|
|
|
11 Mayıs 2009 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Gel oğlum, ağlayacağım, çek beni!.. |
İtalyan usulü, geniş aile mantığıyla kutladığımız Anneler gününün yorgunluğunu henüz attık sayılmaz. Günü tatlı birkaç laf edip bitirmek güzel olur diye açtım bizim emektar matbaayı. Baskı hazırlığına girişmeden önce baktım posta kutumda bir mesaj ve içinde bir link, bir can arkadaşım göndermiş. F tipi yapılamanın imam-ı azamı, Utah karargah komutanı, cahillerin dedesi, Atatürk düşmanı, sözde eğitimci özde beyin yıkayıcı, müzmin hasta bay Fethullah, geçmiş kameranın karşısına hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Yazık, bir acıdım ki sormayın. Ömürlük dizinin sezon finali olacak bu son bölümünü kaçırmayasınız diye buraya almaya karar verdim. Sağolsun benden de bahsetmiş ya da ben üstüme alındım farketmez. Bir kısım "şom ağızlı esabı cerahit"(ben böyle anladım, kulaklarımın yalancısıyım) hakkında sürekli yazı yazıp asabını bozarlar diye memlekete dönmezmiş hazreti F. Daha doğrusu, bunlar yazarsa ortalık toz duman olurmuş. Allah aşkına seyredin şu Manakyan tiyatrosunu da sonra üzerine konuşalım. Samimiyetine inanan bir kişi varsa dövüşmeye hazırım. Adam kendini yetmiş milyonu karıştırabilecek kadar matah sanıyor ya, buna o rütbeyi ihsan edenlerden Allah razı olsun. Bir vatan hainini, bir din tüccarını, bir bölücüyü, bir kanun kaçağını bulunmaz hint kumaşı edenlere yazıklar olsun. Memleketin toprağını eline yüzüne sürüp secde edecekmiş ama bu sefer de başka şeyler dermişiz. Ah kulağın delik olsa da, benim şimdi dediklerimi bir duysan, o toprağı nerelerine sürmen gerektiğini tez elden anlarsın ya neyse. Hey Allahım gene tepem attı iyi mi? Kantarın topuzunu kaçırmadan ben gideyim, gerisini siz söyleyin. Şaklabanların sustuğu bir hafta dileğiyle hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
Kapıdaki Kedi
İlk Tanışma…
Eve dönüş yolunda başlıyor her şey. Dişçi olmak ne zor iş. Günün yorgunluğu üzerimde basamakları saya saya (dişçiliğin zahmetlerini de saya saya) çıkıyorum merdivenleri. Son merdiven basamağını da geride bırakırken yorgun gözlerim yerden kapıya doğru ilerlediğinde kapımın önünde bir kedi görüyorum. Beni görünce irkiliveriyor. Birden dizlerinin üzerine koyduğu başını havaya kaldırıp bana bakıyor uzun uzun. Ben şaşkın "bu kedi kapımın önünde ne arıyor" diye ona bakıyorum. Kedi dimdik kulakları, iri yeşil gözleriyle arka dizlerinin üzerinde oturur vaziyette, iki ön dizinin üstünde patileri yere sağlamca yapışmış bana bakıyor. Ben gözlerim iri iri açılmş ona, o tüm algılarını sonuna dek açmış bana… Karşılıklı bakışıyoruz bir süre evin girişinde. Sonra ön dizlerini tekrar kırıp başını dizlerinin üzerine koyuveriyor. Kulaklarını da gözlerini de çekiyor üzerimden. Kendi kendine gözlerini açıp kapatıyor, yalanıp duruyor kapımdaki paspasın üzerinde. O kadar rahat ki kapıda, sanki kapı da paspas da ona ait. "Hayret" diyerek