|
|
|
4 Mayıs 2009 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Bu maç komploculara kapak olsun!.. |
Bir gece evvel göz ucuyla baka kaldığım Real Madrid-Barcelona maçını izlerken, "Ah be bizimkilerde şöyle oynasalar ya!" diye içimden geçirmiştim. Meğerse bizimkiler de maçı izleyip "yarın böyle oynayalım" derlermiş. Eh, oynadılar da. Şimdi Kara Kartal'lılar bana kızacaklar ama n'apalım sağolsunlar. Doğrusu ben bile Fener'in böyle ortada sıçan yapacağını düşünmüyordum ama yaptı. Şimdi herkes ruhsuz Kartal'dan söz edecek biliyorum, ama birader sahada ruh muh bırakmayan bir Fener vardı, kim olsa aynı duruma düşerdi üzülmeyin. Nazar etmeyin, antremanlarda bol bol tek pas çalışın, bakarsınız sizin de olur!..
...
Amacım, herşeye rağmen, şurada "1 Mayıs'ta aklıselim galip geldi" diye yazmaktı. Gizli kamerayla çekilmiş o dayak görüntülerini izlememiş olsaydım gene de yazacaktım ama belli ki, hâlâ elindeki cop, ayağındaki postal kadar beyni gelişmiş sözde güvenlikçilerimiz ibadullah. Saçma sapan bir güvenlik anlayışıyla anayolu ablukaya alıp ara sokaklara bomba yağdırmalarını bile görmezlikten gelebilirdim, ancak yere düşene bir de ben vurayım diye birbirini itekleyen polis benzerlerini görünce hâlâ adam olamadığımızı çok iyi anladım. Demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü neyimize bizim? İnsan olmayı, insanı sevmeyi, insana saygı göstermeyi henüz öğrenememiş bir topluluğun neyine tüm bu evrensel değerler?
...
Yepyeni uçağıyla gittiği gezmelerden dinlenmiş ve yenilenmiş olarak dönen Recebim tatil demedi ilk icraatını yaptı. Ama ne yapmak? Hani hükümeti çarşafa sokacağım deseydi ancak bunu yapabilirdi. Saadet'in sahiplendiği arka bahçenin ellere kayışı, belli ki onu çok içlendirmiş. "Ben size bir oyun edeyim, görün." diye düşünüp taşınıp uygulamış. Arınç'ı askerle karşı karşıya getirmeyi göze alıp, bu rejimle irili ufaklı problemi olan herkese bakanlık vererek, kime ne mesaj vermek istediğini, hangi havuz problemini çözeceğini az çok tahmin edebiliyoruz. Amma velakin, revizyon diyerek hükümeti tesettüre sokmasının ne sonuçlar doğuracağını görebilmek için bir süre daha beklememiz gerekecek galiba.
...
Yaş gereğimidir nedir, zamansız ve anlamsız ölümlere pek üzülür oldum bu aralar. Ölüm her zaman zamansız bilirim ama bir de anlamsız olanı var ki, işte o daha fazla yürek burkuyor. Yaman Tarcan'ın intiharını duyunca da aynı duygularla doldum. 27 yıl öncesinde tanıdığım bir eski dosttu benim için. Araya giren yıllar boyunca hiç görüşmemiş olsak ta, onu ekranda her gördüğümde "İşte bu benim arkadaşım" diyebildiğim biriydi Yaman. Gazeteler 20 bin lira borcu vardı diye yazmışlar. Değer miydi be Yaman? Keşke ölüm yerine sorunlarını paylaşmayı seçseydin. Belki de paylaştın da kimse umursamadı, kimbilir? Nur içinde yat. Mekanın cennet olsun. Siz de hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu ŞEHRE KAÇIŞ'TAN (3) |
|
DAĞLARIN ÇAKIR'I
Atın üstünde dimdik duruyordu. Yıllar içinde küçülmüş ve derinlere çekilmiş gök mavisi gözleri hâlâ canlı ve keskindi. Başında, siperlikleri çökmüş, havı dökülmüş bir silindir şapka vardı. Onu tanıyanlar yaşının yetmişi aştığını bilirdi; ama tanımayanlar kesinlikle altmışına yeni girmiştir diye bahse girebilirdi. Dinçti, diriydi. Yıllar içinde şu yörede ayak basmadığı toprak, rüzgârını dinlenmediği dal kalmamıştı. Bu sağlığı neye borçlusun, diye soranlara, kollarını açarak dağları, ovaları gösterirdi.
