Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 8 Sayı: 1.656

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 16 Haziran 2009 - Fincanın İçindekiler


  • BİZ HARİKAYIZ ! ... Ayşegül Erden
  • ŞARAP KOKUSU ... Deniz Marmasan
  • BİR TAVASSUT HİKAYESİ ... Erkan Sezgin


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Bol Bul Bulmacalar, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Yavuz hırsızlardan, sudaki ayak izlerimize!..


    Merhabalar,

    Yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış. Savcılığa suç duyurusunda bulunacaklarmış. Ak kaşık kara çaldığı TSK'den hesap soracakmış. Al işte, Genelkurmay "Bizimle ilgisi yok." dedi. Şimdi, kimi şikayet edeceksiniz? Siz şikayetten anlar mısınız? Kulaklarınızı açar dinler misiniz? Duyduklarınıza önem verip inceler misiniz? Ayyuka çıkan feryatları duyar mısınız? Şimdi kalkmış, kendi tencerenizde pişen çorbaya kaşık çalma peşindesiniz. Yemezler. Hele önce siz bir aklanın, sonra hesap sorun. Tabi soracak takatiniz kalırsa.

    Böyle ipe sapa gelmez, bizleri dangalak yerine koyan belgelerle iğfal edilen gündemi şimdilik bir kenara koyup, bugün şans eseri rastladığım bir çevre programından söz edelim isterseniz. "Sudaki Ayak İzim". Gittikçe azalan su kaynaklarının verimli kullanılması adına yapılan saygın bir çalışma. Herşeyden önce, su kullanımının sadece son merhaledeki kullanımla kısıtlı olmadığını, bir ürünün tüm üretim aşamalarında kullanılan suyun o ürünün sudaki ayak izleri olduğunun farkına varıyorsunuz. Farkındalık çok önemli. Biliyoruz ama ayırdında değiliz. Bir fincan kahve için bir fincan su harcadığımızı düşünüyoruz ama o kahvenin yetişmesi için kullanılan suyu unutuyoruz. Oysa çevre bir bütün. Ve tam bir havuz problemi. Havuzun bir köşesindeki delik tüm havuzları etkiliyor. Örneğin, şu an için Türkiye'de adam başına su tüketimi yıllık 1615 metreküpmüş. Eğer sizin ayak iziniz bu rakamı aşıyorsa, bilin ki çocuklarınızın suyundan çalıyorsunuz. Konu ile ilgili web sitesinde kendi ayak izinizi de hesaplayabilirsiniz. Bu su işi gerçekten çok önemli. Tüm veriler gelecekte savaşların su için olacağını gösteriyor. Oysa biraz dikkatle bu savaşı olabildiğince geciktirmek elimizde. Kendimiz için değilse bile çocuklarımız için "Biraz daha dikkat".

    Tesadüf bu ya, tam bu konunun üstüne bir video linki aldım. Elalemin sudan tasarruf için neler icat ettiğini görmek için ideal. Siteyi zayaret edip ilgili videoyu seyredebilirsiniz. Dilerseniz icatlarını satın da alabilirsiniz. Yalnız ben eminim, şayet bir gün şu başımızdaki abukluklardan arınıp huzur içinde yaşamaya başlayabilirsek, bizden ne mucitler, ne icatlar çıkacaktır. Yeter ki birileri gölge etmesin. Hoşçakalın.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Ayşegül Erden

     Eski Dost : Ayşegül Erden


      BİZ HARİKAYIZ !

    İstatistiklere göre, bizim ülkemizde yazar/yorumcu bolluğu var! Şimdi bu sonuç bizim kültür devrimini gerçekleştirmiş bir toplum olduğumuzun ifadesi sayılabilir, tabi iyimser pencereden. Hatta çok seslilik demokrasi devrimini gerçekleştirmiş bir ülke olarak bile yorumlayabiliriz kendimizi! Kendimizi diyorum, çünkü başkalarının ne dediği, başkaları eğer komşumuz değilse, komşudan kasıt asla ve asla komşu ülke değil elbette, Ayşe Teyze'ler sözettiğim, bizi pek ilgilendirmez.
    Biz Türküz!
    Onlar gavur!
    Bize ne yahu elin gavuru bizim için abuk subuk konuşsa? Bize bir şey olur mu? Olmaz!
    Neyse bu konuyu bir yana bırakalım, gelelim ülkemiz şanlı gerçeklerine!

