|
|
|
15 Nisan 2009 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Rezilliğe taraf!.. |
Merhabalar,
Şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve yandaki kağıt parçası üzerinde yazan manşeti okuyun. Kağıt parçası dediğim, kadın ruhunu çözüp romancı, bilahare rantın kokusunu alıp gazeteci olmuş bir Altan tarafından yönetilen, sözde liberal demokrat, özde göz boyamacı, yeşil sermaye destekli Taraf. Kendine edilen servislerle palazlanmaya çalışmış ama tiraj konusunda bir adım ileri gidememiş güdük kağıt parçası. Gene Altan yönetiminde bir rezilliği manşetine taşımış. "Postallı hocalar" O hocanın postalı senin kafana geçsin dersem abartmış olur muyum? Hayır. Sen kim oluyorsun da, süren bir davada hangi nedenle gözaltına alındığı bile henüz belli olmayan saygın insanları "darbeci" olarak nitelendirip, hedef gösteriyorsun?
Benim kafamda Taraf'ın neye taraf olduğu en başından beri belli. Tek kuruş hakkımın geçmemesi için bir gün bile satın almadım. Ama bu ve benzeri manşetler, kurulmaya çalışılan faşist baskı düzeninin sloganları olmakta, korkutucu olan da bu. Yaratılmaya çalışılan korku imparatorluğunun ilk belirtileri olarak, dün dalgaya maruz kalan ÇYDD'nin gönüllü çalışanları, çok haklı olarak, görevlerini bırakmaya başlamışlar. Altmışaltıbin burs alan çocuğun tüm bilgilerine, burs veren hayırseverlerin kayıtlarına, kopya bırakmaksızın, el konulmuş. En adi dolandırıcılıkla Almanya'da mahkum olmuş deniz fenerinin Türkiye uzantısı hala yargılanmamış ve yardım toplaması engellenmemişken, F tipi okullarda, yurtlarda çocukların beyni sulandırılmaya devam edilirken, Çağdaş Yaşam'a darbenin dik alası indirilmiştir. Büyük ihtimalle hayırseverler desteğini çekecek, altmışaltıbin gencin bursu ödenemeyecektir. Ve gene büyük ihtimalle bu listeler F tipi yapılanmanın potansiyel kurbanları olacaktır.
Tekrar tekrar söylemekte yarar görüyorum. Bu dava, sonuçsuz sona erecektir. Zaten amaç bir sonuç almak değil, yaratılacak vahim ortamla bir nebze öne çıkmaya çalışacaklara göz dağı vermektir. Bu sayede en çok ihtiyacımız olan sivil toplum kuruluşları üye bulamayacak, olanlar kapanacak, yenileri açılmayacaktır. Bu davayla, insan hakları bağlamında, kaçınılmaz olarak memleket en az bir on yıl daha geri gidecektir.
...
Orgeneral Başbuğ'un 2 saatlik konuşmasının 1 saatini can kulağıyla dinledim. Dinleyemediklerimin de özetini okudum. Hiç alışık olmadığımız şekilde yapılan bu konuşmanın altına, birkaç çekince ile, rahatlıkla imzamı atarım. Hele daha önce duymadığım, Atatürk'ün Türk milletini ''Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran, Türkiye halkına, Türk milleti denir'' diye tanımlamasını Başbuğ'dan duymak bu konuşmanın kaymağı oldu. Sanırım bu tanımlama Atatürk'ün tartışmasız önderliğinin en güzel örnekklerinden biri. Bu tanımı iyi anlamak, etnik köken üzerinden siyaset yapanlara da iyi belletmek gerek diyor ve hepinizi selamlıyorum. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Rengarenk: Tuba Çiçek KARA LİSTEMDEN İNSAN MANZARALARI |
|
Bayan Yavaş: Zamanın celladıdır... Becerebileceği pek az iş vardır. Laf olsun diye yaşamakta ve laf olsun diye çalışmaktadır. Öyle ağır kanlıdır ki, yaptığı işi hiç yapmasa daha hayırlı olur. Özürlü olmayan bir kişinin yarım saatte yapacağı işi bile, -nasıl becerirse artık- bir tam güne yayabilir. Öyle bir potansiyeli vardır... Saçınızı başınızı yoldurur... Ehliyet sahibi bir uzman bile olsa; yaptığı işi elinden alıp yapasınız gelir. Damarlarında kan yerine buz dolaşmaktadır ve kasları bu yüzden yavaş çalışmaktadır sanki. Olmasaydı ne değişirdi acaba?
