Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 8 Sayı: 1.626

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 30 Nisan 2009 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : pekakaya lanet olsun, 1 Mayıs kutlu olsun!..


Hareketli bir gün geçirdik. Diyarbakır ve Hakkari'de kahpece şehit edilen on vatan evladının acısıyla gözümüzü açtık, Orgeneral Başbuğ'un bence doyurucu ve anlamlı basın toplantısını izlerken canlı bomba haberleri ile sarsıldık. Anlaşılan o ki, baharla birlikte belâ da geliyorum diyor. Sözde ateşkes ilan ettikleri bir zamanda hareketlenmelerinin siyasette ki dalgalanmadan etkilendiğini söylemek yalan olmaz. 29 Mart seçimlerinin temsili parti tarafından adlı adınca yapılan yorumu, belki de bir sinyaldi kimbilir. Acı olan, dinle beyni yıknamış canlı bombalara artık siyasi amaçlarla efsunlanmışları da katmaya başlamış olmamız. Diken üzerinde oturmak için alın size bir koca neden daha.

Başbuğ'un konuşmasını nefes almadan izledim. Silah ve mühimmat konusunda söyleyecekleri gerçekten önemliydi ve gerekenleri söyledi. Bulunan mühimmatın takibi olanaksızlar sınıfından olmasını öğrenmek pek çok komplo teorisyeni için büyük bir hayal kırıklığı olmuştur sanırım. Hele işe yaramaz boş LAW silahlarının neden sarılıp sarmalanıp gömüldüğünü sorması epeyce manidardı. Aynı kafile numarası ile üretilen 3 bin 5 bin adetlik el bombaları için verdiği örnek ise, her ne kadar kendisi reddetse de, adrese teslim bir göndermeydi. Üretilen 3300 adet el bombasının 300 tanesi TSK'ya 3000 tanesi ise Emniyet Müdürlüğüne verilmiş örneğin. Bulunan hiçbir silahın TSK'ya ait olmaması, nokta denetimlerde askeri cephaneliklerde eksik bulunmaması, üzerinde derin derin düünülmesi gereken noktalardı. Ama en önemli söylemi, bundan böyle darbe konusunun TSK gündeminden çıktığını belirtmesi ve bu konuda yoğun önlemler alındığının altını çizmesiydi. Yani artık darbe korkusu salarak puan toplamaya çalışanların ekmeğini ellerinden aldı. Sadece bunlar değil, bir sürü şey söyledi. Hepsi de üzerinde düşünülmüş, samimi düşünceleriydi. En azından ben öyle izlenim aldım. Kapalı da olsa konulara ne kadar uzak ya da ne kadar olduklarını gayet güzel anlattı. Tabi anlamak isteyene. Dünkü toplantıdan sonra TSK karşıtlarının ama özellikle fethullah cemaatinin inandırıcı olmak için epeyce fırın ekmek yemeleri gerekeceğini rahatça söyleyebilirim.

Fener davasında Adalet bakanının düştüğü duruma acı acı gülmekten başka birşey gelmiyor elden. Bunca kırılan pottan sonra hâlâ o makamı işgal ediyor olması Türk hukuk sistemine darbe üstüne darbe vuruyor ama gelin görün ki bakan en pişkin haliyle her soruya cevap vermekten kaçınmıyor. Neler olacak yakında göreceğiz.

Yarın 1 Mayıs. Tatil ilan edildi, kutlu olsun diyeceğim ama ne için diyeceğim, kutlu olsun yerine kurtlu olsun desem daha uygun düşer mi gibi sorular arasında gidip geliyorum. Kapalı kalmasına karar verilen Taksim meydanına çıkmaya kararlı DİSK üyesi sendikaların başına neler geleceğini hep birlikte göreceğiz. Gücü dengeli kullanmaya söz veren güvenlik güçlerinin dengeden ne anladıklarını izleyeceğiz. Umarım geçen seneye dönmez de, çizdiğimiz yabani tablonun dışına çıkabiliriz.

Aşağılık terör örgütü pekakayı dünkü eylemleri nedeniyle lanetliyor, şehit kardeşlerimize rahmet, kederli ailelerine sabır diliyorum. 1 Mayıs tatili nedeniyle yarın yayınlanmayacağız. Pazartesi günü tekrar buluşmak üzere hepinize şiddetten uzak hafta sonu diliyorum. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  SOKAKLAR ISLIK ÇALMAZ -8

Beş ay sonra Cemre Bebek yeni anne babası Bahadır ile Hüsniye'ye verildi. Evde tam bir bayram havası esti. Zaten aylar önce bebeğin odası, yatağı, mamaları, eşyaları alınıp yerli yerine konmuştu.

