Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 8 Sayı: 1.630

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 7 Mayıs 2009 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Sosyal sosyal çökmekteyiz!..


Dünya katliam haberi ile çalkalanıyor. Bizim okul basan sapıkların yaptığı katliamları izlememiz gibi, onlar da Mardin'den gelen haber ve görüntüleri izliyorlar. Olan biten pekçoğu için olağanüstü. Oysa bu coğrafyada yaşayanların hayat tarzı olmuş, biz devekuşu gibi kafamızı kuma gömmüşüz. Feodal düzen karşısında çaresiz kalan bizler, aynı aileden birinin, ağabeyin, amcanın hatta babanın, öz kardeşini, kızını öldürdüğüne ve bunu namusla kamufle ettiklerine cümleten seyirci kalıyoruz. Ne zaman ki, alışılmışın dışına çıkılıyor, sekiz hayvan ellerine devletin verdiği silahlarla kendi akrabalarını kurşuna diziyor, o zaman aklımız başımıza geliyor, ahlar vahlar çekiyoruz. Bakan ziyaret edebilsin diye iki saatte yollar açabiliyor ama köyün güvenliğini sağlayamadığımızı itiraf edip silahı vatandaşın eline makineli tüfek vermekten çekinmiyoruz.

Yılların birikimi, ateşi yakan bir kıvılcım... bunların hepsi safsata. İnsan olmayı unutmuş toplumların hezeyanı bu. Bir nevi cinnet hali. Hemen her kesimde var artık. Otobüste, horluyor diye 82 yaşındaki yaşlı adamı boğazlayan üniversiteli gencin, elinde silah akraba vuranlardan farkı var mı? Yok. Bunlar duyduklarımız. Ya bir de duyamadıklarımız, henüz icraata dökülmemiş ama planlananlar... Yarın olacaklardan korkar durumdayız. Gençlik gelecekten umudunu yitirmek üzere. İşsizlik, parasızlık ve hatta açlık artık memleketin temel sorunlarından. Var mı bundan ötesi?

Bunlar, sosyal çöküntünün ayak sesleri. Balığın baştan kokması gibi, erki elinde tıtanların vatandaşı soydukları bir toplumda, sıradan insanların, çalması, vurması, katletmesi normal değil mi? Günlerdir aklı başında gazeteler yazıyor, deniz feneri davasında deliller karartılıyor, atı alanlar Üsküdar'ı geçiyor diye, ama ne gam. Davada adı geçen tek bir şirket kalmamış, delil sayılabilecek tüm evraklar büyük ihtimalle deve olmuş, Almanya'daki davada zanlı addedilen vatandaş hala RTÜK koltuğunu işgal eder ve bizzat hükümet tarafından korunup kollanırken, maalesef bize b.k yemek düşüyor. Soytarılığın sonucunu hep beraber göreceğiz ve sonunda sanırım kahrımızdan öleceğiz. Sıkıysa mutlu kalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


Derya Ongun

 Deryaneval : Derya Ongun


  DERYA'YLA YOLCULUK =V=

Teyzemden bahsetmeye başlamışken içimden biraz da diğer teyzelerimden bahsetmek geldi. Efendim, Nazire'nin Hayri Bey'den Lütfiye'den başka bir kızı daha olmuş, anlaşılan Hayri Bey hasta yatağından en az iki kere "saçlarını okşamış" anneannemin. İkinci kızın adı da Muazzez. Sert bir isim, z harfinin irkilten tınısı Muazzez'in kimliğinde ayan beyan görülüyordu zaten.

Muazzez çok akıllı ve devrimci bir kadındı, güzelmiş, herkes öyle diyor, ben gençlik resimlerine baktığımda bile, belki de o "z" lerin sert etkisiyle, güzellik pek göremiyorum ama bu da zamana bağlı olarak değişen bir kavram. Neyse, Hayri Bey Muazzez 6 yaşındayken hayatı terkettiğinden anneannem onu "leyli mektebe" göndermiş. Leyli kelimesinin "yatılı" olduğunu bilmeme rağmen bana hep leylek çağrıştırdığından Muazzez teyzemin, "beni küçücük bir çocukken evden gönderdin anne" diyerek anneannemi ağlattığı zamanlarda bile, ben "leyli" den leylek/leylak çağrışımıyla esinlenen hayalgücümün bana gösterdiği yüksek ve çok güzel manzaralı, leylak ağaçlarıyla çevrili bir Okul düşler ve teyzemin bunu neden sevmemiş olduğunu anlayamazdım.

