Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 8 Sayı: 1.639

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 21 Mayıs 2009 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Nimet Hanım, biraz ayıp olmadı mı?..


Dün biraz temkinli davranmıştım. Hani demiştim belki gözümden kaçmıştır. Gelmişlerdir de ben görememişimdir ya da yollamışlardır da ben duyamamışımdır. Ama öyle değilmiş işte. Hakikaten hükümet es geçmiş Türkan Hoca'yı uğurlamayı. Belli ki emir büyük yerden gelmiş, demeç veren bile geri almış sözünü. Biliyorum şimdi pekçok kafadan ses çıkacak. Gelmek zorunda mı diyecek kimisi, kimisi de onların cenazesine sen gidermisin ki diye soracak. İlk emirde haklı gibi görünen bu sava bel bağlamanın, terbiyesizliği savunmanın alemi yok. Tayyip'den geçtim, ama bu memlekette cüzzam gibi ellenmemiş bir sorunu sorun olmaktan çıkartmış, yıllarca, kurduğu hastanede bilaücret başhekimlik yapmış, yetmemiş, binlerce kıza umut olmuş, onları okutmuş bir insan en azından sağlık ve eğitim bakanlarından hakettiği saygıyı görmeliydi. Hele çiçeği burnunda milli eğitim bakanı Nimet Hanım'a bu görev düşerdi. İlla cenazeye gelmeleri gerekmezdi, yayınlayacakları bir mesaj bile yeterli olurdu amma velakin, emir büyük yerden gelince hiçbiri olmadı. Hadi onlar gelemedi, ota b.ka hoplaya zıplaya giden, en önde kurulup nutuklar atan İstanbul'un valisi, büyükşehir belediye başkanı, emniyet müdürünün ne gibi bir mazeretleri vardı acaba? Ayıp ettiler, ayıp. Çok büyük ayıp ettiler.

...

Teğet geçerken azıcık sürtünecekmiş kriz. Hükümetin başı beyefendi kriz tanımında ufak bir düzeltme yapmış ama iyi de olmuş. Sürtünme şiddeti ile ilgili bir bilgi olmadığına göre, her duruma uygun bir cevap üretmek artık çok kolay. Sürtünmeyi artıran dış etkenlerden söz etse başı ağrımaz. Fren yaptık dese cuk oturur. Akıllı bu adam akıllı.

...

Cumhurbaşkanının görev süresi tartışması daha sıcacıkken Sincan'dan gelen haberle sarsıldık(!?). Kayıp trilyon davasından Gül de yargılansın demiş hakim. Aman Allahım Türkiye ayağa kalkmış. Bu nasıl hukukmuş. Bakın hele, sizi gidi çifte standardçılar sizi. Kapatma davasında "Olmaz böyle adalet", Ergenekon'da "Hoppss, bekleyin hukuka saygılı olun.", deniz fenerinde "Dokunmayın aslanıma", Gül'ü yargılama kararını duyunca "Bu nasıl hukuk?". Hey gidi keseri işinize geldiği gibi kullanmayı iyi bilen anasının gözü nalıncılar, heyy. Size dokunmayan hukuk bin yaşasın değil mi? Yağma yok, günü geldiğinde o hukuka nasıl sarılacağınızı hep birlikte göreceğiz.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


Deniz Marmasan

 Sütlü Kahveci : Deniz Marmasan


   Yosma.