Sinop'ta sabahtan beri usul usul bir yağmur yağıyor. Sinop kütüphanesinin taş duvarlarının kuytusunda sığlaşan kumluk sahilde iki kuğu yüzüyor. Biri beyaz öteki gri gibi koyu renkli… Yıllardır ilk kez kıyıda böylesine kaygısız iki kuğu… Dalgaların küçük kıvrımlarında hafif salınarak dolaşıyorlar. Sakin, kaygısız ve yoldan geçenlere hiç aldırmadan…

Bahadır ve Hüsniye ömürlerinin hiç bitmeyen, hiç geçmeyen baharlarını yaşıyorlardı. Cemre ile birlikte diş çıkardılar, tay tay durdular, belli belirsiz ilk sözcüğünü birlikte seslediler. Her şey inanılmayacak kadar, rüyalar kadar güzeldi. Bütün saatleri küçük kızlarına kurdular. Birlikte uyudular, birlikte çamaşır yıkadılar, hamur açtılar, yemek pişirdiler, küçük kayıkları ile balığa çıktılar. Her şeyi aklınıza gelecek her şeyi birlikte yaptılar.

Cemre sapsarı bir kız oldu. Öpmelere sevmelere kıyamazsınız. Zaten teni öyle beyaz öyle narindi ki, farkına varmadan sarılırken biraz fazla sıksanız ellerinizin izi kalırdı. Kocaman bir öpücük aldığınızda yanağı saatlerce kırmızı kalırdı. Açık mavi gözlerinin kocaman bir derinliği vardı. Hüsniye ile Bahadır sık sık o gözlerin içine yuvarlanıp kayboluyordu. Ayracı çok zekiydi, ana sınıfında bile hemen sivriliverdi. Herkesin sevgilisi, oyunların kurucusu, ebelerin belirleyicisi oydu.

Sinop'ta sabahtan beri usul usul bir yağmur yağıyor. Diziciler erkenden surların önündeki demir kapı önüne yığılmışlardı. Çekim ekibi, asansörlü kameralar, ışıklar, jandarma kıyafeti giymiş oyuncular, dizi çalışanları erken bir telaş içindeydi. Pala bıyıklı oyuncu dazlak kafalı esas oğlan ile bir şeyler konuşuyor. Yüzlerinde acayip bir ekşilik, belirgin bir keyifsizlik okunuyor. Nerden bakarsan bak yönetmen onları karga kahvaltısını yapmadan oraya dikmiş olmalı. Sinop'ta usul usul bir yağmur yağıyor. Dizicilerin telaşına zerre kadar aldırmadan, kendi kendine uzun bir şiiri fısıldar gibi…

Minibüs sabahın ilk ışıklarıyla öğrencileri Sinop'a getirdi. Öğrencileri Anadolu Lisesi önünde indirip gitti. Şoför Necati tam üç senedir her sabah Sinop'a öğrenci getiriyordu. Tam üç senedir okul çıkışı aynı öğrencileri alıp Gerze'ye evlerine götürüyordu. Bir turda aldığı para on liraydı. Günde iki tur yaptığında yirmi lira. Minibüs öğrencileri okula bıraktıktan sonra garaja geri dönüyor ve sırasının gelmesini bekliyordu. "Hiç olmazsa sigara param çıkıyor," diyordu. Buna da şükür. Üç yıldır bir gün bile hasta olmamıştı. Olamazdı . Ve iki senedir tur başına aldığı para hiç değişmemişti. Şimdi bir de kriz denilen bir illet peydahlanmıştı. Gak guk etse, "tamam abi, bırak öyleyse," deyiverirlerdi. Bırakamazdı. Hiç olmazsa sigara ve ekmek parası çıkıyordu.

Şoför Necati Amerikan radarında tam yirmi yıl otobüs kullandı. Radardan önce de otobüslerde muavinlik yaptı. Bir ara kendi taksisi vardı. Taksinin taksi olduğu zamanlarda bile adam akıllı para kazanmıştı. Çok yumuşak yüzlüydü. Kimseyle kılı kırk yararak pazarlık edemez, çoğunlukla benzin parasına fit olurdu. Radara girdikten sonra da taksisini satmıştı. Amerikalıların yanında otobüs şoförlüğü yaptığı zamanlarda maaşı iyiydi. Geçimini de düzeltmişti. Ama eli çok açık, yüzü yumuşak olduğu için elindekini avucundakini hep akraba, hısıma kaptırmıştı. Biraz para biriktirip emekli olmadan önce kiradan kurtulmayı başaramamıştı. Yirmi yıl sonra bir gün Amerikan radarı ansızın kapanıvermişti. Oysa emeklilik henüz aklından bile geçmiyordu. Çalışanlardan bir kısmı emekli edildi, bir kısmı da emekli bile olamadan tazminatları ellerine verilip işten çıkarıldılar. Bütün çalışanlar ne olup bittiğini anlamadan sokakta kalıverdiler.

