|
|
|
Editör'den : Tezgâhtar Fethullah Efendi!.. |
İyi haftalar,
Yok yok, başlıktaki bir Osmanlı paşası değil. Kendisi, memleketin son yıllarda yetiştirdiği engin şahsiyetlerden biri olup, şu anda Utah'taki sarayında oturmuş, ne etsem de Türkiye'nin dibine kibrit suyu eksem planları yapmakla meşguldür. "Tezgâhtar" lakabı bizzat benim tarafımdan, Türkiye üzerine tezgâhladığı oyunlar nedeniyle, verilmiştir. Kendisi de, İrticayla Mücadele Eylem Planı’nı “Kirli Tezgah” olarak nitelendirerek, lakabını hakettiğini göstermiştir.
Ne hikmetse, Nisan ayında rüyasına giren sakallı dededen etkilenmiş olacak ki, “Müminlere terörist muamelesi yapabilirler” “Çuvaldızı bile olmayan insanlara terörist damgası vurmak isteyebilirler” diye seslenmişti cemaatine, kurulduğu Amerikan malı sedirinden. Çakma tarafsız Taraf, genelkurmayda yazıldığı iddia olunan AkePe'den ve Fethullah'tan kurtulma eylem planını açıklayınca da, yemedi içmedi, bu sefer "Kim bilir; belki de düşünceleri kirli bir kısım kimseler, yaptıkları çirkinlikleri o müessese üzerinden yaparak ordumuzu karalamaya ve halkın nazarından düşürmeye çalışmaktadırlar..” diyerek cemaatini can evinden vurdu. Öyle ya, kendisinin orduyla ne alıp veremediği olabilir ki? Bütünüyle ele geçiremediği bir tek ordu kalmış sanki? Hem sonra cemaatin bir yere sızdığı falan yokmuş, zira “Bir milletin ferdi, millet için var olan müesseselere sızmaz; hakkıdır, girer oraya. Mülkiyeye de adliyeye de, emniyete de hariciyeye de girer.” diye fetvasını da vermiş. Üstüne üstlük, bizler de kör topal kazlarız, Fethullah'a gıpta eder, TSK'ya suçlu suçlu bakarız da, tüm bunların Utah'ta kurulu tesbih tezgâhından çıkma olduğunu görmeyiz. Allah senden razı(!?) olsun hoca efendi. Sen devam et beynimizi karartmaya olur mu?
...
Cuma günü sınav üreticilerini protesto etmiştim, belki hatırlarsınız. O eylemim artarak devam ediyor. Cumartesi günü, 11 yaşında, daha oyun çağındaki çocukların yüzlerindeki o sfenks suratları görüp te kinlenmemek olası mı? 11 yaşından sonra, hemen her yıl, aynı stresi yaşayacak bu çocuklardan nasıl bir verim bekliyoruz biz büyükler? İşte bizim küçük prens, pek parlak geçmediğini söylediği sınavdan sonra yaşadığı travmayı, bir gün önce eline aldığı üstün başarılı karnesinin tadını bile çıkaramamasını, sınavı bir ölüm kalım savaşı haline getirmesini görmezden gelmeye olanak var mı? Bunun adı zulüm, başka lafa gerek yok. Zaten yapboz tahtasına dönen bu sınav sisteminden bir an önce vazgeçilmesi, memleketin geleceği için gerek şarttır. Ben bunu bilir bunu söylerim. Herkese de huzurlu bir çalışma haftası dilerim. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Yaşamı Savunmak : Bertan Onaran KENTi KÖYE BAĞLAMAK |
|
Sevgili Kenan Demirkol'u bu dergi için kutladığımda: "Amacım, köyle kenti birbirine bağlamak abi", dedi. Doğrusu, bundan yalın, bundan gerekli ve yararlı bir amacımız olamaz. Akıl için yol bir derler ya, ben de yıllardır, çektiğimiz acıların, binlerce yıl öncesine dayanan köy uygarlığını, kasabadan geçip kente bağlayamamak olduğunu düşünürüm hep.
Şimdi gelin bu sözü birlikte açalım.
