19 Mayıs Atatürk'ü Anma  Gençlik ve Spor Bayramı



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 8 Sayı: 1.637

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 18 Mayıs 2009 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : F Tipi Medyaya Kapak Oldu!..


Cumhuriyet mitingini televizyonlardan izlerken bir yandan da günlerdir koparılan yaygarayı düşündüm. Öyle bir yaygaraydı ki o, bırakın taraf olmayı, özgür iradenle fikrini beyan etmekten bile korkar olduk. Fethullah'ın borazanı medya ile, Recebim'in şakşakçılarının "Giderseniz ayvayı yersiniz!" söylemini ciddiye alanlar olduğu gibi, bu söylemi bir silah olarak kullanıp sağa sola veryansın ateş edenler de oldu. Dünya görüşlerimiz birebir örtüşmese de, ortak paydamız aynı olan pek çok arkadaşımla bile ayrı düşünür olduk. "Yapılmalı" deyip ardından "ama" ile başlayan cümleler kuranlar çığ gibi büyüdü. İlk Cumhuriyet mitingleriyle karşılaştırıp "Ama ne gerek vardı" diyeninden tutun, "Niye tek başına ADD?" diyene kadar pek çok insanın kafasında soru işaretleri oluşturmayı başardılar. Hatta "Niye bu mitingler hep Anıtkabir'de bitiyor?" diye saçmalayanlar bile oldu. Samiyetlerinden zerre kadar şüphem yok. Zaten benim ve de ben gibilerin derdi, onların kafasına bu düşünceleri sokanlarla.

Sonuncudan başlarsak, "Neden Anıtkabir?" sorusuna en güzel ama en aşağılık cevabı yenişafak ismiyle anılan süprüntü verdi. "Kazayla Atatürk büstünü deviren ineğin fiyatı üçe katlandı" diyerek temsil ettikleri zihniyetin asli görüşünü tam olarak ortaya koydu. İşte bu ve benzeri şerefsizler memlekette kusmaya devam ettikçe, bundan utanan milyonlar, sadece mitinglerden sonra değil, her vesile ile Ata'sına koşmaya devam edecektir, bu böyle biline.

"Neden sadece ADD düzenliyor?" diye sorgulayanların ise durumdan pek haberdar olduğunu sanmıyorum. Evet ön ayak olan biri olmalıydı ve bu görevi ADD üstlendi. Ama peşine 130 kadar sivil toplum kuruluşu katıldı. Kurumsal olarak katılmayacaklarını söyleyenler bile üyelerini bireysel katılım için serbest bıraktı. "Cumhuriyet" denilen bir olgunun altında toplanan katılımcıların hepsinin birebir aynı fikirde olabileceklerini düşünmek tabi ki abesle iştigal. Ama ortak paydalarını, demokratik, laik, çağdaş bir Türkiye diye ortaya koyanların resimdeki gibi Tandoğan'a koştuğunu da unutmamak gerekti. Kürsüye çıkanlarla, taşınan bazı pankartlarla aynı fikirde olmayabilirsiniz ama genel çerçevede anlaşıyorsanız, bireysel olarak mevcut durumdan rahatsızlık duyuyorsanız, bunun için en demokratik yol, sizi duymalarını sağlamak için sokağa çıkmaktır. Yalaka medyada koparılan yaygaranın da asıl sebebi budur. Korkmuşlardır, sindirmenin, sokağa taşan sesi susturmanın yollarını aramışlardır. Dünkü miting de korkularında ne kadar haklı olduklarını göstermiştir.

"Rejim artık tehdit altında değil, ne gerek vardı?" diyen samimi ama kör vatandaşlara ise diyecek pek lafım yok. Eğer dün kürsüde "Teğet geçecek dedik geçti. Bakın %30'la aldığımız enflasyon %6'ya indi." diye bağıran Recebim'e inanıp yola girdiklerini sanıyorlarsa en büyük gaflet içindedirler. Rejim iki yıl öncesinden çok daha büyük tehdit altındadır. Parti devleti alabildiğince yaygınlaşmış, köşebaşları birer birer tutulmuş ve devşirme tamamlanmak üzeredir. Son merhalede Anayasa'yı işlerine geldiği gibi değiştirip daha uzun yıllar bu milletin rantını yeme sevdasındadırlar. Bu sevda size Ferhat ile Şirin'in sevdasını çağrıştırıyorsa, buyrun gömün kafanızı kuma yaşayın yaşayabildiğiniz kadar. Yok öyle değil diyorsanız da çıkarın sesinizi, çıkın sokağa, koşun Cumhuriyet mitingine. "Ama"larla oyalanmayı bırakın.