Sinop'ta sabahtan bire usul usul bir yağmur yağıyor. Şehir kulübü önündeki yaşlı çınarlar ağlamaklı gözlerle sokakları bekliyorlar. Yaşlıları siz bilmezsiniz. Onlar hep geçmiş güzel günlerin hayallerine dalarlar. Ve özlemiyle yanıp tutuşurlar. Bir kuş konsa dallarına, bir araba geçse bile sokaktan onları derin düşlerinden çekip alamazlar.

Şoför Necati tazminatını alınca ev sahibi olabilmek için bir kooperatife girdi. İnşaatlar uzadıkça uzadı, evler bir türlü bitirilemedi. Baktı ki olacak gibi değil, hissesini başka birine devrederek ayrıldı. Ama artık elinde kalan bir ev hayali için yeterli değildi. Ev sahibi olmak yaşamının sonuna kadar onun için hep uzak bir hayal olarak kalacaktı. Çocuklarım bari okusaydı diye hayıflanırdı. "Ben iyi kötü geçinip gittim. Şurada ne kaldı? Topu topu bir kuş kadar ömrüm var."derdi. Keşke çocuklarım bari kendilerini kurtarsalardı. Şoför Necati'nin bir oğlu bir de kızı vardı. Oğlu iş seçmeden bulduğu her yerde çalışıyordu.Keşke sürekli ve sigortalı bir işi olsaydı. İki numara ise ev kızı…

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Derya Ongun

 Deryaneval : Derya Ongun


  DERYA'YLA YOLCULUK =IV=

Komşuları kısaca tanıdıktan sonra anneannemin koskocaman anahtarla açılan koskocaman cümle kapısından koskocaman evinin içine girelim.

Kapının eşiğinden sağ ayakla giriyoruz ve hemen kapının arkasında , sağda duran ayakkabılığın alt rafındaki terliğimizi giyip, ayakkabılarımızı da üst rafa koyuyoruz, eğer altları temizse elbette. Altları temiz değilse, ayakkabı altlarını temizlemek üzere ayrılmış muhtemelen kenarı oyalı bir bezle altlarını sildikten sonra yerleştiriyoruz.

Terlik soyunmaktır
Sokağın tehlikelerinden
Hem giyinmektir
Evin huzur ve konforunu

Terlik eve gelmektir
Terlik durağa varmak
Varmakla kalmayıp
Beklenen otobüsün hemen gelmesi
Biran evvel binilip
Üstelik de biletçinin karşısında yer bulmaktır

Ev annemiz
Otobüs hayatımız
Biletçi babamız
Terlik duygularımız
İçinde biz....

Ayakkabılığın hizasından bir merdiven mutfağın ve hamamın sağda, bahçe kapısının ise karşıda olduğu sahanlığa iner, koskocaman evin koskocaman demir anahtarlı cümle kapısının tam karşısından ise evin giriş katına "çıkan" merdivenler,ne komik, girişe çıkan merdiven, oysa çıkışa inen merdiven de olabilirdi, ama burada ana hedef eve girmek demek ki, ne sıcak, ne şefkatli... eğlenceli de aynı zamanda. O merdivenlerden evden çıkmak üzere indiğimde hep özel izinle kuralları çiğneme ayrıcalığına sahip imtiyazlı birisi gibi hissederdim kendimi, eğlendiriyordu o ev beni.

Bu merdivenlerin çıktığı sofa ortada, sağda önce tuvalet, yanında bahçeye bakan küçük oda, karşıda da iki merdiven, biri aşağıya mutfak sahanlığına inen, diğeri ise üst katlara çıkan.

Damdaki Kemancı'da Tevye'nin hayal ederek Tanrı'dan zenginlik simgesi olarak istediği üç merdivenli ev şarkısı, "Ah Bir Zengin Olsam", hani şu biri aşağıya inen, biri yukarıya çıkan, diğeri ise hiçbiryere gitmeyen, sadece gösteriş için olan üç merdiven, bana hep anneannemin evini hatırlatır. Küçük yaşlarımda ablam beni Atatürk Kültür Merkezi yanmadan evvel gösterime giren Damdaki Kemancı müzikaline götürdüğünde Tevye bu şarkıyı söylerken aynı anda anneannemin evini düşünüp "o evde hiç üç merdiven yanyana yoktu, acaba sandığım kadar görkemli bir ev değil miydi" diye bir tereddüt yaşadığımı hatırlıyorum.

