akıllıca olmasa bile var. Yıllarca doğum tarihim sadece resmi belgelerin doldurulması sırasında gerekli bir ayrıntıydı. Evlenince birdenbire bu birkaç rakam ve nokta altın kadar değerli olup çıkıverdi. Bütün erkekliğimi, insanlığımı, duyarlılığımı, görev ve sorumluklarımı sınayan bir mihenk taşına dönüşüverdi. Ama ben evlenince yeni birisi olamadım ki… Doğum tarihim önceden de arpaların gövermesine denk geliyordu. Şimdi de öyle…
Arpaların gövermesi ve bir karış boya ulaşması hiçbir zaman yılın aynı tarihine rastlamaz. Her şeyden önce iklime ve havalara bağlıdır. Birde tarlayı ekecek olan çitçinin keyfine. Bunu bir takvimle sabitlemek saçmalıktır. Ne iklimlere karışasım var, ne de çitçinin keyfine. Arpaların canı ne zaman isterse o zaman göversin. Benimki yine diğerlerine göre iyi bir doğum tarihi. Diğerlerini sıralarsam aklınız durur. Aralık, Ocak, Şubat... Kışın ortasında doğmak mı? Ne zorları varsa? En dalgın, en unutkan olduğum mevsim… Tesadüfe bak.
Sinop'ta sabahtan beri usul usul bir yağmur yağıyor. Gelincik'te sisler arasından ağaçlar denize iniyor. Limanda tekneler, kuytularda güvercinler uyuyor. Diyojen elindeki fenerle kentin kapısından giren arabaları karşılıyor.
Arabacı Fethi başkana sövüyormuş. "İyi oldu, oh canıma değsin. Sen misin garibanın ekmeğiyle oynayan? Minibüsçülere güzellik yaptı da ne oldu? Otobüs garajını şehrin on kilometre dışına çıkaracak ne vardı? Taksiciler ve minibüsçülerden aldığın oylar bilmem nerene girsin…" Ayıp sözler tabi bunlar. Eski başkan seçimlerde zaten aday değildi. Ama fethi de haklı elbette kendince.
Arabacı fethi dev gibi iri yarı kocaman bir adam... Anlatılanlara göre bir oturuşta on porsiyon kuruyu yermiş. Üstüne de pilav istermiş. Boşan da semerini ye denilecek türden biri yani. Gün boyu garaj ile Sakarya Caddesi arasında gidip gelir. Çoktandır ortalıklarda görünmüyor. Onu sabahın erken saatlerinde garajda görürdüm. Kentin güvercinlerle birlikte uyanan ilk insanlarındandır. Gün aydınlanırken otobüs garajına gelir. Ankara ve İstanbul otobüslerinden indirilen büyük paketleri Sakarya caddesindeki esnaflara taşıyıp teslim eder. Toptancılarla esnaf arasındaki en son kurye gibi bir şey…
Fethi'nin el arabasının iki otomobil tekerleği vardır. İhtimal ya biri vermiştir, garanti çıkmadır. Geniş, kocaman bir şey.. Onu itip yokuş çıkmak, doluyken iniş aşağı götürmek herkesin harcı değildir. Fethi gibi iri yarı birini ister. Çiçek Abbas gibi o da sokakların gülüdür. Kapısından geçtiği bütün dükkân sahipleri mutlaka ona takılır. O da az değildir. Kendisine takılana sektirmeden karşılık verir. İşime gücüme bakayım da demez. Biraz da vurdumduymazdır. Bazen arabasını yolun ortasında bırakıp kutuları taşır. Malum, bütün trafik tıkanır araçlar bekler. Beklerse beklesin Fethi'nin umurumda bile değildir. Arabalarında bekleyen canı sıkılmış insanların kornalarını hiç iplemez. Onun bütün yaşamı garaj ile Sakarya Caddesi arasında geçmiştir. Dünyanın hepsi bu kadardır. Diğer insanların telaşlarını, acelelerini anlayamaz. Belediye başkanı sur içindeki otobüs garajını şehir dışında yaptırdığı yeni mekânına taşıyınca Fethinin işi de, varlığı da anlamını yitiriverdi. Şimdi otobüslerden indirilen paketler Sakarya caddesine servis minibüsleriyle taşınıyor.