Muazzez öğretmen olmuş, Tabiiye ve Beden Öğretmeni. Tabiiye Bioloji demekmiş, Beden öğretmenliği nasıl eklenmiş onu hiçbir zaman anlayamadım. Atletik bir kadındı ama da kocaman bir kadındı, iriydi yani. İsmindeki z harflerinin sertliğine bir de haşmetli bedeni eklendiğinde sahiden de ürkütücü bir teyze idi benim için.

İki evlilik yapmış, ilkini ben hiç bilmiyorum ama ikinci kocası, Hulusi Bey'i biz üç kardeş çok severdik. O da bizi, yani ablam abim ve beni o kadar çok severdi ki, ona "dayı" derdik, bu arada Muazzez teyze de, apaş ve entellektüel kimliğinin bir yansıması olarak, babamı kendine daha yakın hissettiğini söyleyerek bizlerin ona "teyze" yerine "hala" dememizi buyurmuş. Ortaya çıkan durumu, Nazire Hanım'ın ailesi olmamız hasebiyle hayretle karşılamamak lazım.

Teyzemize hala, eniştemize dayı diyen bir aileyiz biz. Annem anlatır, "halam, dayım", annem, Nermin teyzem ve ben, ben pek küçükken daha, taksiye binmişiz ve o zamanlar Yeniköy'de olan Sipahi Ocağı Kulübü'ne gidiyoruz, oradan denize girerdik. Taksi şöförü Hacıosman Bayırı'nın başında arabayı sağa çekip durdurmuş ve şöyle demiş anneme:

- Hanımefendi, ben arabayı kullanmaya daha fazla devam edemeyeceğim. Konuşmalarınızı ister istemez dinliyorum. Arkada oturan bey ve hanım belli ki evliler, yanlarındaki hanım (Nermin teyzemi kastediyor) diğer hanıma abla, Beyefendiye de enişte diyor, siz de öyle, ama kucağınızdaki çocuk size anne, arkadaki tek hanıma teyze, diğer hanımefendiye hala, beyefendiye de dayı diyor. Ben bu işin içinden çıkamadım, lütfen bana izah edebilir misiniz, dikkatim dağıldı, araba kullanamıyorum....

Annem İlkokul Öğretmeni idi, bu sebeple taksi şöförüne en kestirme ve en anlaşılır izahatı yaptığından şüphem yok, taksi şöförünün ise bu tuhaf aileyi tüm tanıdıklarına anlatmış olduğundan hiç kuşkum yok.

Annem demişken, hem de annemin İlkokul Öğretmeni olması sebebiyle genel ifade duruşundan bahsetmişken, tam da bu noktada hafızamın derinliklerinden kendini aklıma, oradan da parmaklarımın ucundan sayfaya dökülmek üzere ileriye atmış olan şu anlatacağım olayı engelleyemediğim için, geliyor...

Yıl 1968 sonu ya da 1969 ilk çeyreği, Alman Lisesi'ne girmişim. 6 yaşımda evde buzdolabımızın markasını heceleyerek okumayı söktüğümden İlkokula bir yıl erken başlatılmıştım ve doğal olarak Hazırlık sınıfının en küçük talebesiyim. Babam Alman Lisesi'nin Türk Müdür'ü, ben de Hazırlık A'da okuyan Müdür'ün kızı, sınıf arkadaşlarından en az bir yaş küçük Derya! Bu, küçük olma kaderimin ısrarla tekrar ettiği yıllar, evde tekne kazıntısı, Okulda hem Müdürün kızı hem sınıfın da en küçüğü...

Neyse, Okula doğal olarak babamla gidip geliyorum, ve fakat o yıllarda Tünel tamiratta olduğu için biz babam arabasını almadığı zamanlarda Karaköy'e Yüksekkaldırım'ı yürüyerek ulaşıyoruz. Babam elimi tutuyor ve koca yokuşu iniyoruz birlikte. O gün, bir bakıyorum, sol tarafta iki bina yıkılmış ve sol paralel sokak gözüküyor, ama bir tuhaflık var, eğlenceli birşey var. Ne mi, şu: o gözüken sokaktaki evlerin hepsinin üstünde aynı tabela asılı, üzerinde "Genelev" yazıyor, şaşırıyorum ve hemen babama dönüp, o yaşımın (aslında bugün bile biraz öyleyim itiraf etmeliyim) olmazsa olmazı "sabırsızlık kurbanı bağıran sesimle"

- Aaa, baba bak soldaki sokaktaki apartmanların hepsinin isimleri aynı, nasıl oluyor buuuu?