Biliyorsunuz, ağaçlardan inip meyvelerle, avladığımız öbür canlılarla beslenmenin yanına bire bin veren tahılı, tarımı katışımız kadınlarımız aracılığıyla bağladığında oradan oraya koşmayı, göçebeliği de bırakmış, küçük birimlere, köylere yerleşmişiz. Ve o dönemde henüz erkeğin kaba güce dayalı buyurgan egemenliği de bilinmiyor henüz; onun yerine yumuşacık, evrenin yapısına uygun anaerkil düzen var.
Derken erkek, döllemedeki işlevini algılayıp ayrımına varıyor, yavaş yavaş hem kadınlar, hem çocuklar üzerinde baskıya dayalı egemenlik kurmaya girişiyor. Ama bu değişim de henüz insanı doğaya saygıdan, kendisi dışındaki öbür bileşenleri koruyup kollamaktan uzaklaştırmıyor - bunun için barbar Avrupalıların gelip köklerini kazımaya giriştikleri 18. Yüzyıl ortalarında Küzey ve Güney Amerika'da yaşayan Kızılderilileri anımsayın.
Asıl büyük kopma ve yozlaşma, buharın ve onunla çalışan makinenin bulunuşuyla oluyor; o zaman zavallı çelimsiz insanoğlu, SEVİP SEVİNİP SEVİNDİRME'kle kolayca elde edeceği doyumun yerine, sanal bir erkin ardında koşmaya başlıyor, söylencedeki Zeus'luğa özeniyor, istediği an her şeyi yok edip yeniden yaratabileceğine inanmaya başlıyor, daha da kötüsü inanmayanları zorla inandırmaya girişiyor.
Bu öldürücü yanılsamanın temel araçlarından biri, biliyorsunuz para, öbürü de araba; birincisiyle iyiyi güzeli özlemek doğal hakları olan, ama kimi kurnaz açgözlü benzerleri tarafından yoksul ve yoksun bırakılmış insanları kolayca kandırabiliyor, satın alabiliyor, ve evrenin yapısına, mantığına aykırı işler yaptırabiliyor, benim deyişimle onu küresel harikiri'ye razı edebiliyor ya da zorlayabiliyor.
İkinci oyuncak, araba da para kadar tehlikeli: amipten bize dek uzanan, vazgeçilmez biçimde birbirine bağlı ve bağımlı halkları unutmamıza, bencilliğin doruğuna savrulmamıza yol açıyor: ömrü sınırlı, çevreyi kirleten, temel kaynaklarımıza onarılmaz zararlar veren, şimdilerde birbirimizi milyonlarla öldürmemize yol açan petrole tutsak oluşunun ötesinde, asıl önemlisi toplumsal dayanışmayı, imeceyi kökünden yok ediyor.
Zaman zaman bilgisayara iletiler geliyor: Avrupa yavaş kentler arayışına, uygulamasına geçiyor, diye. Boş, kandırmaca elbet. Öyle bir iki kentte arabaların sokaklarda dolaşmasını önlemekle, insanların eskisi gibi yayan dolaşmasını sağlamakla çözülür mü şu korkunç gidiş?
Temel sorun, asıl hastalık anamalcılık dediğimiz şeyin kendisidir: para için, parayla para kazanmak için yaşamaktır; insanın biricik ömrünü bu uğurda harcamak, harcatmaktır.
Çeşitli uluslardan bir avuç deli, dünyanın bütün parasına el koymuş, ellerindeki sesli, görsel, yazılı iletişim araçlarıyla hem karınlarını, hem beyinlerini aç bıraktığı milyarları korkutup sindirerek şu güzelim mavi gezegeni korkunç bir hızla yok oluşa sürüklüyor.
Oysa çözüm var, olası.
Çok sevip saydığım bir Fransız düşünür-yazarı, Henri Laborit, insan davranışlarının kökenini araştırdığı son yapıtında: "uygarlığı yeniden tanımlama zamanı geldi", diyordu. Belli ki yaşarken Küba'ya gitme fırsatını bulamamış, bu tanımlama orada yapılmış Fidel Castro önderliğindeki güzelim Küba halkı tarafından: insan emeğiyle yaratılan değerlerin çarçuru, talanı önlenmiş; hepsi yeniden topluma, ülke düzeninin ayakta tutulmasına yatırılıyor. Hem de kör ABD'nin, öbür anamalcı katillerle birlikte, yaklaşık 50 yıldır uyguladığı amansız, acımasız kuşatmaya, boğma girişimlerine eklenen her yıl en az bir tanesi, kimi zaman üçü tepelerine binen kasırgalara karşın.