Dar sokakları bir çırpıda geçti, turkuvaz renkli avlu kapının önünde durdu. Bir genç edasıyla attan indi, kapının tokmağını birkaç kez kuvvetlice vurdu. Merdivenlerden inen, avluyu koşarak geçen adımları dinlerken içini her zamanki gibi o doyulmaz sevinç kapladı.
Kapının gözetleme deliği açılır açılmaz, "Dedemm!" haykırışı ile ürktü at. Adam, atı sakinleştirmeye çalışırken kapının kuzusu açıldı. Çocuk, adamın boynuna kenetlendi; adam boğulacak gibi olmuştu:
- Dur hele bir, öldüreceksin beni, dedi güç duyulur bir sesle.
Oğlan tınmadı. Daha sıkı sarıldı. Adam, bu kez atı bahane etti:
- Kapıyı aç da atın teri soğumadan içeri girelim...
Çocuk, adamın yakasını bırakmaya niyetli değildi; ama kapı ardına kadar açılınca, kapıda beliren kadına, sevinç dolu seslendi:
- Anne bak, dedem geldi!
Kadının gözlerinin içi gülüyordu."Hoş geldin!" dedi ve kendisine uzatılan eli öptü. Hal hatırlar sorulurken, koltuğuna torununu aldı; avluya geçtiler. Canay'ın gözü atın sırtındaki heybedeydi. Dedesi, heybeyi indirirken Canay'a kaş göz işaretiyle bir şeyler sordu. O da tamam, anlamında kafasını salladı.
- Ee, hayırlı olsun, kızım. Yavrularını ikilemişsin…
Kadın, birden babasının yavrunun gelişiyle ilişkisinden kuşkulandı. " Nerden biliyorsun?" diyecekti ki vazgeçti. Kocasının yavrunun gelişini bakkaldan duyduğunu anımsamıştı. Babası da birilerinden duymuş olabilirdi. Yine de bir ağız yoklaması yapmak istedi:
- Sağ ol babacığım, oğlumuza kız kardeş geldi… Sayenizde...
Bu son sözcüğü biraz bekleyerek söyledi. Söylerken de babasının gözlerinin içine baktı. Babası, gözlerini torununa doğru çevirdi. O an dede torun arasında Ulkuş'un sezemediği bir iletişim oldu : Gülümsediler...
- Şu torunu, bir de ben göreyim mi?
Canay, dedesinin bu isteğini duymaya can atıyordu. Birlikte ahıra yöneldiler. El
eleydiler, birbirlerinin avuçlarına sevgi sıcaklığı akıtıyorlardı.
***
Asıl adı Mehmet'ti. Ama bunu ancak onu çok yakından tanıyanlar bilirdi. Çakır Amca, Çakır Dayı, Çakır... Mavi gözlerinden almıştı bu lakabı. Zamanla öz adı gibi benimsemişti.
Tek çocuğu olmuştu. Bir de oğlu olsun istemiş miydi? Konu açıldığında: "Çocuğun biri de, onu da bir." deyip geçmişti. Ulkuş, orta sona kadar okumuştu. Çok istemişti kızı üniversitelerde okusun. Tüm ısrarlarına karşın okumamıştı kızı. Kırılmıştı. Çaresiz, gelen gidenleri çoğalmadan gelin edeyim, yuvasını kursun diye düşünmüştü.
Bu topraklara bağlılığını "On ömrüm olsa bu topraklarda geçiririm." diyerek anlatırdı. Ona göre çalışan çabalayanı aç açık koymazdı bu dağlarından yağ, ovasından bal akan topraklar.
Canay, eski bir küfeyi yan yatırarak yavruya bir yuva yapmıştı. Küfenin önündeki çulu kaldırınca yavru gözlerini açtı, sağa sola bakındı.
- Ooo, pek de güzelmiş!
Canay, yavruyu kucağına almak istedi. Dedesi hemen karşı çıktı:
- Yavruya olur olmaz el sürülmez. Köpek yavrusu yetiştirmek insan yavrusu
yetiştirmeye benzemez.
- Sevmeyelim mi yani?
- Seveceksin, seveceksin; ama yüz göz olmayacaksın. Yarın senin emirlerini dinlemez.