    Çok yazıldı, çizildi diye hiç burun kıvırmayın lütfen. Bir futbol maçını on iki ayrı yorumcudan dinlemeden anlayamıyorsak, bırakın yüzonikibin kezde yazılmış olsa, kendimizi anlatmaktan, kendimizi yorumlamaktan, ona buna sataşıp kendimize dokundurmadan, ama illa ki... illa ki dedim de, reklamlar konusunuda es geçmemek lazım diye düşündüm birden. Hani çocuğunu "illaki bilmemne sucukkk" diye bağırtıp çayıra çimene salıveren, çocuğu dönene kadarda mangalda ne varsa lüpleten şu, bizim örf ve adetlerimizi yerle bir eden, ceketini satıp çocuğunu okutacak fedakar baba modeline, "acaba benim babamda bir problem mi var?" diye şüpheyle bakmamıza neden olan baba örneğinden tutalım da... yok, yok o babası kapıdan çıkarken yeşil süper adamın pencereden girdiği reklam devirleri gerilerde kaldı, onlar artık popülaritesini kaybetti, bilgisayar güneş giren girmeyen her eve girdikçe kapıdan bacadan evin orta yerine damlayan adamlar öykülerine inanmaz olduk, bunlar hep o cin aletinin marifetleri, buyrun bir devrim daha, teknoloji devriminide çözdük, kepek ve temizlik sorunlarını da aştık çok şükür, şimdi gündemde sağlık ve hijyen...

    "Kalp sağlığınız için hangi margarini tercih ediyorsunuz?" sorusunu aniden soran adamdan gözlerimizi kaçırıp, suçlu suçlu hangi margarini yememiz gerektiğini düşünürken, buyrun... "Artık mutfakta, banyoda kullandığınız babaannem model temizlik bezlerine son! Kullan at..." , bizim kuşak tahret bezinden tuvalet kağıdına, hidrofil pamuktan kanatlı pedlere geçerken baktığımız gibi saf saf bakmıyoruz ekrana artık neyse, çünkü bizim hijyen kurallarına çok önem verilmesi gerektiğini öğreten bir başka programımız var; Yemekteyiz!

    "Olmuyor ama Ayşanım, yemeği tattığınız kaşığı yeniden yemeğe daldırmanız hijyen kurallarına ihanet değil de nedir?" diye, yılların mutfak geleneklerini bir anda yerle bir ederek, "Allahım ben bugüne kadar ne hatalar etmişim, çoluk çocuğu nasıl mikrop içinde büyütmüşüm, bunlar nasıl olduda yaşıyorlar hala?..." türü düşüncelerle ev hanımlarını, Susurluk kazasına neden olan o hain kamyon şöförünün duyduğu suçluluktan çok daha fazla manevi kederle yerlebir eden, o tok sesin sahibine milletçe ne çok şey borçluyuz!

    Sağlığımızı geri kazandık!

    Artık annelerimiz salatayı, köfteyi elle harmanlamıyor, onun hijyenik eldivenleri var, yemek tattığı o salyası karışmış mikrop yuvası kaşıkları asla bir daha kullanmıyor, yüzünde vatana millete karşı vazifesini en doğru şekilde ifa etmiş bir komutan gururuyla oturuyor sofradaki sandalyesine!

    Minnetarız!

    Gerçi hala sağlığımız için, hangi dondurulmuş gıdayı tercih etmemizin doğru olduğunu, binbir çeşitle piyasaya sürülen sağlıklı gıda maddelerini en uygun koşullarda hangi banka kartıyla taksitle alabiliriz... gibi soruların yanıtını daha tam olarak bulamadıysakta, inancım odur ki, gelecek nesil bu konuda hayli şanslı! Bekle bizi NBA! Çokdeğil 15 yıla kalmaz, omega yağı ile kızartılmış balıkları yiyip, hijyen kuralları ile ellerini yıkadıktan sonra, Kadıköy İskelesi'nde kendisini sobeleyen diş doktorunun önerdiği içinde bilmemkaç faktör barındıran diş macunu ve bir başka, konunun en bir uzmanı doktorun önerdiği üç ayrı işlevi olan diş fırçası ile dişlerini mikroplardan arındıran, aman bu arada bu kişi karanlıkta aniden karşınıza çıkarsa sakın ola korkmayın, parlayan sadece dişleri, hatta bu ışıktan yararlanıp, elektrik tasarrufu yapabilirsiniz, gülümsemesini sağlarsanız gazetede uluorta okuyamadığınız ama içinizde ukte kalan cinselliğin duayeni sayın Dümen'in, "Yavrum bu işte bir iş var, seninkinde daha çok iş var, yeter ki sen iste, ama isterken komşunun tavuğuna kış diyebilmeyi iyice belle, unutma işleyen demir pas tutmaz, pas tutarsa çaresi yine bende..." türünden bilimsel yardımlarını aydınlatıp, okuyabilirsiniz... ee nerde kalmıştık? Bak fantazi dünyasına girince aklımızın dumur olması sorununu hala çözemedik, konu buraya dayanınca ne dediğimizi unuttuk!

    NBA bekleyedursun, konu hassas!