Çığlık çığlığa…
İçimde hazır ola durmuş kâbuslar, göz kapaklarıma değip, geri çekiliyor. Kirpiklerimden taşan koyu bulantıdan gözyaşı çıkmıyor. Alev alev gözbebeklerim rengi yitmiş güz yapraklarına selam çakıyor…
Korkuyorum…
Hiç gökkuşaksız kaldın mı, teninden yağmurlar döküldükten sonra… Benim düşlerim yumuşaklığı hissedilmeyen pamuk helvaların gölgesi gibiydi.
Uykularım bıçak yarası gibi… Bileklerimi kanatan afların kirli çukurunda saçlarımdan merdivenler öremiyorum. Makas izleri gülüyor siluetime.
Susuz denizler gibi şimdi sahil manzaraları… Limansız kentlerin çocuklarının gözyaşları temizlemiyor, kirlettiğimiz sokaklarını tenin…
Kese kağıdı delindi. Çileksiz bahar, portakalsız kış, kirazsız yaz… Tükenen biletler gibi şimdi, dudaklarımın çatlaklarının arasından dökülen şarkılar.
Karaladım; uğruna ormanlar yok edilmiş aşk mektuplarını.
Biliyorum dâhil değil.
Sokak lambaları hasta. Rutubetli ışık, sorguya hazırlanıyor, plastik pudralı eldivenlerini takarak. Köşe başında bir kırık mahalle kavgası. Gülcan Ahmet'i seviyor. Duvarların sağırlaştırdığı bülbüllerle beraber şafak yüz kırk üç.
Koltukları parçalanmış belediye otobüsünde bugün kasları gül dövmeli bir ağır ağbi oturuyor. Alnının izini çıkarttığı camlar, tozlu gar sahneleri…
Küfürbaz gecelerin, kanlı çarşaflarında derme çatma kırıntılar; biraz ölüm biraz cinayet…
Kan kustu.
İçimi boşaltamadım. "Her şeyi aldım", dedi. Kalmış bir şey. Mide bulandırıyor. "Son kez", diyor.
Çığlık…-sız…
Elmacık kemiklerime inen darbe, sarı…
Paslanmış metal, süt beyazına karışan…
Biraz anne, biraz bebek kokusu sonra inşaat artıkları…
Gazete kupürlerinde 'orospu' yazıyor. Osman Ağbi vermiş. Pezevenk.
Işık geçirmez sahnelerde yıldız.
Aysız gecelerde İzmir Körfezi kusarak yatıştırıyor ayazı. Ten terli. Ter ölü. Ölü koktu. Durulmuyor.
İç bile sızlatmayan bir kaldırım hikâyesi bu.
Eteklerinden tutku damlayan kadın, yeşil kısa eteğinin altından…
Sokaklar inledi.
Yosma bir şehir bu.
Limansız kent.
İz bırakmaya yüzü kızaran bir cüretkâr.
Tutkunduk.
Köpek gibi gurursuzduk.
Kordonda alkol kokusuna, ten kokusunu karıştırırdık.
Deli mavi.
Uslanmadık.
Yosunduk, balıktık, suyduk.
Kadındık.
Yosma…
Sürmeli bakışlara gömdüğümüz çocukluk; dönmedolap, balerin…
Sahi balerin eteğine de bindin mi sen?
Meşhurdur buraların havası, kızı…
Basmane'de sıvaları akmış bir pansiyon odasında suyunu verdin mi hiç?...
Kitapsız aşklardık.
Aşık olamadık.

Deniz Marmasan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Öznur Çekinmez


Satılık spermim var Hanımmm

En basit konularda bir yığın karmaşa yarattığımız, kuyuya atılan taşın gelip baş yardığı,sindirim sistemi az gelişmiş sevgili ülkeme bir gündemimiz daha hayırlı olsun. Ya da yeni trend lafımız "açılımımız" mı demeli? Cupp diye attık, mideye direk oturacağı her kafadan çıkan sese bakılırsa çokk belli .E benim kafamdan da çıktı bi ses...

Konunun içine hemen giriyorum... Gidiyorsunuz bu işin yapıldığı ülkeye, şu an yasal olarak Yunanistan ve ABD (tabiki de) olarak biliniyor. Önce "var ama yok" babanızı seçiyorsunuz, kağıt üstünden, ay pardon rapor neticelerinden. Sağlıklı mı değil mi, in midir cin midir gibi birtakım araştırmalar sonucu suni döllenme yoluyla nurtopu gibi babasız bir bebeniz oluyor. Bu kadar. İşin teknik kısmı budur.

