|
|
|
28 Nisan 2009 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Bu cesareti nereden buluyorlar?!.. |
"Yok artık, daha neler!" demediğimiz bir gün görebilecek miyiz acaba? Yaşanan olaylar artık münferit deli saçmaları olmaktan öteye geçmiş durumda. Sabah Bostancı'daki çatışmayı an be an izlerken gözümüzün önünde kanlar içinde yere düşen 16 yaşındaki genci, daha birkaç gün önce Hakkari'de dipçikle ölesiye dövülen çocuğun çaresizliğini, özel harekatçının acımasızlığını görüp kahrolmamak mümkün mü? Değil. Peki ya, insan olan herkesi derinden yaralayan bu olaylardan nemalanmak isteyenleri görünce, duyunca nasıl davranmalı? İşte bunlar kalakaldığımız anlar. Bu koca memleketin bir bölümünü temsil ettiğini söyleyerek, mevcut demokratik kanalları sonuna kadar zorlayarak Meclis çatısı altına giren bir parti sözcüsünün, hepimizin kahrolduğunu bir olayı eleştirirken kullandığı cümleleri haklı bir siyasi tepki olarak görmenin olanağı kalmadı artık.
Daha birkaç gün önce babamla tartışıyorduk. Onun kapanmalı artık dediği partinin, egzost vazifesi gördüğü için, kapanmaması gerektiğini savunuyordum. Hele bir de kapata aça laçkalaşan bir toplum partisinin kapanmamasının Türkiye için daha hayırlı olduğunu söylüyordum. Hala da aynı görüşteyim, ancak kendine bölgenin vekili diyen dokunulmaz kadın vekilin "29 Mart seçimlerinde ‘Kürdistan' sınırlarını belirledik. Yani, Van'ı aldık, Siirt’i aldık, 86 yıllık geleneği bozarak Iğdır'ı aldık." demesini demokratik bir hak olarak görmek mümkün değil. Bu düpedüz bölücülük, bu düpedüz terör faaliyeti. Partiyle uğraşmak yerine böylesi densizliğe sebep olanlara gereken ders derhal verilmeli diye düşünüyorum. Ama bir yanım da bunların bu derslerle beslenip büyüdüğünü bildiğinden, boş yere çakma kahramanlar yaratılmaması gerektiğini söylüyor. Bu denklemi çözebilecek dirayette ve cesarette yöneticilere gerek var ama mevcutlar arasında var mı? İşte bu sorunun cevabı da kocaman bir hayal kırıklığı. Acı ama gerçek. Bu coğrafyada yaşamanın bedellerinden biri de bu olsa gerek. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Cemreler Düşerken : Elif Eser (Zeycan Irmak) Deklanşör |
|
Deklanşöre basıyorum. Klik. Bir martı yakalanıyor kareye, bir tekne, bir serçe ağzında kırıntı, bir çocuk en masumane gülüşüyle tertemiz ve bir kedi yalnız, vakur...
Fotoğrafın çekenle çekilen arasındaki ilişiği bir anlık... Hayat gibi. Klik. Belki de bu yüzden her şeyi, her şeyi alabildiğimce karelere sığdırmaya çalışıyorum. Gülümsüyorum; çam kokularını, denizin iyodunu içime çekerek "iyi ama, sizi sığdıramam ki bir küçük kareye. Bu çocuk kahkahasını, bu martı çığlığını, bu ızgaradan yayılan mis gibi balık kokusunu bir de rokayı, bir de rakıyı... Hangi kare betimleyebilir kokunun ayrıcalığını?" Naif, sessiz, utangaç kendime kalanlara sarılıyorum.
Kendime kalanlarla kendime saklayamadıklarımın uçurumu fersah... Hayata dair. Oysa insanız ve her şeyi, her şeyi büyük bir iştah ve doymaz bir açlıkla kendimiz için istiyoruz yalnızca. Gülümsüyorum; kendimden kopardıklarımın boşluğunu usul usul okşayarak "siz belki şu an burada değilsiniz ama yeriniz ben de. Yine de sizi sevmeye devam edecek bu yürek, siz bilmeseniz de." Tatlı, acımsı, tedirgin derin bir iç çekişle boşluklarıma yüz sürüyorum.
