Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 7 Sayı: 1.617

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 17 Nisan 2009 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Şerefine KAHVE MOLASI!..


Merhabalar,

Kahve Molası tarihinin önemli günlerinden biri bugün. Yayına başladığım günün üzerinden tam yedi yıl geçti. Evet, bugün Kahve Molası'nın yedinci yaşgünü. Benim için onur ve gurur vesilesi olan bu günde gündemin sancılı gidişatından söz etmek yerine, sakince arkama yaslanıp, şu an için elimin altında olan çay bardağımı ekrana doğru kaldırıyor ve yüksek sesle "ŞEREFE" diyorum. Şerefine Kahve Molası, Şerefinize sevgili Kahveciler. Hepinize gösterdiğiniz ilgi için binlerce kez teşekkür ediyor, sağlığım izin verdiği sürece de Kahve Molası sayfalarında sizlerle birlikte olmaya devam edeceğime söz veriyorum. Sağolun, varolun, hep olun. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  SOKAKLAR ISLIK ÇALMAZ -6

Sinop'ta sabahtan beri usul usul bir yağmur yağıyor. Başımda kocaman bir bulut, içimde tükenmek bilmeyen bir efkâr… Dağıl desem, git desem gitmez. Bu sokaklar, bu kent yağmurlara aşinadır. Ben de bu sokakların yağmurlarına. Birbiri ardına cemreler düşüyor. Bahçelerin rengi şenlenmeye, kaldırım kenarları yeşermeye başlamış. Ne güzelmiş meğer yağmurun altında tanıdık sokakların kaldırımlarında dolaşmak.

Her sabah çay, zeytin, peynir ve akşamdan kalma ekmekle kahvaltı edilir mi kardeşim? Canımdan bezdim. Al dolaptan masaya koy. Yüzüne bakıp bakıp çayını yudumla. Sonra gerisingeriye koy dolaba çık. Hayat mı bu ya? Her şeyden çok sıkıldım. Kahvaltıdan, işten, evden, faturalardan, giysilerimden hatta çekyatımdan bile…

Nedret dört yıldır yalnız yaşıyordu. Aslanlı çeşme sokağındaki dar aralıkta bir apartmanın ikinci katında oturuyordu. Küçük evin iki penceresi yine o daracık sokağa bakıyordu. Ama hiçbir zaman güneşe bakmıyordu. Dört yıl önce eşinden ayrılıp bu apartman dairesini kiralamıştı. Evine neredeyse hiç kimse gelmiyordu. Ayda yılda akrabaları veya iş arkadaşlarından tek tük gelenler oluyordu. Bunca zamandır gelip yatıya kalan tek bir kişi bile olmamıştı. İlk zamanlarda bu evi kendi günlünce dayayıp döşemek istemişti. Kapılarını boyamak, badanasını değiştirmek, muslukları, lambaları falan… Taşındıktan birkaç ay sonra her şeyden ansızın vazgeçti. Çünkü o binadan taşınmayı istedi. İçinde ruhu sıkılıyordu. Aylar geçtikçe aklındaki taşınma düşüncesi eridi gitti. Yeniden ev aramak, taşınmak ağır bir yük, sıkıntı gibi görünmeye başladı.

Eşinden ayrıldığında sadece evliliğini kaybetmemişti. Annesi ve iki erkek kardeşini de kaybetmişti. Bir kez olsun kendisini dinlemeye, anlamaya yanaşmamışlardı. Onlara göre eşi kötü bir insan değildi ve Nedret elindekilerle yetinmesini, mutlu olmasını bilmiyordu. Sırf macera olsun diye gül gibi evliliğini yakıp gitmişti. Boşanırken eşinden hiçbir şey istemedi. Ne eşya, ne takı ne de nafaka… Zaten böyle sıkıntılar olunca bu işler uzayıp gidiyor sonlandırılamıyordu. Anlaşarak yollarını ayırmışlardı. Bir çocukları olsaydı her şey değişirdi. Onunla mutlu olur, oyalanır, kocasına aldırmazdı. Olmamıştı, olamamıştı…