Beni asıl ilgilendiren işin duygusal tarafı. Bir kadın. Orta yaşlarda. Bakıyor hayat kırmızı ışığını yakmış. Mutsuz da birlikteliği var veya hiç yok, ama anne olmak istiyor. Ne yapmalı? Evlat edinebilir,eş aramaya devam,sırf çocuk için mutsuz evlilik yapmaya razı gelebilir, bir dolu muhtaç hayvana annelik edebilir. Hiçbiri olmuyorsa hayatına böyle devam edebilir.

Benim şahsi yapacağım ise tabi ki aynı şeyler değil ama bir hayvan besleyebilirim. Denedim. İkisi de tekrar ediyorum farklı hazlar ama şansımı fazla zorlamam gibi geliyor. Çünkü gönlüm bir çocuğun babasız büyümesinden yana olmaz, olamaz. Tabi ki büyüyende vardır sapasağlam hem de. Baştan yazılmış kader (inanırsanız tabi) sonucu bir çocuk babasız ya da annesiz kalabilir, ama bir kaderi bu şekilde yazmak (baştan babasız) bana biraz acımasızlık gibi geliyor. Çocuk aklı selim bir yaşta sorunca annesine babam kim, nerde diye "senin baban buzdolabındaki sperm"idi. Ama kim? Bu bilinmezlik bir çocukta nasıl yaralar açabilir,ne eksiklikler olabilir ruhunda. Kuşkusuz bu işe kalkışırken bunun muhasebesi yapılmış olmalı. Ama ben cevabı çok merak ediyorum ?

Konu çok esnek hele işin dini boyutu daha sokakta sarılan öpüşen çiftlere hışşt pişşt hödö hödö yapan bizlere göre çok çok esnek. Bu kısmı beni ilgilendirmiyor. Onlar sabah programlarının malzemesi olsun, varsın : Beni sadece bu çocuğun duyguları, tepkileri, vereceği mücadele, bir anne olarak ta benim çocuğumun ona ve bana soracağı sorular ve cevapları ilgilendirir... Babası ne derdi acaba, bunu hiç bilememek...

Öznur Çekinmez


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Kıvanç Gülhan

 Kıvanç'ça : Kıvanç Gülhan


  F I R I N C I N I N   K I Z I

Yetmiş iki yılının Mayısında öten horozla tortop edilmiş eşyaların azameti Keşan'da soluklandı. Cennet bahçesi kavşağından gelip Askeri lojmanları sağa kurb yalayan cadde, Kurtuluş ilkokulunu da yoklayıp yukarı doğru çiftlenerek, Ordu evinen sola seyirtip hastaneye çıkar ve Keşan'ı tam ortadan ikiye keserdi. Bu öyle bir ana alterdi ki kendi kalınlığından sonrasında, doğusunda gerçek çingeneler, batısında ise yerli halk yerleşmişti.

Bir de taa.. ilerilerde Orduevine varmazdan önce başka bir kalın caddeyle buluşurdu. Birbirini artı gibi kesen bu kavşaktan batıya dönülen yol, yarım saatlik yetmiş bir model tek kapılı Anadol gidişi ile Mecidiyeköy'de denize ulaşırdı. Kumu, yarı pirinç büyüklüğünde taneleri ve altın sarısı teni ile hafızalardan çıkmaz güzelliktey-di. Bütün Türkiyenin bildiği Gelibolu Hamzakoy plajı popülaritesini güzelliğinden değil, politik ev sahipliğinden almıştı bence. Oysa birbirlerine çok yakın olmalarına rağmen Mecidiye köy sahilinin harikuladeliğini pek fazla insan hala bilemedi. Mecidiye köy yolu koru ormanlarına daldığında, denize birazdan varacak olmanın verdiği heyecan-la karın ağrıları saplanırdı bana. Soluğum kesilirdi neredeyse. Saroz körfezi, son dönüşle, bir anda çıkıverirdi insanın karşısına ve dünya yüzeyinde alınacak zevkin doruklarını sunardı bana. Tabi o zamanlar başka zevklerden bihaberdim yaşım dolayısıyla.