    Yüksek dağların tepelerinde sevişilemediği bilimsel gerçeğini, bizzat Himalaya'ların zirvesine kadar çıkarak deneyen ve gerçekten başarısız olunduğunu kanıtlayarak, bu çok önemli gerçeği bir kısım medyayı ayırt etmeden itiraf eden, halkının seks problemlerinin çözümüne katkıda bulunan sayın Ayşe Arman'ı bu noktada anmamak, kendisine saygısızlık olacağından, bu önemli fantaziye yer verelim!

    "Halime! Yeter artık tavana bakıp debelenip durduğun! Aş kendini biraz! Seks hayatımız senin her renk çiçeği barındıran geceliğinle çözümlenemez! Kalk çabuk giyin, gidiyoruz!"

    Bu arada kısa bir arayla, sorunların analizi, çözümlenmesi olayı konularında yine engin ve derin bilgileri ile bizleri her hafta ekranlara kitleyen, ekranlardan taşarak sinema perdesinden diziyi izlemeyen izleyicilerle buluşan, kardeşimiz Kurtlar Vadi'sinin Muro'suna binlerce teşekkürler. Kozmos seni korusun, sömürülen halkın yılmaz devrimcisi! Filmde aşık olduğun kadının bir demirperde ülkesi vatandaşı olması, Rus hatunlarını koklayan, koruyan Karadeniz erkeğinin yediği haltı eşe dosta övünerek anlatmasına vesile olmuş, yuvası yıkılan saf Türk kadının ağlama triplerinin anlamsızlığı sayende yerini bilimsel gerçeğe bırakmıştır. Nur ol kardeşim!

    "Nereye Bey? Dellendin mi? Ne çekiştirip duruyosun?"
    "Dellendim len! 9.5 hafta vizyondan düşeli 9.5 yıl oldu, hala bir fantazi geliştiremedik! Yat yatağa bak tavana modeli yetti! Kalk gidiyoruz!"
    "Dur allasen, çekiştirip durma. Nereye gidiyoruz gecenin kör karanlığında?"
    "Yüksek yüksek tepelere ev kuracaz!"
    "Ne tepesi bey? Ne evi?"
    "Yürüsene kadın! Ay ışığında yıkanıcaz, sevişecez, inliycez! Heyyttt, var mı ötesi? Zirveye çıkıp doruğa erecez! Tepelerde sevişecez, var mı böyle fantazi, hey yavrum heyyy, ne adamım bee?"
    "Hahhhayyy, çıkalım tepelerede sen kağıt kalem almayı unutma yanına!"
    "O niye kız, sende değişik fantaziler mi var yoksa?"
    "Ne fantazisi cahil! "Benimkine olan oldu, akan sular birden durdu" diye mektup yazacan zirveden düşerken dümenciye!"...

    Fantazileri dondurmalarla, çikolatalarla beslemek ve desteklemekte bizim kültürümüze reklam filmleriyle girmiş bilgilerdir örneğin. Elin hatunu bir çikolata uğruna erkeğin peşinden gidince, bu tip reklamlar bizim milli kültürümüze daha bir denk düşen sakız reklamlarına ilham kaynağı olmuş, zevkin zirvesinde, kulağının dibinde birden patlayan balon sesiyle nirvanaya eren erkek modelinin, bu hızla gidersek, reklamlarda yer alması kaçınılmaz olacaktır. Demedi demeyin! Demedim mi dedirtmeyin!

    Nereden nereye konu başlıklı yazılarada sıkça rastlarız gazetelerin bir köşe yazısında. Yani bizim hep övündüğümüz anlı şanlı, sobalı, sopalı bir geçmişimiz vardır. Günün teknolojik aletlerini büyük bir beceri ve başarıyla kullanan çocuğumuzla övünürüz ama bir yandanda illa ki, anneannelerimizin kızgın soba üzerinde demlediği çayın kokusunun, közlediği patlıcanın kokusunu hiçbir şeye değişmeyeceğimizden dem vururuz. Yani hep bir nostalji kasırgası ruhumuzu esir almıştır, ama nedense hiçbirimiz anneannelerimizin o sobayı tutuşturabilmek için çektiği güçlüklerle belinin kaydığından, ah edip inlediğinde ataerkil dedemizin "sus be kadın, bunlar senin işin" diye bir tepikte kendisinin vurduğundan sözetmeyiz bile. Yaşasın kalorifer diyorum da başka bir şey demiyorum aslında ben, icat edeninde ellerinden öperim anamı bu meşakkaetten kurtardığı için! Zaten çaylar çoktan poşete girdi, patlıcanlarda közlenmiş durumda kavanozlar içinde marketlerde yerini aldı bile! Kokusunun burnunu sızlattığı kuşakta Karacahmet'e son yolcularını uğurlamakta bugünlerde. Kurtuluyoruz soba üstü kestane muhabbetinden sonunda!