Sinop'ta sabahtan beri usul usul bir yağmur yağıyor. Yabani yıldızlar açmış sarı sarı Karakum yolunun yamaçlarında. Doğum günün kutlu olsun mor menekşe, salkım söğüt… Doğum günün kutlu olsun manolya, çarkıfelek, çilli begonya…
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu BİR AVRUPA KLASİĞİ: RASMUSSEN VE… |
|
Başbakan her ne kadar "monşerler" diyerek küçümsese de diplomatlık çok zor, sorumlulukları çok ağır bir meslektir.
İç politikada ulusal dinamikleri ele geçirdiğiniz zaman iktidarı ele geçirme şansınız vardır. Ekonomi batsa, insanlar bir somun ekmeğe, bir baş soğana talim etseler bile ele geçirdiğimiz medya aracılığıyla her şeyi güllük gülistanlıkmış gibi gösterebilirsiniz. Vatandaşın önüne yaşam tarzına müdahale korkusu vererek onun oyunu isteyebilirsiniz; ama dış politikada bunlara yer yoktur.
Diplomatlar, satranç oyuncusu gibidirler. Usta bir diplomat, sekiz on hamle sonrasının tahlilini yapar. Dış politikada her hamlenin gerçek değerini ve etkilerini oyun bitmeden anlamanız olanaksızdır. Bu bakımdan yediğiniz bir piyonun, filin hatta vezirin sevincini yaşayacağım derken şahı vermenin şokunu yaşayabilirsiniz.
Başbakanımızın, sağ olsunlar, biraz öfkeli, sağı solu belli olmayan bir kişiliği var. Nerede, nasıl davranacağını bilemiyoruz. Bir bakıyorsunuz bu ülkeyi Almanya'da temsil eden büyükelçisini türbanlılara, sakallılara yuhalatıyor. Bir bakıyorsunuz "Onu minute" deyip toplantı terk ediyor. Rasmussen krizinde de Cumhurbaşkanı Sayın Gül'e de ters düşerek son dakika pazarlığı yapıyor.
Beden dili, konuşma dilinden daha dürüst bir dildir. Sevmediğiniz birine "Seni seviyorum." deseniz bile gözleriniz bunun doğru olmadığını açıkça anlatabilir.
Rasmussen krizinde, Berlusconi başbakanla konuşurken hangi jest ve mimikleri kullandığına dikkat ettiniz mi? Başbakanımızın onayını aldığını Merkel'e hangi kaş göz işaretiyle anlattığını fark etiniz mi?
Uzmanlar, bu son dakika pazarlığının muhataplarımız tarafından nasıl algılandığını anlamak için alsınlar ve incelesinler. Başbakanımız gelecekteki ilişkilerinde bu tavırlardan mutlaka yararlanacaktır.
Bize göre de Rasmussen, Nato Genel Sekreterliği için düşünülebilecek en olumsuz adaydı. Değişeceğim dese de değişse de Rasmussen'in omuzlarında Müslüman dünyasında kolayca silinemeyecek bir imajı var. Rasmussen'in, Afganistan, Irak, İran, Pakistan, Sudan, Filistin gibi ülkelerde dünya barışını kurmayı amaçladığı dile getirilen NATO'nun ufuk açıcısı mı, ayak bağı mı olacağını zamanla göreceğiz. Unutmayalım ki inançların çok kuvvetli yaşandığı toplumlarda önyargıları kırmak olanaksızdır.
Rasmussen, istediği kadar karikatürleri ifade özgürlüğü olarak değerlendirsin, El Kaide ve Taliban'ın, NATO'nun başına bir İslam düşmanının getirildiği ve Hıristiyanların İslam'ı yok etmek için hazırlandıkları propagandasını yapmaya başladıklarını söylemek için kâhin olmaya gerek yoktur. Batı Avrupalıların böyle bir gerçeği öngörememeleri olanaksızdır.
Rasmussen, Dünya barışını savunanların değil, kendi çıkarlarını Dünya barışından daha önemli sayabilen, kendini beğenmiş Avrupalı miyopların en uygun temsilcisidir. NATO genel sekreteri olmasını da buna borçludur. Bizce Rasmussen - Ki Merkel, kararlıydık, diyor- sıradan bir tercih değildir. Onu öneren ve sonuna dek direnenler de birer satranç ustasıdırlar. Dünya barışı için böylesine riskli birinin arkasında durmalarını boş hamle olarak algılamak zordur.