Kuruluş ilkokulundan yukarı doğru çok kısa bir yürüyüş mesafesinde Emekli Milli Eğitim Müfettişi Ekrem Beylerin komşusu olarak, bir fırıncının apartmanında giriş üzerindeki daireyi tuttuk. Bir üzerimizde de Güneş üsteğmenler yerleştiler. Güneşin karısı Sevil, topal analı bir kadındı. Birde bacısı vardı kırkbeşlik plaklarda Neşet dinleyip dertlenen. Akhisar'dan beri birlikteydik ve bir aile gibi olmuştuk aslında. Bu aile düzeninde Sevil'in topal anasını kabullenmek pek kolay olamıyordu benim için nedense. Benim hiçbir akrabam öyle değildi çünkü. Hiçbir yakınım yürürken beşik gibi sallanmıyordu. Orduevine giderken, hep birlikte olurduk genelde ve karizmamızın çizildiği rahatsızlığını duyardım. İnsan çocukken diğerlerini sadece görünüşü ile değerlendiriyor herhalde. Olgunlaşmadan bu tabu gibi yaklaşım kolayına kırılmıyor. Asıl değerin beyinde olduğunu anlamak çok sonraları anlaşılabiliyor.

Evini kiraladığımız fırıncı, kara kuru, bol tebessümlü, aynı pantolonla işe giden, evde oturan, namaz kılan, hatta yatıp uyuyan, ertesi gün yine işine giden türden biriydi. Ama Ulusal gazetelere konu olmuş, birkaç yılda bir kendisi ile röpörtaj yapılmaya gelinen, Bütün Keşan halkının tanıyıp, sevip saydığı bir Eşeği vardı. Bu öyle bir eşekti ki yumruk büyüklüğünde çiklet topunu şakır şakır akşama kadar yutmadan çiğneyebiliyor , yalnız balon şişiremiyordu. Nasıl terbiye edilmişti bilmiyorum, sırtındaki iki küfeye doldurulmuş ekmekleri tek başına bakkallara dağıtıp, fırına geri dönüyordu. Çoğu insandan daha akıllı olduğunu söyleyenler vardı. Zaten öyle olmasa İstanbul'da ki gazeteciler dört saatlik yolu tepeleyip iki fotoğrafını çekmek için zırt pırt gelmezlerdi herhalde Keşan'a.

Eşek yükünü dağıtıp, fırına döndüğünde mal sahibi gibi karşılanıyor ve tüm çalışanların ağızlarında olabildiğince büyütülerek çiğnedikleri sakızlar bir araya getirilip hayvanın ağzına dürtülüyordu. "Keyif eşekte olur" diyenler bu manzarayı görmüş olmalılardı. Öyle kendinden emin, tadını çıkara çıkara çiğniyordu ki insanın canı sakız çekiyordu diyebilirim. Hele bir de kokulu yada meyve aromalı ise sakız, değme gitsin.

Müfettiş Ekrem beyin şişe dibi gözlüklü bir oğlu, (ki Elektrik mühendisliğinde okuduğu için babam, bu sakar hıyarı pek fazla takdir ederdi) bir de seks tanrıçası Seher adında kızı vardı. Konuşurken dişlerinin arasından insanı deli eden garip bir tıslama sesi çıkarırdı. Sıcak bir nefesti ve insan bunu kendi teninde hissederdi. İçi titrerdi doğal olarak. Bilmiş görünümlü ama geyşa kediliğindeydi. Evet kedi kadınlar için iyi bir tanımlama aslında. Kucağına alıp sevdiğinde mırlarlar, sıcaktırlar, ve okşandıkları müddetçe çok iyi elektrik verirler. Ama yırtıcıdırlar da ve nankör. Hep onların isteklerince davranılmalıdır.