Arsız ve şımarık olur... Köpek dediğin, hele av köpeği ise her emri yerine getirmelidir.
"Av köpeği"ni duyar duymaz dedeyle torunu sessizce dinleyen Ulkuş'un yüreğinde bir
korku fırtınası esti. Eğer bu, av köpeği yavrusuysa kocası ortalığı yıkardı.
Canay'ın yavruyu getirdiği günlerde yavruyu nereden aldığını pek önemsememişti. Köpeği olan bir arkadaşından almış olabilir, yavruları atmak isteyen biri vermiş olabilirdi. Canay da bu konuyla ilgili soruları bir şekilde geçiştiriyordu.
Yavruyu ahırda bırakıp avluya çıktılar. Dedeyle torun, tahta divana oturdular. Çakır, torununun köpeklerle ilgili bitmez tükenmez sorularını ballandıra ballandıra yanıtlamaya çalışırken Ulkuş, mutfağa yöneldi.
Çakır'ın Canay'a sevgisi sıradan değildi. Ona her bakışında yüreğindeki tüm sevgiler bir çağlayana dönüşürdü. Onunla günlerce sohbet edebilirdi. Onu ata bindirmeye, kırlara götürmeye; ona doğa ile ilgili bilgiler öğretmeye, hele hele hayvanlarla ilgili masallar, öyküler anlatmaya bayılırdı. Bin oğulda bulmak istediklerini bir torunda bulmak ister gibiydi. Canay'a sık sık: "Ballı börek!" diye seslenirdi. Ulkuş, babasına ne zaman "Yüz verme buna, şımaracak..." diyecek olsa sözü tamamlatmaz: "Karışmayın! Onun hamuru iyi karılmıştır." derdi. Birileriyle torun konusunda konuşurken "Torun sevgisi katmerlidir, benimkisi çifte kavrulmuş." diye açıklardı sevgisini.
Canay, okullar, tatil olur olmaz soluğu dedesinde alırdı. Onunla bahçede çalışmak, dere kenarlarında, kırlarda dolaşmak, hayvan otlatmak o kadar zevkliydi ki... Gökteki yıldızları, kırlardaki rüzgârları, ırmaktaki balığı; çiçekleri, böcekleri... hep dedesinden öğrenmişti.
Çakır, yılın neredeyse tamamını köyün 2-3 kilometre uzağındaki bağ evinde geçirirdi. Güz gelince çevredeki çardaklar yıkılır, damlar terk edilirdi. Ama Çakır, zemheri soğuklarına dek kalırdı bağ evinde. Baharda da ilk dönen kim olursa olsun Çakır'ın bacasını tüter bulurdu. Hanımı, el ayak çekilince, gecelerini çakal ulumalarının doldurduğu bu yerde kalmak istemezdi. Yanar yakınırdı, sıkıldım buralarda, diye. Çakır dinlemezdi. Ama kadıncağız Canay'dan söz etse; "Hazırlan, gidiyoruz." derdi. Canay, Çakır'ı köye, hatta hayata bağlayandı. Bir hafta görmese atına atlar, okul yollarında beklerdi onu.
Gürbey, kayınpederinin Canay'a bu düşkünlüğünü sorun etmezdi. Ancak dede torun dağlara gittiklerinde tedirgin olurdu. Ulkuş'a: "Onun yaşamında asla av ve silah olmamalı." derdi. Ulkuş, susardı. Babası kırılsın istemezdi; ama kocasını anlardı, ondan yana tavır koyardı.
****
- Dede torun söyleşiye iyice dalmıştı. Ulkuş'un geldiğini fark etmediler. Söz arasında geçen "Abalı Hasan" adı Ulkuş'u iyice işkillendirdi.
Abalı Hasan, Çakır'ın asker arkadaşıydı. Atla bir saatlik uzaklıktaki Sis Köyü'ndendi. Birileri "Bu civarın en namlı avcıları kim?" diye sorsa, herkes tereddütsüz Çakır'ın yanına onun adını da eklerdi. Çakır'la yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi.
Ortalığa mis gibi adaçayı kokusu yayılmıştı. Ulkuş'un beynine "Abalı Hasan", "av" sözcükleri çakılı kalmıştı. Düşündükçe işkillenmesi daha da artıyordu: "Ahh babam ah! Yuvamı yıkacaksın haberin yok." diye geçirdi içinden. Ancak babasına yine bir şey söylememeye karar verdi.