Nedret çirkin bir kadın değildi. Sokaktaki kalabalıklar içinde fark edilecek kadar güzeldi. Ama soğuk ve çok mesafeliydi. Çok kolay konuşmaz, hatta hiç gülmezdi. Her zaman ölçülü, temiz, düzenli ve çok sıkıcı olan kadınlardan işte… Geçen yıldan beri saçlarını boyamaya başlamıştı. Ama hepsi bu kadar. Kendisine yeni giysiler ve ayakkabılar almazdı. Elindekileri her zaman çok iyi ve temiz kullanırdı. Onun hiçbir şeyi eskimezdi. Tırnaklarına oje, dudağına ruj bile sürmezdi. Kadın olmayı sevmiyor, beğenilmeyi istemiyor gibi davranırdı. Beynini okumak mümkün olmadığı için bu karmaşık bilmeceyi bir fukara anlatıcı olarak elbette çözmezdim.

Sinop'ta sabahtan beri usul usul bir yağmur yağıyor. Sokaklar uykudan uyanıyor, kaldırımlar ıslak. Bir bebek ağlıyor evlerin birinde. Göz kapakları uykunun derinliklerinden yeni çıkmış bir bebek, Bir yavru kedi annesinin süt kokan memelerini arıyor. Havada acayip bir dinginlik asılı… Sanki her şey on bin yıl, beş yüz yıl önce de aynıymış gibi acayip bir his oluşuturuyordu. Bir martının kanatları bıçak gibi yağmuru kesip geçiyor. Nereye gittiğimi bilmeden, kendime bile sormadan yürüyorum.

Nedret'in anlatılacak nesi vardı diyeceksiniz. Neden kelimelerini cümleler halinde öbekliyorsun? Bilmiyorum. Herkesin öyküsü kendi ıssızlığındaki zamana ilişkin. Onunki de öyleydi. Herkesin açmazları ve zaafları vardır. Ben yalnız insanlara daha yakınımdır. Ve kaderlerini zorlamadan yaşayanlara... Bırak su akacağı yeri kendi bulsun diyenlere benzerim.

Nedret bir gün sokaklarda gölgeler uzadığında evine dönmedi. Ertesi gün işine de gitmedi. Öğlen oldu kimse neden gelmediğini, nerede kaldığını merak etmedi. İş yerindekilerin çoğu zaten onun evinin nerede olduğunu bile bilmiyordu. Üç gün sonra müdürü onu sordu. "Nerde bu kız?" dedi. İlk defa insanlar Nedret'in bu kadar görünmez olduğu hayretle fark ettiler. Oysa masası üç gündür boş, bilgisayarı kapalıydı. Ve kendilerinden utandılar.

Nedret iş dönüşü yolda hastalanıp kaldırıma yığıldı. Gümüşçü Hakkı bir kadının yere düştüğünü görünce dükkânından fırlayıp yardım etti. Yüzüne su serpti, burnuna kolonya koklattı. Kolonya ve su işe yaramadı. Kadının kendine gelmediğini görünce telefonla ambulans çağırdı. Ambulans gelip genç kadını hastaneye kaldırdı. Ambulans gittikten sonra Sakarya Caddesinde meraktan toplanan kocalman bir kalabalık öylece kalakaldı. Hiç kimse kadına ne olduğunu, kim olduğunu bilmiyordu. Sorular havada uçuştu ama hiç biri yanıt bulamadı. Ambulansa bindirilip götürülen o meçhul kadın hastanede de kendine gelmedi. Acil servisten alınıp Samsun'a Fakülte hastanesine götürüldü. Ertesi gün yoğun bakımda kendine geldi. Ama hiç konuşmadı. Sadece "Neredeyim ben?" dedi. Etrafına şaşkın şaşkın baktı. Gördüğü insanların ve mekânın içinde kendine aşina olan hiçbir şey göremedi. Dudağını küser gibi büktü. Sonra yeniden uyudu. Hiçbir akrabası, yakını, iş arkadaşı onun hastaneye kaldırıldığını öğrenemedi.

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
8 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Hamdi Topçuoğlu

 Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


   ŞEHRE KAÇIŞ'TAN (1)

ÖYKÜLERİN BAŞLADIĞI AKŞAM

Akşam alacasında, kucağında bir köpek yavrusuyla çıkageldi. Anası, endişeyle beklediği olayın gerçekleşmesinden rahatsız:

- Baban görmesin, çabuk aldığın yere ver onu, dedi ve ardına bakmadan yürüdü.