Seher, benden iki yıl kadar daha küçük olmasına rağmen anası Rukiyenin elindeki dizginlerle yönetilmeye alışmış, kendi başına kontrolü ele alamaması yönünde yetiştirilmiş, heveslerini ise benden de büyüklere hatta sakalı çıkmışlara yönlendirerek kendi iç yaşamını kurmuştu,ki birlikte hiçbir halt çeviremedik.

Annem bir keresinde değişik bir poğaça yaptı. Küçük yuvarlak hamuru eki el ayası ile biraz yassılaştırdı, üzerine peynirli maydanozlu bir harç koydu, bir tarafı kapanmayacak şekilde diğer tarafını büzdü. Üzerine yumurta sürerek fırına yolladı. Piştiğinde nar gibi kızarıp içindeki harçla birlikte biraz da şişip açıldı. Mükemmel görünü-yordu." Bunun adı ne?" dediğimde Seherinki dedi. Anama her uğradığımda yaptırırım.

Biz baktık ki o zaman kellede yağ yok, doğru Fırıncının kızına meyillendik.
Açık patlıcan moru renginde teni ve hayli kalın,etli bacakları vardı. Elli ayaklı kızdı. Benden iki yada üç yaş büyük olmasına rağmen parmakları yedirtecek lezzette bol soğanlı salatalar yapardı. Babasının eve getirdiği ekmeklerin pamuk beyazı içlerini salatanın suyuna banarak öyle bir yerdim ki yer sofrasında, hem de kütük gibi bacaklarını seyrederek. O da iştahlı olduğundan pek fark etmezdi kendisine yeşillendiğimi. Bense izleye dururdum sadece içimi çekerek. Baştan aşağı titrerdim bazen, o buna bir anlam veremezdi. "Amaan neyse." der gibisinden burnunu kıvırırdı.

Bol rontlu ve de dar koridor geçişlerinde ara sıra ford'lu yaşamdan ben de bir şey anlamadım Sıdıka da. O kadar her yerinin gelişmişliğine karşı kafası da hormonları da özürlüydü galiba. Tek umudum okulun başlamasıydı artık.

Kurtuluş İlkokulundan bir soluk yukarıdaki Atatürk İlkokuluna ikametgah zorlamasıyla kaydoldum. Emine Tümer adında minyon öğretmenim ve zebellah misali çam yarması müdürümle tanıştık. O incecik narin öğretmen matematik, fen bilgisi, Türkçe gibi ağır dersleri gayretle öğretirken bizlere, çam yarması güzel yazı dersine geliyordu. O iri cüssedeki küçücük fiyonk ağzı, koskoca okul müdürlüğünün yanında verdiği güzel yazı dersi gibi duruyordu. Kel alakaydı ama ağız yapısı da öyle.

Emine Tümer düz saldığı saçlarını yandan hafif bir iv ile ayıran, dizden dört parmak yukarıda etek giyen, daha ziyade triko kazak ya da hırka ile örtünen ağzı eğri ve büyük olan biriydi. Kötü görünen ağzı ile minyon ama Avrupai vücudu müdürünkinin aksine, farklı bir görüntü değildi aslında. Keşke ağızlarını değiştirebilme imkanları olsaydı da Müdür güzel yazı derslerimize gelmeseydi.

Bir de Hamide Güse vardı. Sınıf arkadaşlarımızdan. Çenesindeki gamze hem çok belirgin hem de gayet mütenasip görünüyordu. İlgimi çekmişti ki, herkesin mini etek giydiği yıllarda, diz altında önlük boyuyla okula gelen iki örüklü Feride'nin eteğini ona göstererek aklımca birlikte gülmemizi sağlamıştım. Böylece şirin görünüp yakınlaşacaktım.

Birden bire bir sessizlik oldu. Hamide çalışkan ve terbiyeli öğrencilerin kaldırdığı tarzda parmağını kaldırdı ve" Bir şey söylemek istiyorum öğretmenim" dedi. Kıtipiyoz Emine "Söyle kızım" deyince, "Ama dışarıda, kulağınıza!.." dedi.