    Kilitli kapıları selofonla açmak, para ya da jetonla çalışan makinalardan toka, çakı gibi aletlerle bedavadan yiyecek içecek edinme alışkanlıklarımızı es geçiyorum, bunlar artık "Pratik Yaşam Taktikleri" adlı bir kitapta toplanmayı hak edecek kadar çoğaldılar, bu işi konu uzmanlarına bırakıp, onlara haksızlık etmiyorum!

    Ama bir özelliğimiz var ki, bakın bundan gerçekten çok söz edilmedi, ben de git gel Üsküdar/Kabataş vapur iskelelerinde sıkça tanık oldum bu özelliğimize; acaip bir kavgacılık ve yine aynı şekilde acaip bir yatıştırıcılık ruhunu aynı anda besliyoruz içimizde!

    Diyelim iki kişi ağız dalaşı yapıyorlar, bu bizi asla tatmin etmez! Sorun radikal yoldan çözümlenmeli ve kuvvetli olan taraf bu münakaşayı kazanmalı mantığıyla, gaza getirici slogan, olayı izleyen ve giderek kalabalıklaşan grup tarafından "vur vur…" başlatılır. Eh izleyici bol, reyting tavan yapacak, vurulmaz mı bu durumda? Şakşaklar eşliğinde, Ata sporumuz, içine birazda filmlerden öğrenilmiş yabancı kökenli sporlar eklenerek amatör bir şekilde başladığıda, izleyicilerden çıkan mutlu uğultuyu duymamak imkansız gibidir. Ta ki, taraflardan birini yakını, bu genellikle manitadır, kavgacı asi ruhlar kız arkadaşları için "manita" tabirini kullandıkları için diyorum bunu, "yardım edin, yardım edin, öldürecekler birbirlerini…" diye çığlıklar atarak sahneye çıktıklarında, az önce "vur vur" nidalarıyla ortalığı inleten ateşli izleyicinin kavgacı ruhu yerini birden yatıştırıcı ruha teslim eder, ve bu kez, "yapmayın evladım, durun değmez…" sloganlarıyla, kavga edenler ayrılmaya zorlanır. Bu kısım yabancınız değil, farkındayım, ama burada üzerinde özellikle düşünmenizi istediğim nokta, iki zıt düşünceyi aynı anda taşımamız özelliğidir, ki pek çok konuda kendisini çok farklı şekillerde göstermektedir.

    Çünkü bizim yazarımız/çizerimizin bol olması, çok okunması, vatandaşların bilinçlenilmesi anlamına ne yazık hiç gelmez!

    Çoğu okunmazda zaten, bir okuyanın algılandığından yararlanılır genellikle, ve sonuç oy sandıklarında milletçe her zaman, vatandaşlık görevimizi en iyi şekilde (!) yapmamız sonucuyla kendini göstermektedir! Kararsızlara hep hayran olmuşumdur, onları "bi halttan anlamaz, dünyadan bihaber" kişiler olarak suçlayanlara karşın! Napsın adam, çevresinde bin türlü türkü tutturmuş kişiyi dinleyip, kararını en sonunda verecek işte. Artık hangi ses daha baskınsa!

    Şimdi nerden çıktı bu ciddi sosyoloji/psikoloji saptamaları, hep bildiğimiz halde, hep bizi eğlendiren bin türlü olayı yeniden irdelemek varken oy sandıklarına giden vatandaşın sosyopsikolojik durumunun araştırması… itirazına saygı duyarak, birkaç konuyu daha gündeme getirmek istiyorum. Ama bu arada, beni yıllardır güldüren sevgili Hakan ve Utku'nun, o yıllarda ülkemize gelecek olan sihirbaz Copperfield'e gelmemesini yazdıkları mektuptan bir alıntı yaparak;

    "Sen zahmet edip buralara hiç gelme David abi. Şapkadan tavşan çıkarma numarasını biz Türk Milleti hiç yutmayız. Biz bir sandıktan bir arı, bir at çıkardık, yetmedi yanına birde kurt ekleyip onuda çıkartabilmeyi başaran bir milletiz!"

    Vefalıyız deriz ama aslında bu da sadece laftan ibarettir! İlk gençliğimizde, dolgun göğüslerini, perdeden fırlayacakmışcasına gözümüze sokan, yürüdükçe uzun şifon eteğinin yırtmacından bacaklarını cömertçe sergileyen, rüzgarda sarı uzun saçlarının yarısı yüzünü kapatan ama görünen yarısından ıslak aralık dudaklarıyla adeta "gel" diye fısıldayan Banu Alkan Hanımefendi'nin, cinsel düşlerimizin gelişimine katkılarını, hatun az biraz yaşlanıp, yağ bağlayınca, "gel" diyen gizemli sesi "neremi, neremi" derken çatallaşıverince unutup, zindanlarda çürüyesice şerefsiz katil Apo'nun yanına kodese yollamayı falan filan hayal ederiz ceza olarak, ve buna kahkahalarla güleriz!

