Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 8 Sayı: 1.643

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 27 Mayıs 2009 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Temizle al senin olsun, tepe tepe kullan!?..


Şu mayın işini anlamaya çalışıyorum. Sınırlarımız korunsun diye bizim döşediğimiz mayınların, artık gerekmediği gerekçesiyle, temizlenmesi gündemde. Hükümet bunu iş edinmiş, bölgede olduğunu söyledikleri "tarihi fırsata" kulp takabilmek adına anlamsız bir kanun çıkarmaya çalışıyormuş. Mayınların yerlerini en iyi bilen asker, "Beni aşar, ben yapamam." diyor. Bunu anlayışla karşılamak mümkün. Çünkü iş netameli. Bu zor işin altından erle erbaşla kalkmaya çalışmanın, şehit ve gazilere yenileleri eklemekten başka bir işe yaramama ihtimali oldukça yüksek. O nedenle bu konuda yetkin kuruluşlardan yardım almak akıllıca. Askerin tavsiyesine kulak verip işi NATO ile çözmek mümkün olduğu halde hükümetin "Yap-İşlet-Devret" gibi son derece ticari bir sistemi burada kullanmaya çalışmasını anlamak güç. Gerçek rakamları kimse bilmediği, bilenler de sustuğu için, alanın büyüklüğü, mayının sayısı gibi konuları kurcalamak zor ancak, sınır boyunun en verimli topraklarını yarım asır süreyle ihaleyi alana devretmek hangi mantıkla açıklanacak bilemiyorum. Sıradan bir vatandaşa, bölgenin topraksız köylüsüne, o mayınlarda uzuvlarını kaybedenlere bunu anlatmayı nasıl becerecekler gerçekten merak ediyorum. İhaleyi alacak olanın İsrailli, Venezuelalı olması hiç farketmez, önemli olan, bölgede toprağı olmayan onca vatandaş varken, temizlenecek toprakların kullanım hakkını bir yabancıya devretmek anlamına gelecek bir çözümle nereye varmak isteniyor, iyi incelemek gerek. Elli yıl kısa gibi görünse de aslında epeyce uzun bir süre. Seksenaltı yıllık bir Cumhuriyet olduğumuzu düşünürseniz, elli yılın anlamını daha iyi kavrayabilirsiniz. İşin mali boyutu ise konunun en anlamsız tartışması. Baykal haksız mı yani? 100 milyon liraya uçak alabiliyorken, 250 milyona malolacak bir işi bedavaya getirmeye çalışıp toprakları peşkeş çekmeyi anlamak ta anlatmak ta mümkün değil.

...

Bursa'daki Devlet Hastanesinde yaşanan faciaya ne diyorsunuz? "Yıkarken değil sıkarken öldü" denilen kedi misali, yangından değil de, duman 5 kat yukarı çıktı diye, sekiz yoğun bakım hastasının ölmesine hangi sıfat yakışır bulamadım. Dört yıl evvel geçirdiği bir yangından sonra akıllı bina haline getirilen hastanede meydana gelen bu facianın müsebbibi, ilk alınan bilgilere göre, gene cahillik, gene hırsızlık, gene ahlaksızlık. Üç kuruş daha fazla kazanmak için kaliteli kablo kullanmayanları mı yoksa buna göz yuman hastane yöneticileri mi suçlu acaba? Çıkacak rapor ikisinden birini harcayacak mutlaka ama sonuç ne olursa olsun şerefsizlik insan canı almaya, öyle ya da böyle, devam edecek. İnsan olmak bu kadar zor mu yahu?

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


 Kahveci : Ceyda Gamzeli


BİRİKTİRDİKLERİM…

İçimde biriktirdiğim ne çok şey var sana bi bilsen.. Biriktirdikçe çoğaldılar sanki… Sustuklarım hayallerim oldu.. Hayallerim, isyanlarım… İsyanlarım, çaresizliğim acizliğim…

Bu kadar zor, bu kadar imkansız olmak zorunda mıydı? Benim olamaz mıydın? Bu nasıl bir geç kalmışlık böyle? Ömürlük bir sevda nasıl harcanır böyle bir zamanlama hatasıyla?