17 mayıs 2009 - Tandoğan Meydanı

19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramınızı kutluyor, karanlıkları yıkmış olarak, nice aydınlık 19 Mayıslara diyorum. Çarşamba günü görüşmek üzere hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


Temirağa Demir

 Kahveci : Temirağa Demir


  Tersinden kalkıyorlar…

Söylenecekleri bir kenara elinin düzü ile itti. Tersi iyice yorulmuştu çünkü, uyanmaları da terstendi…
Bunların bir anlamı var mıydı onu düşünmeye çalışıyordu…
Tersinden kalksa, düzünden kalksa, yan yatsa, sırtüstü, yüzükoyun…
Fark etmiyordu pek fazla…
Genelde kızgın uyanıyordu sabahlara…
Daha elleri açılmadan…
Uyuşuyordu kolları…
İnsanlar bu ara üzgündüler…
Neredeyse hepsi…
Yüzleri asık, kaşları çatık geziyorlardı sokak boylarında…
Ve sanırım hepsi tersinden kalkıyordu…
Düzü yoktu bu kaosun…
İki ters bi düz yapmadan örülmüyordu çileleri…

Uzaktan geliyordu…
Sakalları traşlı, gözleri kocaman, ve üstü bir yolcunun olması gerektiğinden çok daha fazla temiz ve ütülü…
Yollara düşmüştü…
Bir yol bulabilmek için…
Kapatmışlardı çalıştığı iş yerini…
Pes etmedi…
Edemezdi…
Yıllar öncesinden söz verip te bir emanet bildiği kadına iyi bakmaya söz vermişti…
Bu nedenle de yaz, kış demeden canını dişine, dişini etine, etini canına takıp sevdiğinin boynuna mücevherler takmak için çırpınırdı…
Mücadeleciydi…
Gözlerinin altında kısılmış bir sessizlik yoktu…
Söylüyordu…
En son kömür ocaklarında çalıştı…
Üç dil biliyordu…
Sıkılıyordu…
Siyah ve kalorisi yüksek taşlarla zaman zaman farklı dillerde konuşuyordu…
Ve üzerine çökmemeleri için iknaya uğraşıyordu…
Titiz bir adamdı…
Ne iş yaparsa yapsın buna hassasiyet gösterirdi…
Dışarıda çalıştığı zamanlar boyunca biraz savruk yaşasa da tertibi vardı, kendi dağınıklığı içinde…
Beş ayı geçmişti eşiyle görüşmeyeli…
Kömür ocaklarından geliyordu…
Bir hayatı ancak bu kadar bölüşebilirdi bir çift…
Beklemeyi biliyordu kadın…
Adam ihmal etmiyordu bu yüzü naif olan kadını…
Sonra dağlar açtılar gökyüzünün içinden…
Diğer insanlara örnek oluyorlardı…
Bu mücadeleci ruh kaybolmadan atıyordu yürekleri…
Küçük bir evin penceresiz odasında…
Adam tekrar döndü kömür ocaklarına…
Üstüne yıkıldı bir kazma darbesiyle…
Gülümseyerek öldü…
Kafasındaki lamba sessizliğin ve karanlığın için çıkan toz bulutunun üzerinde ince bir siluet gibi duruyordu…
Gördüler…
Adını altı kişi aynı bağırdı…
Hayat ezmişti bu genç adamı…
Kadın ağlamadı ölüm haberine…
Onurlu mücadelenin içersinde bu da olabilir dedi…
Ömrünün sonuna kadar bir başka adam gözlerine bile bakamadı…
….
Yaşamın içinde yedi ayrı bölgede, milyonlarca insan dolaşıyor…
Farklı diller konuşuyorlar…
Aynı memleket içersinde…
İş içinde iş çıkarıyorlar kimi zaman…
Ama seviyorlar bu ülkenin her karışını…
Hatta hudutlarda nöbet tutuyorlar…
Sancak bekliyorlar…
Kurt kovalıyorlar…
Ama tersten uyanıyorlar bu ara…
Maden işçisinin onurlu mücadelesinin ardından yatan ve yıllardır devam eden bu ölüm haberlerine artık tahammülleri yok…
Tersten kalkıyor insanlar bu sıra…
Terside yok düzüde, yüzüde…
Sıkılıyorlar üçüncü sayfa haberlerine…
İhmalkârlıklara…
Boşvermişliklere…
Yemekleri beğenmiyorlar…
Sohbetleri…
Sabahları, akşamları…
Ters gidiyor bu aralar bir şeyler…
Bir şeyler söylüyorlar…
Duymuyorlar…