    Ne güzel komşumuzdun sen Fahriye Abla… dizeleri muhtemelen bu yıllardır süregelen Türk vefasızlığı sonucunda yazılmıştır, ki komşu ablaların adı sıkça değişmektedir!

    Şartlanmış tutkularımız vardır ki, gözümüzde at gözlüğü falan filan hakgetire değil, kör kör bakarız olaya!
    Koyun bi Galatasaray'la bir Fenerbahçeli'yi yan yana, izletin derbiyi 90 dakika, artıları saymıyorum bile çünkü 9 dakika bir arada tutabilirseniz Guiness rekorlarına adaysınız!
    Diyelim bir Fenerli çelmeyi taktı, Galatasaraylı ceza sahası içinde düştü!
    Bariz penaltı!
    Hee bariz penaltı! Kime göre? Galatasarlıya göre! Fenerli, kendi takımının futbolcusu rakip takımın futbolcusunu el ense kündeye getirip tuş etse, görmez!
    Keza tersi olsa, Galatasaraylı'da görmez! O asla faul değildir, hatta hiç istemeden geçerken ayağı kaydığı için rakibe çarpmış düşürmüştür!
    Tribünler ayağa kalkınca asıl terler kime basar biliyor musunuz?
    Hakeme!
    Napsın şimdi zavallı? Bir rivayete göre hakemler maça giderken evde analarının elini öpüp, "aman anacım dua et, futbolcu kardeşlerim yanlışlıkla birbirlerine dokunmasınlar,düşmesinler, bir düdük çalımına kurban olup cinsel kimliğim zedelenmesin!" diye dua ettiriyorlarmış.
    Ben hala şüphedeyim hani şu son günlerde gündeme bomba gibi düşen eşscinsel hakem kardeşimizinbu tercihinde etkin rol kimin diye?
    Futbol dünyamızın bilirkişisi uzman kişilik Sayın Ahmet Çakar bile, önceleri, köşesinden "Olamaz, erkek hamamında erkek tellak olabilir, caizdir, orası kapalı bir mekandır, ama futbol dediğin binlerce kişinin karşısında oynanan bir spordur, yakışık almaz, gençlerimiz bu inbeden kötü etkilenebilir, başımıza elma yerine armut düşebilir, ayının hası armudu kapabilir…." , diye hiddet ve şiddetle karşı çıktığı zatımuhteremle kameralar karşısında 2 saatlik sohbetten sonra çark edip adamın haklarını korumaya kalkışmadı mı? "Dinledikçe sana ısındım canım kardeşim." Diye tehlike arz edecek beyanı yapmadı mı? Yapma Hocam, 9 kusurlu harekete 1 kusurda sen ekleme durduk yerde! Hem bu öyle böyle kusur değil! Seyirci egosuylada oynuyorsun farkında olmadan…

    Teknolojik gelişmelere pek katkımız olmasa da, katkısı olanlara saygı duymak, hatta yarattıkları her yeniliği, bilirkişi edasıyla onaylamakta bizim vazgeçilmezimizdir.
    Bu yaşımıza kadar fotoğraf makinesı dendiğinde; "objektif, deklanşör" terimlerini sıralamayla kendimizi kültürlü kişiler sınıfına sokarken, bu meret öyle gelişmeler gösterdi ki, objektifin yerini arar olduk!
    Artık oğlumuza sünnet hediyesi olarak teknolojik bir alet hediye edeceksek, satıcının bitmez tükenmez özelliklerini, çok anlarmışcasına kafamızı bir aşağı bir yukarı sallayarak, hatta abartarak arada bir kaşımızı kaldırarak dinleyerek, arada "tam aradığım bu" edasıyla, aslında bi halt anlamadığımız halde, hatta bizi ilgilendiren tek özelliğinin
    fiyatı olduğu gerçeğini bir an için unutarak, " Bu olsun, aslan oğluma en iyisi olsun!" demiyor muyuz? Sonra anlat analatabilirsen çocuğa aletin özelliklerini! Ama nasılsa kullanım kılavuzu var ya… Kullanım kılavuzu değil, havuz problemlerini gölgede bırakan, bana göre, "anlayabilirsen alnından öperim!" sözleriyle bitmesi gereken çok bilinmeyenli denklemler kitabı mübarek, ama var sonuçta. Bence bu kitapların sonuna, şu bizim milli el hareketimizi resmeden bir fotoğraf koymaları da çok yerinde olur ya neyse…

    Nasıl demiştik başta?

    Yazarı, çizeri bol bir ülkeyiz, ama okumayanıda bol bir ülkeyiz ki, onlarca kez yazılsada, anlatılmaya çalışılsada, bazı özelliklerimizin ne yanlışlığını anlayabiliyoruz, ne de düzeltebiliyoruz!