gülümsüyorum kediye doğru. Benim şaşkınlığıma yanıt verir gibi o rahatlığın içinden küçük bir miyavlamayla cevap veriyor "evet" der gibi. Onu böyle görünce bir gülme alıyor beni "inanamıyorum" diyorum. Kediyse başını bir sağa bir sola oynatıp grili beyazlı tüylerini hışır hışır yalayıp duruyor. Onun bu rahatlığını gördükçe gitmeye hiç niyeti olmadığını düşünüyorum. "İyi de benim eve girmem gerek" böyle kedinin keyfini kapıda bekleyip duramam ki" diyorum kendi kendime "ölüyorum zaten yorgunluktan" Birden apartmanın giriş kapısının açılma sesi duyuluyor. Bizim kedi irkiliveriyor birden yattığı yerden. Dört patisini de tırnaklarıyla beraber paspasa yapıştırıp dikiliveriyor dizlerinin üstünde ve o yeşil gözlerle bana bakıyor yine. Onun bu ürkek halini görünce ban de heyecanlanıyorum birden. İlk karşılaşmamızdaki bakışmamız gibi bakışıyoruz karşılıklı. Kapının kapanma sesiyle ayaklarını oynatıyor tekrar. Apartmandaki bir üçüncü varlığın seslerini dinliyoruz birlikte. Alt katlardan birinde kayboluyor sesler. Kediyse hala bana bakıyor kapımın önünde. Ben şaşkın ve biraz da öfkeli "ne" diye kafamı sallıyorum. Sanki kedi anlayacakmış gibi. Oysa yavaşça kıpırdanıyor bulunduğu yerde, üzerime doğru yürüyor yine aynı yeşil gözler. Sanki evin sahibi oymuş gibi dikleniyor kapımın önünde. Usul yavaş adımlarla süzülüp geçiyor sessizce yanımdan. Yavaş ve sessizce uzaklaşıyor evimden. Bense ardından bakakalıyorum bir süre. Sanki tüm günün yorgunluğu orada, kapının önünde, kediyle birlikte süzülüp gitti, yavaş ve sessizce.
O gün bir hafif hissediyorum niyeyse kendimi. Üstümden kalkmış ağırlığın gülümsemesi yerleşiyor dudak kıvrımlarıma. Kediyi gördüğümde kalakaldığım merdiven başından kapıya doğru ilerlerken elimi çantama atıyorum, anahtarlarımı bulup keyifle açıyorum kapıyı, keyifle içeri giriyorum.
İkinci Gün…
Yine günün yorgunluğuyla tırmanıyorum son basamakları. Sabahları ne kadar enerji doluysam bu saatlerde o kadar tükenmiş oluyorum genelde. Yine son basamağa gelip başımı kaldırdığımda aynı kediyle karşılaşıyorum. Bu sefer bir fark var beni bekleyişinde. Geçen sefer başı yerde beklerken bu sefer ön bacaklarının üzerinde dikilmiş bekliyor beni. Ve yine aynı gözlerle dimdik bana bakıyor. "Yine mi" sözcükleri dökülüveriyor birden dilimden. Beni gördükten sonra sanki onun için çok sıradan bir şey olmuş gibi tekrar dizlerini kırıp başını dizlerinin üzerine koyuyor ve yine kırpıştırmaya başlıyor gözlerini. O, geçen seferki davranışlarının aynısını tekrar yapmaya başlayınca ben dayanamayıp konuşmaya başlıyorum kediyle: "orası senin değil kedicik benim kapım, üzerinde rahat rahat keyif çattığın yer de benim paspasım" Kediyse hiç umursamadan gözlerini kırpıştırıp duruyor. "Ooooh keyfin yerinde, hey sana söylüyorum, orası diyorum, benim, çekil de evime gireyim" Patilerini grili beyazlı tüylerinin üzerinde gezdirip, gerinip duruyor yattığı yerde. "Hem senin ne işin var bu apartmanda, burda