Temirağa Demir
temiragademir@temiragademir.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,839,839,839,839,839,839,839,839,839,83
6 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Ziya Paşa Akyürek


Elleri Üşüyen Şairler

"Sine hâhem serha serha ez firak;
Tâ bîgûyem serh-i derd-i istiyak!"
Mevlânâ

Kalbi yanar şairin içindekiler hareket ettikçe tıpkı anne karnındaki çocuğun tekmelemesi gibi. Sözlerinden düşenlerin etrafı tutuşturduğu anları olur şairin kıvılcımın ormanı yakması gibi. Yangın yerinin insanlarını telâşe sarar ve söndürmeye nice vakit sonra muaffak olurlar. Şairin yangını şairi öldürseniz sönmez. Dilden dile, gönülden gönüle tutuşur. Bu tutuşacak yangına da bağlıdır. Hepsi aynı ölçüde elbette müessir olamaz. Ama her şairin anlatacağı bir terlemesi mutlaka vardır.

Kimi şairler derdini alından düşenlere gözden dökülenlere rağmen anlatamaz. Eli üşür şairin ve dile kadar yanan içerisi sanki "dur bu sevdaya nazarlar ilişmesin, sahte kelimeler sadık duygulara gölge etmesin ve yalan yanlış kuru gürültülere meydan kalmasın" dercesine kaleme bir harf bile yazma emrini verir. Ve elleri üşür şairin. Yalnızlığın koyu pençesindeyken kurtulmamayı kurtulmak sayarak söyler derdini. Ama sadece kendisi duyar. Kimsenin duyamayacağı kadar içten çıkar sesi. Elleri yazmasa da yangını bitmeyecektir. Şairin her şiirinin altında yani yazdıklarının yanında yazmak istedikleri vardır.. Ve şairi anlayanlar duymak istediklerini arayıp da bir türlü onu bulamayanlardır. Onlar da şairi konuşturmadan anlayanlardır tıpkı şairin gönlü gibi. Bunlara da şiirisiz şair denir. Şiirsiz şair olur mu demeyin. Neden olmasın?

Şairin elleri gönlündeki yangına inat kışta kalır. Titrek ellere ağlamaklı dudaklar eşlik eder. "Of" lar semtinde hovardadır artık şair. Şirinin içten olacağını bilir ama diyemez çünkü elleri üşür şairin bayramda umut ettiklerinden az harçlık alan çocuklar gibi kelimelere derdini anlatamaz ve sözcük sarayının kapısında bekler.

Hummalı bir çalışmanın aylara dökülen bekleyişinde kapının sert rüzgarları şairin ellerini üşütür. Şair o vakarlı duruşundan bir parça olan mantosuna bürünürde nöbette silahını uzatmış asker gibi ellerini kapıya uzatarak bekler. Zira şairin elleri kapıda her dem yoklama halindedir. Onu yazar olmaz, bunu dizer olmaz.

O kapının kendi içindeki gönül kapısı olduğunu da bilir ve bu yüzden de kimseye kızamaz. Kızsa kendini sokan akrebe benzeyecektir.
Derdi derindir hali de gariptir.

Şairce duruşunda titreyen ellerini görenlerin yüzünden öyle bir bakış düşer ki herkes şair gibi bilir ama diyemez. Şairce duruşa şairce dokunuş yakışır. Mızrabın tellere değişi gibi şairin de sözcüklere bir ben geldim demesi vardır.

"Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun" sözlerine arkadaş ederek söyler. Bir sen varsın bir de ben, bak o kapıya giden iki yolcu. O kapıyı arala ki asıl kapıdan rahat geçelim, der.

Ama nafiledir. Her ne derse desin kapı açılmayacak ve o elleri hep üşüyecektir.

Şairin sevdiği elinden gider özlemler artar geceler uzar ve şairin elleri üşür. Anasını kaybeder, babasına elveda der, hasret gurbet penceresinde içini dağlar ve şairin elleri üşür. Vefa semtinde yalnız bekleyişleriyle dost arar, hakiki dost bağında nadide meyveler derer ama tadımlık hicranına gark olur ve şairin elleri üşür. Muhammedi sinelerin iştiyakına vabeste olan gönlünü Medine sokaklarında gezdirir ümmet olamayışın mahcubiyetini yaşar ve şairin elleri üşür. İlk çocuğunu sarar elleri gönlünce demek ister sevgisini, tebessümün ağlamaklı hal ile izdivacını hal eder ve şairin elleri üşür. Şairlik der, hasbilik gerek der, vatana nişan olan al bayrakta dalgalanır yüreğinin solmazlarıyla ve şairin elleri üşür. Ezel bezmindeki sözünü hatırlar "kun fe enzir- emrolunduğun gibi dosdoğru ol" emrince irkilir ve şairin elleri üşür hatta donar. Şairin bitiği andır şiirin başladığı zaman.

Şairlik aykırı duruş değil emrince oluşa uyma çabasıdır. Ama delilikle arasında iki perde vardır; biri ilhamı diğeri gamı. O derdini anlatmaya çalıştıkça hareketlerindeki farklılık göze çarpar. Kıvrım kıvrımdır. Belli ki bir şeyler diyecektir. Durdurmak ister gibidir gidişi söylemek ister gibidir başlangıca dibace olacak bitişi. Kendince bir sevdadadır hakiki şair. Sevdalarını basamak basamak çıkar. Ne kimseye kızar ne darılır ne de aldırış eder. Onun kavgası kendiyledir. "Sitemim nefsimedir kimseye değildir." Der. O yüzden şair kimseye darılmaz sadece onun elleri üşür.

Yaratan yaratılandaki hüznü bilir ve bildiğini "Allah hüzünlü kalbi sever" rivayet-i Habibullah sırrıyla bildirir. Ona bakan koylarda şairin sevinç çığlıklar varken Ondan mahrum an ve mekânda kaybolmuşluk şakırdılar mevcuttur. Her dem onu söyleyen ve onunla söyleşen duygulardan bir miktarını taşır şair.

Kısım kısımdır şairler de ayazda kalanlar güneşte donanlar kışın terleyenler. Her birin nazı bakışı duruşu ayrıdır. Mevsimsiz şairlerin hali de hepsinden ayrıdır. Onların dur diyecek makas gibi kollarını açacak halleri vardır ki bu hallerde de hep elleri üşür onların

Ziya Paşa Akyürek


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Hatice Bediroğlu

 Kahveci : Hatice Bediroğlu


  GÖNLÜMÜN GÜNLÜĞÜ 21

Canımın her şeyi,

Nasıl kaybediyorsun bilgisayarda yazdıklarını anlamıyorum ki. Aynı anda hangi tuşlara kazara basıyorsun uçuyorlar.

Ben iyiyim merak etme. Yarın sabah ödemelerim var bankaya gideceğim. Hastaneden sonuçları alacağım filan derken eve ancak akşamüstü gelebilirim sanıyorum. Ama sen yazınca yine telefonumu çaldır. Yorgunluğum gidiverecektir o an. Kocaman bir gülümseme yüzümde dolaşırken insanlar da bana bakacaklar mutlak ama hiç birine aldırmayacağım. Aman aman neşen yerinde olsun ve sadece sen beni özle. Özlem sevdanın çimentosudur.