Kıtipiyoz bunu dışarı en ciddi edası ile çekti , birazdan döndüklerinde öğretmen dik dik, Hamide saklayarak bana baktılar. Ki bu arada asıl ana binadaki Müdür'e telefon açılmıştı bile. Soluk geçmedi damladı.

Beni dışarı aldığında müdür, kıtipiyoz emine tecavüzün altından yeni kalkmış mağdure tipine bürünmüştü. Sanki bu andan sonraki hayatı artık bitmişti. Anası babası okutmuş yetiştirmiş bu vatana göndermişti de böylesi nahoş bir olay onun başına gelmişti.

Ben sonunu anlayamadığım koridordan öğretmen odasına girdiğimde müdürle beraber, bu çam yarmasının sıraladığı sözcükleri tam olarak anımsamıyorum. Bu konuşmaların arasında, bir sağ kulağımı, bir de diğerini çekip çekip işaret parmağını sallıyordu. Sınıfın en kısa boylu iki çocuğundan biri olan ben için o parmağın salınım mesafesi gayet uzundu. Ve kulaklarım ilk başlarda müdürün başparmağının ilk boğumuna kadar olan kısmından bile küçüktü. Derken kızardı ve büyüdü.

Ben, olanları anlattıktan ve onca acıyı duyduktan sonra, ancak anlayabildim olanları.Feride'nin eteğini göstererek şaklabanlık yaparken ben, Hamide, Kıtipiyoz Eminenin bacaklarını gösteriyorum sanmış ve bırakın yiyip içmeyi, soluk bile almadan ilgilisine yetiştirmişti. Müdür olanları anladığında o kadar kulak çekiminden sonra başımı sıvazlamış, her halde bu yolla özür dilemiş ancak Kıtipiyoz'u da, daha sonra dışarı çekip epey paylamıştı. Emine alacağını almış, benim kulaklarım kıpkırmızı olmuş, en karlısı Hamide çıkmıştı. Hem hoş kişiliğini yapmış hem de zararsız sıyırmıştı bu işten.

Yer tahtaları mazotlu, çıngırak zilin hademe tarafından sallanması ile çıkılan tenefüslü, sobalı derslikleri olan bu okuldan,mezun olana kadar yaşanan diğer olayları pek kayda değer bulmadığımdan olsa gerek anımsamıyorum. Ama İlkokul bitirme sınavlarının son uygulandığı yıldı. Girdim ve diploma aldım.

Üzeri muşambalı orta okul şapkasını takmama bir yaz tatili kadar süre vardı.
Emel Sayın'ın da okuduğu söylenilen, Keşan Atatürk Orta Okuluna kaydım yapıldı ve Göğebakan çiçeklerinin süslediği sıcak yaz günlerinin ardından hayatımın yeni bir dönemi başladı.