Bugünkü bilgi ve duygularımla oysa, diyebiliyorum ki, "gösteriş" olarak elit sınıfına etiketlediğimiz nice artık kaybolmuş, silinmiş detayların arasında mütevazi ama hayali bile hala gülümseten gerçek anılar esas duygularımızı ve egomuzu parlatanlar. Kaybolan, yiten gösterişler ise ucuz varaklardan yapılmış geçici pırıltılar. Varak dökülüp de altında çaresizce saklanmaya çalışan sıradanlık kendini saklayamaz hale geldiğinde belleğin "hatırlanmayasılar, unutulasılar" çekmecesinde büzülüp kalırlar. Bu kadar uzun tarif ise vaktiyle uğraşa didine giyinme cesareti gösterdikleri o ağır "gösteriş/caka" kostümünün hatırına sarfedilmektedir tarafımdan. Emeğe saygı adına yani!

Bahçeye bakan küçük odada soba yanardı, kocaman kapısı bu yüzden hep kapalı tutulmalıydı, borusu tütmemeliydi küçük odadaki sobanın, ateşi geçmemeliydi, ama ateşi de sönmeden uyunmamalıydı, ya uykumuzda soba borusu tüter de bizi uyanılmayacak uykuya götütüverirseydi Allah muhafaza. Küçük odanın küçüklüğüne zıt orantılı büyük ve sayıca fazla kuralları vardı ve hepsine de harfiyen uyulurdu.

Küçük oda üç tarafı pencereli, giyotin çerçeveli, çerçevelerin üstünde anneannemin sabun kuruttuğu bir oda idi. Karşılıklı sağ ve solda birer divan vardı. Sağdaki divandan Leman ablanın evi, soldaki divandan ise Sabire Hanım'ın bahçesi gözükürdü, karşıdaki pencerelerden de aşağıdaki bana kucağını açan bahçemiz ve karşıda da Mühübaanım'ın bostanı.

Bayram ve tatillerde anneannemde olurdum hep. Kendi evimizdeki "evin en küçüğü" kimliğimden, anneannemin evindeki "prenses" kimliğime keyifle atlardım.

Bahçeye bakan küçük odanın store'ları bayramlarda indirilirdi sımsıkı.

- Sakın açma, divan örtülerinin rengini solduruyor güneş

derdi anneannem. Oysa ben çoktan keşfetmiştim birkaç gün evvel bahçeye getirilen koyunun mahalle kasabı tarafından kesildiğini, benim de bunu görmemi istemediklerini. Bu sebeptendir ki, bana gerçeği söylemediklerinden yani, onlara inat o vahşeti, dualar ve okşamalar ardından başlayan ve koyunun yan yatmış, gözleri bir bezle bağlanmış bedeninin gırtlağına vurulan bıçak darbesi ve oradan toprağa akan kanlardan sonra birkaç titreyişi takiben hareketsiz kalışıyla son bulan kanlı ritüeli seyredip hem korkar, hem ağlar, koyunun bacaklarının titremesi bittiğinde ise acısının sona erdiğine sevinerek kendimi avuturdum.

Anneannemin, koyunun bahçede kaldığı o birkaç gün içinde onu sevip elleriyle beslediği ve bunları yaparken de hep anlam veremediğim bir acıma duruşuna tezat teşkil eden kesilme sırasındaki sabırsızlığı ve sonrasındaki keyifli telaşını ise kalbimdeki "anlaşılmazlar" arasına koyup hiç sorgulamazdım. Anlayamayacaktım çünki! Aslında kendimi de anlamıyor olmanın bir yansımasıydı bu belki de, zira o dehşet sahnesinin ardından sofraya gelen bol kekikli kavurmayı hiçbirşey olmamışçasına keyifle yerken kendimden de saklanırdım. Belki de bu yüzden geceleri tehlikeli balkona çıkıp danaları kovalayan bostancı fantazisiyle kendimi korkutarak cezalandırıyordum, kimbilir?

Küçük odada, soldaki divanın dayandığı duvarda anneannemin duvar saati asılıydı, anahtarla kurulan bir duvar saati. Ahşap bir çerçevenin içinde, camlı kapağın ardında tik-tak'layan saat. Divanın üstüne çıkıp öyle yetişebiliyordu annennem saate. Cümle kapısının koskocaman anahtarının küçük bir kopyası olan saat anahtarını porselen kadranın tam ortasındaki yuvaya sokarak sağa doğru tıkır tıkır çevirmek gerekiyordu kurmak için.

Nedense, bu saatin zamanı doğru, hatta dakik göstermesi anneannem için bir gurur meselesiydi. Hemen divanın yanında duran etajerin üstündeki Grundig marka radyodan ana ajans takib edilir, ajansın saat başlarında verildiği ölçü alınarak duvar saatinin dakikliği test edilirdi sürekli.

- Nermin, bu saat gene bugün 2 dakika geri kaldı, kızım şu saatçiye söyle, gelsin baksın, olmaz ama bu kadar, aaaaaa!