- Çaylar içildi. Çakır, gitmek için ayaklandı. Ulkuş, dudak ucundan bir iki "Kalsaydın..." diye söylendi. Ama Çakır, oralı olmadı. Torununa döndü:
- İyi bak Bala'ya, bu civarın en namlı köpeği olacak o, dedi.
Sesi, en neşeli şarkılardan birini söylüyor gibiydi. Bir dakika içinde nal sesleri uzaklaştı, duyulmaz oldu.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Nuran Talay Anne Bana Sen Sahip Çık |
|
Erkekleri de kadınları da dünyaya getiren anne olduğuna göre o zaman "analar sahip cıksın" evlatlarına...
Kadın, sen doğurdun evladını…
Kimi zaman "neden bana erkek evlat vermedin diye aşağılandın, üstüne getirilen kumaya boyun eğdin, aile planlaması nedir bilmeden bir bir dünyaya getirdin evlatları".
Simdi soruyorum sana;
Hamilelikte cinsiyeti belirleyen "erkektir" bunu bile bile hala boyun eğecek misin?
Evet mi diyorsun pes…
Kız evladını okula göndermeyen babasına karsı gelmeyecek misin?
Hayır diyorsun, sana söyleyecek söz bulamıyorum…
Hadi bir şekilde göndermişsin kızını okula, bu nişan takmak da neyin nesi? Derslerini düşünmek
yerine kocası olacak adamı düşünüyor, diğer arkadaşlarına da kotu örnek oluyor, sen de vurdumduymazlık yapıyorsun. Kendi kızını düşünmeyen diğer çocukları neden düşünsün değil mi?
Yasalar izin veriyor buna, sen ne diyorsun hanım diyorsun bana. Üstelik Milli Eğitim Bakanlığının
Lise ve ilköğrenimde yaptığı değişiklikle nişana serbestlik geldi diye ovunuyorsun. Sen bu yasayı sorgulamak yerine neden ovunuyorsun diyorum, "Nisanlı kız okula gitmesin" diyen
binlerce aile var, onun önüne geçmek için diye bir de savunuyorsun.
Sen 12-13-14'ten başlayarak kızlara evlilik vizesi çıkaran yasayı açıkça onaylıyorsun da farkında değilsin.
İs yok güç yok diye bir de vicdan yapmıyor musun?
Söyleyecek söz bulamıyorum sana…
Buna rağmen en az üç çocuk en az diye haykıranlara, evet evet Allah verir rızkını diye destek veriyorsun.
Bakamayacağın kadar çok çocuk doğurdun simdi, hepsine eşit şekilde ilgini, sevgini, eğitimini verebilecek misin?
Bilmiyorsun!
Kızın 12-13 yasına geldiğinde onu satın almak isteyenlere baslık parası altında satacak mısın?
Babası istiyor elim mahkum diyorsun demek…
Aile içi şiddete maruz kalan senin acılarını gören evladının psikolojisini düzeltebilecek
misin?
Ya benim durumum ne olacak diye çıkışıyorsun birde…
Okumak yerine evlenen kızının çocukları cehalet içinde yetişecek bunu görsen de engel
olmayacak mısın?
Ben de okumadım diye kadercilik yapıyorsun, ne diyeyim ben sana…
Biliyorum senin de aynı süreçten geçtiğini, biliyorum aynı acıları yasadığını. Evlendirildiğinde yanı basında oturan yabancıya bakmak ne zor gelmişti, belki baban yasındaydı içinde kopan fırtınanın sesini, senin annen de duymamıştı. O halde neden anne, neden aynı kaderi bana yaşatıyorsun, neden çektiğin acıların tekrar benim bedenimde, ruhumda yeşermesine göz yumuyorsun demez mi kızın sana?
Bari sen duy evladının sesini annesi, sen duyda bu kadercilik, bu cehalet son bulsun.
Bak oğluna, okula gidemedi serseri oldu cıktı. Sokaklarda kızlara laf atar, haraç keser, kahve köşelerinde gencecik hayatını heba eder durumda, için acımıyor mu senin?
Cinsellik bilgisi ayıp ya öğretilmedi senelerdir. O çocuk bilseydi, okula da öğrenseydi internet
Caferlerinden öğreneceğine, tacizde bulunur muydu?
