|
|
|
22 Mayıs 2009 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : "N" harfinin dayanılmaz kıvrımları!?.. |
Kolay değil kayaların oğlu olmak, kolay değil Manisa Tarzan'ının hemşehrisi olmak. Bakanlığı alınca duruma el koymak gerek demiş ve kolları sıvamış Arınç. Almış karşısına Deniz Feneri'nin sacayaklarından Zahid'i bir güzel sorguya çekmiş. "Anlat hele bi" demiş, karşıdan "Kuru iftira" cevabı almış. "Hiç olmazsa soruşturma bitene kadar istifa et" demiş büyük baba, Zahid "Çok meşgulüm bu aralar, bir ara düşünürüm" demiş. Nimet Hanım'a da kızmış benim gibi, "Gitseydi cenazeye iyi olurdu." demiş. Ah canım, nasıl da kibar, nasıl da babacan. Bal dök ye midene oturmaz alimallah. Vallahi karga değilim ama ben çok güldüm. Allah ta seni güldürsün Bay Arınç.
Gülümseten haberlere gelin devam edelim. Geleceğin protokol bakanı saygıdeğer, mümtaz insan, bay İstanbul valisi de hakkındaki "Bekledik te gelmedin" eleştirilerine aynı makamda cevap vermiş. "Bizim fotograf karesine girmek gibi bir hevesimiz yok. Aldığımız tedbirlerle oradaydık." demiş. Edirne'den Ardahan'a, Sinop'tan Anamur'a kadar haklı sayın vali. Kendisini, hangi pazar açılışında, hangi otobüsün üstünde balon patlatırken, hangi başbakanın yanında makas tutarken, hangi bayram tatilini açıklarken, hangi trafik önlemini aldıklarını ballandıra ballandıra anlatırken gördünüz de, cenazeye gelmedi diye kızarsınız. Önlemleri almış işte, daha ne yapacaktı? Cami bahçesine bir miktar mühimmat gömseydiniz, sonra da ihbar epostası gönderseydiniz, tam takım hızır gibi yetişirdi. Siz de bir hoşsunuz canım!..
Bir komik haber de benden. Pasaportumun süresini uzatmak için ilçe emniyet müdürlüğüne gittim. Bu eskimiş dediler cüzdanı da yenilemek istediler sağolsunlar. Pasaportumu teslim almaya gittiğimde nüfus cüzdanımı istediler, verdim. Memur arkadaş, evirdi çevirdi, ışığa tuttu, bir bana baktı bir cüzdana baktı. Yetmedi, arka masada oturan hoş bayan memura gitti, o da aynı işlemlerden geçirdi bizim cüzdanı. Beş dakika kadar sonra ikisi birden bana doğru seğirtti. Hoş bayan memur "Cem Bey bu cüzdan darphanenin bastırdığı cüzdanlara benzemiyor. Bakın seri numarasının başındaki "N" harfinin kıvrımı orjinali gibi değil. Lütfen bu cüzdanı değiştirin öyle gelin, pasaportunuzu alın." Benim buna verdiğim cevapları buraya yazmıyorum. Bunlar o iki memurla benim aramda ömür boyu bir sır olarak kalacak ve benimle birlikte mezara gidecek. Amma velakin sizin de başınıza gelir diyerekten söz konusu "N" harfini yan tarafa koyuyorum. İyi bakın kendinizinkiyle karşılaştırın, sonra kamera şakası yiyor pozisyonuna düşmeyin. Devletin polisi, devletin bana 10 yıl önce verdiği nüfus cüzdanına itibar etmedi, devlet devleti sahtecilikle, beni de yataklıkla suçladı iyi mi? Yılmadım, azimliyim. Yarın kıvrımı yerinde bir cüzdan çıkartıp gene kapılarını çalacağım. Pasaportumu onlara yedirtmem, bir daha da Davos'a gitmem. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan SOKAKLAR ISLIK ÇALMAZ -11 |
|
AYAKKABI HASTANESİ, adındaki dükkânında ekmeğini kazanmaya çalışan Saraç Tezcan nefes aldığı her gün karısı Sepil'i düşündü. Her gün onu bırakıp gitmesinin acısını yaşadı. Karısı kaçıp gittikten sonra Tezcan'a gıcık olanlar " Karısına bile sahip çıkamadı. Ne olacak onun erkekliğinden" demişlerdi. Güzel cümleleri kimse taşımaz ama çirkin olanlar anında kulağınıza gelir. Her zaman böyle oluyordu. Şimdi dükkândan çıkıp gitse, "Erkeklik kahve köşelerinde dedikodu yapmakla olmaz oğlum," deyip iki yumruk vursa haksız da sayılmazdı. Ama bu sadece onun başını belaya sokardı. Küçük kasabanın sokaklarında yankılanıp ona ulaştırılan dedikoduları duymazdan geldi. Kavgadan uzak durmak için arkadaşlarının çoğuyla ilişkisini kesti. Bazı günler dükkânından bile çıkmadı.