Bay Haz: Kokuşmuş bir bencillikle, hayatın tek anlamının hazzı yakalamak ve elden kaçırmamak olduğunu sanır. Haz almak için girmediği kılık, yapmadığı şaklabanlık, çevirmediği üç kağıt, söylemediği yalan kalmasa da; her defasında yeni bir yöntem icat eder. Evren ve canlılar onu eğlendirmek için yaratılmıştır sanki. Pişmiş kelle bile yanında vakur kalmaktadır. O kadından bu kadına, pop-bardan disco-bara, şen kahkahadan patlamalı kahkahaya dolaşır durur.
Bayan Ajitasyon: Yazgısına vurgundur. Ne çare ki kaderi de hep ona acıyı layık görmüştür. Bahtsızlığı, ona Tanrı tarafından verilmiştir ve yapabileceği hiçbir şey yoktur. Zavallı, haksızlığa uğramış ve kadri bilinmemiş bir kurbandır o. Gözü her daim yaşlıdır. Her zaman sızlanacak, dertlenecek, şikayet edecek bir sebebi vardır. Neden bütün dertler onu bulur ki? Bir gün talihi ona gülerse; işte o zaman çuvallayacak. Allah'tan yazgısı hiç yüzünü kara çıkarmaz; her zaman onu bedbaht kılar.
Bay Siyah-Beyaz: Newton fiziğinin ürünüdür. Ona göre bir şey ya siyahtır ya da beyaz... Ya doğrudur ya da yanlış. Ki genellikle onun dediği doğrudur. Ortası yoktur... İki tane doğru olamaz. Onun için "ya" ve "ya da" ile "ben" ve "öteki" vardır. "Hem" ve "hem de" olabileceği aklına bile gelmez. "Benim fikrim doğruysa, öteki fikir ortadan kalkmalı" der. At gözlüğünü hiç çıkarmaz gözünden.
Bayan Cahil: Kendini geliştirmek için kılını kıpırdatmadığı gibi; "Neden benim anlamadığım şeylerden bahsediyorsun" diye dırdırlanır bir de. Sanki bir şeyleri bilmek karşısındakinin suçuymuş gibi... Hayata katkı koyabildiği eylem alanları: ezbere bildiği gündelik işler, pembe diziler, magazin programları ve altın günlerinde figüranlık yapmaktır. Beyni, kullanılmaya kullanılmaya küflenmiştir ve bunun bile farkına varamayacak kadar fikirsizdir.
Bay Küstah: Öyle kati konuşur ki, duyanlar onun bir peygamber ya da bir imparator olduğunu sanır. Yaptığı, söylediği, yediği, içtiği, okuduğu, dinlediği, gezdiği her şey mükemmeldir. Sırada beklemeyi, reddedilmeyi, eleştirilmeyi kendine yapılmış bir hakaret olarak görür. Her şey ona göre ayarlanmalıdır, zira o Tanrının insanlığa bir lütfudur.
Bayan Afrodit: Tanrı onu bir Pazar günü, şaheser diye yaratmıştır. Bütün erkekler ona aşık, bütün kadınlar da hayrandır. İmrenilecek, dudak ısırtacak, tapılacak kadındır. Öldüğünde mumya haline getirilip, bir sanat galerisinde sergilenmelidir. Hayatın ona yüklediği misyon güzelliktir. Başka bir çaba içine girmesine gerek yoktur. Vaktini güzellik salonlarında, kuaförlerde ve alışverişte geçirir. Ekmek yemez. Aslında pek bir şey yemez. Kepekli gıdalar ve haşlanmış sebzelerle beslenir. Kurabildiği birkaç cümlenin konusu da "ay kaşım, ay kirpiğim, ay saçım, ay yırtmacım"dır. Bunlar da bile imla hatasına düşer.
Bay Madrabaz: Derdi günü insanların sırtından geçinmektir. Tüm insanlar onun ihtiyaçlarını karşılamak için çalışmaktadır. Onun göreviyse otlakçılıktır. Eh dünya pek adil değil ne de olsa. Diğerleri de onun gibi uyanık, akıllı ve zeki olsa da otlakçılıkla geçimini sağlayabilse keşke!