Türkiye, Rasmussen'le ilgili hamlelerini zamanında ve doğru yapmış mıdır? Kapılar ardında gerçekleşenleri bilemeyiz; ancak bir kısım medyanın büyük zafer olarak sunduğu balonun iç politika kandırmacasından başka bir şey olmadığı Rasmussen'in Medeniyetler İttifakı Konferansındaki konuşmalarından anlaşılmıştır.
Ne yazmıştı yandaş medya? Başbakanımız NATO zevatına neleri kabul ettirmişti;
- Roj Tv kapatılacak.
- Rasmussen, Medeniyetler İttifakında İslam âleminden Hz. Peygambere hakaret içeren karikatürlerden dolayı bir özür konuşması yapacak.
- İKÖ ile NATO arasında bir irtibat kurulacak.
- Genel sekreterin birinci dereceden yardımcıları arasında bir Türk yer alacak.
- NATO'nun askeri komuta kademesinin üst düzeylerinde Türk Askerleri olacak.
Bunlardan son ikisi NATO'ya en çok asker veren Türkiye'nin en doğal hakkıdır. Bunu bir kazanımmış gibi sunmak "Herkesi kör, âlemi sersem sanmak" tan başka hiçbir şey değildir.
İKÖ ile NATO arasında bir irtibatın kurulması ise NATO'nun genel politikasının bir parçası olması gereken bir konudur.
ROJ TV ise yalnızca bizi ilgilendiren tek konudur.
Peki, Rasmussen ROJ TV için İstanbul'da ne dedi?
"Roj TV'nin terör örgütü PKK ile ekonomik veya siyasi bir bağlantısı tespit edilmesi halinde kapatılacaktır."
Hazret, kendi başbakanlığı döneminde böyle bir bağlantıyı bulamamış, şimdi, başbakanlıktan ayrıldıktan sonra- böyle bağlantı bulunup bulunmadığının araştırılması için emir verecek, görevlileri bu bağlantıyı bulurlarsa ROJ TV'yi kapattıracakmış. Buna bizim memlekette "Ölme eşeğim, ölme!" derler.
Ya karikatür konusunda ne dedi?
"İfade özgürlüğü, özgür toplumlar için çok önemlidir. Aynı zamanda başkalarının inançlarına ve dinlerine de saygı göstermemiz gerekir."
Peki bu sözleri bizim İslam'ın sesi olduğunu savunan medyamız nasıl algıladı?
"Özür kelimesini kullanmadı; ama daha fazlasını söyledi." ( Zaman Gazetesi)
"İnsanlar, dostlarının yanlışlarını savunmak zorunda kalınca ne kadar gülünç oluyor. Ah iktidar, ah! Dinden imandan eder insanı bu iktidar!
Sözün özü şudur:Türkiye Rasmussen'in Genel sekreterliğine gerçekten karşıysa, bunu daha adaylık kulislerinde net olarak ortaya koymalıydı. Bunu engelleme gücü yoksa kendi çıkarları açısından değil, NATO'nun dünya barışını sağlama misyonu adına çekincelerini dipnot olarak karar metninin altına yazdırmalıydı. Tüm bunları, bağıra çağıra yapmasının da gereği yoktu.
Eğer siz, "one minute " deyip platformu terk ediyor; el altından muhatabınızla hiçbir şey olmamış gibi alışverişe devam ediyorsanız, iç politikada "Davos Fatihi" olursunuz; ama rakipleriniz sizin nasıl bir satranç oyuncusu olduğunuzu da defterlerine not eder. Kendiniz için değil, dünya barışı için bile haklı olduğunuz bir olayda da muhataplarınız o jest ve mimiklerle dünya medyasında boy gösterirler. Siz de yandaş medyanın gazetelerine attıkları "büyük zafer" şişirmeleriyle avunursunuz.