Her zaman Serpil ile ilgili tek bir düşü vardı. O düşsel fotoğrafta Sibel bir gün pişman olup ona geri dönüyordu. Ayaklarına kapanıp ondan özür diliyordu. "Senin kıymetini bilemedim ne olur beni af et," diyordu. Tezcan bu düşsel fotoğrafta onu çoğunlukla konuşmasına bile fırsat vermeden kapısından kovuyordu. Bazen iyi bir günündeyse, işleri de güzel gitmişse Sepil'i af ediyor, elinden tutup onunla uzak diyarlara kaçıyordu. Her şeyi geride bırakarak... Aynı eski filmlerde gördüğü gibi.
Saraç Tezcan, günlerinin yapıştırıcı, boya, deri kokan dükkânında geçirirken bir gün saçları acayip renklere boyalı iki genç kadın geldi. Bu kasaba için fazla uçuk, kaçık iki kadın. Yanlarında bir takım resimler, dergiler falan getirmişlerdi. "Bize bu çantalardan dikebilir misin?" diyorlardı. "Resimlerde gördüğün deri çantalardan…" Deri çanta dikmek Tezcan için çocuk oyuncağıydı. Sadece bu malzemeleri bulmak ve toparlamak belki zor olabilirdi. Asıl sorun bu gazete resimlerinden fırlamış gibi görünen iki kadının ne kadar ciddi olduklarını anlayabilmekti. Kadınlara birer çay söyledi. Aklı karışmıştı. Kadının biri susuyor, öteki konuşuyordu. Ama kadınların dükkânda oturduklarını, bu hizbe mekândan kaçıp gitmek konusunda aceleci davranmadıklarını görünce onların samimi olduğuna inanmaya başladı. "Deneyeyim bakalım," dedi. "Önce ben bir iki tane dikeyim. Gelip bakın. Eğer beğenirseniz devam ederiz," dedi. Bayanların bıraktığı resimlere bakarak onlara o gün iki tane çanta dikti. Bunu sadece elindeki uyduruk malzemeleri kullanarak yaptı.
Ertesi gün gazete resimleri gibi renkli saçlı kadınlar gelip dikilen numuneleri incelediler. Dikilen çantaların her santimi için iyi ve kötü açıklamalar yaptılar. Tezcan, kızlar konuştukça hayretler içinde kaldı. Bu iki renkli saçlı, acayip kılıklı kadın bu işin resmen uzmanıydılar. İyi de bu iş için biraz para gerekiyordu. İstanbul'a gidip malzemeleri almak, yolculuk falan… "Hiç gerek yok," dedi kadınlar. "Hiçbir yere gitmene gerek yok. Biz internetten ne istiyorsan sipariş ederiz." Tezcan iyice afalladı. Renkli saçlarıyla züppe penguenler gibi görünen bu iki kadın her şeyi birkaç gün içinde halletti. Yüzeli adet çanta için anlaştılar. Tezcan küçük bir çocuğun okula başlaması gibi heyecanla işine sarıldı. Çantalar, dikildi, aksesuarlar ve süslemeler yerlerine takıldı. Gâvurca etiketleri ve özel paketleriyle kadınlara beşer onar teslim edilmeye başlandı. Ve yıllar sonra Tezcan hayatının yeniden değişmeye başladığını hissetti. Görünüşte birbirine hiç benzemeyen bu üç kişi değişik yüzdelerle bile olsa iş ortağı oldular. Daha açıkçası birlikte para kazanmaya başladılar.