Babam hiçbir anlam veremediğim sessiz bir asabiyetle elimi sıkıyor ve hızlanıyoruz, sürüklüyor beni bir şeyden kaçarcasına. Yüzüne bakıyorum hafif eğilip, sinirlenmiş gibi bir hali yok ama hala çekiştiriyor beni ve elimi hala çok sıkı tutuyor. Çok da önemsemiyorum, ilgim hemen başka şeylere kayıyor ve unutuveriyorum.

Akşam yemekten sonra, annem benden sofrayı toplamaya yardım etmemi istiyor, çok gururlanıyorum bana "büyük" muamelesi yapıldığı için, keyifle ve özenle tabakları tepsiye yerleştiriyorum. Mutfağa gittiğimde annem elimden tepsiyi alıyor ve tezgaha koyduktan sonra, kapağındaki dökme harflerden okumayı öğrendiğim "Prestcold" marka buzdolabımızın önünde bana bir izahat yapıyor:

- Derya'cığım, bugün babana bir soru sormuşsun, yan sokaktaki apartmanlarla ilgili, öyle mi?

- Hıı, ay evet. (gözlerimi açarak) Anneee biliyor musun, o sokaktaki apartmanların hepsinin adı aynıydı, "Genelev" yazıyordu, babama sordum ama cevap vermedi...

- Öyleymiş, bak kızım ben sana anlatayım , o soruyu bir daha sorma. Onlar ev değil, onlar bir çeşit Oteldir, ama o Otellere sadece erkekler gider ve ama o Otellerde çalışanlar da sadece kadınlardır. Anladın mı canım?

Ben, gerek annemin sesinin anneannemle Leman Ablanın konuştukları zamanki gibi kısılmasının bu kez, daha da önemlisi "ilk kez benimle" uygulanıyor olmasının verdiği haklı gururla, gerekse de annemin anlatmaya çalıştığı "ayıp" şeyi bir seferde anlamış olmanın keyfiyle, içimden böbürlenerek ama anneme karşı da kendimce "olgunluk" göstermek amaçlı ciddi bir yetişkin edasıyla

- Anladım annecim, çok iyi anladım,

diyorum aynı kısık sesle.

Annemle böylece hem anneannem-Leman Abla ilişkisine en azından ses volümü anlamında bir giriş yapmış oluyoruz, hem de annem, babam, abim ve ablamla , yani ben hariç evin tüm diğer bireyleriyle yapmakta olduğu "mutfak konuşmaları" ritüeline beni de dahil etmiş oluyor. Toplamda da ben, hem "ayrıcalıklı bir bilgi" edinmiş olmanın hem de yukardaki formata dahil edilmiş olmanın etkisiyle aile içindeki "tekne kazıntısı" tarifiyle üzerime biçilmiş olan "küçük Derya" elbisesini soyunarak daha doyurucu bir kimliği giyinme hazırlığına geçmiş olmanın unutulmaz gururunu yaşıyorum. Bu aynı annesinin ayakkabılarını giyip zorla yürüyen kız çocuklarının paytak ve beceriksiz yürüyüşünden sanki kendi ayağıma göre yapılmış topuklu pabuçlarla güven ve dengeyle yürüyen bir küçük kadına dönüşmek kadar heyecan verici. Bunun doğal neticesi olarak da, sofrayı o kadar çabuk ve beceriyle topluyorum ki, ilerleyen yıllarda bu sevimsiz işten kaçmak için "ay benim midem bulandı birden" bahanesinin tohumlarının zihnime serpildiğini fark etmiyorum bile.

Anneanneme dönüyoruz tekrar, her tatilde gitmek için can attığım ve kendimi zorla yollattığım Keçeciler mahallesindeki koskocaman kapısı koskocaman anahtarla açılan cumbalı eve.

Üst kata çıkalım bu kez. Şefkatli bir gıcırtıyla adımlarınıza "hoş geldin" diyen merdivenlerden üst kata çıkıldığında, camlı bir kapıyla üç oda ve bir tuvaletin açıldığı daha küçükçe bir antreye varıyoruz. Solda bahçeye bakan "misafir odası", onun yanında tuvalet, karşı sol köşede cumbalı oda, merdivenin tam karşısında da "küçük oda", merdivenin sağ tarafından ise "tehlikeli balkonun" olduğu çatı katına çıkan daha küçük bir merdiven.