Bayan Kararsız: Hiç bıkmadan şu soruyu sorar: "Hangisini seçtiğimde, hangisine haksızlık etmiş olurum?" Keşke karar vereceği zamanlarda, kendini bir başkasına devredebilse... Marketten, ekmek dolabındaki bütün ekmeklere dokunmadan, bir tane ekmeği alıp çıkamaz. Vitrindeki ve raflardaki tüm ayakkabıları deneyip; sonunda mağazadan eli boş çıkar. Bütün mağazaları dolaşıp, ilk girdiği mağazaya geri döndüğünde, almaya karar verdiği ayakkabı satılmış olur. Eşini bile 30 tane nişanlıdan ayrıldıktan sonra ancak seçebilir.
Bay Başparmak: Hayatını bilgisayarlar, cep telefonları, hesap makineleri vs. gibi son teknoloji ürünü makineler yönetir. Hepsinin son çıkan modelinin adını, özelliklerini, fiyatını ve hangi ülkede üretildiğini bilir. Cep telefonunu ve bilgisayarını sanki vücudunun bir uzvuymuş gibi taşır. Onlar olmadan yaşayamaz ve bu yüzden en çok kullandığı organı başparmağıdır.
Bayan Saf: İçi ıvır zıvır sorularla dolu bir çuval gibidir... "Niçin yanlış çevrilen telefon numarası hiçbir zaman meşgul çalmaz? Niçin falcıya gitmeden evvel randevu almak gereklidir; geleceğimizi bilemez mi?" gibi sorularına cevap bulmaya çalışmak budalalık olur. Her söyleneni gerçek sanır, herkesin dediğini yapar. Ondan bundan aldığı akılların tamamını yaşantısına uygular. Böylece kendine anlamsız bir dolu alışkanlık edinir. Öyle ki; alışkanlıklarının toplamından bir deli gömleği çıkar.
Bay Maço: Delikanlılığın kitabının yazarıdır! Usta küfürbaz, usta dövüşçü, usta aşık, usta kumarbaz, usta zampara, usta erkektir. "Ben bir kadını sevdim mi gözüm gibi bakar, ilah gibi taparım; ama yanlışını görmeyeyim bir bidon benzin döker çatır çatır yakarım. Burma burma bıyıklarım, Tarkan seni ayıklarım" gibi kendine has bir konuşma dili vardır. Okuma ve yazma gibi yetilerini yıllardır kullanmadığı için kaybetmiştir. Kahvehanelerde aldığı hayat dersinde, dört işlem matematiğini geliştirmiştir ama hafızası 52'lik desteyle sınırlıdır.
Tuba ÇİÇEK
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
HER AŞK TATLI BAŞLAR
Gidişinin üzerime sinen kokusunu duyumsayabiliyordum. Çok uzaklardan nefesini getiriyordu bana rüzgar. Sanki buhar olmuş gizlenmiştin. Daha bir gün önce senleydim seninleydim. Konuşmuştuk, an gelmiş bir şeylere hem de çok anlamsız gülmüştük. İkimizde de bir eksiklik vardı, bir yanımız kırık kalmıştı. Dertli yanımla bakıyordum sen gittiğinden beri. Kulağımda fısıltı şeklinde ağlayışlarım… Serzenişlerimi ıslak topraklara atıp atıp yol almalıydım. Düşün ki bir kalesin demiştin. Düşün ki sağlam bir kalesin. Güvenli bir sığınak oluyorsun kimisi için. Kimisi geliyor sende yalnızlığını tadıyorken kimisi kendini yapayalnız hissedip gidiyor. Sen herkes için farklı bir şeysin demiştin.
Günün içerisinde yalnızlığı en dokunaklı yaşayan kadın ilan edilmiştim. Martıların tümü boğaz köprüsünün üzerinde bir gün batımında delicesine uçarken, haber etmişlerdi gökyüzünden aşağılara insanoğluna bu haberi armağan eylemişlerdi. Gitmen birçok şeyi değiştirmemişti. Hatta sokakta yürüyen birçok insanın senin gidişinden haberi bile yoktu. Sen kimilerini yalnızlığa sürüklerken gidişinle kimilerinde zerre kadar etki bile uyandırmamıştın. Hayatlar yaşamlar örüntüler gibiydi. Her şey pamuk ipliğinde birbirine bağlı tüm yaşamlar bir diğer yaşamın boynuna takılıyken kimse kimsenin farkında değildi. Sen bir nefesinle birçok insanın birçok canlının hayatını değiştiriyorken kimse senin farkında değildi. Kimse senin bir gram üzüntünün bir gram mutsuzluğunun ya da mutlu oluşunun farkında değildi.