Zorunlu olarak arabadan vazgeçince, eldeki özel taşıtları da ulaşımda insanlarla paylaşmaya, yolda bekleyenleri alıp yerlerine götürmeye razı edince, toplum yaşamında en küçük bir gerilim kalmamış; kimi zaman belki saatlerce bekliyorlar yollarda - bundan bütün dünyanın utanması gerekir aslında - ama yüzlerde en küçük bir öfke, şiddet belirtisi yok.
Buna karşılık, sağlığı, eğitimi, en tepedeki dağ köyüne, bırakın köyü, tek eve götürmüşler; o tek evde tek öğrenci varsa, başına bir öğretmen geliyor, evin çatısında güneş biriktireçleri var; elde edilen elektrikle bilgisayar çalışıyor; öğretmen gönderilmiş cd'lerle dersleri o biricik öğrenciye başkent Havana'dakilerle aynı anda, aynı hızda gösterip öğretebiliyor.
Atlı, bisikletli ya da yaya bir kız ya da erkek hekim, yanında gerekli bütün ilaç ve donanımla, her ay bütün evlere uğruyor; verilen bilgi ve sağaltım yetmiyorsa, en yakın sağlık kuruluşunda sıradan bir çiftçi Fidel'inkilerle tamı tamına eşit koşullarda, parasız olarak bakılıp iyileştiriliyor.
Televizyon kanalları, gazete, kitaplar, Fidel'in bildiklerini, hiç kesip saklamadan, köylü kentli bütün yurttaşlara ulaştırıyor. Dolayısıyla dünyamızın başına bela olmuş vebalılar ne yapıyor, ne diyor bütün yurttaşlar anında duyup öğreniyor; o yüzden, ille çıkıp şimdi zorunlu emekli Fidel' in konuşması gerekmiyor olup biteni anmaları için.
Küba'nın nüfusu 11 milyon; geçen yıl, tam 7 milyon kitap basılmış. Üstelik öyle fasa fiso, masal, fal, Herry Potter falan değil, adam gibi kitaplar.
Demek ki köy kente bağlanmış; daha doğrusu hepsi birbirine benzer, özdeş kılınmış. Aynı olanaklarla donatılmış.
Ve bunu yaparken, her alanda olduğu gibi, benzersiz Mustafa Kemâl Atatürk'ün yolunu benimsemiş, eğitimle üretimi atbaşı götüren, bizim Köy Enstitüleri'ndeki öğretimi benimsemişler. 50 yılda, hiçbir silahın, hiçbir donanmanın, hiçbir ordunun yenemeyeceği çelik gibi 4 kuşak yetiştirmişler.
Şimdi insanlığın önünde tek bir seçenek var: ya Küba'daki gerçek uygarlığa dört elle sarılmak, ya da yeniden bulutumsu olup evrene karışmak
Bertan Onaran
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
ALTI MI? ÜSTÜ MÜ?
Bugünlerde okuduğum bir kitapta şöyle diyordu yazar "düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatının altının üstünden güzel olmayacagını…"
İlk okuduğum da evet ya işte bu dedim. Neden bunu hiç düsünmemiştim? Uzun sürmedi tabiî bu heyecan. O kadar kural, hayatın, düzenin ve çevren. Bunların hepsini bir kalemde alt üst edeceksin. Oyle kolay mı, dur bakalım orada bir kere. Bakalım etrafındakiler istiyor mu alt üst olmayı. Hem de ne için? "belki" ile başlayan bır cümle yüzünden. "Belki hayatımın altı üstünden güzeldir." diye. Nasrettin Hoca'nın göle yoğurt maya çalması misali.