Bu sabah çok tatlıydın. Seni yesem mi? Yemesem de seyretmek üzere saklasam mı bilemedim? Öyle keyiflendim, öyle keyiflendim ki... Sesini duymak için dayanılmaz bir istek duydum. Sonra aradım seni ama mesaj bırak sesin çıktı karşıma. " tak " sesinden sonra bir şeyler söyleyip kapattım. Yatmaya devam ettim. Beynimde sen yatağımın içinde pek bir mutlu kediydim. Bu duyguları hissetmek olağanüstü güzel. Canım bu güzelliklerden ayrılmak istemedi ve kalkmadım. Sonra sen aradın. Ruhumu okşadı sesin ama midemin ağrısı geçmedi :-)

Birisi midemin içinde çamaşır sıkıyordu. Kalkıp süt içtim çaresiz ve hemen geri yattım. Baktım ordasın kucaklayıp öptüm seni. Sonra ilaç saati geldi kalkmak farz oldu. Kahvaltımı yapıp kitap okudum. Bataryaların göbekleri ve contaları değişecekti. Tembellik etme Hatice dedim. Neyse bataryaların bilumum işlerini bitirdim. Usta çağırsaydım kim bilir kaç lira alacaktı. " Aferin sana" de bakayım de hadiii...

Canım yaşam savaşında yere düşebilirsin ama kalkman için çok kuvvetli nedenlerin var. Hiçbir zaman tam olarak her şey bitmez. Her zaman bir çıkış yolu mutlaka ama mutlaka vardır. Önemli olan o çıkış yollarını görebilecek beyne sahip olmaktır. Ben her zaman bir şekilde hep yanında olacağım.

Bugün nem yok. Dağlar ayna gibi görünüyor. Evimin manzarası güzel. Toros dağlarını seyrediyorum. Tabi evlerin çatısına gözlerimi kaydırmadan. Bilirsin bütün evlerin tepesi gün ısılarla dolu. Çirkinlik abidesi.

Öyle güzel meltem esiyor ki. Burada olsaydın ikimizde uzanırdık balkona. Ben başımı göğsüne koyardım. Sen benim kedi tüyü saçlarımı severdin. Sonra çaktırmadan başını eğerdin öpüşürdük. Ay gülümserdi bize kocaman. Efil efil esen rüzgârın altında hiç terlemeden çayımızı içer, mırıl mırıl konuşurduk. Teninin kokusu yüzüme çarpardı. Sonra yer değiştirirdik. Sen yatardın dizlerime. Ben seni severdim usul usul ve sen uyurdun. Avuçlarımdaki enerji seni uyuturdu.

Canım sen bugün fazla çalışmış yorulmuşsun. Bu gece dinlen. Hem beynin hem bedenin kendine gelsin. Yarın akşamüstü sana yine yazacağım. " Güzelim gel seni bir öpeyim " demişsin ya sanki karşındaymışım da elini uzatıp beni çekiyormuşsun gibi. Bazen beni çok güldürüyorsun.

Dün gece yazdıklarımı da çok beğenmiş ve bugüne kadar aldığım mektupların en güzeliydi demişsin. Yazarken ben de çok keyif almıştım ve öyle düşünüyorum ayrıca :-)

Duyamadım ne dedin. " Canıım tatlıım yanına geliyorum yer aç biraz " mı dedin? Hemen bir tanem hemen geeel.

Özlemle öpüyorum,

Benliğimin bütün sevgisiyle.

KEYİFLER DEĞİLDİR YAŞAMI DEĞERLİ KILAN
YAŞAMDIR KEYİF ALMAYI DEĞERLİ KILAN

BERNARD SHAW


Hatice Bediroğlu
hatice@haticebediroglu.net


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


M.Nihat Malkoç

 Kahveci : M.Nihat Malkoç


  MİLENYUMDA MÜZELERİMİZ VE BİZ

Türkiye, bünyesinde farklı kültürleri barındıran bir kültür mozaiğidir. Pek çok medeniyete beşiklik eden bu topraklar kadim tarihin aynasıdır. Ülkemizde çok zengin bir tarihî eser birikimi mevcuttur. Bunlar kendi içinde çeşitlilik arz etmektedir. Türkiye, deyim yerindeyse adeta bir açıkhava müzesi görünümündedir. Gözün baktığı her yer tarih aynası…