    "Bizi biz yapan özelliklerimiz bunlar!" diyerek, uçağa binerken el çantamızın ağırlığının bagaja verdiğimizin ağırlığından fazla olmasına kıs kıs gülüyor, "abi evde bekleyen hasta çocuğum var, sıranı bana versen…"vsvs duygu sömürüleriyle, başkalarının haklarını gasp etmeyi uyanıklıktan sayıyor, yıllardır tatmin sorununu halledemediğimiz için zavallı hayvanları bu gem vuramadığımız arzularımıza alet etmeyi, ya da kendi anamız bacımız olmayan her hatunun potansiyel verici olduğunu varsayarak toplu taşıtlarda onları taciz etmeyi en kutsal hakkımız görüyor, rüşvet almadan iş yapmayı akılsızlıktan sayıyor, ama bizden rüşvet isteyeni dolandırıcı olarak niteliyor, üstüne üstlük adamın şerefine, namusuna dümdüz gidiyor, haberlerde kulağımıza çalınan iki siyasi haberle tuttuğumuz partiyi belirliyor ve onun en ateşli taraftarı oluyor, takımımız maç kazanırken, aniden gelen zamlarla hiç ilgilenmiyor, ama kaybederken gelen zamları koyanlara hayalimizde koyuyor, hiçbir hükmü kalmamış 1 Lirayı yiyecek içecek makinalarından sakınıyor, sadece kendi ülkemizde değil, bu marifetimizi uluslar arası dolandırıcılık tarihine altın harflerle yazdırma çabamızı dünyaya kanıtlamak isterken, yurtdışında bazı otellere "Türkler giremez" levhasını koyduruyor ve bununla övünüyor, Polat Alemdar'ı en büyük kurtarıcımız sanıyor, ama Gladio'nun ne olduğunu çaktırmadan ona buna soruyor ama yine de neyi neden kurtarmak amacında olduğumuzu anlamadan Polatvari bakışları yüzümüze konduruyor, ve hala meşhur Türk repliği; "Ne olacak bizim memleketin / takımın / sanatın / yazarın / çizerin / askerimizin… hali?" diye soruyorsak…sak…sek..sek… Ve 2 kadeh rakıyla tüm çözümlemeleri, soytarı devrimci Muro'dan çok daha akılcı çözümlemelerle analiz edebiliyor, aslan kesilebiliyorsak biz milletçe alkolik olalım abi! İnanın bana adam olmamız işten bile değil kadehleri ardarda devirdikten sonra!

    Ayşegül Erden


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    1 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Deniz Marmasan

     Sütlü Kahveci : Deniz Marmasan


       ŞARAP KOKUSU

    Yangın yeri... katmerlenen alevlerimi akıttığım sularda gün batıyor, sevdan yeni doğuyor, batılara inat... Avuçlarımda filizlendirdiğim dişi rüzgârları alkol nefesime kattım. Kadın buhranına yenik düşmekten korkmuyorum... Tenimde açan ve kanımda süregelen mahşer yeri, öleyazdığım gecelerin köleliğinde düşünü bekliyor... Yosma demlenmelerimle dikiliyorum karşında, kuşandığım silah; buğday dökülen gülüşün... Mürekkep izlerinden doğduğum gecede öldürdüm, doğurduğum efsaneleri... Muamma hazinelerimden yayılan kara büyüleri sildim teninden öpüşlerle, kendinden geçen şehvet zincirlerini... Sıyırdım askılarını siyah ve Ege sularına damlattım vahşi bakışlarını, kapalı göz kapaklarının altından... Yalattırdım rüzgârlara dişi sağanaklarını... Kalem tutmaz ellerimi paketleyip yolladım, sualtı mercan kızılı düşlerini yaz(ama)sınlar diye... Göz pınarlarımdan kahve kokulu denizler akıyor... Sahillerden çoğaltıp bırakıyorum içtiğim güzelliğini... Savruluyorum, yeşerik gençliğinden... Geceye esrarın, varlığıma tütün karışıyor... Sana varan baharlarda, uyuşuyorum... Kızılım şarabına karışıyor Alev alev güneş, varlığının akıtması... Dar sokaklarda yükselen melisa kokusuna mühürlüsün. Şehir ışıklarından yansıyan suretin bir derin hıçkırık, akrep yelkovan aşkında... Soğuk duvarlardan ıslak çarşaflara uzanan gün dönümlerini sana adadım. Mevsimim ol, güne doğ, geceye ak... Köpüklenen denizimde, camgöbeği dalgalara koyuyorum adını, sokaklarıma döküyorum ruhunla başlayıp tenine varan alev atlarını... Geceye varsa, 3.33... Bileklerimi sıksan, imzan dökülür, kana kana, kan kırmızı....