Çocuk, avlu kapıda öylece kalakaldı.

12-13 yaşlarındaydı. Keskin ve kararlı bakışları kara gözlerini anlamlandırıyordu. İnattı, hem de dayanılmaz inat... İnce parmaklarını yavrunun parlak tüylerinde dolaştırırken:
- Anne, dedi, babama söyle, ben gidiyorum. Dönmeyeceğimi de bilsin.

Kadın, oğlunun aklına eseni mutlaka yapacağını bilirdi. İnat bir koca ile inat bir oğlun arasını bulmaktan bunalmıştı. Usulca döndü...
- Yüreğime mi indireceksin benim?
Çocuk yola yöneldi.
- Nereye gideceksin? Bak ortalık kararıyor.
Sokağın alt başına varmıştı bile.
- Canay, dur! Hele gel, halledeceğim.
Çivilenmiş gibi durdu, yüzünü dönmeden sordu:
- Söz mü?
Kadının dizlerinde can kalmamıştı. "Bitirdin beni çocuk." dedi kendi kendine.
- Söz çocuğum, söz.
- Caymak yok ama…
- Yok, yok...

Canay, yine kararlı adımlarla döndü. Anasının yüzüne bakmadan avluya girdi.
- Dur da bir çözüm bulalım baban gelmeden. Görürse, bu köpek eniği nereden çıktı diye küplere biner.
Anasının söylediklerini duymadı bile. Hızla ahıra daldı. Döndüğünde kucağında enik yoktu.
- Ben ona yer hazırlamıştım. Babamın ruhu bile duymaz. Sen de bu arada onu kandırırsın.
- Ya havlarsa?
- Havlamaz o. Yavru havlamaz, ağlar.
- Nereden buldun bu yavruyu?
- ….
- Kimden aldın?
- Anne, kara kafasını gördün mü? Tam istediğim gibi.
- Canay!
- Nereden bulduğumun, kimden aldığımın ne önemi var. Tut ki yolda buldum…

Kadın çaresiz boynunu büktü. Doğduğundan beri baş edememişti onunla "Ah aksi şeytan!"diye geçirdi içinden.
- Hadi gel, elini yüzünü yıka da birkaç lokma bir şey ye.
- Önce yavruyu beslemeliyim. Bana yarım bardak süt verir misin?
- Evde süt var sanki.
- O zaman bakkaldan alıp gelirim.
- Paran var mı?
- Var. Bayram paralarımı sakladım...

Annesi cebinden çıkardığı parayı uzattı. Canay, parayı aldı. Annesine istediğini yaptırabilmenin sevinciyle, bakkalın yolunu tuttu. Annesi "Hey Allah'ım! Beyimiz bir damla süt içsin diye akla karayı seçeriz; ama kendisi köpek eniği için..." diye söylene söylene oğlunun yavruyu sakladığı yeri bulmaya gitti.

***

Babası gelmeden yavruyu besleyip uyutmalıydı. Gece annesi, babasını ikna ederdi nasıl olsa. Sütü hafifçe ısıttı. İçine yarım su koydu. İşaret parmağının ucunu süte daldırıp sıcaklığı kontrol etti. "Tam kıvamında." diye geçirdi içinden. Annesi onun bu bilgiç tavırlarını şaşkınlıkla izliyordu. Kendi babası bu çevredeki en namlı avcılardandı. Bu yüzden baba evi köpeksiz kalmazdı; ama yavruların nasıl beslendiği konusunda bir fikri yoktu. Çünkü ne çocukluğunda ne genç kızlığında köpeklere ilgi duymuştu. Anımsadığı, yalnızca kışın soğuk günlerinde, kaynatılmış kepekten oluşan, yal dedikleri bir bulamacı verdikleriydi. Başka zamanlarda da hep sofradan artanlarla beslenirdi köpekleri.

- Anne, karışmam sonra. Babama kabul ettirmek senin işin, biliyorsun.

- Baban, gelecek sene alalım demişti sana…

Sesinde bir kırıklık vardı. Ama oğlunun o bildik bakışıyla karşılaşınca sözünü yuttu. Canay da annesini hırpalamaktan vazgeçti. Aslında bu isteğini, bir yıl daha erteleyebilirdi. Ama o zaman da lise dersleri ağır, üniversite sınavlarına hazırlanman gerek, diyeceklerdi.