kedi beslemek yasak, apartman sakinleri seni burda bir görürse yandın sen kedicik, apartman yönetmeliğinde madde var bununla ilgili, ben buraya taşınırken imzaladığım sözleşmede de vardı, koca koca yazmışlar kedi beslemek yasak diye, apartman kurallarıyla çalıştığım diş polikliniği arasında da bağlantı var üstelik, seni benim kapımın önünde bu şekilde biri görür de, evinde kedi besliyor olursam, anında bu evden kovulur kovulmakla da kalmam çalıştığım dişçi polikliniğini de değiştirmem ve başka bir şehre gitmem gerekir." Hiç duymuyor bile beni yalanıp duruyor yattığı yerde. Kendi kendime konuşuyorum ben yine: "Kimin umurunda, kimle konuşuyorum ben, yatmış rahatça kapımın önünde, baksana bana hadi artık hadi, toparlan da git artık. Küçük bir miyavlama sesi geliyor kediden umursamazca. "Boşveeer" dercesine. "Aaa kediye bak be, ya sen ne ilginç bir şeysin öyle, benim kapım diyorum yok, apartmanın yasası var diyorum ana da yok, eee derdin ne senin, ha anladım içeri girmek istiyorsun sen, öyle kapımda iki gündür beni beklediğine göre, söylediklerimin de hiiiiiiç bir tasası olmadığına göre, kapımın önünü de bu kadar sahiplendiğine göre gözün içerde senin, belli canım şu pişkinliğe baksana" Birkaç saniye elim belimde öfkeli gözlerle etrafıma bir şey ararmış gibi bakınıp: "Yok, yok öyle bakıp durma alamam seni içeri, duydun mu beni kalk kapımın önünden, hemen!" Ben söyler söylemez kalkıyor yerinden. Ama ne kalkış. Yine küçük ve sessiz adımlarla usulca süzülüyor yanımdan, ama ne süzülüş, dönüp dönüp ardına bakıyor durmadan. Benim kaşlarım havada, kollarım göğsümde bağlı, hiç istifimi bozmadan onun gitmesini bekliyorum. Kayboluyor basamaklarda kedicik. Onun kaybolmasıyla çözülüveriyor kollarım, kaşlarım yere düşen bakışlarımla iniveriyor aşağı, bir yorgunluk daha çöküyor üzerime. Ellerim anahtarını arıyor kapımın çantamda. Aradığımı çok zor buluyorum bu kez.
Üçüncü Gün…
Koşarak çıkıyorum merdivenleri. Gün içerisinde arada bir gözümün önüne kapımın önündeki o umarsız gerilmeleri geldi. Grili beyazlı tüyleri ve yeşil gözleri takıldı arada bir zihnime. Şimdiyse koşarak çıkıyorum merdivenleri. Hani günün bu saatlerinde ben yorgun olurdum? Son merdivendeyim şimdi. Onu ürkütmek istemediğim için yavaş yavaş çıkıyorum son basamakları ve koşturmaktan nefes nefeseyim. İşte son basamaklar ve başımı kapıya doğru uzatıyorum. Yok! Kedi Yok! Bugün Gelmemiş! Neden? Ben Kovdum Diye Mi? Arka arkaya sıralanıyor zihnimdeki sorular, ben nefes nefese, gözlerimse kapıdaki boş paspasın üstünde.
Dördüncü Gün ve Sonraki Günler…
"Alamazdım içeri zaten" diyorum kendi kendime. "Yasak işte, apartmanda kedi beslemek yasak. Kediyi içeri almanın mümkünatı yok. Alamam. Ama diyor öbür tarafım sokakta kalmış bir kedi kime ne zararı dokunur ki, niye böyle garip kurallar koyarlar ki, yazık değil mi? Bana ne canım sokakta kaldıysa, şimdiye kadar nasıl kaldıysa kalsın işte, ben Mi verdim şimdiye kadar sütünü?"