    Deniz Marmasan


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Erkan Sezgin


    BİR TAVASSUT HİKAYESİ

    Kuralların işlemediği, kurallara uymanın bir medeniyet değil de enayilik görüldüğü bir ülkede tavassut çok gereklidir. Tavassut olmazları oldurur olanaksız bir şey bırakmaz. O nedenle insanlar anayasanın güvencesinde olmaktansa eş-dostun güvencesinde olmak isterler. Ondan çoktur dayanışma dernekleri.Anayasanın şemsiyesinde kanunların gölgesinde güçlü birey olmaktansa, güçlü birinin gölgesinde olmayı tercih eder çoğu insan.

    O nedenle birine- birilerine yaslanarak yaşamak zorunda insan. Tanıdık birini bulursa bir devlet dairesinde itilip-kakılmayacak, adam yerine konacak. Adam yerine konmayanları yenmek hele daha zevklidir. Hayatta itile-kakıla, kazık yiye yiye artık birine yaslanabildiği kadar kendini güvende hissedecek. Esnaftan da kazık yiye yiye korunmak için tanıdık birini arayacak. Ayakkabı bağı almak için tanıdık ayakkabıcınız var mı diye soran arkadaş bilirim.

    Bir devlet dairesinde işim olduğunda ya da bir şey almam gerektiğinde stres basar beni. Genelde kavga ederim. Esnaftan kazık yemeyi ya da bir devlet dairesinde adam yerine konmamayı hazmedemem. Kimileri özellikle devlet dairesinde ne istediklerinden önce kim olduklarını söylemeyi tercih ederler ki istemedikleri şeylere muhatap olmasınlar. "Sen benim kim olduğumu biliyor musun?" Sorusu başka dillerde var mıdır bilmem. Kim olduğumu söylemediğim için onbeş gün alamadığım tapuyu bir saatte aldım, söyleyince.

    Ama tavassutun da bazı sakıncaları yok değil. Yatak bulamadığı için onaltı kişilik koğuşta sedyede yatmakta olan kayınpederim bulduğum tavassutla iki kişilik odaya alınınca tecrit koğuşuna atıldığını, ölümünün yaklaştığını düşünmeye başlamıştı. Güç bela ikna edebilmiştik tavassutla bu odaya alındığını.

    Bildiğim en çılgın tavassut hikayesi bir müdürün genel müdürünü uçağa bindirme hikayesidir. Uçakta yer olmayınca tanıdık bir polis müdürü bir yolcuyu "bizimle emniyete kadar geleceksiniz" diye indiriyor, genel müdür yedek yolcu olarak uçağa biniyor, uçak kalktıktan sonra "bir yanlışlık olmuş" denilerek yolcu bırakılıyor ve böylece genel müdür selametle gidiyor varacağı yere..

    Bizim tavassut hikayemiz ise bankadan kredi almakla ilgili. Ama büyük çaplı bir işadamının alacağı kredi değil.Mütevazi bir devlet memurunun alacağı ihtiyaç kredisi.Aslında benim bir banka müdürü arkadaşım var. Normalde elimize bir bordro alarak gidiyoruz arkadaşa.Daha önce defalarca kredi çektiğimiz ya da kefil olduğumuz için diğer evraklarımız bankada var. Güncel maaşımızı gösteren bordroyu götürünce arkadaşın çayını içene kadar kredimiz çıkıyor, işlemler tamamlanıyor ve memur soruyor, parayı nakit mi istersiniz yoksa hesabınıza mı yatıralım?

    Bu böyle olduğu halde kredi çekecek bir arkadaşım çekeceği ve benim de kefil olacağım kredi için kendi tavassutunu kullanmak istedi.Belki bana ihtiyacı olmadığını göstermek istiyordu. Bu nedenle banka müdürü arkadaşımdan alalım diye ısrar etmedim. Krediyi bacanağının tanıdığı bir banka müdüründen alacaktık. Tavassutumuzun konusu kısaca şöyleydi; arkadaşın bacanağı bir bankada güvenlik görevlisiydi. Müdürüne kredi alacağımız banka müdürüne telefon ettirmişti yardımcı olması için.(Kendi bankasından neden almadığımızı ise sormadım bile) Neyse biz bankaya gittik ve doğrudan Müdire Hanımın odasına çıktık. Müdire Hanım bizimle ilgili telefon almadığını söylediyse de sorun yoktu. Devlet memuru olduğumuz, kredi için de şartlarımız tuttuğu için problem çıkmayacaktı. Bizzat kendisi aşağıda bizimle ilgilenecek memura götürdü ve işlemlerimizi yapmasını emretti.