Hikâyeler kurmayalı ne çok oldu. Uyduruk veya yaşanmışlardan alıntılar... Yani birilerinin anıları, acıları, neşeleri yahut aslından karbon kağıdı ile kopya çekilmiş benzer kurgular... Yazmak gelmiyor içimden. Öylesine gerçek ve duru bir yalnızlığın dimağında geziniyorum ki; kurmaca ve birbirinin tıpatıp aynı klişe yaşam sürenler adına boynumu büküp üzülüyorum "keşke benim gördüğüm yerden izleyebilseniz dünyayı..." Çünkü yarın henüz gelmedi, çünkü yarının kaygısını içinizde büyüterek fotoğraflıyamıyorsunuz göz merceğinizle anları, kaçırıyorsunuz! Kaçırıyorsunuz son sürat gündelik telaşlarla ayrıntıları! Çünkü, çünkü... Yaşamak çok güzel ve çok kısa... Hiç değilse nefes aldığınız her an için rica etsem şükreder misiniz inandığınız her ne ise O'na?
Bir kertenkele, duvar çatlağından minik başını uzatmış. Diyafram ayarını yapıyorum ki kertenkeleyi netleştirebileyim. Klik. Şaşkın bakışlarını bir anlığına üzerimden geçirip ürkerek kaçıyor başını uzattığı çatlağın içine.
Sümbülün kokusunu duyumsayabilirim ama kareleyemem elbette. Fakat sümbülün kendisinden yayılan hüznü resmedebilirim bir fotoğraf karesinde.
Anların değerini dilim döndüğünce anlatabilir, gözlerimden mutluluğumu ışıltılarla yansıtabilirim elbette. Fakat çok sevdiğinizin kıymetini onu kaybetmeden anlayamamanın acısını ifade edemem kelimelerle.
Yaşamın envai çeşit, hercai güzelliğinden dem vurarak yüzlerce cümle kurabilirim elbette. Fakat ölümün sessizliğini ve aslında yüzünün soğuk ve karanlık değil; pembe ve aydınlık olduğunu tarif edemem ölümle yüzleşmeyene...
Deklanşöre basıyorum. Klik. Bir yıldız kayıyor gökyüzünde...
Elif Eser zeycanirmak@gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Artı ve Eksilerimle : İrfan Kurudirek |
Kayıptan Sesler Korosu
Günün batışı ile kalabalıklardan uzaklaşmış, aynı klişeleri yemin saymış iki tane çaresiz yer ediyor beynimde. Her yere düşüşte en az sızlanan kahraman sayılıyor ve "hayal" adı verilen gerçeğin teorik kısmına adapte oluyor iki çaresiz. Belki bir temizlik adıdır hayal. Öyle olsa dahi bu temizliğin ardında bıraktığı çaresiz ve kahverengi iki tortu onlar.
Yan yana uzanmış aynı tavanın farklı çatlaklarında derman aramaktayız. Yorgan çenemize kadar gelmiş, çaresizlik paçalarımızdan boşalıyor. Gözlerimizi çok az kırpıyoruz, birbirimize hiç bakmadık, bakmıyoruz. Karanlık can sıkıntısı gibi duruyor bu gece. 18.03'te kalkan bir gemi ile ruhunu peşkeş çekiyorsun güneşin gittiği bir yere.
"Ne düşünüyorsun?" diye soruyorsun. Hayal gibi diyorum. Hayal gibi bu yaşadıklarımız. Sadece seni ben seslendirmiyorum. Gerçekmiş gibi konuşmaların. Yani rüyalarımdaki gibisin. Ama bu hayatın da birinin hayali olduğunu göz önüne alırsak hiçbir farkı yok yaşadıklarımızın kenarı ısırılmış bir hayalden. Seni seslendirirken daha düzgün seçiyorum kelimeleri. Bense sürekli bir kekemeyi oynuyorum, âşık olan sefil adam misali. Ama bu yaptığım çoğu insan için delilik ibaresi olduğu için içten içe seslendiriyorum konuşmaları. İkinci yastığımın yerinde sen yatıyorsun. Adlarınız aynı ama senin boyun biraz daha uzun. Ayrıca yastığım sen gibi kokmuyor. Konuştuğun zaman sesin yankı yapıyor. Ben seslendirince bu kadar gerçekçi değil işte. Pek bir farkı yok anlayacağın. Yüzünde anlam veremediğim bir tebessüm var. Bir gidişin karşı konulmaz gururu kemirmiş içini sanki. Uyku ile harap etmek istemiyorum bu zamanı. Seni seyredebilirim mesela.
Kayıp giden gözler arasında bazı yeminlerim sıkışıyor. Elim mahkûm sen yerine başka bir yastığa sarılmaya. Öyle yapıyorum aslında. Elini tuttuğumu hayal dahi edemiyorum. Bu bir temizlik ise demiştim, ellerimiz kirli kalıyor sevgilim.