Keşke seçtigimiz hayatları yasayabilseydik. Evet seçtiğimiz diyorum çünkü çoğumuz seçtigi hayatı yaşadıgını sanıyor. Oysa ki hepsi yaşadığımız dünyanın üzerimizde kurduğu acımasız baskıdan ibaret. Kimse itiraz etmesin. Düşünsene, Ali iyi para kazanmak icin seçmedi mi hukuk bölümünü. Halbuki ufacık balkonunda çıcekleriyle uğraşırken ne kadar da mutluydu… Arzu lise aşkıyla neden evlenmedi? Sırf daha rahat yaşamak uğruna degil mi içinde kabuk bağlasa da arada bir kanattıgı yara… Ya Ebru? Egoları degil mi onu bu hale getiren? Hayat felsefesi dedigi kariyeri yüzünden ertelemiyor mu içindeki anne olma güdüsünü? Yok, öyle reklamlarda ki gibi, çocuk ta yaparım kariyer de demek yetmiyor.
Bütün bu hayatlar, hatta sayamadıklarım seçtiklerimiz mi yani şimdi? Diyelim ki öyle, peki nedir bu mutsuzluk hali? Haydi bakalım kalk ayaga, kendi düşen ağlamaz demezler mi adama?
Haydi bu hayatları alt üst edelim. Var mı cesareti olan? Ne dersiniz mutlu olurlar mı!…. Yok işte olmadı, yine böyle devam edecek. Dilimizde bir keşkemiz hep olacak… Buna rağmen hepimiz bazı sabahalar defolup gitsem buralardan diyecegiz.
Ben mi? Ben en son bu sabah dedim defolup gitsem diye.
Niye mi kaldım? Aklıma bir şarkı geldi de. (bahanesi cok : )
Sevgi Köseren
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : M.Nihat Malkoç TRABZON SANATEVİ 1. SANAT GÜNLERİ |
|
Trabzon bir kültür, sanat ve medeniyet şehri… Tarihî önemi büyük… Karadeniz'in incisi Trabzon… Denizin mavisi, kırların yeşili bir tabloya dönüştürmüştür bu şehri… Siz bakmayın kentin dağınık yapısına, Trabzon'un insanı bir araya gelmesini de bilir çoğu zaman.
Trabzon'da kültürün, sanatın ve edebiyatın güçlü bir altyapısı var. Bu altyapı üzerine güçlü üstyapılar kuruluyor son yıllarda. Bu üstyapılardan biri de Trabzon Sanatevi'dir. Bu kültür, sanat ve edebiyat kurumu Trabzon'un Zeytinlik mevkiinde, eski vali evinde hizmet veriyor. Birçok kültür, sanat kuruluşu bu çatı altında bir araya gelmiş. Bunlar Çağdaş Yazarlar ve Sanatçılar Derneği, Femin-Art Trabzon Kadın Sanatçılar Derneği, Trabzon Fotoğraf Sanatı(Foto-Forum) Derneği, Karadeniz Yazarlar Birliği Derneği, Karikatürcüler Derneği Trabzon Temsilciliği, Karadeniz Plastik Sanatlar Derneği, Trabzon Liselerinden Yetişenler Kültür ve Dayanışma Derneği, Trabzon Müzik ve Halkoyunları Gençlik ve Spor Kulübü Derneği, Türkiye Yazarlar Birliği Trabzon Şubesi, Trabzon Şehir Tiyatrosu Derneği diye sıralanıyor. Bu güzide kültür, sanat ve edebiyat dernekleri Trabzon Sanatevi bünyesinde "Trabzon Sanatevi 1. Sanat Günleri" adı altında kapsamlı bir etkinlik düzenliyor. Bu yılki etkinliğe 1. Sanat Günleri dediklerine göre bu etkinlik her yıl tekrarlanarak gelenekselleşecek.
Uluslararası Karadeniz Tiyatro Festivali, Uluslararası Karadeniz Oyunları, Kitaplı Hayaller Vadisi 1. Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Günleri'nden sonra Trabzon Sanatevi'nin de 05-13 Haziran tarihleri arasında böyle bir etkinlik düzenlemesi "Acaba Trabzon görkemli kültür-sanat-edebiyat mazisine mi dönüyor?" sorusunu akla getirdi. Bu sual biraz da heyecanlandırdı bizi. Yakın geçmişte şehrin üzerinde kümelenen kara bulutlar çoktan dağıldı. O bulutların yerini parlak bir kültür-sanat güneşi almış durumda. Tarihî kentimiz Trabzon'a da bu yakışır doğrusu… Trabzon bunun gibi güzel faaliyetlerle ülke gündemine gelmelidir.