Nermin teyzem, zarif, şık, soylu görünümlü bir kadındı, hiç evlenmedi o. Anneannemle birlikte yaşadılar, Nazire'nin en küçük kızı zaman içinde annesiyle yer değiştirerek anneannemi evin küçük ve kaprisli kızı olmaya terfi ettirdi bilmeden, bilseydi gene yapar mıydı, emin değilim. O eğlenceli, şefkat dolu, toleranslı Nazire, Nermin teyzeme o kadar sudan sebeplerden kaprisler yapardı ki, teyzem belki de şaşkınlıktan refleks cevaplar verir, annesinin anlamsız ve biraz da acımasız taleplerini sorgusuz sualsiz, hani ha gayret zevk alarak yerine getirirdi sonsuz bir hoşgörüyle.

Nermin teyzem hayatını yaşamadı hiç, hep başkalarının hayatını yaşadı, bunu kendisi mi seçmişti, ona dikte mi ettirilmişti, neden itiraz etmemişti, bunları bilmek mümkün değil, ama neticede kendi hayatını yaşayamayan Nermin teyzem, genç yaşında kendisini de terketti zaten, Alzheimer denen barınağa göç etti ve bilmediği bir kişi olarak da hayatı terketti. Nermin yumuşak, hoşgörülü demekmiş, isim anlamı bakımından, anneannem gene nazire yapmış, ama sonucunun böyle olacağını bilseydi yapmazdı demek geliyor içimden. Kızının ismini böylesine, kendinden, kendisine sunulan hayattan dahi vazgeçecek ölçüde acımasız neticeler ve beyhude bir hayat yaratacak bir özveriyle yaşayacağını bilseydi, başka bir nazire yapardı, evet evet, bilemedi, ölçü kaçtı...

Daha bitmedi... haftaya..

Derya Ongun


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
7 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Ebru Coşgun

 Kahveci : Ebru Coşgun


  TANRI ANNELİK DUYGUSU DAĞITIRKEN SEN NEREDEYDİN DİYORLAR

Bu dünyaya çocuk getirmek bence saçma diyorum birçok insan Senin hormonlarında bir terslik var evladım diye karşıma dikiliyor ve İnanın bunun Babamın Beni ERKEK çocuk olarak beklemesiyle hiç ilgisi yok
okkk hormonlarımda bir terslik olabilir ya da cidden tanrı annelik duygusu dağıtırken ben orda burda şurda geziyor olabilirim
tamam tamam dünyanın en güzel şeyi olabilir çocuk olayı hatta yarın öbürgün bu istemiyorum lafını fena halde yalayabilirim
yada ben bencilin tekiyim kendimi çok seviyorummmm..benzemez kimmmseee bana tavrıma hayrannn olayımmm :)
ama gelin görünki;
Bir araştırma şirketi, son trendleri öğrenmek vesilesiyle, gençler üzerinde geniş kapsamlı bir araştırma yapmış.
Ankara'dan Diyarbakır'a, İstanbul'dan Gaziantep'e kadar 12 büyük kentte yaşayan, 12-25 yaş grubundan 600 gençle yapılan geniş kapsamlı anketin sonuçları da 'Biraz Bugün Çok Yarın (2005)' adlı kitapta derlenmiş...

Ne hoş değil mi .?

Sizde kendinize bugününüzü ve yarınınızı nasıl gördüğünüzü net ve maskesiz bir şekilde itiraf edebilirmisiniz
(hadi canım sizde :) bekar olanlar bekar olduklarından evli olanlar evli olduklarından işsizler iş bulamamaktan çalışanlar hep çalışmaktan muzdaripken neysem )
'Biraz Bugün Çok Yarın (2005)' araştırmasının diğerlerinden bir farkı var ki oda anketin yanı sıra 60 gencin bugün ve yarını nasıl gördüklerini kendilerini nasıl tanımladıklarını anlattıkları kolâjlara yer vermesi...

Araştırmanın anket aşamasında, gençlere endişeleri, umutları, olgunlaşma süreçleri, kariyer planlamaları, yaşadıkları ortam, okulları, arkadaş ilişkileri, karşı cinsle ilişkileri, nasıl eğlendikleri, mutlulukları , ne olmak ve nasıl olmak istedikleri, internet kullanımları, TV seyretme alışkanlıkları, hangi kitapları okudukları, sevdikleri eşyalar, sevdikleri sanatçılar vss gibi geniş kapsamlı bir çok soru sorulmuş....