Tezcan'ın dükkanına zırt pırt gelip giden kadınlar çok geçmeden çevredeki esnafın dikkatini çekti. Zaten görünüşleriyle bu kasabada istemeseler bile herkesin dikkatini çekiyorlardı. "Tezcan'ın dükkânına Rus karıları geliyo. Tezcan karı satıyormuş," diye dedikodu çıkardılar. Yaşça kendinden büyük bir iki esnafa "Abi ne Rus karısı ya. Bunlar çantacı, birlikte iş yapıyoruz," dedi. Dedi ama kimse ikna olamadı. O da konuşulanlara kulaklarını tıkayıp sadece işine baktı. Kadınlar sürekli olarak çantaların modellerini, kullanılan malzemeleri değiştiriyorlardı. Tezcan onların her söylediğini yapıyor ve dikilen ürünleri teslim ediyordu. Çantaları kim alıyor, kim satıyor, nereye gidiyor bilmiyordu. Sadece işler gerçekten güzel gidiyordu. Bu da onun için yeterliydi.
Tezcan çanta işiyle boğuşurken bundan üç yıl sonra düşlerinin gerçek olacağını bilmiyordu. Üç yıl sonra evden kaçan karısı Serpil önceleri sokağı gözleyecek, günlerce aşağı yukarı turlayacak, günler sonra da bütün cesaretini toplayıp dükkana gelecekti. Tezcan yıllar sonra karısını karşısında gördüğü için afallayacaktı. Elinden çekiç fırlayacak, sehpanın üzerindeki zamk kutusu dökülecekti. Kadın Tezcan'ın gözlerinin içinde merhamet kırıntıları arayarak ondan af dileyecekti. Evine dönmek istediğini söyleyecekti. Yanaklarından süzülen yaşlar çenesinden elbisesine damlarken "Senin kıymetini bilemedim. Her gülen yüzü gerçek, her tatlı sözü doğru sandım. Aldanmışım," diyecekti. Tezcan karısını af etmeyecekti ve onu artık istemediğini söyleyecekti. Serpil dükkândan çekip gidecek ve bir daha geri dönmeyecekti. Tezcan onun arkasından yeniden günlerce ağlayacaktı. Ve son nefesine kadar kadınlardan hep kaçacak ve asla evlenmeyecekti. Tezcan Serpil'in dükkana geldiği günü hiç unutmayacaktı. Çünkü böyle bir şey ancak bin yılda bir kere olabilirdi. O günü her hatırladığında ağlayacak ve "Vay benim divane ömrüm, akılsız başım," diyecekti.
Sinop'ta sabahtan beni yağan yağmur ikindi üzeri kesildi. Bulutların arasından azıcık güneş açtı. Göz ucuyla Sinop'a baktı ve geçip gitti. Bulutların arkasına saklanarak kasabaya akşamı çağırdı. Sinop'ta yağmurun ertesi gün sis başladı. Tam üç gün kasaba sisler altında kaldı.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu YATLARLA KONUŞMALAR |
|
(Mavi Boncuk)
Bugünlerde Bodrum, her sabah, bir öncekine göre daha güzel güne uyanıyor. Çok eskilerin Bodrum'a "Bahar Ülkesi" demesi boşuna değil. Çünkü bahar, güneşiyle, yağmuruyla, rüzgârıyla; çiçeğiyle, kuşuyla, böceğiyle buraya her yerlerden daha yakışıyor.
Ne kadar geç yatarsam yatayım yatağımdan penceremden dolan ilk aydınlıkla fırlıyorum. Şöyle limana doğru yürüyeyim, tirhandillerle, guletlerle söyleşeyim, diyorum; ama bahçemdeki güller, şebboylar, karanfiller göz ucuma konup:
"Dur, şimdi bizim sevilme vaktimiz. Bizi sevmeden bir yere gidemezsin!" deyip kandırıyorlar beni. Farkında olmadan onlarla eğleşip kalıyorum.
Güller kostak, şebboylar deli baylan, karanfiller kıskanç. Sanıyorlar ki her sabah takılıp kalacağım kendilerine. Güzelden bıkılır mı? Bıkılmaz; ama bu dünyanın güzelleri yalnız onlar değil ki!
Bu sabah, yağmuru bahane ettim, çıktım dışarı.