- Kaç yıldır aynı sözleri duydum. Hem bu yavrunun babası da anası da iyi cinsmiş. Böylesini kolay bulamazsın, dediler.
- Cinsi ne bunun?
- Pointer...

Kadın, çocuğun kucağına bastırdığı yavruya ilk kez dikkatlice baktı: Simsiyah bir baş, kuyruk da öyle... Boyunda, sırtta, bacaklarda kar üstünde kömür lekeleri… Canay, onu göğsüne yaslayınca patilerini gömleğine batırıp taze pembe burnuyla aranmaya başlıyor: Bu, sıcacık nefes, süt kokan ten olmalı...

Gözleri açılalı henüz on gün olmamıştı. Koku izlemek, doğduğu anda öğrendiği ilk hayat bilgisi, kazandığı ilk armağan da ağzına dolan sıcak anne sütüydü. Annesi burnunu, onun minicik burnuna dayamış, kimselerin anlayamayacağı bir dille memesine dek koku izletmişti ona. Bu, tekrarı olmayan bir dersti. Çünkü şu yeryüzünde her av köpeğinin yaşamı koku izleme yeteneğine göre biçimlenirdi. Burnu kuvvetli olanlar usta avcıların gözbebeği, koku alma duyusu hassas olmayanlar sokak köpeklerinin maskarası olurdu.

İlk günler sadece karın doyurmak için uyanmıştı uykudan. Kardeşleriyle yuvanın en sıcak köşesinde bir yumak oluşturup alt alta üst üste uyuyor, renklerden ve biçimlerden habersiz yalnızca koku ve tattan oluştuğunu sandığı bir dünyayı kavramaya çalışıyordu.

Annesinden ayrıldığını henüz fark etmemişti. Annesini zamansız yitiren her çocuk gibi akşamın alacası koyulaştıkça yalnızlığın burgacına düşecek, gecenin nemi dala, yaprağa sindikçe üşüyecek; üşüdükçe ağlayacak, ağladıkça acıkacaktı. Ne tenini sarmalayan sıcak bir nefes, ne dilini damağını ıslatacağı ılık bir süt bulacak; bitkin, perişan sabahın ilk ışıklarına ulaştığında, yaşamın annesiz de sürüp gittiğini anlayacaktı.

Hamdi Topçuoğlu
egerem@yahoo.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,889,889,889,889,889,889,889,889,889,88
8 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Suna Keleşoğlu

 Café Azur : Suna Keleşoğlu


  KAHVE MOLASI

Bir başlayabilsem. Aklımda tüm sözcükler sıralı da. Bir bir dizilebilecekler mi? Düşünce yorgunu ve olup biten şaşkınıyım.
Türkiye'de olanlara bakıp kalıyorum son günlerde. Bir elim ağzımda, hep şaşırma hali. Yol daha çok uzun.
Ömür...
Yaş, zaman...
Bir çocuğu doğum gününde ne mutlu eder? Sınırsız şeker yemek ve doyasıya oynamak. Deneyin, gözlerindeki parıltının hiç sönmediğini göreceksiniz.

Ben de kalbimde hep bir heyecan ve umutla otururum bir mola vermek için bilgisayar başına. Acemice sıralanan sözcüklerimden elim değer ellerinize. İşte burada, bu yerde, yeri geldikçe buluşuruz. Yıllardır bu buluşmayı iple çekerim.
Bir bahar müjdecisi Kahve Molası. Şimdi eskilerden ödünç alıyorum cümlelerimi.
Zira yine bir doğum gününe denk düşsün kelimelerim.