Pardon diyor bir ses. Beni kendi kendime konuşurken yakalayan iş arkadaşlarımdan bir bu. Hemen sıyrılıyorum zihnimdeki sorulardan. Yeni bir diş daha. Dolguyu hallettikten sonra aklıma düşüyor yine: "Zararsız bir kedi işte ne var bunda? Hayır, hayır, hayır hayır, sakın bir daha kedinin lafını etme, yasak yasaktır, bunun zararlısı zararsızı olmaz, apartmandakilerle derde mi girsin başın, bu konu burada kapanmıştır"
Apartmanın olduğu sokakta görüyorum aynı gün kediyi. Sokakta gördüğüm diğer kedilerden hiçbir farkı yok artık benim için. O, bahçe duvarının kenarında, bazen apartman girişinin çevresinde, bazen yürüdüğüm yolda geziniyor, ya da kapımın önünde umarsızca gerindiği gibi gerinip duruyor ortalarda. Arada bir gelip gidenlerin ayaklarının etrafında dolanıyor, peşlerine takılıyor, koşturuyor, zıplıyor, miyavlayıp duruyor ve beni her gördüğünde o yeşil gözlerini üzerime dikip köşe başından apartmana girene kadar beni izliyor. Bense onu hiç umursamıyorum, sıradan bir kedi o benim için. (Yaptığı her hareketi de biliyorum ama bu ne garip bir sıradanlıksa!)
Ve Bir Gün…
Hışır hışır çantamı karıştırıyorum kapımın önünde. "Allah, Allah nereye gitti bu anahtar? Offf nasıl da acıktım, ayaklarım da ağrıyor zaten. Sabahtan beri ayaktayım, akşama kadar dişlerin bir geldi, biri gitti önümden. Bir dakika oturmaya fırsat bulamadım. Offf inanamıyorum nerde bu anahtar yaa. Yok, yok işte, düşürdüm mü acaba. Ben şimdi bu çantayı şöyle bir tersine çevirip, boşaltmam mı kapının önüne, dememle tuttuğum gibi çevirmem bir oluyor. Yok, yok işte. Gördün mü akşam akşam kapıda kaldım. Ne olacak şimdi" diyerek zaten derman kalmamış bacaklarımın da iflas etmesiyle kendimi kapımın dibindeki basamaklara bırakıp yere oturuveriyorum. Nerde peki bu anahtar, evimin anahtarını nerde kaybettim ben böyle. Aşağıya inip şöyle bir bakınsam mı acaba, belki yolumun üzerinde bir yerlerde düşürmüşümdür. "Evet " diyerek kararlıca toparlanıyorum oturduğum yerden. Boşalttığım çantamdakileri geri topluyorum bir bir. En sonuncusunu da çantama atıp ayağa kalkacakken kovulmuş ziyaretçimle karşılaşıyorum yine. Yan merdivenin son basamağında gözlerini dikmiş bana bakıyor. Ağzında ışıl ışıl parıldayan bir anahtarla birlikte!