Bodrum'un yağmuru da öfkem gibi. Paldır küldür yağıyor; ama beş dakika sonra her taraf günlük güneşlik oluveriyor. İşte o an, boydan boya yunmuş arınmış rıhtım ve bir mavisu yaprağa konmuş kelebekler gibi albenili tekneler, avarelik için kışkırtıyor sizi.
Marinanın girişinde durdum. Sesime Balıkçı'nın edasını yerleştirerek deniz üstünde ve içinde yapılmış ve yaratılmışların cümlesine "Merhaba!" dedim.
Gecenin tüm uykusuzluğu gözlerine yüklenmiş bekçi irkildi. Bana:
"Aha! Bir Bodrum delisi daha!" der gibi baktı, dönüp gitti.
"Şşrap! Şap, şap, şap!"
Ses dalga dalga yayıldı. Karşı kıyıya ulaştı. Karşı kıyıda afralı tafralı bir yatın kafasını eğmesinden anladım bunu.
Soluma alakargaların işgalindeki ağaçları, sağıma tirhandilleri, guletleri alarak yürüdüm.
Orada, beni bütün kış beklediği yerdeydi. Onu her görüşümde içimde çağlayana dönüşüveren sevinç, bu kez yine kanatlandı. Bu bir yanılsamaydı. Çünkü kanatlanan sevincim değil, onun burunun ucundan havalanan martıydı.
Mavi delisi, dedim, kendi kendime.
Deniz mavi, gök mavi. Borda desen mavi oğlu mavi…
"He heyt! Kayık dediğin böyle olmalı!"
Beni görür görmez, her zamanki gibi zarif bir referansla eğildi.
- Hayrola, dedim.
- Gidiyorum, dedi.
Kıpır kıpırdı. Oysa ben, oldum olası "gidiyorum" sözcüğünden hoşlanmazdım. Bilirdim ki kim bu sözcüğü söylediyse bir parçamı da alıp götürürdü.
Boynumu büktüm. Üzüldüğümü anladı; ama renk vermedi. Belli ki benim gibi yüreği
yüzünde biri değildi.
- Sana bencillik yakışmıyor. Sen, çevrende olup biten her şeyi yalnız kendi çıkarların
açısından değerlendirenlerden değilsin, bunu iyi biliyorum.
- Bencillikten değil bu. Ne yapayım, sevdiklerimden ayrılmaya dayanamıyorum.
- Ben de öyle, dedi.
***
Bodrum yazın ne kadar kalabalıksa kışın da o denli tenhadır. Akşam bir saatten sonra rıhtımda el ayak çekiliverir. O zamanlarda tekneler ya derin bir uykuya ya da kendi aralarında fısıltılı bir söyleşiye dalarlar. Ancak hava lodossa, limanda çarmık tellerinin ezgilerinden oluşan bir metal konseri vardır.
İşte böyle bir akşamdı. Bekçiler bile bu gürültülü müzikten yorulan kulaklarını dinlendirmek için kulübelerine çekilmişti.
"Gluk glap!"
Dönüp baktım, mavisi geceye sürme bir tirhandil gülümsüyordu. Bir teknenin en içten merhabası olsa olsa böyle olurdu. O gece ısınıverdik birbirimize. Çarmık tellerinin o avaz avaza ezgileri içinde uzun uzun konuştuk.
- Ben, dedi, Ziya Usta'nın çocuğuyum.
- Hangi Ziya Usta?
Cahilliğime gülmedi.
- Eğer çıralı çamlarının kokusunu almak istiyorsan Göktepe'ye çıkmana gerek yok.
"Ey benim sarı tamburam,
Sen ne için inilersin?
İçim oyuk derdim büyük/
Ben onun için inilerim."
dizelerinin anlamını iyice kavramak istiyorsan, gel sırdaşım ol!
- Ağacın eğrisini doğru kesmenin ustasıydı Ziya Güvendiren, değil mi?
- Işığını denizle buluşturan bir yıldız gibi gülümsedi.
- Ah Mavi Boncuk, ah, dedim.
Bu kez o şaşırmıştı. Mavi yüzü bir eleğimsağma gibi açılmış, sordu:
- Adımı nerden biliyorsun?