Daha da gerçekçi olmaya başlıyor her şey. Sen yavaşça sokuluyorsun yanıma. Dışarıda büyük bir tipi var. Kar yağıyor usulca ve poyraz esiyor bu gece. Camdan dışarıya bakıyorum. Kar taneleri yere düşüyor, poyraz alıyor bir daha vuruyor yere, bir daha, bir daha ve bir daha... Poyraz gibi insafsızsın sanki. Camların arasından sızan rüzgâr sesi ninni gibi geliyor. Göz kapaklarının üzerine bir gidiş oturdu senin. Dalıyorsun adını dahi bilmediğin diyarlara.
Gece soğuk
Gece mavi
Gece titriyor
Sela sesi var. "Namaz" diyor imam, "uykudan hayırlıdır". Bilirsin severim sabah ezanı dinlemeyi. Sen uyurken usulca terk ediyorum yatağı. Ama seni değil, sakın yanlış anlama. Dinliyorum ezanı ve dua ediyorum. Sen daha rahat uyu şimdi sevgilim.
Sabah uyandığımda yanımda olmadığını görüyorum fakat algılamam biraz zaman alıyor. Apar topar gittiğin belli üstümü açık bırakmışsın ve annemin de küçükken öğütlediği gibi "Üstü açık yatarsan gece üzerine kar yağar." misali buz tutmuş her yanım. Gözlerim odayı talan ediyor bir iz, bir ışık bulmak için. Beyaz bir kâğıt var masada. İşte orada duruyor yarım bıraktığın şarabın yanında. "Sana karalamışt..." diyerek üstünde durmuyorum. Aslında gözlerim biraz Fransız kalıyor. Çünkü onlar aslında seni hiç görmediler. Bir fotoğraf karesinde gördüler belki ama mimiklerinle yüzünü hiç bağdaştıramadılar. Bu yüzden yaşla uğurlamıyorlar seni. Başka bir iz olmalı diyorum, sağı solu kolaçan ediyorum ve buluyorum mavi bir kâğıda gazete harflerinden bıraktığın "Hoşçakal" yazısını. Galiba yazanın kim olduğunu bulamamam için böyle bir yöntem seçtin. Harfleri yapıştırırken de eldiven takmışsın. Bu profesyonelliğin karşısında sessiz kalıyorum. Ama yüreğim öyle değil. O yüzünü de gördü, mimiklerini de gördü, gülüşünü de. Yüreğime ağır geliyor bu gidiş. O da haklı aslında "ölmek istiyorum" diye yakarışlarına bir tek o şahit oldu. O da haklı...
Katlayıp cüzdanıma koyuyorum delilini. Bir gün dönsen bile sana öğrettiğim gibi; "Aşk vida mı ki çıkarıp tekrar takasın?" diyeceğim.
Ve ben
Cebimde
Sol gözü kör
Bir gece ile
Sevmiş
Biri
Olarak
Kalacağım
Sadece
Sevmiş
İrfan Kurudirek
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
kendimden geriye sayıyorum
Uyandım…Aydınlık ve içeriye gölgelerin sızdığı bir sabah yaşanıyor. Aynanın önünde durdum ve bakakaldım eskimiş ve yapayalnız yüzüme. Bu zamana kadar başaramadıklarımın yüzümde bıraktığı izler hesap sorar olmuştu, kimseye açıklayamadığım yaralar böylesine çarptı yüzüme bu sabah.
İnsan her yaşadığından bir şeyler öğreniyor bilmeden, istemeden. Bugün kendimden geriye sayıyorum ve tüm hayatımı bir ayna önünde sorguluyorum. Şimdi anladım ki böyle çok dahil olmamak gerekiyor insanların hayatlarına ve onlar da senin yaşamına bu kadar çok dahil olmamalı. Benim dahil oluşumun derecesini tek bir cümle özetlerdi zaten, o insanların 'hastalıkları' bile benim 'hastalığım' olmuştu, her günün birbirine benzediği yazgımın başkalarının dudaklarında dolaştığı bir yaşamdı benim ki… Böyle yaşanan süreçlerden sonra belli uzaklaşmaların yaşanması zorunlu oluyor, mesafeler giriyor yaşantımıza. Biraz özlenerek, biraz kahkahayla yaşanmalı hayat diyerek yeni kararlar alınıyor. Ömrün paylaşımlarından geriye yalnızca yıkıntılar, kırgınlıklar, umutsuz gözler kalmamalı; her günümüz bir şeyler öğrenerek geçmeli diyor her şeyi bilenler. Öğrenilenler yüzümüzde deneyimsel çizgiler bırakıyor, çizgilerle dolan yüzümüz geçmişi gölgesinde bırakıyor.