Affet beni ne olur, bilemezdim.. Hiç bilmediğim bir şehrin, bir göğün altında, sevmeye sevdalı böylesine tanıdık bir yürek olduğunu bilemezdim.. Bilsem çok önce gelirdim… Bizi bu kadar imkansız kılmadan gelirdim... Ömrümü yoluna adamaya gelirdim..

Ve seni nasıl severdim bir bilsen.. Bir bilsen, sevdamla nasıl yüceltirdim seni… Bir kadının bir adamı nasıl bu kadar sevebileceğini aklın almazdı..

Ne garip, onca imkansızlığa rağmen, hala içimin bir yanı coşuyor sanki sevdanla.. Bir yanı her şeyden habersiz tadını çıkarıyor seni sevmenin.. Seni görünce mutlu oluyor mesela.. Sana dokunamıyor olmak umrunda değil sanki.. Başına gelenlerden habersiz, senin gibi bir adamı sevmiş olmanın haklı gururunu yaşıyor, onca yanlışlığın içinde, sadece doğru ve hak eden bir yüreğe bağlanmış olmanın tesellisiyle avunuyor..

Ama yüreğimin diğer yanı çok acıyor … Dizinde hiç yatamayacak, omzunda hiç ağlayamayacak, bir ömür sana uyanamayacak olmanın ızdırabını yaşıyor.. gözlerin bu kadar yakınken, ellerinin bu kadar uzak olmasının sızısıyla kanıyor sanki… Yüreğimin kanı içine akıyor.. Susuyorum.. Sen içimden bu kadar taşarken, ben sadece susuyorum..

Gitmeliyim dedim ya sana.. İçimin o acıyan yanı için gitmeliyim işte en çok..İçime akan kan zehirlemesin öldürmesin bizi diye gitmeliyim… Kaçar gibi gitmeliyim.. Yüreğime yabancı kollara kaçarak sığınarak, kendime yüreğime ihanet etmemek için, dahası, sen bunu görme diye gitmeliyim..

Ama kaçıp gitmek için bile güçlü olması lazımmış insanın onu anladım şu aralar…Dua et…
Umarım gidebilecek kadar güçlü, gidebilecek kadar büyük olabilirim..

Ne olur dua et..

Ceyda Gamzeli


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,809,809,809,809,809,809,809,809,809,80
5 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Hasan Tülüceoğlu


BATI KOMPLEKSİMİZDEN BATININ OYUNUNA BATILILAŞMA SÜRECİ

Bugün yaşadığımız demokrasi, laiklik, hukuk, din, hak ve hürriyetler, bireyin devlete karşı konumu, dinin siyasal ve seküler hayattaki yeri gibi bir çok çözümlenmemiş sorunlar, reform ve Rönesans sıçraması yaparak ekonomik teknik sosyokültürel alanda hala tüm dünyayı etkileyen üstünlüğe ulaşan batının bu gelişimini oldukça geç kavradığımızda -ki 19. asrın ortalarına doğrudur- batıya karşı duyduğumuz kompleks kaynaklıdır.

Ne hikmetse iki yüz yıldır hala aynı kompleksi yaşıyor ve sorunlarımızı çözemediğimiz gibi batıyı yakalama anlamında fazla bir yol da kat etmemiş durumdayız.

Tanzimatla batıyı sosyoekonomik ve teknik alanda yakalama olarak belirlenen hedef Cumhuriyetin kurulmasıyla Atatürk'ün ifadesiyle her alanda Avrupaya yetişme, onlar gibi olma anlamında "batılılaşma" diye isimlendirilip yeni Cumhuriyetin ulaşacağı en büyük hedef olarak konmuştur.

Belirtildiği üzere iki yüz yıldır şekilcilikte yetişmekle birlikte hala bu hedefin başında bulunuyoruz.