- İçimden sana öyle demek geldi, diye kekeledim.
Meğer, yıllardır can yoldaşı onu öyle severmiş.
"Mavi Boncuk'um"
Ben de o günden sonra ona hep öyle seslendim:
" Merhaba Mavi Boncuk!"
"İyi akşamlar Mavi Boncuk"
Bana ne öyküler, ne anılar anlattı.
"Laf aramızda Aksona Mehmet, bile anımsamaz bunu derdi sık sık"
Bu sözünde, küçük de olsa bir kıskançlık hissederdim.
Kaş altından bakar, "Mancorna !" derdim muzip muzip.
Az ötede dev sereniyle bulutları yakalamak isteyen Mancorna oralı bile olmazdı.
O, da bu kayıtsız tavra nispet, dudak ucuna bir gülümseme iliştirir:
"Ben Mavi Boncuk'um, eşsizim." derdi.
***
- Sahi gidiyor musun?
- Evet, dedi, evet, evet…
- Nereye?
- Yurduma?
Bir kez daha şaşırdım.
- Burası yurdun değil mi senin?
Öyle bir kahkaha attı ki Ege'nin ak köpüklü bir dalgası tenha bir koyda ay ışığını öptü sandım:
" Mmmah, şşşvap, şuuuuup!"
- İlahi, yörük oğlu. Sen bilmez misin, teknelerin yurdu denizlerdir, limanlar değil.
Sen dağların rüzgârını yemeden nasıl iflah olmazsan, biz de dalgalarla yıkanmadan iflah olmayız.
Başımı saygıyla eğdim. Onun en derin söyleşilerimizde bile çarmıha gerili bir bedenin acısını hissettirmeyen bilge duruşunu bir kez daha anlamıştım.
- Güle güle, selametle, dedim, rüzgârın kolayına gelsin!
O an, öteki teknelerin "Bu ayrım da neyin nesi?" der gibi sitem ettiklerini fark ettim.
Koştum kaleye, gökyüzünden bir mavi bayrak aldım ve salladım denizin mavisinin üstüne:
- Uğurlar ola, dedim, tüm tirhandillere, guletlere. Bize Ege'nin bereketiyle dönünüz.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Bir Dokun Bin Ah İşit ! |
|
Uzun süredir ayrıyız ya, çevirdim yine telefonu :
Yahu ihtiyar, ne yazı gönderiyorsun ne bir haber ! Nerelerdesin sen ?
- Edi'ciğim, biliyorsun 17.Nisan kutlamalarındaki protokol krizine huysuzlanıp çekip gitmiştim buralardan. Meksika'dan sevgilerle...
Hay senin huysuzluğunu emi ! Nasılsın bari ? Huu ? Meksika mı ?
- Domuz g(r)ibiyim merak etme. Mahsur kaldım gurbet ellerde. Sana yolladığım yazılar habire ( H1 ) araştırılıyor. Ne bir ( N1 ) açıklamada bulunuyorlar ne de birşey söylüyorlar. Hu dedin de aklıma geldi; WHO'ya göre 79 kişi sizlere ömür. Domuz gribine yakalananların sayısı beni işin içine bulaştırmazsan 40 ülkede 9830'a yükselmiş. Acapulco güzel ve fakat sıkıldım, memleketi özledim yahu ! Memleket haberleri ver biraz, içim açılsın. Telefondan domuz enfeksiyonu kapmazmışsın, çekinmeden konuşabilirsin yani ..!
Memleket haberleri de en az H1N1 enfeksiyonu gibi hiç iç açıcı değil, tam tersine ruhunu boğar. Hangi birini anlatayım ..? En son Aydınlığın Kızı'nı kaybettik mesela..
- Çok üzüldüm, anasız kaldı Kardelenler desene !
Haklısın ama sadece Kardelenler değil hemen hemen bütün gençler. Her 3 gençten 1 tanesi işsizmiş zaten. İşsizler Ordusu; 2.5 milyondan 3.8 milyona ve bu ordunun içindeki gençlerin sayısı da 828 binden 1.2 milyona yükselmiş...
- Ülkenin en büyük sorunu bu mudur yahu ? Geç bunları, açılım var mı açılım ? Mesela; sınır kapısını açtık mı ? Örovizyonda onlara "Tüvelf point" verdik mi ? Hadise, herhangi bir hadise çıkardı mı ?