Nasıl neden ne için ve kim için sorularının bütünümüydü hayat. Hayat neydi ki böyle yaşanması bazı anlarda çok zor olabiliyordu. Alt tarafı ciğerlerimize oksijen alıp vermek. Bu kadar zor olmamalıydı bu kadar zor hale getirmeyi nasıl becerebiliyorduk? Bedenimin her zaman yaşantımı şekillendirdiğini düşünürken, ruhumun tüm yol alışlarımda her şeyimde etkili olduğunu anlamam için senin gidip, benim derin bir sessizliğin içerisine kendimi atmam gerekiyormuş da haberim yokmuş. Beni içine çeken yalnızlığımı senle bir gramcık da olsa unutmak bana o kadar kolay ve kaçamak bir mutluluk olarak gözükmüş ki sen gidince aslında her zaman ki yaşadığım hayatı kaldıramadığımı görmek her zaman sahip olduğum hiçbir şeyin önemi olmadığını fark etmek ve bu düşüncülerle daha da bir sessizleşmekmiş senin gidişinin bende ki etkisi.
Mor bir koltukta oturmuş "Her Aşk Tatlı Başlar" filmini izliyoruz seninle. İkimizde bir şeyler buluyoruz filmde. Sen Ayhan Işık oluyorsun. Briyantinli saçların ve hüzünlü bakışınla sigarandan derin bir nefes alıyorsun bense fabrikatörün kızı sevmediğim adamla büyük bir hayal kırıklığının bende bıraktığı acı yüzünden evlenme teklifini ağlayarak kabul ediyorum. Biz ekranda bir aşk hikayesini izliyoruz. Sonunu bilsek de izliyoruz, izlemek ve kavuşma sahnesini görmek için merakla siyah bir kutuda ki siyah beyaz ekrana bakıyoruz. Kendi aşkımızda da sonu biliyoruz zaten tüm aşklar tatlı başlar diyoruz. Sende bende biliyoruz biz bir imkansızı seviyoruz. Yinede sormak istiyorum ekranda gördüğüm gibi değil ki bizim yaşadığımız. Boğazıma bir şey düğümleniyor sormaktan anlık vazgeçiyorum tam vazgeçmişken
- Biz neyiz diyorum.
Sen hala ekrana bakıyorsun. Ekrandan gözlerini alıp bana döndürüyorsun. Döndürdüğün noktada gözlerini kapatıyorsun. Aslında sen kendini kapatıyorsun. İçindeki cevabı bana söylemek istiyorsun gerçekler sözlerini tıkıyor.
- Sence diyorsun?
Sana bakıyorum. O kadar huzurlu güzel bir gün ki… Buhranlı günlerden sonra yaşamayı özlediğim aslında herkes için basit ama benim için mutlu bir cumartesi öğlesinde olduğumu fark ediyorum. Ne olduğumuzun hiçbir önemi olmadığını düşünüyorum. Yaşadığım bu anda o kadar mutluyum ki varsın gerisini boş vereyim diyorum. Büyük bir cesaretle bu düşüncemden korkuyorum. Ya bu anın bedelini çok ağır öder bir daha asla böyle bir cumartesi öğlesi yaşayamazsam diyorum kendi kendime. Bilemiyorum o an. Ne olduğumuzu ne olmak istediğimizi hatta ne olabileceğimizi ihtimaller dâhilinde bile kestiremiyorum.
-Bilmiyorum, diyorum. Bilmediğim için soruyorum zaten. İnsan bilmediği soruları sorar diye de savunmada bulunuyorum.
Bana gelene kadar o kadar yorulmuşsun ki vücudun susuz kalmış ruhun mutsuz. Elin dudakların kurumuş krem sürmemişsin ruhun kırılmış yapıştırmamışsın. Hiçbir zaman hiçbir yarana krem sürmemiş hiçbir daim üzüldüğün için bedenine daha bir özen göstermemişsin. Her daim başkaları benden daha kötü demişsin. Senin dizin kanamış bir başkasının tırnağı kırılmış. Sen kalkıp kırılan o tırnak için üzülürken bacağın kanamış, kanamış ve sen bir kerecik olsun bakmamışsın. Gariptir kimse de bakmamış. Kimse sana dizin kanıyor hadi saralım dememiş. Sen kendinin farkında olmadan sadece başkaları için yaşayıp durmuşsun. Sonra bir bakmışsın hayat geçip gidiyor. Birçok yerden vurgun yemişsin, aynada darmadağınık bir adam görmüşsün ruhuna bakmaya cesaret bile edememişsin. Mutlu olmuşsun olmasına da her zaman değil. Bu yüzden sen en çok mutluluğa susamışsın.