Kıvanç Gülhan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


  Kahveci : Onur Eryılmaz


TEZER ÖZLÜ'YE MEKTUP 5

Merhaba…

İnsanlar inanmadan yaşayamazlar. Ben sana inandım, Tezer. Ondandır şehvetle kucaklayışım hayatı. Yolları, şehirleri, evleri, gökyüzünü, yıldızları, düşleri, kışları, baharları, seni büyütüyorum içimde. Gene de bir yanım hep kırık ve öfkeli. Umursamadan yaşanmıyor dostum. Sıcak uykulardan kalkıp, ıssız, kör, hain sessizliğe bürünmüş karanlık sokaklara, çıkıyorum. Solum umut, sağım ölü. Yürüyorum. Başıboş bir köpek, inanıyorum art niyetsiz, durmadan havlıyor, her adım atışımda. Korkmuyorum, daha büyük korkuların var olduğunu biliyorum. İçimizde yaşadığımızın, dışımıza göre çok daha büyük olduğunu biliyorum. İlk arabalar geçiyorlar. Birazdan hayat gene başlayacak. Koşuşturma ve canlılık iç içe geçip insanı doğuracak. Kızan, coşan, ağlayan, bakan, görmeyen, seven, sevilmeyen, sevişen, utanan, büyüyen, küçülen, çocuk-ergen-orta yaşlı-ölümü bekleyeni yaratacak. Ben kendimi kendime bırakacağım. Oturacağım. Terli avuçlarımda sigaranın biri sönecek, bir yanacak. Sayfalar çevireceğim. Sayfalar benim, ben onların tutsaklığında, birbirimize aldırmadan saatler yaşayacağız. Bunlar 'an'lar olacak. Yaşanan, ancak istenildiğinde, ancak anlatılabilecek birer 'an'ı. İster mavi de rengine, ister siyah. İster kötü de, ister iyi. Fark etmeyecek. Yaşayacağız. Bir çocuk bağıracak uzaklardan. Tepesinde insansız, asık suratlı uçaklar, biri ölecek midesi içine geçmiş, uygarlığın ortasında, kara, birileri vurulacak 44'ü birden. Duracak mı? Hayat. Ben duracağım. Başım ister istemez ağrıyacak. Kalkıp bir kahve yapacağım. Ağrıdan kapanan gözlerimi açsın diyerek. Olmayacak. Olacak belki de. Bir an için kendime geleceğim. Ölen için ağlamak ne kadar faydasız ve boş ise gene de o duyguyu yaşayacağım. Niçin ölüm? Soracağım. İşte yalnızlık! Hoş geldin diyeceğim. Ama konuşacağım. Susmak yok. Bu ertelemeler, bu kaçınmalar, içimi boşaltmasın benim de.

İnadına yaşam diyeceğim. Çok kereler kaçmak istesem de ondan ve böyle anlarda kaçarsam ne olacağını, ne yapacağımı bilemesem de. Bıkmayacağım. Temiz bir sayfa açılmalı derler ya tam da ondan işte. Gördüğüm her kişiye boş,temiz bir sayfa ve bir kalem vereceğim. Başlayın artık diyeceğim. Bir yerlerden başlayın lütfen. Benim sabrım nereye kadar besleyecek düşlerimi. Yazın diyeceğim. Çizin diyeceğim. Ve ne söylenirse arkamdan, aldırmadan devam edeceğim. Ve sen, dostum, biliyorum, hep yanımda olacaksın. Çocukluğun soğuk gecelerinden, yaşadıklarımızdan öğrendiğimiz bir şey var'a doğru sevgililerimiz bitkin düşecek öpülmekten. Haydi, büyük merhaba'ya doğru, bir adım…

Onur Eryılmaz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


[Henüz Oylanmamış]
0 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


polygon@polygon.com.tr



<#><#><#><#><#><#><#>

YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Servet Yaylı


<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


ODAM YALNIZLIĞIM VE BEN

Ellerin değdiğinde
Susarım
Susarım çaresizimdir
Ellerin değdiğinde
Korkarım
Korkarım sensizimdir
Karşı koyamam
Bilirim sana hasretimi
Ve özlemimi
Aklıma gelir işte o zaman
Odam yalnızlığım ve ben

Ahmet Yılmaz Tuncer

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu



Polygon Web Studio


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"

Hatice Bediroğlu
"Düş Kuruyor Gece"

Cüneyt GÖKSU
Serpil YILDIZ

"KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

Merih Günay
"HİÇ"

Feride Özmat
"Yanlış Zaman Hikayeleri "

C.Eray Eldemir
"Uzak İklimler"

Temirağa Demir
"Edepli Fahişeler"

 
Nesrin Özyaycı
"ÖLMESEYDİ"


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

GOM Player 2.1.16.4613 / Windows / 4.48 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

VLC media player for Windows / V.0.9.9 / 16 MB
http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
http://www.7-zip.org/
Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Uygulama : Cem Özbatur
2002-09©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Gülmek için yaratılmış
Göksel









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20090521.asp
ISSN: 1303-8923
21 Mayıs 2009 - ©2002/09-kmarsiv.com