Hadise biraz salladı, daha çok sallasa daha iyi olurdu ama memlekette sallayan sallayana olunca onunki biraz güdük kaldı. "Tüvelf point" gardaş ülke Azerbeycan'a verildi, Karabağ nedeniyle sinirler biraz gerildi, kapıya da kilit vuruldu denildi.
- Elemterefiş, kem gözlere kiş kiş, ne kebap yandı ne şiş ! Ver coşkuyu getir gaza, belki zam gelir doğalgaza. Bu arada nihayet Türkiye Kupası'nı aldık mı ?
Kupa yerine babayı aldık 26 senedir olduğu gibi. Hatta bu sene Baba değil Dede'yi aldık.
- Bizler yine de gördük çok şükür Türkiye Kupası'nı kazandığımızı. Hey gidi günler hey ! 26 yaşında çakı gibi delikanlıydık be ! Tiyatrolarda ne var ? "Rumuz Goncagül" oynuyor mu örneğin hala ?
"Rumuz Goncagül" yerine "Gururumuz Sahtegül" diye bir oyun başladı, bilmem ilgini çeker mi ?
- Hiç mi hiç çekmez ! Dikensiz gülün bahçeli evde yetişeceğini sananların tüyleri acaba tiken tiken olmuş mudur ?
Bilemem ! Dokunulmazlık Fezlekesi'nin yarattığı bir perakende İfade Krizi meselesi var.
- İfade Krizi, İstifade Krizi'ne dönüşür pek yakında merak etme ! Kadifeden Kesesi eşliğinde toptan havale etselermiş işi bari...
Öyle yapmışlar zaten. Bir de temizlenecek mayın konusu var gündemde.
- Temizlenecek mayın var da temizlenecek dayın neden yok ?
Onu hiç bilemem. Adalet Bakanlığı'nın; "Dinlemeyi Düzenleme Yetkisi" yokmuş yazdılar bir de...
- Takma kafanı; "Düzenlemeyi Dinleme Yetkisi" var ise mesele yoktur...
Mesela; yoktur. Neyse, onu bunu boşver, ne zaman geliyorsun memlekete ? Yok, gelemiyor isen bir yazı gönder hiç olmazsa...
- Sen teknolocik adamsın, bu konuşmaları kaydetmişsindir bile ! Bunlardan bir yazı çıkar sana. Sütler kaymak tutar tutmaz, domuz gribi biter bitmez ordayım. Kal sağlıcakla...
Dinlememezlik etmeyip dinleyeceksen, "Dokunulmazlık" felan demeyip dokunmalısın da.
Vakti zamanında bire üç almak için bile nerelere dokunulmuştu.
1'e 1000 veren iddia kuponu olsa dokunmaz mısın ?
Eee, dokun öyleyse ..! Dokun, dokun...
Bir dokun, bin ah işit ..!
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Ebru Coşgun Yıldızlar... |
|
Dikkatli bakılmadığı takdirde fark edilmiyor...
ya
da
yeterince karanlık değil etraf....
Kaldırım da yanından geçip giden kalabalık
bazen seni yola inmeye zorluyor...
Ve
objektifinde belirginleşen ruh pencerelerinin ardından
flulaşan cesetler.
Sonra
fonda gri, kırmızı ve de sarı şehir manzarası...
Hepsi bundan ibaret değil...
Birazdan selam verilecek beynin emriyle...
Daha önce konuşup gördüğün birine ve belki tekrarlanacak aynı
anlamsız repliği tekrarlayacaksın...
Kaldırımlar giderek tenhalaşıyor yıldızlar hala yeterince yok
çünkü o kadar da uzakta değilsin "flu detay" manzarandan.
Yıldızlar
o kadar önemli mi...
anlamak zorunda da değilsin....
Cadde neredeyse boş artık
hala parıltı yok gökyüzünde çünkü sen terk etmedin kenti
zaman aldı götürdü siluetleri
sen hala niye orda olduğunu izah et şimdi...
Yanın da konuşan sinir hücrelerinin bayağı aşina olduğu şahıs
ne anlatıyor
niye arada girip sorular, yorumlar ekliyorsun...