    Ne yalan söyleyeyim bu hareket karşısında ezim ezim ezildim. Yerin dibine girdim.Bir kere gittiğimiz banka özel bir bankaydı ve pırıl pırıldı. Yerler bal dök yala. Müdire Hanım ise adeta bir manken..güzel ve zarif.. Benim bir kamu bankasında göbekli müdür arkadaşımın esamesi bile okunamazdı bu hanımın yanında.O an ben de bundan sonra alacağım müteakip kredileri bu bankadan almaya karar verdim. Arkadaş hatırı da bir yere kadardı yani. Arkadaşı satacaktım çaresiz. Bu özel sektör de bir başkaydı canım..

    Müdire Hanımın bizi teslim ettiği memurun yanında bir müşteri, bankadaki oturma sistemi bir çalışan bir memur, bekleme salonundaki sandalyeler de dolu olduğundan ayakta bekliyorduk. Banka özel sektör bankası diye kaynaklar maksimum kullanıldığından ayakta bekleyecek yerler sınırlıydı ve beklediğimiz yer giriş kapısının ağzındaydı.

    Beklerken öğrenmiştik. O gün elektrik parasının ödenmesinin son günüydü. Saat onaltıda süre dolmuştu ve ödeme yapmak mümkün değildi. Bunu nereden mi öğrendik?Sık sık sırtımıza vuran kapıdan sonra kapıdan her girene bize ısrarla kredi kartı vermeye çalışan güvenlik görevlisinden. Kapı her açıldığında sırtımıza vurduktan sonra elektrik parası ödemesinin saat onaltıda sona erdiğini söylemekteydi. O kadar öğrenmiştik ki artık sırtıma kapı vurunca ben söylemeye başladım. Güvenlik Görevlisinin bize kredi kartı verme çabası da ayrıca takdire şayandı. Özel sektör bir başka çalışıyordu canım.

    Sırtımıza vuran kapı..

    - Elektrik parasının ödenmesi onaltıda sona erdi.

    - Bizim kredi kartından verelim..

    - Vallahi kartımız var almayalım..

    Bu böyle neredeyse saatlerce sürdü sanki.. Nihayet Müdire Hanımın bizi emanet ettiği memur boşaldı. Biz de güvenlik görevlisinin ısrarla uzattığı kredi kartı formunu doldurmadan memurun yanına kendimizi atmayı başardık. Birimiz ayakta birimiz oturarak işlemlere başladık. Prosedür uzun sürdü.Bütün belgelerimiz tamamdı. Bütün soruları başarıyla yanıtladık. Ancak bir konuda sorun çıktı.Sorun şuydu, memur krediyi alacak arkadaşa krediyi niçin aldığını sordu.Arkadaş kredi kartı borçlarını kapatmak için aldığını söyledi. Ancak güvenlik görevlisinin bile kredi kartı pazarladığı manken gibi müdür istihdam eden özel bankanın bilgisayarında bu seçenek yoktu. Memur bilgisayarda böyle bir seçenek yok, dedi, Uyduralım bir şey! Mobilya, beyaz eşya, ev, araba alma seçenekleri vardı, ancak kredi kartı borcunu kapatma seçeneği yoktu. Seçmeyince de işlem yapılamıyordu. Çaresiz yalan söyleyecektik. Kamu bankasındaki göbekli arkadaştan bir çay içimi alabileceğimiz kredi için saatlerdir ; sırtımıza vuran kapı, elektrik parası ödemesi dörtte bitti, bizim kredi kartımızdan verelim, yok istemem kardeşim, lafları ve üzerine de uyduralım bir şey ev, eşya, mobilya lafları artık fazla gelmişti. Güzel dekorasyon, manken müdire hanım etkisini çoktan kaybetmişti.

    Sonunda arkadaşım isyan etti. Memura sordu, sizin faiz oranı ne, diye. Memur bir oran söyledi.Arkadaş yüksek almıyorum dedi. Getirdiğimiz evrakları alarak bankadan çıktık..Sonra gittik bizim göbekliye..çayımız bitmeden sordular, nakit mi hesabınıza mı?

    Erkan Sezgin


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    1 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    polygon@polygon.com.tr



    <#><#><#><#><#><#><#>

    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Servet Yaylı


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


     


     Tadımlık Şiirler


    Güya

    Önce günlerimden attım seni
    Geceler cehennemimdi, sarılmak istemedim.

    Kızgındım ya,
          unuttum seni,
          Güya…

    Öykü Özü

    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Bol Bul Bulmacalar




    Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


     


     Biraz Gülümseyin






    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

     
    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"


    İstanbul için Son Hava Durumu
    ISTANBUL ISTANBUL
    Ankara için Son Hava Durumu
    ANKARA ANKARA
    İzmir için Son Hava Durumu
    IZMIR IZMIR
    Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.16.4613 / Windows / 4.48 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.0.9.9 / 16 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-09©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Love is Like Oxygen
    Sweet









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20090616.asp
    ISSN: 1303-8923
    16 Haziran 2009 - ©2002/09-kmarsiv.com