Peki, amcanın, dayının veya onların oğullarının yaptıklarına ne demeli, kızına tacizde bulunduklarını
bildiğin halde kol kırılır yen için kalır hesabı saklıyorsun. E be kadın, bu kız senin canın, evladın
ne diye ses çıkarmazsın.
Oğlun da, kızın da "cehaletin" kurbanı oluyor. Sen sessiz kaldıkça onlar acı çekiyor ve torunlarında senin yüzünden aynı acıları yasayacak.
Bana hiç babası var azıcık da o düşünsün deme!
Kızı da doğuran sensin, erkeği de… Onların hayatını sen belirliyorsun!
Çözüm mü istiyorsun?
Bak senin için kızlarımız, oğullarımız evlatlarımız için diye yola çıkan birçok sosyal proje var daha önce de anlattım, biraz kulak kabartmanı istiyorum, küçük de olsa değişim başlayacak emin ol.
"Baba beni okula gönder" adı ile CYDD' DE Prof. Dr. Türkan Saylan önderliğinde kızlarımıza
okuma imkanı sağlayan bir proje var. Bu kampanyaya destek vererek binlerce kızımızın okula
gitmesini sağlayabilirsin.
Ya da senin bilinçsizce davranışlarının önüne geçmek için "evlilik değil, evcilik" adında SODEV' in yürüttüğü anlamlı proje var.
Kızlarını erken yasta evlendiren, çocuklarını okutmayan aileler olmasın diyerek çıktığı yolda hepinize il il, ilçe ilçe her mezraya ulaşarak aydınlatmaya çalışanlar var.
Bunu neden mi yapıyorlar? Senin kızın, senin oğlun "senin gibi" olmasın diye!
Sen annesin, evladını bile bile cehalete mahkum etmemelisin, artık kendine bir çeki düzen ver.
Hem kendini, hem eşini ve etrafında olan milyonları uyar. Geleceğine, yarınlarına sahip çıkarak, hem kendini, hem evlatlarını kurtaracaksın unutma.
Hala duymayacak mısın evladının sesini, bak ne diyor "anne bana sen sahip cık!"
Sosyal projelere nereden ulaşabilirim diyorsan burada senin için aktarıyorum!
"Evlilik Değil, Evcilik!" kampanya direktörü Atilla Aydemir'e aaydemir@sodev.org.tr"den ulaşabilirsiniz.
Destek icin hesap numaraları: Vakıfbank Beyoğlu Şubesi 2036527, Yapı ve Kredi Bankası Parmakkapı Şubesi 82002660,
Not: 50 TL'nin üzerinde bağışlarınız için, eğer dilerseniz posta adresinizi secilturkkan@sodev.org.tr'ye yollayıp el yapımı kampanya defterlerinden isteyebilirsiniz.
"Baba beni okula gonder!" kampanyası icin;
http://www.bbog.org/ adresini ziyaret edebilirsiniz.
Nuran Talay Nuran.Talay@PolitikaDergisi.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
'BEN'CE GELİNCİKLER
Bahar geldi, her tarafı mis gibi kokular sarmaya başladı. Çiçeklerin kokusunu çekince içine vücutta kimyasal değişiklikler oluyor, bir huzur bir neşe, bir başını alıp gitme hali sarıyor bedeni. Ne yöne baksan usta bir ressamın tablosu gibi. Bulutlar bile başka bir halde salınıyor gökyüzünde. Rengarenk çiçekler donatmış dört bir yanı. Her birinde başka bir hal başka bir duruş var; insanı kendine çağıran ve kendinden alan. Hepsinin ayrı bir hikayesini yazmaya başlıyorsun istemsizce, biriktirdiklerince yani 'sence'
Ben gelinciğin hikayesini anlatmak istiyorum; bahara, yaşama ve aşka benzettiğim gelinciği… Bendeki gelinciği ;'ben'ce gelinciği' ...
Baharın imgesi, toprağın uyanışının habercisidir gelincik. Serin rüzgarlara meydan okuyarak başını uzatır topraktan. Baharı ve aşkı müjdeler. Doğanın uyanışı gibi ruhumuzun da kıştan uyandığının haberini verir. Güneşli yağmurların zamanı, aşk zamanı çiçekleridir.