Bir doğum günü için aklıma gelenler…

"Bahar geldi ya. Artık yaramaz bir çocuğum."
Zamana düşülmüş notlardan esen bir cümle. Şimdi yerli yerine oturdu. Yağmura rağmen bahara yazıyorum. Gri göğün gözyaşlarının tesellisi yerin toprak kokusunda…bu kokuyu taaa derinlere kadar çekmeli, yaşam avuçlarımızın içinde.
Savrulmadan, savurmadan rüzgarlarında hayatımızın, dimdik bir merhaba yeni gelene…

Doğmak, doğmuş olmak, doğurmak…
Başka hangi kelimeyi eklemeli.
Her doğuşun bir hikayesi var. Her hikayenin de bir anlatıcısı. Ben bu hikayede neredeyim? Nefes aldığım günlerin, geçmişe giden küllerinden kalanlarını ayıklayıp renk renk sözcük boyaları ile yaşama sunuyorum. Ben bir sözcük boyayıcısıyım. Üstüne üstüme sinen tüm kokuları da ekleyip yaşamın içinden taaa içinden yüreğimi yazıyorum.
Evim burası. Burada dostların arasında binbir çeşit kahvenin tadını denerken, tüm kahve kokularına karışıp okumanın zevkini hayata karıştırıyoruz bir tutam şekerle ve binbir çeşit kekle beraber…

Hiç değişmedi bu anlatılanlar. Biz çoluk çocukla daha da kalabalık bir aile olduk. İstanbul'da, Ankara'da, Antalya'da, İzmir'de, Türkiye'nin dört bir köşesinde bulduk birbirimizi buluştuk. Ülkeler arasında, hatta kıtalar arasında dostluklar kurduk. Paylaştıkça artırdık yaşamlarımızı.

Doğumlar, ölümler, hastalıklar…
Dertler, mutluluklar, umutlar…

Yazdıkça anlattık kendimizi, yazdıkça yaşadık, yazdıkça ve okudukça arttık.
Alıntılardan devam edeyim yine.

Hüzünler, sevinçler paylaştıkça artıyor…
Bahar yağmurları,
Toprak kokusu,
Elimin, gözümün, yüreğimin değdiği her yer, her şey

Hüzünler de mi paylaştıkça artıyor dediniz? O zamana denk düşen duygularımı unutmuşum. Gözyaşları da, üzüntüler de kalabalıklaştıkça artmıyor mu?

"Yazmak herkes için ihtiyaçtır.Yazmak haberleşme ihtiyacının en üstün şeklidir.
Yazmak, bir ayıklama çabasıdır." demiş Sartre.
Evet ben bir ayıklama çabacısıyım. Yaşamımdaki her ayrıntıyı, her anı ayıklama çabacısı. Yerim, evim, şimdi bulunduğum yer burası.
Ve Bir bahar çocuğu KahveMolası.

Bahara açan bir kiraz ağacı çiçeği, annesi ile aynı gün doğan bir bebek, terkedilmiş bir sevgili, hasta bir baba, geçmişi özleyen bir çocuk, muzip bir hayat mizahçısı, yaşama karışan bir filozof, zamanı durdurmak isteyen bir adam…
Bir çocuğun elindeki balon,
En zor kararlara imza atan bir kalem,
Ameliyat masasındaki bir neşter,
Bir gelinin tacındaki beyaz papatyalar,
Gökyüzüne kucak açan yaşlı bir çınar,
Ve şu an pencereme dokunan bir yağmur damlası…
Aklıma bir anda geliveren tüm yaşam parçaları; Bir bulmaca tadında. Bu bulmacanın yaratıcısı da , çözücüsü de kendimiziz.

Ben Merhaba demek için buraya gelmiştim. İlk yazdığım günden itibaren beni hep destekleyen sevgili CEM sana teşekkür etmenin hala bir yolunu bulamadım. Her gün büyük özveriyle hazırladığın ismimle gelen KAHVE MOLASI postasını daha nice yıllar almak dileğiyle hepimizin KAHVE MOLASI'nın doğum günü kutlu olsun.

Yazılarıyla ve katkılarıyla emeği geçen herkese binlerce kez teşekkürler.
İyi ki varsın KAHVE MOLASI.

SunA.K. Grasse


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,869,869,869,869,869,869,869,869,869,86
7 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Ebru Coşgun


"Gümüş aynalar ve Lacivert taşlar"

Ayna hep ayni kalırken, aynadan bana bakan kadın hep değisiyor…

eylül...aklımın kıyılarına vuran kadın gölgem benim !
bilmiyorsun ki saçlarıma vuran ayaz bu...ne vakit yüzünle karşılaşsam ilk gün ki mahcubiyet
ve aşkın ayak sesi , otobüsün en arka koltuğundan izlenen en kalabalık yolculuk...
belki hep o bozuk ritim ve sesten habersiz çırpınan her tavır sensin...
her tavır sana sıkı sarılmışlığım...