Kolaj aşamasında ise seçilen gençler, dergilerden seçtikleri fotoğraflar ile ruh hallerini anlatmışlar....
ve evet , sonuçlar hayli düşündürücü...

işte birkaç sonuç;

Seçilen Gençlerden 'bugün ve yarın'ı anlatmaları istendiğinde, 'bugün'ü anlatan pek az çalışma çıkmış...
Öyle ya nasıl anlatsın gencim garibim
Türkiye şartlarında 'bugün'ünü yaşamaya kalkışan genç maalesef yarın işsiz parasız aç ve yalnız kalacağını az çok kestirebiliyor...
Üstelik en güzel çağlarını sınavlara ve yarına hazırlanarak geçiren genç kesim yaşamak istediği her şeyi erteleyerek bileğleniyor ve büyüyünce nasıl olsa keskin bıçak olacağım umuduyla ayakta duruyor... Nasıl olsa çıkarırım ben bunun acısını hesabııı :)
ki bakın; Bir gencin uçan martı resminin altına yazdığı cümle düşündürücü: "30 yaşından sonra. Ondan sonra parti başlıyor!"
ne demek istiyor sizce ???

Aşkı , kitap okumayı, gezip yeni yerler keşfetmeyi, arkadaşlarıyla sosyal ilişkiler içine girmeyi erteleyen genç kuşaklar yetiştiriyoruz...
Zamanında yaşamaları gereken şeyleri erteleyen ve içleri ukde dolan canavarlar mı yaratıyoruz dersiniz hımm...
eee hal böyle olunca da yakaladıkları ilk fırsatta zıvanadan çıkıp, taşkınlık içinde bastırdıkları duyguları yaşamalarına şaşırmamalı! Değil mi

Araştırma sonuçlarında ortaya çıkan bir başka bulgu da gençlerin kariyer peşinde olduğu...
Tabii kariyerden anladıkları şey; bol para, yat, kat son model arabalar ve benzeri bireysel lükslerrrden ibaret...
Kariyer deyince öyle vatana millete hayırlı işler yapmayı kastediyorlar sanmayın sakın ....

Gençlere göre Geleceği inşa edecek Tek doğru yol ' zenginliğe götüren yol!'

Gençlerin bir başka arzusu da 'kablosuz' yaşam... Yok yok öle uzaktan iletişim kablosuz bağlantı olayı değil :)
Aileden, çocukluktan, sorumluluktan, yani bütün bağlarından kopmak istiyorlar... Özgürlük motifleri de süperrr = Nil Karaibrahimgil... :

Peki yarını emanet edeceğimiz gençlerimizin eğlenceden anladıkları ne biliyor musunuz?
hemen hemen bütün cevaplarda şarap ve rakı var :)) eee olmasın demiyoruzzz tabide eğlence dediğinizde gençlerin anladığı şey maalesef ki içki içmek...
Kitap okumak, seyahat etmek, araştırma yapmak, tiyatroya ve sinemaya gitmek falan değil! Var elbet ama yok denecek kadar az.

'Biraz Bugün Çok Yarın (2005)' araştırmasını yapanlar, çalışmaya katılan 600 genci gruplandırdığında ortaya beş tip genç çıkmış:

'Falsız kalma'cılar (yüzde 18): İstanbul, Ankara ve İzmir dışındaki kentlerin dışındaki gençler. Bunların yüzde 75'ini genç kızlar oluşturuyor. Parayı en çok giyime harcıyorlar, en sevdikleri eşyaları cep telefonu. Aile değerlerine bağlılar, ama hayatla da ilgili kaygıları var. Fala aşırı meraklılar.

Kronik depresifler (yüzde 15): En memnuniyetsiz grup, çünkü umut edebilecekleri, onlara kapıyı aralayabilecek donanımları yok. Çoğunluğu 18 yaş üstü erkekler. Sigaraya en çok para harcayan bu grup. Televizyon bağımlısılar. Pop müzik ve arabesk dinliyorlar. Müslüm Gürses ve Ahmet Kaya'ya hayranlar.

Tırtıllar (yüzde 17): Onlar için en önemli şey, özgürlükleri. 18 yaş üstündeler, gazete okuyorlar. Entelektüeller. Wireless (kablosuz) olmak istiyorlar. Cinsellikten, felsefeden konuşuyorlar, politikayla ilgililer. Ekonomik durumları iyi, dolayısıyla kitap alabiliyor ve gezebiliyorlar. Mor ve Ötesi, Civan Hoca, Manga'yı dinliyorlar.

'Bardak tabii dolu'cular (yüzde 32): Bunlar pembe gözlüklüler. Üst sosyo-ekonomik sınıfa dahiller. İyi okullarda okuyorlar. Eğitim sistemi, aileleri, arkadaşları ve yaşadıkları hayattan memnunlar. Çünkü önlerine dolu bardak konulmuş.