Şaşkınlıktan gözlerim ve ağzım açılıveriyor kocaman. "Sen ne ilginç bir kedisin sözcükleri dökülüveriyor dilimden. Benim şaşkın sorumun ardından ağzındakileri yere bırakıp mırıl mırıl miyavlamaya başlıyor. Onun sessiz apartmandaki sesiyle şaşkınlığımın yerini bir panik alıyor birdenbire: "Sakın, sakın miyavlayıp durma, şimdi biri çıkacak dışarı" O ise mırıl mırıl miyavlayıp bir şeyler anlatmaya devam ediyor. "Sus, sus, sussana bak hiç dinliyor mu beni" Birden ani bir hareketle önündeki anahtarı almak için panikle fırlıyorum yerimden. Amacım kapıyı açıp kediyi kimse görmeden içeri almak, içerde hesaplaştıktan sonra gerekirse tekrar kapının önüne koymak. Ama benim panik halindeki planım hiçbir işe yaramıyor. O panikle kedinin üstüne atılınca ciyak ciyak miyavlayıp birkaç basamak aşağı iniyor bulunduğu yerden. Ve korktuğum şey başıma geliyor, karşı komşumun kapısı açılıveriyor. Ben kapının önünde yere eğilmiş anahtarı alırken göz göze geliyoruz karşı komşumla. Sonra komşumun gözleri kediye kayıyor birden: "Apartmanda sesler duyunca merak ettim de, hayırdır bu kedi de nerden çıktı?" Ben kapıda kalıp çantayı yere boşalttığımda hiçbir ses duymaz bu apartman sakinleri zaten. Hemen de kediye takıldı gözleri, yerde ne arıyorsun, başına bir iş mi geldi falan da yok, hayırdır bu kedi nerden çıkmış mış, yasak ya, bunlar da yasak bekçileri, ölsen ruhları duymaz, mevzubahis bir kedi oldu mu ufacık bir miyavlamaya bütün apartman merdivenlere dökülür böyle. "Yok sayın komşum apartmana kedi girmiş, ben tam kapıyı açarken sizin kapının önünde görünce , yasak ya, can havliyle elimdeki anahtarı kafasına fırlattım, bunun da maşallah borazan gibi sesi varmış, böyle huzuuur içindeki siz sevgili apartman sakinlerini kapı önlerine döküverdi. Kusura bakmayın diyeceğim ama ne yaparsınız benim de tüm derdim apartman kurallarıydı. Kediyi görünce apartmanın içinde neye uğradığımı şaşırdım. Yalnız şu kedinin umursamazlığına bir bakın, hala buraya bakıyor, yaa gitsene, izin verin şuna bir anahtar daha fırlatayım" Ben böyle panik içinde el kol havada, kolumu bir kez daha kaldırışımla kedinin yine ciyak ciyak merdivenlerden inip yok olması bir oluyor. "Neyse halloldu işte, siz de huzurla evinize girebilirsiniz artık" "Sağ ol eline sağlık kediler bastı son günlerde apartmanı, dikkatli olmak lazım" O konuşurken başımı sallıyorum "ya ya ne demezsiniz" "hadi görüşürüz" diyerek kapıyı kapatıp içeri giriyor komşum. Ben de hızla eve girip evin penceresine koşturuyorum kediyi görmek için. Bie teşekkür bile edemedim. Anahtarı bulup getirmeseydi kapıda kalacaktım. Kediyi sokaktaki kaldırımın üzerinde görmemle bir soru takılıyor birden aklıma, sahi nerden buldu anahtarı bu kedi?
Ertesi Gün…
Sabah hazırlanıp evden çıkmak üzere ayakkabılarımı giyerken bir ses duyuyorum kapının önünde. Sanki bir şey kapıya sürtünüyor. Yok, yok bana öyle geldi elimdeki poşetlerden olsa gerek. Ayakkabıma elim giderken aynı sesi tekrar duyuyorum. Arkasından da cızır cızır tırnak sesleri geliyor. Kapıyı zorluyor birisi, işte bak yine tırnaklarını geçirdi kapıya cızır cızır tırmalayıp duruyor, şimdi yoruldu galiba dinleniyor, birazdan yine zorlamaya başlayacak. Tamam kesin kovulmuş ve arkasından da anahtarımı bulup getirerek kahraman olmuş çizmeli kedi bu. Rolden role giriyor, bu sefer de bir köprünün başındaki inatçı keçi gibi ter ter tepiniyor