Bahçeye bakan misafir odası, o zamanlardaki bütün misafir odaları gibi yalnızlığa mahkum edilmiş, içinde yaşanmayan, mobilyalarının daha gösterişli, sobasının ise sarı çini olduğu bir odaydı. Rapunzel'e benzetirdim ben o odayı. Hem çok güzel ama hem de tutsak... Rapunzel'in beklediği ne zaman geleceği belirsiz olan beyaz atlı prensi için durmadan saçlarını taraması misali, bu misafir odası da ne zaman geleceği belirsiz o misafirler için haftada bir baştan aşağı temizlenir, süslenir, sonra da o hüzünlü tutsaklığına kapısı kapatılarak devam ederdi.

Cumbalı oda ise, ona inat, kocaman, sokağa bakan pencereleri ve onların pek de kapanmayan storları , içindeki pirinç karyola, gül ağacı konsol, karşılıklı iki divan, köşede bir soba, cumbasında ise sediriyle, bütün bunlara rağmen üstelik ortada kocaman ama sıcacık boş alanıyla tek başına bir ev gibiydi. İki oda arasındaki tuvalet bir nevi "tampon bölgeydi" bence. Haremdeki güzeller güzeli "Rapunzel" in, daha az güzel ama hergün ev halkını ağırlayıp eğlendiren halayığın saçını başını yolmasını engelleyen bir Kalfakadın.. Eh, bir tuvalete de bundan daha renkli bir rol biçilmezmiş..

Çocuklarımı büyüttüğüm ve 14 yıl yaşadığım evimin salonunda bir "cumba" oluşu muydu acaba, o evimi, gelen herkesin istisnasız "sımsıcacık bir yuva" diye tanımlamasına sebep. Tek başına değildiyse bile, ruhuma anneannemin evindeki cumbalı odayı hatırlatarak çocuklarımı büyütürken çocuk ruhumu da canlı tutmuş olması belki de.. Evet evet sanırım böyle bir kombinasyondu, güzelmiş.

Cumbalı odanın oldukça renkli bir hatıra arşivi vardı. Anneannemin ikinci kez gelin olduğu odaydı mesela.. Annemle teyzemin doğdukları oda... Bizlerin büyüdüğü oda... Annem ve babam Anadolu görevlerinden İstanbul'a tayin olduklarında ev bulana kadar ailecek taşındığımız koskocaman evin bize tahsis edilen odası...

Annem ve babam öğretmendi/r/ler. Babam meslek hayatını kısa bir Tarih öğretmenliği döneminden sonra, çok genç yaşında sırasıyla Adana, Gaziantep, İzmir'de Maarif Müdürü, şimdiki adıyla Milli Eğitim Müdürü olarak sürdürmüş. İzmir'de Maarif Müdürü iken, oldukça üst makamdan bir bürokratı karşılamak üzere Maarif Müdürlüğü'nün kapısına çıktığında tek eli cebinde bekliyor olduğu için ziyaretin akabinde Eskişehir Maarif Müdürlüğü'ne sürgün, ay pardon tayin edilmiş!!.

Tam istifasını vermek üzereyken ise, Ankara'dan gelen bir tayin telefonuyla apar topar İstanbul'a gelmişiz. İşte bu apar topar geliş bizi anneannemin bu evinde, ki o zamanlar dedem de hayatta, sanırım 3 aylık bir zorunlu ikamete mecbur etmiş.

İstanbul'a geldiğimizde ben 3 aylıkmışım. Anlayacağınız anneannemin o koskocaman evine olabilecek en küçük boyuttayken giren ben, sanırım, ömrüm sürdüğü müddetçe, yaş olarak olabilecek en son haddime kadar sadık kalacağım... Çok seviyorum o evi ben hala... İçinde yaşadığım mutluluklara fazladan bir ek güzelliğiyle de hatıramda, ve yazdıkça da düşündüğümden de çok iz bırakmış olduğunu görüp kendimi bir şey sanıyorum. Ne güzel bir his..

Derya Ongun


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
6 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Nuran Talay

 Kahveci : Nuran Talay


  CEHALET CANAVARI MARDİN'DE

Mardin katliamının nedeni kız meselesi veya balık çiftliği; aileler arası çıkan husumet sonucu korkunç katliam işleniyor. Kadın, kız, çoluk çocuk demeden, taranıyor.