- Ne olmak istersin diye sordun. Neyim olmak istersin. Neyin olmamı istersin.
İkimizde birçok şey istiyorduk bu hayatta eminim. Sende ben de hatta herkes. Herkes o kadar çok şey istiyordu ki bu hayatta kimse hepsine sahip olamadığı için herkeste bir kırılmışlık mutlaka oluyordu. Benim bu hayattaki beklentilerimin bir adı yoktu. Evet vardı ama bunun hayat üzerinden karşılığına baktığımızda o kadar da anlamlı görünmüyordu. Mutlu bir sabah uyanıklığı temiz huzurlu bir evin balkonunda oturup kahve keyfi, bir dostla paylaşılan mutlu bir an, güzel bir doğum günü partisi, iyi bir uyku hiç bitmemesini istediğim bir sarılma bunların kimileri için hiçbir önemi olmayabilirdi ama benim için o kadar önemliydi ki.
- Sen ? dedim.
Durdun. Emindin. Şimdi söyleyeceğin şeyi gerçekten istediğine emindim.
- Mutlu olmak dedin. Mutlu olmak ve yaşadığım tüm kötü anları geride bırakmak.
Mutluluk neydi? Nerdeydi gramı ne kadara satılırdı ya da ne karşılığı verilirdi herkes bunun cevabını bulmak için sabah uyanır evinden çıkar arayışa girerdi. Akşam eve bunu bulamadan gelenler buruk bir gece yaşar biraz geçmişi biraz da umutla bakabildiği geleceği düşünürdü. Pencereden dışarı bakardı bunu bulamayanlar gözleri dalardı fonda bir kanun sızım sızım sızlanırdı içinde sabır tohumları açardı.
Ben mutlu olmak istiyor muydum? Ne kadar istiyordum. Mutlu olmak çokça beni korkutuyordu. Bittiği anki mutsuzluğumdan korkuyordum. Her şeyin tükenmek zorunda olduğunu bilecek kadar büyütmüştüm ruhumu. Her gün bir şeyleri tüketen ruhum yeni duygular ekerken ruhuna mutluluğun da hüzün gibi acı gibi heyecan gibi gelip geçici ama tekrarlanabilir duygular olduğunu öğrenmiştim. Yaşadığım için mutluydum. Acı çekebildiğim hüznü ruhumun her hücresinde yaşayabildiğim mutsuz olduğumda mutsuzluğumun bile hakkını verebildiğim için mutluydum. Sevgimi tüm ruhumda ve bedenimde hissedebildiğim için mutluydum. Her sabah uyanıp evimden dışarı çıkıp mutluluğu aramama gerek yoktu. Ben kendimle mutluydum. Ama seninle olan mutluluğum yüzyıl kendimle yaşayarak hissettiğim duygularımın toplamı kadar olan bir mutluluktu. Ölçmesi zor bedeli büyük alışmamak için her şeyi yapmam gereken bir mutluluktu.
- Ne olacağımızı bilmiyorum dedim. Bu sorunun yanıtını vermek güç. Fakat içimde duyduğum bu his o kadar garip ki. Kendimi bir uçurumun kenarından bırakmış gibi hissediyorum. Uçurumun yüksekliğini bilmiyorum nasıl böyle kendimi atabildim onu da anlamıyorum. Kendimi koruyabileceğim hiçbir şeye sahip değilim.
Dinlerken bir anda beni durdurdun.
- Ben bu uçurumun neresindeyim diye sordun.
- Sen dedim. Senin kendimi bıraktığım bu yükseklikte aşağıda kollarını açmış beni beklediğini biliyorum. Beni tutmak için elinden geleni yapacağına eminim. En azından çabalayacaksın. Ama her şey yüksekliğe bağlı. Sonunda ya ben çok yüksekten atlamanın etkisiyle üzerine çakılacağım ve ikimizde yerin dibine gireceğiz ya da alçak olacak ufak sıyrıklarla kurtulacağız ya da sen beni tutacaksın hiçbir şey olmayacak. Bilmiyorum bilemiyorum.