Satranç sessiz oynanır. Büyük diplomatlar, satranç ustaları gibi sakin, ve sabırlıdırlar. Derin düşünür; düşüncelerini, az ve öz bir dille ve kararlılıkla dile getirirler. Bu sözlerimizi anlamayanlar Barak Obama'nın TBMM'ndeki konuşmasını tekrar tekrar dinlesinler. Onun konuk kürsüsünden bu ulusu var eden değerleri onurlandırırken, yöneticilerine de böylesine ince mesajlar içeren konuşması eminim ki birçok siyasi bilimler fakültesinde ders olarak ele alınacaktır.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
OKUMAK
Geçen gün Cemil Kavukçu'nun edebiyat üzerine söyleşine katıldım. Söyleşi de Derya Alabora'yla Turhan Günay'da vardı. Sizin anlayacağınız, müzikli, edebiyatlı, tiyatrolu çok yönlü bir söyleşi oldu.
Öğrencilerden gelen soruların ön planda olduğu program iki saat sürdü.
Sohbet ortamında gerçekleşen söyleşinin temel konusu "Okumak"tı. Daha doğrusu okumaktan da öte okumayan nesil.
Herkesin derdiydi bu, sadece bizim değil.
Orada bulunan herkes; az okuduğumuzdan, hatta hiç okumadığımızdan yakınıyor; ne yapabiliriz diye tartışıyordu.
Acaba gerçekten okumayı sevmiyor muyuz? Yoksa edebi değeri olmayan kitaplar mı bizi okumaktan soğutuyor?
Bence ikisi de doğru!
Okumaktan öte, seyretmeyi seven bir milletiz. Okumak zor geliyor bize. Onun yerine tv izlemek daha kolay geliyor.
Haa!! Orada ne var? O da aynı bir konu. Ne kadar kaliteli programlar? Çocuklarımız ne kadar yaralanabiliyor bunlardan!!!!
İşte oraya kocaman bir soru işareti koymak gerekiyor. (Bolca magazin, dedikodu, gereksiz zırvalıklar…)
Yani bolca ekran kirliliği…
Peki, sadece ekranlarda mı kirlilik? Başka yerde yok mu?
İnternette mesela. Orada hep yararlı şeyler mi var?
Hayır! Orada da bolca bilgi kirliliği…
Kitaplar için de durum aynı. Magazinsel olan biri, hayatı magazinleşen biri, hemen bir kitap yazıyor. İçine biraz hüzün, aşk, ihtiras biraz da cinsellik kattı mı tamam. Hele ağlamaklı, acıklı oldu mu harika. Biz millet olarak arabesk takılmayı pek severiz zaten.
Peki, Avrupa da durum nasıl?
Onlar da bizim gibi önüne gelen kitap basamıyor, çünkü basılacak eserin belli kriterleri taşıması gerekiyor, Kural ve yönetmelikleri bu işin…
Peki, ülkemiz de edebi yönü olan kitaplar kaç basıyor???
Diğerleri, bir seferde otuz bin basarken; o bin basıyor. Tabi ki tükenmediği içinde ikinci basıma giremiyor ne yazık ki…
Olayların bu şekilde gelişmesinin nedenleri ne?
Birincisi yayınevleri: Yayınevleri kitabın edebi değeri olmasında çok; satar mı? Bu yazarının önceden ismi var mı? Magazinsel mi? Aradıkları kriterler bunlar.
Bu düşünceyle basım yapıyorlar. İşin ticari boyutunu düşünüyorlar yani; edebi yönünü değil.
İkincisi reklam. Tabi ki bu konuda da para devreye giriyor. Parası olanlar, gazete eklerinden reklamını çok rahat yapıyorlar…
Okuyucu ise bu gelişme karşında şaşkın. Neyin doğru ve neyin yanlış olduğunu bilemiyor. Önünde bir sürü kitap seçeneği var; bir taraftan da zaman sınırlaması. Okumalı ama neyi okumalı, buna karar veremiyor..
Ben durum karşısında şöyle bir yol izliyorum. Yazarın kitabı hangi yayınevinden çıkmış? Daha önce dergilerde ismine rastladım mı? Ödülleri var mı? Özellikler Nadir Nadi, Saik Faik, Orhan Kemal ödülünü almış mı?...
Bu kriterler doğrultusunda seçim yapmaya çalışıyorum...
Okumak üzerine olan sohbetimizin son durağında Derya Alabora mikrofonu eline aldı. Okumanın kendi alanıyla olan bağlantısına değindi.