İşin bir diğer yönü batının bizim kompleks ve zaaflarımızı bilmesidir. Dahası bunları oluşturmasıdır. Bilindiği gibi büyük tehlike olarak gördükleri güçlü Osmanlı devletini yıkmak Avrupalı devletlerin en büyük hedefiydi. Ziya paşanın ifadesiyle biz içten onlar dışarıdan çalışarak bunu başaran Batı, gelecekte aynı tehlikenin yeniden canlanıp kendilerini tehdit etmemesi için de tedbirler aldılar ve alıyorlar.

Kendiler gibi olup onlar konumuna yükseldiğimizde zarar görmeyecekleri üstelik karlı çıkacakları alanlarda bizde devlet eliyle devlet politikası olarak çalışmalar yaptırıp belli aşamalar kat ettirdiler. Sanayi ve teknik alanda hiçbir zaman kendimiz olan bir çalışma yapmadık dahası yaptırılmadık. Patent uygulamasıyla batıyı taklit ederken belli bir sermayenin de batıya akışını sağladık ya da sağlandırıldık.

Sanayi teknik ve ekonomik alanlar dururken sportif ve kültürel alanlara yönlendirilip hedefler edindirildik. Futbol takımımızın bir Avrupa takımını yenmesi en büyük hedefimiz oldu. Eurovisionda birinci, futbolda üçüncü olduk diye batılılaşma hedefine ulaşıp Avrupa kadar güçlü olduk zannettik. Oysa sanayi ve teknolojik aletlerin en küçüğünü bile batıdan alıyorduk. Ürettiğimiz bir teknoloji yoktu. Eurovision ve futbolda dereceler yapmak argo ifadeyle fasafisoydu.

Hiç düşündünüz mü acaba devlet ve toplum olarak kendi teknolojimizi üretmek gibi bir hedefimiz oldu mu? Elin gavurundan alacağımıza kendimiz yapalım diye neyi hedefleyip peşine düştük. Avrupa ya da dünya şampiyonu olacağız diye günlerce hop yatıp hop kalkarken -kaldırılırken- basit bir teknoloji aletini üretmeyi -ki böylelikle sosyoekonomik atılımı gerçekleştirecektik- hedeflemede bir gün heyecan duyduk mu? Neden işin ehli ve uzmanı gerçek teknik ve bilim adamları bizde değil de batıda yetişiyor?

Bunları düşündükçe defineyi asıl bulan ayı olmakla birlikte tilkinin kurnazlık hamleleriyle hiç pay alamamasının anlatıldığı masalı hatırlıyorum.

Sizce de bir bit yeniği yok mu bu işin içinde? Koca bir devlet, büyük bir millet iki yüz yıldır sorunlarını çözüp yerli yerine oturtarak belirlediği hedeflerde hiç mi ilerleyemez? Batının dışında aynı ortak şartlara sahip Japonya -son zamanlardaki hamleleriyle Çin- bu işi nasıl başardı da biz hala yerimizde sayıyoruz?

Hasan Tülüceoğlu


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


M.Nihat Malkoç

 Kahveci : M.Nihat Malkoç


  TAŞRADA YAZAR OLMAK…

Taşranın kelime anlamı "dışarı" demektir. Bir diğer anlamı ise ülkenin başkenti veya en önemli şehirleri dışındaki yerlerin hepsidir. Bu tanımdan yola çıkarsak Trabzon taşradır. Fakat taşra demek ikinci sınıf mahal demek değildir. Olumsuz bir sıfat olarak görülmemelidir.

Bizler taşrada yaşayan kalem dostlarıyız. Bundan da hiç şikâyetçi değiliz. Üstelik taşrada zaman daha bereketlidir. Büyükşehirlerde oradan oraya dolaşmaktan günün nasıl geçtiğini anlayamazsınız. Zihniniz iyice bulanır ve ruhunuz bunalır. Bizler taşralılar olarak kendimizi hayata daha yakın görüyoruz. Fakat bir de taşranın taşrası var. Oralarda yaşamak meşakkatli olsa da oraların da kendi içinde yaşattığı bir sıcaklık ve samimiyet mevcuttur.