- Düşmeden anlayamayacağız.
- Evet dedim.
Kalktın bana sarıldın. Sakin bir denizde yüzmek gibiydi sana sarılmak. Issız bir yerde bir fırtınayı yaşamak gibiydi senin yanında olmak. Çok sakindin. Yanımda susardın. Sadece bakardın bakışlarınla konuşurdun sonra yine susardın.
Gitmene dakikalar kala zordu benim için. Senin için de zordu eminim. Yüzümü örtmüş tüm duygularımı gizlemeye çalışıyordum senden. Sana bakamıyordum sana baktıkça daha çok sarılmak seni içimde saklamak geliyordu. Saçlarımı okşadın. Bir şeyler fısıldadın. Sanki bir sihirdi dokunuşun. Dokunuşunla saçlarımın arasına sözcükler yerleştirdin. Fısıltılarda gizliydi tüm düşüncelerin. Ben bile duyamadım. Sana verebileceğim her şeyi vermiştim. Gideceğin için yorgun ve mutsuzdum. Mutsuzluğumun içerisinde yine de mutluydum. Ağzımda ufak bir sakız kalmıştı onu sana uzattım. Saçlarım ruhum bedenim daha fazlasını kaldıramayacaktı. Seni susturmaktı niyetim. Ellerimle gözlerini kapadım.
Birden her şeyden kurtulur gibi ayağa kalktın.
- Sana sarılmak istiyorum dedin.
Çağlayan bir ırmak gibiydi birbirimize sarılışımız. Dışarıda dünya su oldu aktı biz birbirimize sarıldık. Bedenim ruhuma yapıştı o an ruhum seninkiyle birleşti biz birbirimize sarıldık. Kimse bizim umurumuzda değildi zaten biz de kimsenin umurunda değildik o an hiçbir şeyi düşünmedik biz sadece birbirimize sarıldık. İçimdeki coşkun nehirler taştı, senin kalbine doldu benim içimde bir boşluk oluştu onu da sen dokundun doldurdun. Biz birbirimize sarıldık. Kimse bizim gibi sarılamadı birbirine.
Sonra sen gittin. Ağzımda benim sakızım. Ben de senin fısıltıların. İkimizde birbirimize kelimeler bırakmıştık ama ikimizde birbirimizin kelimelerini duymamıştık.
Bu yüzden tüm yaşadıklarım ve senin gitmen yüzünden martılar beni bugünün en hüzünlü kadını ilan ettiler.
Filiz Ayseli
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Beyza Becerikli |
güneş kızla ay oğlan
uyuyayım diye sık sık öpüyordu beni.
" sana bir masal anlatayım güzelim. zamanlardan birinde, esas oğlan bir kız görmüş. kız öyle güzel öyle derinmiş ki, boğulabilirmişsin yanında otururken. öyle siyahmış ki göremeyebilirmişsin hatlarını, saçları öyle uzun öyle uzunmuş ki, vücudunu sararmış omuzlarında kalırmış en çok, çünkü kızın omuzları hep kalınmak istenen bir yermiş. kızın gözleri öyle sulu, öyle parlakmış ki, güneşin denize yansıması sanırmışsın. ama kızı biraz tanıyınca, denizin güneşe yansıdığını anlarmışsın. kız, istemsiz bir sıcaklık verirmiş, öyle ısıtırmış ki seni, bir kış günü, kar gördüğünde şaşırırmışsın. ağustosta karmış bu! ve bu kız bunların hepsini yapabilirmiş. esas oğlan sonraları bu kızın gizli bir prenses olduğunu öğrenmiş. kızın yüreği öyle büyük, öyle uçsuz bucaksız bir imparatorlukmuş ki, yönetilmeye ihtiyacı varmış. halbuki kız, iktidara ve 'yönetmek' fiiline karşıymış. ama prensesliğini yapmasa, o yürekte isyan çıkarmış, öyle bencilmiş ki halk, ama öyle değerli. her birine pazar kahvaltısı hazırlarmış her gün! her biriyle özel olarak konuşur, gülümsermiş hepsine. çünkü kızın gülümsemesi umutmuş.