Tabi ki her sanat dalında olduğu gibi okumakla, tiyatroda doğru orantılıydı.
"Tiyatro; okumak üzerine kurulmuştur." dedi, Derya Alabora ve ardından öğrencilerinin okumadıklarından yakındı. "Okumadıkları için de anlayamıyorlar, oyunu yorumlayamıyorlar" dedi..
Shakspeare'in daha bir oyununu okumamış olan öğrencilerinin olduğunu söyledi, üzülerek …
Cemil Kavukçu, Derya Alabora ve Turhan Günay'la olan sohbetimiz, akşam karanlığıyla sona erdi…
Aslında bu güzel söyleşinin konusu ne kadar müzik, edebiyat, tiyatro gibi görünse de; dayandığı temel düşünce okumaktı…
OKUMAK, ANLAMAK VE DE DÜŞÜNMEK…
Neslihan Güzel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Bir fincan kahve ve 40 yıl
"Sana Kırgın olmak isterdim"
Çok uzun yıllardır içimde tekrarlanıp duran bir yara bu…sanakırgınolmakisterdimsana kırgınolmakisterdimsanakırgınolmakisterdim…yazmak istediğim ama bir türlü başlayamadığım , nerden ve nasıl başlayacağımı bilmediğim romanımın adı.
Sanki yazarsam yazar yazmaz her şey eskiyecek ve anlamını yitirecek. Ne çok yağmur yağıyor içime ve dışıma yağmuru görmesen bile onu hissediyorsun apaçık. Yağmurun ardında ise yitirilecek, bir daha yakalanamayacak anları görürcesine bana bakışını belirleyen gözlerini görüyorum.
Nasıl demişti bir şiirinde Yasin Erol "gözlerin haylaz bir yağmurun el pençe duruşu"
Bir fincan kahvenin kırk yıllık hatırı vardır deyip yazıyorum sana… Karşılıklı kahve içmeyeli 40 yılı geçmedi henüz değil mi. oysa ne çok özledim senli kelimeleri… Ne zaman içim daralsa Kendimi herhangi bir kitapçının ya da sahafın -K- bölümünde buluyorum ne zaman kaçmak sığınmak ve sarsılmak (belki silkelenmek) istesem o -K- yı bulup okuyorum… Seni de arardım hatırlıyor musun beni sarsacak bir kitap ismi söylemen için. Sahi kaç zaman oldu seni bunun için aramayalı…
Derler ki, "bir sevdiğiniz öldüğünde içinizde kırk mum yanar, her gün biri söner"…
Söner mi?
Neden bir sevdiğinizi "öldürdüğünüz de" demezler?
Her öldürdüğün sevgi-li-den bir pentimento, bir koku, bir nefes, bir ah, bir ses kalmaz mı insana… Her öldürdüm sandığın içinde yaşamaz mı?
Katilin için de maktul.
Bir fincan kahvenin kırk yıllık hatırı vardır deyip yazıyorum sana… Güzel kalan yaralar gibi; ne çok yazıyorum ama hiç birini yollamıyorum… Bana sunduğun ben'i düşünüyorum. İçinden çıkılmaz karmaşık söz dilimleri yerine yitip giden ve asla birleşemeyecek puslu iç görüntülerimizi izliyorum… Sonra zaman. Sonra mekân ve sonra zaman ve mekânın insanlarda olaylarda ve eşyalarda oluşturduğu farklılıkları seziyorum…
Siyah beyaz döşenmiş bir salondayım araya birkaç kırmızı serpiştirilmiş bir diğer oda çığırtkan mor kokuyor… Her an yeni biçimler alan değerler topluluğu, karşımda bir şiir… Bez çocuğu ısıtıp koynunda her an biraz daha benzetip kendine besleyip gözündeki uzakla, büyütüp ANNE yap olur mu? Hayat bir koğuş sakın büyüme olur mu? "Haluk Yücel."
İçerde bir çocuk uyuyor bana benzemesini istiyor muyum bilmiyorum.
Bir fincan kahvenin kırk yıllık hatırı vardır deyip yazıyorum sana…40 sayısı neden bu kadar önemlidir… Neden birçok deyim vardır içinde 40 geçen.