Mardin Katliamı - 2009 Gözlerini kan bürümüş insanlar iki mesele yüzünden böylesi bir vahşet yaşatıyor inanılır gibi değil.

Bu kadar gelişmiş silahları nereden temin ediyorlar, bu da ayrı mesele…

Kanayan yaramız cehalet…

İşte bu kez Mardin'de ortaya çıktı.

Eskiden gazetelerin üçüncü sayfalarında bir iki haber olurdu, kocasını öldürdü, sevgilisini sokak ortasında dövdü gibi manşetler artık birinci sayfaya taşındı, üstelik eskisinden daha vahşi şekilde işlenen cinayet haberleri ile.

Münevver Karabulut'un sevgilisi vahşice başını gövdesinden ayırdı genç kız acı içinde öldü,

Önündeki yolcunun boğazını kesti,

Tecavüz etti sonrasında hunharca öldürüldü,

Cinnet geçiren kız annesinin boğazını kesti,

Cinayetlerin işlenme sebebi ne olur olursa olsun kabul edilir bir olay değil.

Toplum cinnet geçiriyor, içimizde ağır hastalar var. Acilen tedavi için çözüm üretilmeli.

32 haneli köyün nüfusu 300… 44 kişiyi alıyor ve yüzlerce mermiyi boşaltıyor üzerlerine… O an kafasından "namusumu temizliyorum, miras bana kalacak, köklerini kurutayım musallat olmasınlar" gibi düşünceler geçerken, "ruhunda ki terörist" acımasızca devam etmiş.

Sorgulanan zanlılardan biri, çocuk, kadın herkesi öldürmelerinin sebebini şöyle açıklıyor; "Eğer biz çoluk-çocuk herkesi öldürmemiş olsaydık, ortaya çıkan kan davası nedeniyle ilerde bizden birilerini öldürürlerdi. O ailelerin tamamının köklerini kazıyıp bizden intikam alacak kimseyi bırakmamak için hepsini öldürmeye karar verdik. Köyün dışında olanları da yaşatmayacak ve köklerini kurutacaktık. Sağ kalanlar varsa onlar da bizim ailelerimizden intikam almaya çalışırlar. Bu böyle devam edip gider."

Bu böyle devam edip gider! Dikkate alınması gereken bu cümle...

Ülkemizin doğusu kan'la, cehalet ile baş başa.

Bir yanda töre cinayetleri, bir yanda PKK terörü!

Bunun adı kader değil, CEHALET!


Nuran Talay
Nuran.Talay@PolitikaDergisi.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Fatma Toprak Gök

 Kardelen Ezgileri : Fatma Toprak Gök


   ASLINDA LACİVERTTİ GÖKYÜZÜ

Sessizdi her yer yine. Köhneydi ortalık…

Gel, dedi adam,
geldi kadın.
Susacaksın, dedi adam,
sustu kadın.
Ben izin verince konuşacaksın, dedi adam,
öyle yaptı kadın.
Gün geldi, niye susuyorsun, dedi adam,
konuştu kadın.
Gün geldi, soru sordu adam,
ve ekledi ardından
bana cevap verme diye,
sustu kadın.
Yürü, dedi adam,
yürüdü kadın.
Dur, dedi adam,
durdu kadın.
Eğ başını, dedi adam. Dik durma,
eğdi başını kadın.
Adamdan yaptığı tek gizli şey,
ağlamaktı kadının…

Sessizdi her yer yine. Kötü kokuyordu ortalık…

Günler geçti
İkinci adam geldi.
Kadını bana ver, dedi birinci adama.
Saydı paraları birinci adam, git dedi kadına,
gitti kadın.
Yürü, dedi ikinci adam,
yürüdü kadın.
Dur, dedi ikinci adam,
durdu kadın.
Otur, dedi ikinci adam,
oturdu kadın.
Sus, dedi ikinci adam,
sustu kadın.
Adamdan yaptığı tek gizli şey,
ağlamaktı kadının…

Sessizdi her yer yine. Bir tek kadın çığlık çığlığaydı ve derinlerden bir karanfil kokusu yayılıyordu ortalığa…

Birgün kadın gökyüzünü fark etti.
ve gökyüzünün engin engebesini.
Baktı kadın, uzun uzun baktı.
Baktıkça dağıldı kara bulutlar.
Baktıkça mavileşti gökyüzü,
mavileştikçe nefes aldı kadın,
nefes aldıkça açıldı gökyüzü.
Gülümsedi kadın,
içi ısındı.