bir gün esas oğlan kıza dokunmuş, elleri öyle soğukmuş ki, gülümsemesi öyle hüzünlü, gözleri öyle umutsuzmuş ki, oğlan ölebilirmiş. elini çektiğinde kız yine ısı yaymış, sanki baharmış, sanki hiç savaşlar olmamış! yine dokunmuş oğlan, pek şaşkın, ve karakış yine gelmiş. kız öyle mutsuzmuş ki, dokununca güneş yok olmuş. oğlan, ona çok aşıkmış. ve mutluluğun ancak onu mutlu ederek olacağını anlamış. eğer kız mutlu olursa, hem sıcak hem aşık olabilirlermiş. esas oğlan, kız için, dağların arkasındaki çiçekleri bulmuş. ve hemen geri dönmüş.
'senin için çiçeklerin yanına gittim, sensizliğin çok zor olduğunu söylediler. ama ben, sana kavuşmak için ölmelerine izin vermedim. bir gün seni de götürmek isterim.'
kız gülümsemiş, oğlan dokunurken. bir sonbahar havasıymış bu, kasımmış sanki. ama kış değilmiş! bir gün çiçeklerin yanına gitmişler. çiçekler mutluymuş, her biri güneşe yakın olmanın mutluluğuymuş. içlerinden bir tanesi, bir papatya, bir yaprağını bırakmış toprağa. kız neredeyse ağlıyormuş, oğlan gelip; ' benim seni sevdiğimi söylüyor' demiş. kız durmuş ve bakmış oğlana. durmuş ve bakmış. bakmış ve durmuş güneş. oğlan kızın ellerini tutmuş, ve her yer daha güzel olmuş. kuşkusuz bir baharmış bu, bir gerçek. oğlan şaşırmış,
'bu kadar kolay mıydı seni mutlu etmek? benim sevgim seni neden mutlu etsin ki? eğer bu kadar basittiyse seni mutlu etmek, nasıl olur da sen?..'
kız gülmüş, dişleri gözüküyormuş. ve her yer parlamış, sanki tanrılar gökten inmiş gibi, sanki cennet buymuş gibi.
'mutlu olmak, gerçekle sabit sevgilim. hayallerimden çıkıp dünyaya inmenle mümkün oldu, bakışlarınla huzur buldu ve sen şimdi seni bana veriyorsun.
sensizlikten korkan birine seni emanet etmek korkutucu! seni asla geri vermeyebilirim..' demiş, ve gözlerindeki yaşlar çekilmiş. toprak ıslanmış ve kokusunu yaymış. kuşlar konuşmuş, çiçekler büyümüş, ağaçlar genişlemiş ama yaşlanmamış, denizler büyümüş, dağlar alçalmış, bulutlar yaklaşmış. oğlan kızı öptüğünde, dünya dönmekten vazgeçmiş. ve o zamandan beri hep durmuş, dönüyor diyenler güneşe mantıklı bir açıklama getirmek istemişler, halbuki kızın güneş olduğunu herkes bilirmiş. kimse söyleyemezmiş bunu, böyle bir aşkı hiç bulamayacaklarından. ve hep saklamışlar bunu, herkeslerden başka kimse bilmemiş. ve kız oğlanı, aya, yani ona hiç geri vermemiş."
"kız oğlanı çok sevmiş. oğlan sevmiş mi?"
"çok."
"çok mu?" dedim, mutlu.
"çok çok" dedi, gülerek ve şımarıklığımı severek.
eğildi ve bir kez daha öptü. uzatmadım, uyudum ben de.
Beyza Becerikli
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
YÜREK KUŞATMASI
kan değil kösnül kısrak
batak ovalardan aygır tepelere
doğru sel sel yürek kuşatmasında
yazıp adımlarını her damara
şah tırıs dörtnala
ve yaya uydurup ayaklarını
gelen çağa
kar ağızlı oluşum
önce kar ağız ve hoşnut
karanlığın yıldızından
yürek tutkunu sonra avı
hava su toprağıynan
bakır beyinli ve yürek kaçkını
kesiminde çağların
abanır kösnül kısraklar
yüreğe düştü düşecek yürek
göğün mavisinden yerin mavisine
sardı bağrını eli dar çağın
yalımları tüten ocak döğen yürek
aşıp oylum oylum eskimiş uyumları
yaşamdan hoşnut zamana koşut
YÜKSEL PAZARKAYA
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.16.4613 / Windows / 4.48 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.0.9.9 / 16 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|