Kırk ikindi yağmurları yağar üstümüze… Bezen aşk'ı anlatmak için kırk dereden su getirmemiz gerekir… Ve içimizi dökmemiz için 40 yılın başı 40 yıllık dostu bulmak şarttır… aşk la ilk büyük karşılaşmayı, büyük adanın şarap içilesi yokuşunu, uzun taşlar topladığım kumsalları, içsel konuşmaları, beni derinden etkileyen kitap kahramanını, iki kadın arasında kalmış bir adamın aşkını anlatan filmi, küçük bir şehirde saat kulesinin dibindeki ayak izlerini ve bir parça kırmızı kurdeleyi-acıyı, seni seviyorumları-bendeleri- yağan karın üzerinde iz bırakma çabalarını- papatya tarlalarını- üzerime mıhlanan bakışlarını - mayısta açan erguvanları-deniz fenerimi - bir şişe şarap ve balık sıkıntısını - bir refleksle eğilip ayakkabılarının bağcığını bağladığımda bulduğum aşkı -dudaklarını, gözlerini , saçlarını - çok fazla dikenli teli, çok fazla huzuru, çok fazla yaprak dökümünü, çok fazla yalnızlığı-korkuyu, çok fazla aşkı sana çok derinden anlatamadığımı biliyorum.. Bütün ayrıntılarıyla versem ne çok ben olacaktın kim bilir, en çok ayrıntılar acıtır değil mi?
Bir fincan kahvenin kırk yıllık hatırı vardır deyip yazıyorum sana…40 sayısı eski Mısırlılarda gök varlıklarının kendi yörüngeleri üzerindeki dönüm sürelerini gösterirmiş. Gidenler 40 günde geri döner mi? 40 Tevrat'ta da insanın yaş dönemlerini belirtirmiş. MİŞ - MIŞ… MIŞ gibi yaşamlardan MİS gibi yaşamlara STOP.
HZ. Muhammed'e 40 yaşında peygamberlik verilmiş, İslam dininin doğuşu sırasında ona ilk bağlanan kırk kişiymiş, "bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var mı senin içinde…"
40 neden bu kadar önemlidir…
misal kadınlarda hamilelik 40 hafta sürer..40 günde canlanır bir cenin…doğan bebeğin 40'ı çıkmadan dışarı çıkması önerilmez büyüklerimizce…loğusa bir kadın 40 günde atar sıkıntısını..
biri öldüğünde 40 gün yas tutulur 40'ında mevlit okutulur… Söylesene senin için kim 40 gün yas tutar! Kim biriktiriyor seni.
İslam dinince İnsan malının kırkta birini zekât olarak vermesi gerekir. Hüzün aklın zekâtıdır der bir yazıda.
Ayrıca, insanlar tarafından Nuh tufanının 40 gün süren yağmurlardan sonra oluştuğuna, Tanrının Hz. Adem'in çamurunu 40 gün yoğurduğuna, dünyanın sonu yaklaştığında Mehdi'nin kıyametten önce 40 yaşında ortaya çıkacağına ve kırk yıl yeryüzünde kalacağına inanılır.
Hacdan sonra Medine'de kırk vakit namaz kılmak haccın şartlarından biridir.
Hz. Musa, Tûr dağında kırk gün kalmıştır.
Hz Muhammed (s.a.v)'in İlk vahiy gelmeden önce, Hira'da 40 gün inzivaya çekildiği söylenir…
Ve Dervişler de 40 gün halvette kalırlar.
Bir fincan kahvenin kırk yıllık hatırı vardır deyip yazıyorum sana… Bişnev!
Kelimeler-in-e ihtiyacım var…
Ebru Coşgun
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
KULA
Aydınlık bir şarkı halinde başlar
Buğdaylarla bereketin huzuru
Yeşil bir dua göklere doğru
Maviliklerle birlikte genişler.
Erguvan yaşmaklı kadınlar tarlada
Acılı kağnılar harman yolundadır
Kurulmuş bostanlara çadır
Yeni bir hayat yaylada.
Çardakta kilimlere dokunur sıla
Kavunsu kokar serinliği yelin.
Yün eğirir ince bir gelin
Bir öğle ezanıyla ürperir kula.
MUSTAFA ŞERİF ONARAN
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.16.4613 / Windows / 4.48 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.0.9.9 / 16 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|