kapımın önünde. Üstelik tepinmekle de kalmıyor, inatçı keçinin sivri boynuzlarıyla düşmanına saldırması gibi saldırıyor sivri tırnaklarıyla kapıma. Kapıya kapı denirse artık tabi, her tarafında derin tırnak izleri kalmıştır şimdi, savaş meydanına döndü çelik kapı, hiçbir sağlam yanı kalmadı, her tarafı ufak bir üfürükte darmadağın olmamak için son direnişlerini oynuyor. Ben kapının öbür tarafında çaresizlik içerisindeyim. Şimdi içeri alsam??? ama ya sonra yine gelirse??? Hayır aslında gelirse değil ben ona alışırsam??? Ya sonra apartmandakiler kediyi fark ederse!!! Kedi kapının önünde sürtünüp duruyor hala. Dışarısı da ne kadar soğuk üşümüştür şimdi bu. Aman bana ne üşüdüyse üşüsün, bugüne kadar benim evimde mi kaldı. Hem baksana bu böyle kapı tırmalamaya falan da alışkın herhalde! Bir kere daha geçirdi bu son sözün üstüne tırnaklarını kapıya, hem de öyle bir hırsla geçirdi ki anlatacak kelime yok. Kapı da dağıldı dağılacak artık zaten. Sabah sabah şu düştüğüm hallere bak. Tamam tamam pes ediyorum,
Kapıyı paramparça ettin kedi, tamam açıyorum gir artık içeri. Öyle artis ki anlatamam. Sanki deminden beri kapının önünde denemediği savaş taktiği kalmayan o değil de başkası. Havalı havalı süzülüyor içeri, içeri geçip koridordaki halımın üzerine tahta kurulur gibi burnu havada kuruluveriyor.
Sonra yanına eğiliyorum. Elimi uzatınca oyun oynamaya başlıyor benimle. Ben de onunla. (Tabii bu arada bütün apartman kuralları, komşular, iş, vb. türden her şey unutulmuş oluyor.) Patilerini elime aldığımda fark ediyorum yara içinde olduğunu, "rol kesip duruyorsun kedicik ama patilerin yara içinde kalmış" diyorum. Sonra kapıya takılıyor gözlerim. "Ben şimdi bu tırnak izlerini, bu yarayı bereyi nasıl kapatayım?" diye soruyorum kediye. Onun cevabı hazır zaten, mırıldanıp duruyor yine. Ben "evet unutmuşum diyorum, aynı kapının anahtarını bulan kahraman çizmeli kedi de sensin!"
Not:Tüm annelerin geçmiş anneler günü kutlu olsun!
Buket Çetin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
ANNENİN KADERİ KIZA MI GERÇEKTEN?
Annenin kaderi kıza derlermiş..
Doğru mu annem??
Yaşamalı mıydık bunları?
Ben hep sana benzemenin, senin kızın olmanın haklı gururunu yaşadım bugüne kadar…
Öyle güzelsin ki anne, yüzünün yıllara meydan okuyan aydınlığı sen "kızım" dedikçe yüzüme yansıdı... Sen "kızım" dedikçe güzelleştim…
Öyle güçlü, öyle dirayetlisin ki anne, senin gücün derman oldu şu dizlerime en yoksun zamanlarımda bile.. Sen o kadar sağlam basarken yolu bozuk kaldırımlara, yakışmazdı ki senin kızına düşmek.. Düşmedim annem… Bir çok şeye rağmen, hiç düşmedim…
Öyle akıllı, o kadar sağduyulusun ki anne, hayrete düşüyor insan, nasıl görür ki bir insan bugünden yarını bu kadar..? Analığında mı keramet, sende mi bilmem.. Ama bir kere de dediğin çıkmasın be annem…
Öyle asilsin ki annem, susmanın ne büyük bir ceza olduğunu öğrettin bize… Susarak ezmek nasıldır senden öğrendim… İnsan çaresizliğinden değil, asaletinden susar, öyle büyüktün ki, sende gördüm..
Ve senin kızının asla çaresiz kalamayacağını anladım… Annemin kızıydım çünkü… Çarem olmadığı zamanlarda bile, sen hep vardın… Başımı koyduğum dizin çarem oldu çoğu zaman… Dizine yattım, sana sığındım, sonrasında hep ayağa kalktım annem…
Öyle özverilisin ki anne, aldığımız her solukta emeğin var... Nefesimiz nefes olur sana… Tırnağımız kırılsa dert olur..