Taşra, hayatın süsten ve her türlü makyajdan arınmış saf halidir. Acılar da sevinçler de adam gibi yaşanır orada. Taşrada yaşayanlar her türlü hissiyatla yüz yüzedir. Büyükşehirlerde bu duygu yoğunluğunu bulamazsınız. Soğuktur yüzü taşranın; fakat ruhu sımsıcaktır. Kasvetlidir taşların geceleri de, gündüzleri de… Yokluk kol gezer bu coğrafyada. Cömertliğiniz yokluğun çarklarında ezilir. Lanet edersiniz bu duyguyu taşıdığınıza.

Taşra, insanları acıların teknesinde gözyaşı katıp yoğurarak 'adam' kıvamına getirir. Taşrada yaşayan herkes biraz şair, biraz da yazardır kanaatimce. Yokluk ve sefalet insanı şair yapar bir noktadan sonra. Sıkıntılar, iç çekişler kafiyenin ahengine karışır. Taşralı, hayatın sıkıntılarını kitaplardan okumaz, bizzat yaşar; duygular olgunlaşınca da onu sayfalara döker. Bu coğrafyada hayat hüzün kıvamındadır. Fuzuli'nin deyimiyle bazen rüzgârdan başka kimse açmaz kapınızı. Böyle olunca iç dünyanıza tutarsınız sihirli aynanızı, iç sesinizi dinlersiniz.

Taşrada ilham perileri daha çok yoklar şairleri. Zira büyükşehirlerde olduğu kadar iş yoğunluğu yok taşranın ilham perilerinde. Çağırdığınız zaman şıp diye koşup gelirler ayağınıza. Sırtlarında bir yığın siyah beyaz düş taşırlar. Hakikatlerle yoğurursunuz düşleri…

Taşrada yaşayan şair merkeze özenir sürekli. Merkez demekle daha çok İstanbul'u kastediyoruz. Her şeyin olduğu gibi yazının da, şiirin de merkezi İstanbul'dur taşrada yaşayanlar için… Taşralı kalem erbabı bir gün İstanbul'a demir atmanın hesaplarını yapar durur. Oysa merkeze kayan kişi, zamanla farkında bile olmadan kendinden de uzaklaşır.

Şair ve yazar olmak için büyükşehirlerde yaşamak gerekmiyor şüphesiz. Globalleşen şair ve yazar, kazandığını sansa da aslında kaybediyor çok şeyi… Aidiyet sorunu yaşamaya başlıyor bu noktadan sonra. Zihni dağılıyor küresel çarklarda.

Vaktiyle hocam Nazan Bekiroğlu'ya Trabzonlu bir okuru "Sizi görmeye İstanbul'a geleceğim." diye bir mail göndermiş. Okuduğu kitapların yazarının yanı başında, Trabzon'da yaşadığını öğrenince hem sevinmiş, hem de bundan haberdar olmadığı için çok utanmış.

Şair ve yazar taşrada da büyüyebilir. Anadolu'da, taşrada, Trabzon'da yaşadığı halde Türkiye'nin çok sevdiği bir yazar konumuna yükselen sevgili hocam Nazan Bekiroğlu bu konuda gösterilebilecek en ciddi ve bariz örnektir kanaatimce. Birbirinden başarılı eserler yazan Bekiroğlu'nun şöhreti Trabzon sınırlarını çoktan aşmıştır. O isteseydi İstanbul'da, en iyi özel üniversitede hocalık yaparak büyük paralar kazanabilirdi. Ama o, dört yıllık üniversite hayatı dışında Trabzon'dan hiç ayrılmadı; bu kentten ayrılmayı bile hiç düşünmedi.

'Bütün iyi edebiyatçılar büyükşehirlerde, özellikle de İstanbul'da yaşar' anlayışını çürüten yazarlar az değildir. Büyümek için memleketini bırakıp İstanbul yoluna düşen şair ve yazarlara hiçbir zaman hoşgörü ve sevgiyle bakmadım. Ben de İstanbul'u çok seviyorum ama acı tatlı hatıralarımı bağrında saklayan doğduğum ve doyduğum bu toprakları; denizlerinin mavisine, Boztepesi'sinin heybetine, Kisarna'daki madensuyuna, çayına, fındığına kurban olduğum Trabzon'u hiçbir şeye değişmem. Trabzon bizim vatan Kâbe'mizdir, ilk göz ağrımızdır. Uzunsokak'ta bir nisan yağmuru altında ıslanmanın zevkini hiçbir şey veremez.