Bilindiği gibi müzeler; sanat, bilim, tarih ve kültürle ilgili eserlerin halka gösterilmek için toplanıp sergilendiği yerlerdir. Halk bu gibi mekânlarda geçmişe yolculuk yapar. Ben müzeleri gezdiğim zamanlarda hep mağrur bir edaya bürünmüşümdür. Hele Topkapı Müzesi, içimdeki gurur çağlayanını coşturmuştur. O ne muhteşem bir medeniyet mirası… O ne harika bir kültürel birikim… Osmanlı Devleti, müzelerdeki heybetiyle sınırlı kalsa da, bu mekânlarda hâlâ yaşıyor. Onların bize bıraktığı eserler göğsümüzü alabildiğine kabartıyor.

Tarihî kaynaklardan öğrendiğimize göre ülkemizde müzecilik, 19. yüzyıl ortalarında başladı. 1846 yılında, Sultan Abdülmecit'in emriyle bazı eski eserler ve eski silâhlar Aya İrini Kilisesi'nde toplandı. Daha sonra 1868 yılında, Ali Paşa'nın sadrazamlığı sırasında, bu kilise ve içerisindeki eserler "Müze-i Hümâyûn" adı altında ilk müze olarak açıldı. Bu dönemde Maarif Nezareti, Osmanlı Devleti sınırları içerisinde bulunan tüm tarihî eserlerin İstanbul'a gönderilmesi konusunda bir emir yayınladı. 1881 yılında, Osman Hamdi Bey müze müdürü olunca, gerçek anlamda müzecilik çalışmaları başladı. Osman Hamdi Bey, 1883 yılında eski eserlerin yurt dışına çıkışını önleyen "Eski Eserler Kanunu"nu hazırladı. Yine bu dönemde, Anadolu'daki kazılar denetim altına alındı. Zaman içerisinde bu konuya daha çok önem verildi. Özellikle Atatürk zamanında bu alanda çok büyük yol alındı. Çünkü Atatürk'ün "Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır." sözü, müzeciliğin önemini de gösteriyordu aynı zamanda. Ecdadımızı tanımanın bir yolu da müzelere gitmek, oluşturulan maddî ve manevî kültürü yerinde görmek ve solumaktır.

Müzeler kültürümüzün yaşayan tanıklarının sergilendiği ortamlardır. Bilim ve sanat ürünlerimiz orada halkla buluşur. Çok kere de tarihî değerlerimiz bu ortamlarda yaşatılır ve genç nesillere tanıtılır. Tarihi kuru ifadelerle anlatmak tarih şuuru kazandırmaz gençlere. Onları tarihî değerlerimizle bizzat yüz yüze getirmeliyiz. Fakat bugün ülkemizde tarih, maalesef dört duvar arasında kuru bilgiler verilerek öğretilmektedir. Oysa bizim gibi zengin bir medeniyeti olan bir millet, bu birikimden yararlanmalıdır. Bugüne kadar bu zenginliğimizi teşhir edemedik. Çocuklarımıza ancak savaşların hangi tarihlerde yapıldığını öğrettik. Bu da bir yarar sağlamadı onlara. Ezbercilik eğitimimizi kütükleştirdi. Madem böyle bu ısrar niye?...

Müzeler zamanın dondurulduğu mekânlardır. Orada tarihin izlerini görebiliriz. Fakat müze demek sadece tarih demek değildir. Bugün pek çok müze çeşidi vardır dünyada ve ülkemizde. Arkeoloji müzeleri, etnografya müzeleri, güzel sanatlar müzeleri, açıkhava müzeleri, bilim müzeleri, tarih müzeleri, askerî müzeler ve özel müzeler bunlar arasında sayılabilir. Müze çeşitliliği hayata bambaşka bir renk katıyor. Müzeler zamanı donduruyor.