Patlamak üzere olan gitar tonları "volume" kısılıp duruyor...
Konuşma henüz aralandı hiç ses yok caddede
aniden irkildin işte...
Elektro manyetik dalgalara dönüşmüş çatlak müezzin sesinden
haha bu sese küfredenlerini de gördün...
İçine bakamıyorsun değil mi?
sanki oradan sana bir şeyler akıyor...
Sıkıştırılmış paketler içinde sayfalar dolusu hikâyeler
herkesin bir hikâyesi vardır hikâyesini geçtiğin
nasıl hissettiklerini anlamak yerine tahmin edebildiğin hikâyeler
kadarsın belki de.
Yakıncaya kadar vardı sigara...
Bırak içme şunu...
Niye şimdi bitirme çabası?
Kaçırıyor muyum bir şeyleri.
Yarım kalacağını bildiğin bir gülümseme belirdi yüzünde yine
sabahın o hiyerarşisinde daha mı güvendesin?
Yoksa maskeli balonun kalabalığı zihnini uyuşturuyor mu?
Telefon neden böyle bir saatte çalar ki?
Efendim
nefes al olum?
Alıyorum
daha önce nefes alıp almadığınızla ilgili bir tez öne süren
oldu mu hiç?
Kafam da bunun hakkında küçük soruşturmalar açılıyor
ve ardından takipsizlik kararları.
Sana bir şey sorabilir miyim?
Tabi ki
benimle gelir misin?
Nereye?
- bu soruyu sormayan birini bulur muyum dersin
- anlayamadım
BOŞVER..............
Ben biraz sonra herhangi bir savaş ülkesinde ki dağ kampında
olacağım
beni yoldan alacaklar birkaç kilometre yolculuk yapacağız
sonra belki tırmanacağız
sonra belki vurulacağım sol bacağımdan
otobüste kokudan daha fazla dikkat çekmeyen müzik
gözler ne camın arkasında nede yansımada olacak...
Sonra birden kaybolacağım oradan kimse fark etmeden...
Bir hastane de bekleme salonun dan izleyeceğim gün doğumunu
tüm bedenim duayla duamı dedim küfürle küfür mü dedim nefretle
nefret mi dedim duayla dolmuşken...
Aniden gelen ambulans...irkileceğim kalabalık...
korku...
göz yaşı ve de pişmanlık öncesi yüz ifadeleri öyle bakıp
geçecekler...
belki de Birkaç güzel söz umuda dair ertelenmiş son nefeslere
şükürler edeceğim.
Sonra bir film çıkışın da
kahve mi ve sigaramı içerken
konuşmadan bakarken gözlerine dışarıda ki kavgayı fark etmeyeceksin bile...
-çok etkileyici
-hayır değil
Artık şehrin dışındayım
her şey arkam da kaldı
yolun kenarında ki dikenin yanında oturup gökyüzüne baktığımda
yıldızlar ne kadar da güzel...
karanlık ne kadar da güzel
Ebru Coşgun
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
BENİ UNUTUN GİDİN
Gidişimin ayrılışım ardından
Bu evde oturun biraz
Sessizce oturun
Anıların kucağında
Bakmasın gözleriniz birbirinize
Zaman eskisin biraz
Gezdirin bakışlarınızı
Bensiz kalan duvarlarda
Ve asılı duran fotoğraflarda
Gezdirin usul usul
Zaman uyanmasın
Düşüncelerinizde
Gidişimin ayrılışım ardından
Bu evde oturun biraz
Duvardaki fotoğraflarda
Ne hayatlar var
Çoğunu bildiğiniz
Bildiklerinizi unuttuğunuz
Şimdi değil zamanı
Yaşlı gözlerle anılara seslenmenizin
Bakmasın gözleriniz birbirinize
Zaman eskisin biraz
Bir şiir okuyun gözlerinizle sessiz
Bir şiir okuyun beni anlatsın
Demlendirin acıları soğusun
Aşk diye düşünün
Hayata
İnsana kalan
Ve bekleyen umutlara
O sevgilinin gözlerine bakarak
Aşk diye fısıldayın
Ve şimdi beni unutun gidin
Ahmet Yılmaz Tuncer
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.16.4613 / Windows / 4.48 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.0.9.9 / 16 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|