Boztepe'den kuzeye bakınca şiir gibi görünür bana adına ve şanına kurban olduğum gül yüzlü Trabzon… Ganita'da gün batımında güneşin son ışıklarının, masmavi suları öptüğü demlerde içtiğim tavşankanı çayın keyfini bana neresi verebilir ki? Denizden yeni çıkmış, pulları bile dökülmemiş hamsilerin tavada pişerken çıkardığı o ahenkli ses, bana yanık bir ney sesi kadar munis gelir. Horon tepen gençler bana Anadoluluk bilincini gururla yaşatır.

Günümüzde aslında taşra merkez ayrımı da pek kalmamıştır doğrusu. Çünkü bilgi ve iletişim teknolojileri mesafeleri iyice kısaltmış, adeta yok etmiştir. İnternet ağı bizi dünyayla birleştirmiş, bir örümcek ağı misali kentleri sarıp sarmalamıştır. Artık İstanbul ve diğer kentler bize uzak değil, hemen yanı başımızdalar. Onun için taşra-merkez lafları da eski geçerliliğini kaybetmiştir bu zamanda. Son günlerin moda tabiriyle "Bize her yer Trabzon…" Bana göre kişiyi yücelten yaşadığı yer değil, verdiği eserdir. Taşrada yaşadığı halde argo tabirle merkezi sallayan eserler veren kalem ustaları az değildir. Bizler bu topraklara aidiz. Alıp başımızı gitsek de başka diyarlarda buradaki gibi rahat edemeyiz. Bu toprağın yağmur sonrası saf kokusu, bu masmavi denizlerin tuzu besler muhayyilemizi... Kayboluruz büyük kentlerde; yalnızlaşırız, yabancılaşırız iyice... Keza büyükşehirlere yerleştikten sonra oralarda kalabalıklar içinde kaybolan ve aidiyet sorunu yaşayan kalem dostları az değildir.

Bilindiği gibi Türk edebiyatının en büyük kalemlerinin çoğu, çocukluklarını ve ilk gençlik yıllarını taşrada geçirmişlerdir. Daha sonra hayat onları geçim telaşıyla büyük kentlere, özellikle de İstanbul'a atmıştır. Necip Fazıl'ı, Cahit Zarifoğlu'yu, Sezai Karakoç'u, Abdürrahim Karakoç'u ve Bahattin Karakoç'u İstanbul değil, taşra yetiştirdi. Onların ruh toprağına taşranın bereketli yağmurları değdi öncelikle… 'Bin bir baharı saklayan Anadolu' onları hem şair, hem de adam etti. Taşrada aldılar ilk terbiyeyi ve ruh disiplinini… Şimdilerde Üsküdar'da yaşayan Ahmet Turan Alkan'ın adı Sivas'ta büyümüş, ülke sınırlarını bile aşmıştır. Daha bunlar gibi nice şair ve yazarlar vardır Anadolu'da… İyi ki de varlar.

Bence şairin ve yazarın nerede doğduğunun, nerede doyduğunun ve nereli olduğunun pek bir önemi yok. Şairler ve yazarlar insanlığın ortak sesidir. Barış, dostluk, hoşgörü, sevgi ve muhabbet elçisidir onlar. Kalem erbabı olan şair ve yazarlar yereli, yaşadıkları coğrafyayı aşabilme, dünyayı kucaklayabilme maharetleri ölçüsünce büyürler bence. Mühim olan şey ruhun neyle doldurulduğudur. Ruh neyle dolarsa dışarıya da onun rengi akseder. Merkezde yaşadığı halde taşra ruhuyla, taşrada yaşadığı halde merkez ruhuyla yazanlar az değildir. Siz nerede olursanız olun, iyi eser ortaya koyabiliyorsanız er geç okuyucu tarafından fark edilirsiniz. Hele bugünkü gibi sanal imkânların olduğu ve dünyayı kuşattığı bir zamanda…