Böyle iyi'ciler (yüzde 18): Kırsal kesimdeki gençler. Sosyal kesimlerini ve sosyal rollerini sorgulamadıkları için onlar 'böyle iyici'ler'. Hallerinden şikâyet etmiyorlar. Olanla yetiniyorlar. Ya anneyi ya da babayı model alıyorlar. Hande Yener'i de seviyorlar Yıldız Tilbe'yi de...

Manzaraya nereden bakarsanız bakın, BENCEEEE durum vahimdir!
Eeee Gençliği bir 'yarış atı' sanmanın sonuçları çokta hoş değil görüldüğü gibi
hani hayatının en şeker yıllarını o sınavdan bu sınava koşarak
geçiren ve tüm enerjisini yarınlara erteleyen bir genç nesil gümbür gümbür geliyor....aman dikkat bence bu gümbürtülere aldanmamalı....

Seçin, beğenin!

Kimi fallardan medet umuyor, kimi depresyonun tuzağında Müslüm Gürses ve Ahmet Kaya'dan..
Kimi özgürlük manyağı; kablosuz , fütursuz, sorumsuz yaşamanın derdinde.
Kimi baba parasına güveniyor, kimi de tevekkülcü....

yok ben daha iyisini yetiştiririm kurt olur sürüye uymazz , gelmez böle oyunlara farklı olur sivrilir...
tek derdi değişmeyen tek düzen olan hani ; sırasıyla doğmak zorunda olmak , okumak zorunda olmak, kazanmak , çalışmak zorunda olmak
sonra evlenmek ve çocuk sahibi olmak zorunluluğunda olmayacaksa eyvallah buyrun doğrurun ve yetiştirin

ama lütfen şu soruları onlara sormayacağınızın garantisini verin
amanda aman benim oğlum büyüyünce ne olacakmış bakim... büyük adam mı olacakmışşş
aa demek aşıksın eee evlilik ne zaman.... evlendin demek ee bir çocukda doğurursun artıkkk

ne sorular biter nede milletin seni tek düzeliğe itme çabası
şimdi böle bi dünyaya çocuk getirmeyi durup bidaha bidaha düşünmek lazım..ha sonuçlarına katlanacaksan ona da eyvallah tabiii

bir ukrayna atasözü şöyle der ; pancarla başlayan hikaye şeytanla biter

ee bundanda siz çıkarın birşeyler benden bu kadar :))

ebrucukyazdıvebatırdısinedinasikızı
onaltıtemmuzikibinyedi

Not: bu yazıyı yazdığımda sene 2007 idi çok geçmeden çocuk doğurmamak konusunda tükürdüğümü fena yaladım sene 2009 5 aylık bi kızım var… nasıl karar değiştirdiğimi hiç sormayın.. endişelerim geçti mi? HAYIR ..daha çok arttı..genel toplum ve Türkiyenin gidişatı her zaman olduğu gibi iyiye gideceğine kötüye gidiyor…birileri ülkeyi satıyor..birileri ergenokonculuk oynayıp hükümeti devirmek istiyor..birileri 60 tane hücre evine aynı anda baskın yapabiliyor ( nasıl oluyorsa bu yerleri aynı günde tespit etmiş olamazlar değil mi ? neden beklenildiği ise bize açıklanmayan bi ? )

Ebru Coşgun


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Nadya Alpkonlar

 Barış Köşesi : Nadya Alpkonlar


   CİVCİVLER...DEVAM...

Civcivlerle ilgili ilk deneyimimi okuyanların, onların akıbetlerini merak edebileceklerini düşünerek, sizlerle paylaşmak istedim tekrar.
Belki de, "Yurtta ve dünyada çok daha önemli olaylar yaşanırken, senin civcivlerinden bize ne?" diye düşünebilirsiniz.
Elbette ki bu trajik olayları ben de yakından takip ediyorum.
Maalesef, sadece takip edip üzülmekle kalıyorum.
Hiçbir müdahalede bulunmama veya herhangi bir şey değiştirmeme imkanım yok !

En azından beslenmeleri, büyümeleri, dahası hayatları benim elime bakan civcivler bana muhtaç olduklarından, onlar da benim için önemli...
Dört haftadır onlara, çocuk büyütür gibi bakıyorum.

Maalesef Yaşar adını taktığım civciv yaşamadı. Bir gün sonra öldü.
Ama Bitirim ve Surviver gün geçtikçe semizleştiler, kuvvetlendiler.
Arada bir elimi gagalamaya da başladılar.
Doymak nedir bilmiyorlar. Devamlı, yüksek sesle yem dileniyorlar.