Sessizdi her yer yine. Karanfil kokusu yaktı genzini adamın…

İndir bakışlarını, dedi adam. Eğ başını,
dikleşti bakışları kadının.
Sus, dedi adam,
konuşmaya devam etti kadın.
Gel, dedi adam…

Gel, dedi adam…

Gel, dedi adam…

gülümsedi ve gitti kadın,
uzaklaştı birinci ve ikinci adamdan olabildiğince
ve durdu kadın,
üçüncü adamların boyadığı bir gökyüzünün altında…

Fatma Toprak Gök


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
9 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


polygon@polygon.com.tr



<#><#><#><#><#><#><#>

YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Servet Yaylı


<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


İÇ ZEHİRİ GİR KOYNUMA
GÖKYÜZÜ TANRIÇASI


-I-
Odaya sığdık.
Uğultu başladı.
Geceyarısı tireni
Muş tütünü
biber acısı
uğultu başladı.
Yağmur yağdı hüzn'ağdı
ay göğsümün içinde
deli çığlıklar attı
uğultu başladı.
Masada kahve fincanı telve
masada kül tablası izmarit
masada çiçeklik boş
masada ben yalnız
yorgun
bir boşluk. Uğultu başladı
bir dünyadır
düş uzun
uzun gece: kalbim
coşkun
ve kaçak
ve yağmura dönmüştür
ölümün yüzü
kaçak ve suskun
uğultu başladı...

-II-
Rüzgar esmese
sen konuşsan, dümdüz olsa yollar
yürüyüp gidebilsek
gecede
gecede
bir bağlama başlasa
bir türkü
uzakta
kent
başlayacak birliktelik
uğultuyla
başlayacak
konuşacak yalnızlar
cesaret mi oynuyor
yalnızlar, kent
çökmüş bulanık
üstlerine, üstlerine
kapıları pencereleri yolları tıkayan
çocuk sesleri
üstlerinden çekilmiş ay
ay göğsümün içinde
emekli memur gibi gülümsüyor
korkuyu yanlış anlaşılmak gibi gülümsüyor
daha yakından bakınca
kaçmak ve
ölüm.

Ölüm
gerilimi yumuşatır
derdi ninem,
ölüm evlerden ırak.
Nineciğim.
Muş tütünü
biber acısı
uğultulu.
Nineciğim.
Gök çöktü
bulanık, üstümüze
üstümüze umarsızlık
sessizlik büyüdü
ses oldu
coşkular coşkular ne oldu
yılgınız
gergin ah
burdan gitsek
uğultuyla
sabahla
burdan...

-III-
Yanmaya başladı birden
sobada
sönmüş sandığım odun.
Perdeyi çektim
gece yok artık.
Yalnız
önümde uzak bir insan haritası
düşlere daldım bir zaman
düşlerim
uğultularım
odamın tozlu camları
raflarım dergilerim kitaplarım yazılarım
akmaya başladı birden
toz toz
son bir parlamasıdır güneşin toz
son
bakmadan göz
toz
bomboş oturmalarım
toz
kımıltısız
toz
uğultularım
toz
bir tek dokunuş
toz
küçük çiçeklere gebe
yeni bir hayata...

-IV-
İçinden hayat fışkıran bir ana başlamak için ne bekliyorsun?

İç zehiri gir dünyama
yalnızlık tanrıçası.

İşte akıyor ırmak!
İşte yükseliyor yapı!
İşte kaynıyor coşku!
Yaşamak için ne bekliyorsun?

EGEMEN BERKÖZ

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu



Polygon Web Studio


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"

Hatice Bediroğlu
"Düş Kuruyor Gece"

Cüneyt GÖKSU
Serpil YILDIZ

"KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

Merih Günay
"HİÇ"

Feride Özmat
"Yanlış Zaman Hikayeleri "

C.Eray Eldemir
"Uzak İklimler"

Temirağa Demir
"Edepli Fahişeler"

 
Nesrin Özyaycı
"ÖLMESEYDİ"


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

GOM Player 2.1.16.4613 / Windows / 4.48 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

VLC media player for Windows / V.0.9.9 / 16 MB
http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
http://www.7-zip.org/
Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Uygulama : Cem Özbatur
2002-09©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Hopelessly Devoted To You
Olivia Newton John









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20090507.asp
ISSN: 1303-8923
7 Mayıs 2009 - ©2002/09-kmarsiv.com