"Trabzon Sanatevi 1. Sanat Günleri" 05 Haziran 2009 Cuma günü Halkoyunları gösterisiyle başladı. Protokol konuşmalarının ardından sergi açılışları gerçekleştirildi. Trabzon Sanatevi'ni tanıtan sunum gösterildi. Bunların ardından kokteyl verildi. 06 Haziran'da Fazıl Çelik, Mustafa Reşat Sümerkan, Kadir Şişkinoğlu, Şükran Üst ve H. Nurcan Yazıcı'nın katıldığı "Görsel Kirlilik" konulu panel gerçekleştirildi. Karikatürcüler Derneği Trabzon Temsilciliği tarafından Adnan Taç ve Bülent Sümer'in katıldığı "Karikatürde Bir Ziya" kitabının imza günü yapıldı. Trabzon'un uluslararası üne kavuşmuş karikatüristi Ziya Ramoğlu'nun sanat yaşamının anlatıldığı söz konusu kitabı Adnan Taç ve Bülent Sümer hazırladı. Bu kitap bir vefa duygusunun somutlaşmış hâli olması açısından önemlidir.
07 Haziran'da ise Trabzon'da çekilen Türk filmlerinden biri olan "Elveda", meraklısı olan sinemaseverlere gösterildi. Aynı gün Zekeriya Saka "Ten ve Ateş" adlı son şiir kitabını okurları için imzaladı. Daha sonra "Karlı Dialar" saydam gösterisi yapıldı. 08 Haziran'da Karadeniz Plastik Sanatlar Derneği adına Selman Uzun tarafından hazırlanan "Bir Anıtın Öyküsü" belgeselinin gösterini yapıldı. Aynı günün akşamı Trabzon Şehir Tiyatrosu "Dış Ses" adlı oyunu tiyatro severlere sundu. 09 Haziran'da ise Sürmene'de çekilen; başrollerini Hakan Balamir ve Hülya Avşar'ın oynadığı "Üç Halka Yirmi Beş" filminin gösterimi yapıldı. Aynı gün Haydar Çoruhlu "Karartma Yalnızlığı", İlhan Sağlam "Damla", Necip Saraçoğlu "Gül'e Hasret" adlı son şiir kitaplarını okurları için imzaladılar. 10 Haziran günü Trabzonlu şairlerden Ömer Turan ve Mehmet Kuvvet tarafından "Şiir ve Edebiyat" konulu söyleşi gerçekleştirildi. Akşamleyin ise İlhan Barutçu Ney Dinletisi sundu musiki severlere… 11 Haziran'da Trabzon'da çekilen filmlerden "Firari Âşıklar" gösterildi. Aynı gün "Tanzimat'tan Cumhuriyete Trabzon Edebiyatında Portreler, Olaylar ve Kuruluşlar" adlı sunum araştırmacı- yazar Hüseyin Albayrak tarafından gerçekleştirildi. Ardından "Kar" adlı saydam gösteri yapıldı. Akşamleyin Şehir Tiyatrosu "Zamazingo" adlı oyunu sundu tiyatro severlere.
Trabzon bir hafta boyunca sanatla yattı kalktı. Emeği geçenlere teşekkür ediyoruz.
M.Nihat Malkoç mnm61mnm@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
AĞRI
O günden sonra kuracak güzel bir cümlem olmadı hiç
dünya için. Rüyalarım tüller ve silahlardan bu yana sisli.
Kıvrılıp giden dalgın bir yol, yolda eski bir taş,
Limanda bağlı bir tekne, yosunlu bir halat gibi durdum.
Uzağımda açık denizdi o yürüdü gitti.
Ben kıyıda ıssız bir ev, ince boğazda gıcırdayan tahta iskele,
iskelede bir lastik, az ilerde turuncu bir şamandıra,
İçimde kuzeyden bir hatıra aksiyle durgun suya vurdum.
Bir siyah beyaz kare içinde, hepsi hepsi bir hatıra işte
Bıraktın, unuttum, unutuldum.
Seni kırdığım yerde beni de kırdılar,
Ben hiçbir cümleyle ağlayamam artık seni.
BİRHAN KESKİN
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.16.4613 / Windows / 4.48 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.0.9.9 / 16 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|