On gün sonra Bitirim, kutudan uçarak çıkmayı başardı.
Derhal markete gidip yüksekçe boş bir kutu aldım.
Eski kutularını da kesip, yüksekliğini arttırmak için yenisine ilave ettim.
Bu da pek fayda vermedi, birkaç gün sonra Bitirim onu da aşmayı becerdi.
Herhalde kendini kuş zannediyor garibim, bir kuş kadar havalanıyor...
Bu soruna bir çare bulmak için bir hayli düşündüm.
Sonunda bir kafes yaptırmaya karar verdim.
Hesaplarıma göre bu kafesin 60x60x60 cm. büyüklüğünde olması lazımdı.
Çarşıdan yeterince tel aldım.
Peki kim yapacaktı bu kafesi? Ben yapamam !
Bir arkadaşımın kocasından rica ettim, kırmadı beni.
"Tahtaları ben tedarik ederim, sen sadece çivi ve menteşe al" dedi.
Arkadaşım belki de bu işi üstlendiğine pişman olmuştur...
Akşamları işinden geç geldiğinden ve de tahta-çekiç sesleri komşularını rahatsız edebileceğini düşündüğünden, evin içinde, koltukların üstünde çalışmış...
Üç gün sonra gidip kafesi aldım bir arkadaşımla.
Aman, bir güzel olmuş ! Civciv veya kuş olmak geldi içimden...
Zemini tahtalardan, üst bölümüne yine tahtalardan bir kapak yapmış.
Bir de tek başıma kaldıramayacağım kadar ağır olmuş.
Allahtan arkadaşım yanımda idi de, beraber yukarı taşıdık, balkonuma yerleştirdik.

Civcivler günlerini kafeste, gecelerini de içerde, üstünü pamuklu bir bezle örttüğüm kutularında geçiriyorlardı.
Sorunlar bu kadarla kalsa iyi...
İlk aldığım özel yemleri bitmişti.
Pazara gittim, orada civciv satan bir adamdan yem aldım.
Ayrıca, internetten beslenmeleri hakkında bilgi edindim.
Birinci aydan sonra yumurta sarısı ve yeşillik de yemeleri gerekiyormuş.
Şimdi gün aşırı yumurta yiyorlar. Salatalarıma da ortak oluyorlar.
Tabii bu arada yediklerini çok seri bir şekilde dışları çıkartmakta rekor kırıyorlardı.
Buna bir itirazım yoktu, fakat bazen kendi dışkılarına bastıklarından, kalıntılar incecik parmaklarında kuruyorlardı. Bu da beni rahatsız ediyordu.
Silmekle çıkmıyorlar, banyoda yıkamak zorunda kalıyordum.

"Temizlik" de büyük bir sorun olmaya başladı.
Gazete tüketimim artmıştı. Yetişmiyordu evdeki gazeteler.
Arkadaş ve komşularımdan toplamaya başladım.
Günde en az 3-4 kez, dışkılarına basmamaları ve benim de banyoda yıkamak zorunda kalmamam için, gazeteleri değiştiriyordum.

Böyle yoğun bir tempoda bakımlarına ne kadar dayanabileceğimi merak ediyorum.
Ama en önemlisi, biraz daha büyüdüklerinde ne yapacaktım onları???
Bahçemize salamazdım, çünkü bir kedi ordusu kol geziyor...
İşte, şimdiden beni düşündüren son sorun da bu !
Zamanı gelince elbet bu soruna da bir çözüm bulacağımı ümit ediyorum.

Nadya Alpkonlar
nadyaalpkonlar@mynet.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,508,508,508,508,508,508,508,50
6 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


polygon@polygon.com.tr



<#><#><#><#><#><#><#>

YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Servet Yaylı


<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


LACİVERT IŞIKLAR

Lacivert bir denize benzer gözleri vardı;
Bakışları sessiz bir gece kadar alıcı,
Ruhunun süzgecinden ruhumu anlayıcı,
Engin... sonsuz bir mana bende beni arası

Lacivert gözler derin, hassas bir keman sesi,
Lacivert gözleri benim içimde bir lisandır.
Denizler kadar sonsuz genişliğin akisi,
“Lacivert gözlü Allah” çürüyen bir insandır.

CELAL SILAY

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu



Polygon Web Studio


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"

Hatice Bediroğlu
"Düş Kuruyor Gece"

Cüneyt GÖKSU
Serpil YILDIZ

"KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

Merih Günay
"HİÇ"

Feride Özmat
"Yanlış Zaman Hikayeleri "

C.Eray Eldemir
"Uzak İklimler"

Temirağa Demir
"Edepli Fahişeler"

 
Nesrin Özyaycı
"ÖLMESEYDİ"


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

GOM Player 2.1.16.4613 / Windows / 4.48 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

VLC media player for Windows / V.0.9.9 / 16 MB
http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
http://www.7-zip.org/
Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

Yukarı


 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Uygulama : Cem Özbatur
2002-09©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Sarı Laleler
MFÖ









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20090430.asp
ISSN: 1303-8923
30 Nisan 2009 - ©2002/09-kmarsiv.com