Öye affedicisin ki anne, insan yaptığından utanıyor karşında… Hata, senden çok yapanın canını acıtıyor… Bu nasıl bir meziyet? Böyle, yalnızca bakarak nasıl anlatıyorsun onca şeyi?
Haklısın, çok hata yaptım… Ama ne bileyim annem, seviyorum diyen sen kadar sever sandım… Herkes hak ettiğini yaşar sandım.. Sen bize yalanı öğretmedin ya, bu dünyada yalan yok sandım…
O kadar"anne"sin ki annem, gördükçe anne olası geliyor insanın…
Bir can doğurup, canından çok sevesi geliyor…
Ellerini üzerimizden hiç çekme, bizi hiç bırakma annemmm….
Ceyda Gamzeli
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : M.Nihat Malkoç 10. ULUSLARARASI KARADENİZ TİYATRO FESTİVALİ |
|
Atatürk'ün dediği gibi "Tiyatro bir milletin kültür seviyesinin aynasıdır" Tiyatro hayata renk ve ahenk katan güzel bir görsel şölendir. Tiyatrosu olan şehirleri hep bahtlı şehirler olarak görürüm; öte yandan tiyatrosu olmayan şehirlere de yanarım, üzülürüm. "Aman çok mu önemli?" diyenleriniz olabilir. Evet, tiyatro çok önemli… Ekmek, su kadar olmasa da… Monotonlaşan hayatımızın açmazlarını açan bir altın anahtardır tiyatro…
Tiyatro bambaşka bir keyiftir; bu keyfi tadanlar onun tiryakisi olurlar. Keşke alkol, uyuşturucu, sigara gibi muzır maddelerin değil de tiyatronun tiryakisi olabilsek. Tiyatro bazen bir mektep misali doğruları, yanlışları ortaya döküp sorguluyor; bazen güldürüyor, bazen düşündürüyor, bazen de hüzünlendiriyor bizi. Zira tiyatronun hayata dönük yüzlerce yüzü var.
Tiyatro aslında bir yaşam biçimi, hayata farklı açılardan bakmanın bir başka yolu… Tiyatro çok kere aç ruhları besler; susuzluktan kuruyan gönüllere bir damla oluverir. O, hayatın merkezine akan bir pınardır. Bu kaynaktan kana kana içmeliyiz. Bu pınarı kirletmeye çalışanlara da asla müsaade etmemeliyiz. Tiyatronun evrensel dilinden faydalanmalıyız.
Her şey 10 yıl evvel 'Karadeniz'e Kıyısı Olan Ülkeler Tiyatro Buluşması' adıyla başladı… Bunun bir geleneksel festivale dönüşeceğini ve her yıl düzenli olarak yapılacağını tahmin etmiyorduk o zamanlar… Bir saman alevi gibi gelir geçer diyorduk. Ama iyi ki öyle olmadı. Trabzon'dan dünyaya bir tiyatro festivali armağan edildi. 21 yıl evvel açılan Trabzon Devlet Tiyatrosu'nun şimdi 10 yıllık geleneği olan ve büyük ilgi gören nur topu gibi bir festivali var. Bu görsel şölen kapsamında bugüne kadar 21 farklı ülke ağırlandı. Bu ülkelerden 62 tiyatro topluluğu güzel şehrimize gelerek tiyatro adına bütün güzellikleri halkımızla, sanatseverlerle paylaştı. Festival kapsamında bugüne kadar 131 oyun sahnelendi Haluk Ongan'da… Uluslararası Karadeniz Tiyatro Festivali, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğünce düzenlenen Adana Festivali'nden sonraki en eski festival olma özelliğini taşıyor. Katılan ülke ve grup sayısı bakımından bu festival benzerlerine fark atıyor. Bu da Trabzon'un farkını gösteriyor. Bu kentin bundan sonra kültür, sanat ve edebiyatla anılması gerekir. Trabzon'a da bu yakışır zaten… Zira tarihe baktığımızda güzelliklerle dolu bir Trabzon görüyoruz.