Yaşam gibidir, sonsuza kadar sürecek gibi direnişçi ve yarın bitecek gibi narin. Aşk gibi geçici,aşk gibi sonsuz.Günü yakalamak gerektiğini söyler bağırarak ve usulca. Rüzgar ezgi, bahar semazen olur.Gelincik tutunur baharın eteklerine, salınırda salınır, ömrünün keyfini çıkarır. O baharın eteklerinde salınırken içinizde bir huzur hissedersiniz.Bir uyuşma,kendini rüzgarın ve gelinciğin kollarına salıverme.Bir kendinden geçiş, bu geçişle kendine ulaşma.
Kırılgan, narin, nazlı ,zarif ve kırmızı . Bir gelin gibi. Giymiş kırmızı gelinliğini bekliyor yazgısını. Teslim olmuş vuslatsızlığa, aşk gibi. Zarif kırmızı yaprakları arasındaki siyah tohumu hüznü çağrıştırır. Ömrü bellidir ve bunu unutmamak için boynuna astığı bir kolyedir tohumu. O'nu büyüten daha mağrur gösteren içindeki sonu kabullenme halidir.. Kırmızı tutkunun içinde sonunun yasını saklar. Kırmızının içindeki siyah ,neşenin içindeki hüzün. Güneş ve yağmur.
Bir gelinciğe sahip olamazsınız , aşk gibidir ;ulaştığı an kendini tüketen. Tarla çiçeğidir, alınıp satılmaz, kopardığınız an biten. Bir savaşçıdır ; rüzgarla ,yağmurla ,doğayla ve sevdiğiyle olan savaşı . Gelincik savaştır, hüzündür, direniştir , umuttur,sarhoşluktur.son ve sonsuzluktur .Yani aşktır;Kırılgan, sarhoş edici, ulaşılmayan, gururu kenara bırakıp eğilen, kendiyle ,sevdiğiyle bunun uğruna başkaları ile savaşan,başkasından değil sevdiğinden gelen dokunuşla ölen .
Bütün bunları rüzgarla yaptığı dansta ortaya koyar. Tıpkı bir tango gibi.
Rüzgarda kararlılık ve netlik, gelincikte hem teslimiyet hem de hafif direniş vardır. Gelincik hem teslim olmak ister, hem de gurur yapar teslimiyeti kendine. "Aşka rağmen,aşk için teslim olmama" inadıdır bu. Teslim olduğunda son bulacağından, sonsuzluğu yakalama çabası.
Ömrünü tamamladığında geriye kalan ,rüzgarla olan aşkının savrulması. Sonsuzluk. Hoş bir seda.
Rahşan Şimşek
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Arzum Günay O Elif Dedim |
|
Bugündü....
Büyük gün... Ellerim nar kırmızısı...Kemiklerim yeşilimsi bir dalga.
Telefonu kapatırken yüreğimdeki nefesi tutuşup gitti. Büyüktü, kocamandı, bir tasviri yoktu. Adını Elif Koydum ilk aşkın. Okuduğum kitabın ilk kelimesiydi açılış sayfasında. Elif dedim yüreğim çarptı derinden tenime. Özlem oldu, limanıma sis gibi indi habersiz bir dalga yığıntısında. Ben gerçeğe aşıktım, rüyanın tam ortasında.
Sıkıca tuttum gecenin yakasından attım arkaya siyahı. Sevdama gülümsedim dudak payımda, hasrete yanan bir mumla isteyerek sevgi dolu.
OLMALIYDI - KOYULMALIYDI bu aşkın adı. Yüksek sesle bağırarak söyledim "O Elif Dedim." Okuduğum kitabın ilk kelimesinde büyük çağrışımlar yapan aşkın adı.
ELİF...
Şimdi koynumda ,boynumda ve yüreğimde (usulca) parıldamakta...
Arzum Günay arzum@kahveciyiz.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
BANA GELİRSİN
Yıldızlar görse bendeki güzelliğini
birer birer düşerler içimdeki denize
aydınlanırım o kadar aydınlanırım ki
bana gelirsin.
Bahar anlarsa duyduğum üzüntüyü
bütün dallarını uzatır kalbime doğru
çiçeklenirim o kadar çiçeklenirim ki
bana gelirsin.
Din duyarsa ettiğim ibadetleri
bütün mihraplarıyla çevrilir bana
büyürüm o kadar büyürüm ki
bana gelirsin.
İçimde bir kere görsen güzelliğini
garkolursun nurdan bir aleme
bulmak için kendini bulmak için
bana gelirsin
CELAL SILAY
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.16.4613 / Windows / 4.48 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.0.9.9 / 16 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|