Günümüzde özel şahıslar da müze kurabiliyor. Merhum Sakıp Sabancı ve Vehbi Koç'un kurduğu müzeler, özel müzelerin en ciddi olanlarıdır. Koç Grubu'nun İstanbul'da kurduğu Sanayi Müzesi, alanında kurulan müzelerin ilkidir. Ülkemizde bunun bir benzeri de yoktur. Sabancı Müzesi de pek çok değerli koleksiyonu içinde barındıran bir kültür ve sanat cennetidir. Buradaki eserler para gücüyle alınamayacak kadar önemlidir. Özel müzelerin çoğalması kültürümüz için büyük bir zenginliktir. Zengin insanlarımızın müzeciliğe eğilmesi gerekir. İşadamlarının, kazançlarının bir kısmını kültürel alanlarda kullanması geleceğimiz açısından çok önemlidir. Her şeyi devletten bekleme alışkanlığından kurtulmamız lazımdır.

Yine benim en çok beğendiğim müzelerden birisi de İstanbul'daki Harbiye Askerî Müzesi'dir. Askerliğimi İstanbul'da yaptığım için defalarca bu müzeye gitme imkânı bulmuştum. Ayrıca burada verilen mehter konserlerinin tadı da hâlâ belleğimde saklıdır.

Türkiye'de müzeciliğin tarihi çok eskidir. Atatürk bu konudaki çalışmalara büyük destek vermiştir. Günümüzde ülkemizde müzecilik konusunda çok büyük aşamalar kat edilmiştir. Türkiye'de müzecilik Batılı standartlara erişmiştir. Müzeler düzenlenirken ziyaretçilerin beklentileri daha çok ön planda tutuluyor. Müzeler beğenilere göre oluşuyor.

Müzelerin eğitime katkısı çok büyüktür. Müzeleri sadece turizmle irtibatlandırmak, bu kurumları hakkıyla anlayamamaktır. Müzelere ticarî açıdan bakmak çok da doğru değildir. Müzeler çağdaş dünyada, ülkelerin turizminde ve tanıtımında başrolü oynamaktadırlar.

Ülkemizde müzelere, sanki turistler için düzenlenmiş birimler gözüyle bakılmaktadır. Gerçi bu mekânlara daha çok turistler ilgi duyuyor. Fakat bunda o kurumları idare edenlerin bakış açılarının etkisi büyüktür. Bizler halkımızı müzelere çekmeyi beceremiyoruz. Gerçi son yıllarda uygulamaya konulan "müzekart" sistemi bu alanda devrim niteliğinde bir yeniliktir. Bu kart sayesinde müzelere duyulan ilgi geçmişle kıyaslanamayacak derecede artmıştır. Fakat bu kart halka pahalı satılmaktadır. 20 lira veren kişi Türkiye genelindeki 185 müze, 130 ören yerini gezebilmektedir. Gerçi bu kadar yeri ziyaret etmek için 20 lira fazla bir para değildir. Fakat halkı müzelere çekmek istiyorsanız bu miktarı beş liraya çekmelisiniz. Hem halkın Türkiye'nin dört bir yanını gezmeye imkânı var mı ki müzeleri ziyaret edebilsin. 20 milyonu verip müzekart alan kişi ancak yaşadığı ildeki veya çevre illerdeki müzeleri gezebilmektedir. Bu işin meraklıları bin lira da verir bir müzeyi ziyaret etmek için… Ya halk, halktan bunu bekleyemezsiniz. Halkı müzelere çekmek için müzekart bile yeterli değildir. Çünkü halkın birinci önceliği geçim derdidir. Bunun yanında müzenin önemini kavrayacak birikim gerekir.

Milletimize mal olmuş şair ve yazarların yaşadıkları evler, kendilerinin ölümünden sonra müzeye dönüştürülüyor. Bu türde onlarca müze vardır Türkiye'de. Ünlü Türk Şairi Tevfik Fikret'in 1906-1915 yılları arasında yaşadığı ev olan Aşiyan; 1940 yılında İstanbul Belediyesi tarafından eşi Nazime Hanım'dan satın alınıp, 1945 yılında Edebiyat-ı Cedide Müzesi olarak açılmıştır. Daha önceleri Eyüp Mezarlığı'nda bulunan naaşı, 1961 yılında doğal görünümünü çok beğendiği bu bahçeye nakledilmiş ve bu tarihten sonra müze "Aşiyan Müzesi" adını almıştır. Tevfik Fikret, evinin projelerini kendisi çizmiş, Farsça "Yuva" anlamına gelen "Aşiyan" kelimesini de buraya isim olarak koymuştur. Bahçe içerisinde ahşap üç katlı olan Aşiyan Müzesi bugün ücretsiz ziyaret edilmektedir. Ülkemizde bunun gibi pek çok meşhur şair ve yazar müzesi vardır. Bunların sayısını ve kalitesini daha da artırmalıyız.