Müziğin ellerime dokunmasıyla ,gecenin parmak uçlarıma dokunduğu bulanık rüzgarlara açıyorum perdelerimi.
yüzümdeki gülüş oluyorsun bazen. o gülüşle dalgalanıyor perdelerim...

Hiç bir uykuda tabirini yapmak mümkün olmayan , Gözlerinden bulaşan düşler biliyorum ben

Kalk kalbimin üstünden
ha düştü ha düşecek bir kaç söz var kalk gitmiyoruz diye iç çektiğim anlar var...

Senin parmak uçlarını biliyorum , nasıl dokunduysan omuzlarıma öyle...

Kimi sabahları Dudaklarının kenarından dönen ıslıkları biliyorum ben..

Telaşla alıp verdiğin nefesin gözlerine dokunmadığını hissedip, uyumaktan vazgeçmek gibi bir şeysin.
ben her defasında, gizlice senden önce uyanıp büyümeni izledim..
Yüzünde ki her çizgiyi nakş ettim hafızama,
kirpiklerinin her hareketi, belli belirsiz tebessümlerin…
Fısıltı gibi nefes alışlarını dinlerken aidiyetin ne olduğunu tüm benliğimde hissetim.

Ya yüzümün kıvrımları koynuna göre tasarlanmıştı ya da koynun suretimin yatağıydı.
bak gecesini sabaha emanet ettiğimiz bir gök devrilecek şimdi , ve altı üstü bir çocuk olduğum yaşamışlığım...çocuk sen çocuk ben ve bir çocuk daha oynamadığımız bütün oyunları kıskanıyorum şimdi..

Yüksek yamaçların güneşi sakladığı bir iklimde sıkıştı ayaz zaman…
oysa en yabani halimle saklamıştım yüzümü denize ki dalgalar değdikçe yanağıma bir şey geçti içimden..
Şimdi ılık bir şarkı fısıldıyor kulağıma kayıp bir kız…
ağzını mor yakamozla yıka! ağzını mor yakamozla yıka! ağzını mor yakamozla yıka!
Ayaz diyordum ya , İçinde Gümüş aynalar ve lacivert taşlar barındıran bir dudağa soluğunun çarpması!

Ebru Coşgun


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


polygon@polygon.com.tr


Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


ÜÇ BALIK (*)

uzaktan balıkçılar geliyordu.

bir gölcüğün kıyısında
üç balık yüzüyordu
birinci balık:
- "balıkçılara gözükmeden
arkadaşlar aklımı çelmeden
sessizce dalayım denize." dedi.

daldı denize.

ikinci balık:
- "su yüzünde
sırt üstü yatayım
ölü sansınlar beni." dedi.

yattı sırtüstü denize.

üçüncü balık:
düşmanın ayak sesinden
habersiz eğleniyordu.

takıldı ağlara.

ağlamaklı bağırıyordu:
- "bir kez daha gelirsem dünyaya
küçük sularda değil
denizde yaşayacağım, bir.
arkadaşlarımdan ayrılmayacağım, iki.
eğlenmeden önce

önlemimi alacağım, üç" dedi.

öldü
sonra.

(*Mevlana'nın bir öyküsü)

AYTEN UYAN

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu



Polygon Web Studio


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"

Hatice Bediroğlu
"Düş Kuruyor Gece"

Cüneyt GÖKSU
Serpil YILDIZ

"KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

Merih Günay
"HİÇ"

Feride Özmat
"Yanlış Zaman Hikayeleri "

C.Eray Eldemir
"Uzak İklimler"

Temirağa Demir
"Edepli Fahişeler"

 
Nesrin Özyaycı
"ÖLMESEYDİ"


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

GOM Player 2.1.16.4613 / Windows / 4.48 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

VLC media player for Windows / V.0.9.9 / 16 MB
http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
http://www.7-zip.org/
Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Uygulama : Cem Özbatur
2002-09©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Happy Birthday KM
Latino









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20090417.asp
ISSN: 1303-8923
17 Nisan 2009 - ©2002/09-kmarsiv.com