Günümüzde taşra da teknolojinin imkânlarını fazlasıyla kullanıyor. Taşrada da kaliteli dergi ve gazeteler çıkarılıyor. Bunlara Kayseri'de çıkan Berceste'yi, Malatya'da çıkan Somuncu Baba'yı, Nida'yı, Van'da çıkan Beyaz Gemi'yi, Adana'da çıkan Ardıç Kuşu'nu, Elazığ'da çıkan Bizim Külliye'yi, Sivas'ta çıkan Aşkar'ı, Buruciye'yi, Sühan'ı, Rize'de çıkan Mavi Yeşil'i, Samsun'da çıkan Yolcu'yu, Sakarya'da çıkan Değirmen'i, Irmak'ı, Bilecik'te çıkan Kardelen'i, şehrimiz Trabzon'da uzun yıllardan beri çıkan Kıyı'yı, Tekne'yi, Mortaka'yı, örnek olarak gösterebiliriz. Bu dergilerin sayısını daha da artırabiliriz. Bu dergiler kıt imkânlarıyla kültür ve sanatta İstanbul dükalığına karşı gönüllü mücadele ediyorlar. Doğrusu çok da güzel dergiler yayınlıyorlar. Ya gazeteler… Onların sayısı daha da çok…

Hırçın bir delikanlıya benzetirim Trabzon'u ben… Uysal ve ürkek bir yaklaşımla bakmaz hayata.… Başa baş, dişe diş mücadele ederek bugünlere gelmiştir Trabzon ve onun içinde yaşayanlar… Dedikoducu kadınlara benzemez Trabzon; merttir ve serttir bu şehir... Fakat onurludur, gururludur, namusludur bu yürek kenti… Kabına sığmaz bu şehir ve onun içindekiler… Onun dilinden anlamak için onu besleyen kaynakları bilmelisiniz öncelikle.

Trabzon'da şair ve yazar olmak ne kadar zorsa, bir o kadar da keyif vericidir. Her şeyden evvel Trabzon'da şair ve yazarlara gösterilen ilgi azdır. Bu aslında sadece Trabzon'a özgü bir durum da değildir. "Marifet iltifata tabidir; müşterisiz meta zayidir." derler. Aydınlar da marifete iltifat etmede cimri davranıyorlar. Oysa bir eseri beğendiğinizde bunu o eserin yazarına bildirmek gerekir. Sevgi ve takdirlerimizi niçin içimize hapsediyoruz? Yerinde yapılan bir iltifat, muhatabının verimini artırır. Ne olur, duygularınızı içinize gömmeyin…

M.Nihat Malkoç
mnm61mnm@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


polygon@polygon.com.tr



<#><#><#><#><#><#><#>

YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Servet Yaylı


<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


öte(nazi)ye varış.

Yönümü bulamazken caddenin sukünetinde
Sokak lambalarının etrafındaki sinekler vızır vızır döne dursun saat yönünde
Belki benden önce varırlar öte(nazi)ye...

Fethiye Gölgesiz

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu



Polygon Web Studio


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"

Hatice Bediroğlu
"Düş Kuruyor Gece"

Cüneyt GÖKSU
Serpil YILDIZ

"KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

Merih Günay
"HİÇ"

Feride Özmat
"Yanlış Zaman Hikayeleri "

C.Eray Eldemir
"Uzak İklimler"

Temirağa Demir
"Edepli Fahişeler"

 
Nesrin Özyaycı
"ÖLMESEYDİ"


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

GOM Player 2.1.16.4613 / Windows / 4.48 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

VLC media player for Windows / V.0.9.9 / 16 MB
http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
http://www.7-zip.org/
Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Uygulama : Cem Özbatur
2002-09©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




You are my everthing
Santa Esmeralda









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20090527.asp
ISSN: 1303-8923
27 Mayıs 2009 - ©2002/09-kmarsiv.com