Ücret dedim de aklıma geldi… Aslında müzeleri ziyaret etmek parasız olmalıdır. Bu mümkün değilse, çok az bir parayla gezme imkânı tanınmalıdır. Müzelerden alınan paralar genellikle buraların giderlerini karşılamak için kullanılıyor. Fakat devlet istese bunu kendisi de karşılayabilir. Bence müzeler parasız olsa herkes buraları gezer. Akşam eve ekmek götüremeyecek durumda olan insandan parasıyla müze gezmesini bekleyemezsiniz. Gerçi durumu iyi olanlar da müzeleri gezmiyor. Fakat ücret alınmazsa buraları ziyaret eden insanların sayısında çok büyük artış olur. Bu da devlete ağır bir yük getirmez. Milletimiz tarihini, maddî ve manevî değerlerini tanımış olur. Bilindiği gibi müzeler haftasında ziyaretçilerden para alınmıyor. O hafta içerisinde müzeler insanlarla dolup taşıyor. Öğrenciler gruplar halinde müzelere akın ediyor. Bu, gençler için bir aylık eğitimden daha tesirlidir.

Uluslararası Müzeler Konseyi 18 Mayıs gününü Müzeler Günü ilan etmiştir. Her yıl 18 Mayıs tarihini içine alan hafta Müzeler Haftası olarak kutlanıyor. Müzeler Haftası'ndaki asıl amaç müzeleri halka tanıtmaktır. Millet olarak ayağımız müzelere alışkın değildir. Çoğumuz gereksiz görürüz bu güzel mekânlara gitmeyi. Öyle ki yanından geçeriz de içeri girmeyiz. Kendimiz gitmediğimiz gibi çocuklarımızı da mahrum ederiz bu güzel ziyaretten. Sonra da tarih şuurunun eksikliğinden ve millî kültür anlayışının yokluğundan şikâyet ederiz.

Müzeler bizim tarihî ve kültürel hafızamızdır. Çocuklarımızı buralara götürüp ceddimizi layıkıyla tanıtalım onlara. Geçmişe dair hurafeleri değil, ilmî bilgileri öğretelim. Dününü tanıyan bir nesil, geçmişinden hız alarak geleceğe koşar adım gider. Aksi halde Batıya özenip dururuz. Neticede ne Batılı, ne de Doğulu olabiliriz. Bu böyle biline!...

M.Nihat Malkoç
mnm61mnm@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


polygon@polygon.com.tr



<#><#><#><#><#><#><#>

YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Servet Yaylı


<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


EŞEK-TİKA

eşeğin politikacısı
at gibi kişner
yalanından tanınır

politikacının eşeği ise
küheylan gibi şaha durup
millet malını talanından tanınır.

hepsinin sırtında
sermayeci semercinin
palanı...

ve

her ikisi de
arada bir
doğru söyler.

anırarak...

Ömer Faruk N.

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu



Polygon Web Studio


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"

Hatice Bediroğlu
"Düş Kuruyor Gece"

Cüneyt GÖKSU
Serpil YILDIZ

"KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

Merih Günay
"HİÇ"

Feride Özmat
"Yanlış Zaman Hikayeleri "

C.Eray Eldemir
"Uzak İklimler"

Temirağa Demir
"Edepli Fahişeler"

 
Nesrin Özyaycı
"ÖLMESEYDİ"


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

GOM Player 2.1.16.4613 / Windows / 4.48 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

VLC media player for Windows / V.0.9.9 / 16 MB
http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
http://www.7-zip.org/
Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Uygulama : Cem Özbatur
2002-09©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Save Your Love
Renee & Renato









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20090518.asp
ISSN: 1303-8923
18 Mayıs 2009 - ©2002/09-kmarsiv.com