Bu yıl onuncusu düzenlenen Karadeniz Tiyatro Festivali 02 Mayıs 2009 Pazar günü başladı. Bu seneki festivale 14 ülke iştirak ediyor. Festival 15 Mayıs 2009 tarihine kadar devam edecek. O güne kadar tiyatro severler sanatın evrensel diline şahit olacaklar. Romanya, Fransa, Moldova, KKTC, Almanya, Rusya Federasyonu, Polonya, Gürcistan, İspanya, İsrail, Bulgaristan, Kazakistan ve Kanada gibi ülkeler katılıyor bu yılki festivale. Bu seneki festivale Ermenistan ve Azerbaycan'ın katılmaması doğrusu dikkatlerden kaçmıyor. Diyelim ki Azerbaycan, Ermenistan sınır kapısının açılma ihtimali endişesiyle Türkiye'yi protesto ediyor. Peki, bugüne kadar festivale katılan Ermenistan bu yılki tiyatro şenliğine niçin gelmedi?
Bu seneki Uluslararası Karadeniz Tiyatro Festivaline Kazakistan, Polonya ve KKTC ilk kez katılıyor. Bu arada Kanada, festival kapsamında oyun sahnelemeyecek, sadece atölye çalışması yapacaktır. Festivale Romanya ve Moldova'dan ikişer grup katılacaktır.
Karadeniz Tiyatro Festivali her geçen gün daha da güzelleşiyor ve bir gelenek haline dönüşüyor. Geçen on yıl içinde festivalde büyük mesafeler alındığını görüyoruz. Her geçen yıl, başarı çıtasını daha da yukarı çıkarıyorlar. Halkın ilgisi de zaman geçtikçe daha da artıyor. Dil bir sorun olsa da tiyatronun evrensel yanı bu sorunu da ortadan kaldırıyor. Bu arada bu yıl yabancı oyunlar sırasında alt yazılar sahnenin iki tarafına yansıtılacak ve böylelikle izleyicilerin, konuşmaları anlayabilme imkânı olacak. Bu sefer de, oyunu takip etme zorluğu olacak. Fakat bunun başka bir yolu da yoktur sanırım. Yetkililerin belirttiğine göre ilk yıllarda 3 bin 500 olan seyirci sayısı bugünlerde 4 bin 700'e çıkmış… Daha da artması bekleniyor.
Uluslararası Karadeniz Tiyatro Festivali bir emeğin ve gayretin ürünü.. Seyircilerin bu emeğin hakkını oyunları seyrederek vermesi gerekir. Katkısı olan herkese sonsuz teşekkürler.
M.Nihat Malkoç mnm61mnm@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
DERİNLİKLERİN
Ben kıyılarına yaklaşmaya cesaret edemezken,
Seni uzaktan sessizce izlerken,
Beni derinliklerine çektin...
İlk başlarda dalgaların tatlı tatlı çarpıyordu yüzüme,
Sanki okşar gibi belki de öper gibi...
Ama gece olup karanlık çökünce, dalgaların canımı acıtıyordu,
Anladım ki daha çok erkendi senin derinliklerine açılmak için,
Gitmek istedim ama gidemedim, zaten kıyıdan çok uzaktım artık...
Sonra sen anladın beni misafir edemeyeceğini sularında,
Bende kıyıya çıkmak istiyorum, ama zincir atmış gibiyim sularına..
Şimdi birini bekliyorum beni kıyıya çıkarsın diye,
Senin dalgalarının izini silsin diye...
Gülşah Kula
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.16.4613 / Windows / 4.48 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.0.9.9 / 16 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|