Her gün hayatını ne kadar boğduğunu, bu halden çıkmak gerektiğini düşünüp aynı hayatı yaşamak gün geçtikçe ruhsuzlaştırıyor insanı. Ve şimdi anlıyorum ki kalan bir parça enerjini birilerine güç vermek için harcarken sana bir şey kalmıyor. Her sabah biraz daha yorgun uyanıyorsun ve her gece biraz daha tükenmiş yatıyorsun yatağına. Enerjinin kat kat artması gereken zamanlarda en büyük tükenişini yaşadığını, tükenişler içinde kaybolduğunu fark ediyorsun. Kendi ömrünü sorgulamaya vakit kalmıyor, hesaplar vermekten. Yaşamıma dahil oldukları andan itibaren bende içimin cevaplarını duyamamışım dışımdaki insanların sesinden.
Ezgi Yekbun
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
TEZER ÖZLÜ'YE MEKTUP 4
Sonrası…
Herkesler gibi küçük yalanlarım oldu Tezer. Çocukluktan alıştırılmıştık. Böyle olacak demişlerdi, yaşamak için. Uymuştum. Sonra? Sonrası mı? Gülme, yakalandım değil mi? Sonrası karanlıktı Tezer. Issız, yorgun bir karanlık. Bitmez.
Yıllarca onların hayatlarını yaşadım Tezer. Babamın, annemin, tanıdıklarımın, en yakınımda olanlardan, en uzakta kilerine. Nereye gitsem, hangi yoksul bir kentine gitsem bu ülkenin… O insanların, sevinçleri, acıları, korkaklıkları, bilmezlikleri, sabırsızlıkları, çılgınlıkları, affetmeleri… Ve nice yazsam daha sonu gelmeyecek olan bitmezlikleri. Sıkıldım dostum. Her yaşamın önce kendine ait bir odası olmalıydı. O odada yaşanmalıydı, ilk olacaklar ve yavaşca çıkılmalıydı kapıdan. Oysa o kapı bildim bileli, annemin siyah uçlu memesini ağzıma soktuğundan bugüne, bir kızın dudaklarında büyüyen hayatımda, hep açıktı. Yalnızlığı yalnız olmak için seçmedim, ben Tezer. Kendimi bilmek, tanımak, bulmak için seçtim. İnsan birey olmalıydı. O duyguyu sınırsızca yaşamalı, ağlamalıydı, sıkıntıdan. Göz pınarlarından akan sıcak yaşları, yanaklarından süzülüp, dudaklarının kenarından arsızca boynuna akmalıydı. Yaşanan neden hep tersiydi öyleyse? Bu sorunun cevabı için ben neden yıllardır okuyorum? Gözlüyorum insanları, can alıcı bir şahin gibi tepelerinde geziniyorum, ağzım yarım bir şehvetle açık ve içim neden kıpır kıpır, bilinmez bir coşku hamuruyla yoğruluyor? Bir şeyler söyle! Çekildiğinden beridir sesin soluğum çıkmıyor. Daha nereye kadar, söyle hangi zamana kadar yazdıklarınla avutacaksın yüreğini? İstemiyorum bunu. Ömrün boyunca düşünü kurduğun odandasın değil mi? Kendinle. Çık oradan, bir an önce.
Çık ve sürüp giden hayata karışalım. Bir baştan bir başa çoğalsın şarkılarımız. Büyüsün haziranlar, baharlar, mayıslar, yolumuz uzun. Ve bitsin bu suskunluk, içimizde çiçekler açsın. Sulayalım, sulayalım, sulan…
Onur Eryılmaz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
NERDE
Küçük bir kız gördümdü çok eskiden
Annesinin dizi dibinde,
Bir de incir diktiydim hasta iken,
Üç yapraklı mı, dört yapraklı mı ne.
Küçük kız da büyüdü o incir de,
Ama yüreğimin erinci nerde?
Romeo'yu onca kaygılandıran
O kuş seslerini düşünürüm de
Sabaha karşı bir korudan
Tarla kuşu muydu, bülbül mü diye
Tarla kuşunu da dinledim, bülbülü de
Ama yüreğimin erinci nerde?
Geç kaldığımda oldu belki
Laternaları dinlerkene,
Periler yeryüzüne indirmiş geceyi,
Çerağlar içinde yanmış gökkubbe
Gökkubbeyi de bilirim perileri de
Ama yüreğimin erinci nerde?
CELAL SILAY
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.16.4613 / Windows / 4.48 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.0.9.9 / 16 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|