Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 8 Sayı: 1.660

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 24 Haziran 2009 - Fincanın İçindekiler


  • YAZ, KİRAZ, HASTANE ... Seyfullah Çalışkan
  • MÜLTECİ ... Hamdi Topçuoğlu
  • MAKARNA MANTO ... İlknur Odabaşı
  • KARŞIDEVRİMİN KÖŞETAŞLARI ... Bertan Onaran
  • KOKUSU METALDEN DOĞAN ... Deniz Marmasan
  • Yazmak ... David Ojalvo
  • KENDİ İŞ -YAŞAM DENGENİZİ KURUN VE KORUYUN! ... Ahu Sevimli


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Bol Bul Bulmacalar, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Gerekeni yapın, hararetle bekliyoruz!..


    Merhabalar,

    Sıcak, çok sıcak. Bir rivayete göre, İstanbul dün 47'yi görmüş. O kadar oldu mu bilmem ama, nefes almakta zorlandığımı gayet iyi biliyorum. Bunun Temmuzu Ağustosu var. Siz siz olun gerekmedikçe sokağa çıkmayın. Hele İstanbul'daysanız boğazı da geçmeyin. Pazar akşamının ilk kurbanlarından olarak söylüyorum bunu. İkibuçuk saatte geçilen köprüden kim hayır görmüş ki biz görelim. Gene o iyiymiş. Pazartesi günü süre dört beş saatlere çıkmış. Dedik ya sıcakta oturun oturduğunuz yerde.

    İki gündür görüşemedik ama gündemde bir farklılık yaratamadı bizim tiyatrocular. Gene belgeleri konuşuyoruz cümleten. "O" meşum belge hayatımıza gireli onüç gün olmuş. Geçen sürede, ilk günün hırçın, taş taş üstünde bırakmayan başbakanı gitmiiş, yerine mülayim Tayyip Bey kurulmuş sanki. Pasör gazete Taraf'ın belgeyi yayınlamasından hemen sonra ortalığı kıran döken, savcının elinde soruşturulmakta olan bir belge için tüm AKePe tayfasıyla cümbür cemaat savcılığa nafile suç duyurusunda bulunan Tayyip Bey, hafta sonunda gülücükler dağıtıyordu. İddiaların öteki muhatabı TSK'da ise sessizlik hakim. İnsanın "Gereken yapılacaktır!" diye gürleyen Başbuğ Paşa'ya "E hadisene!" diyesi geliyor. Öyle ya, doğruysa Albay'ı cezalandır, üstlerine ulaş, yalansa da haberi yayanların yakasına yapış değil mi?

    Dünkü Sabah'ın manşeti aynen şöyleydi: "Belge Türkiye'yi tek yürek yaptı." Valla sizinkini bilmem ama benimki yürekten sayılıyorsa bu konuda tek yürek falan değilim. Ama bir bakıma onlar da haklılar. Üst katlarda, bir gevşeme, bir aman bana dokunma bin yaşa, bir bekleyelim görelim, şimdilik ses çıkarmayalım, havası hakimdir gidiyor. Tek yürek değiller belki ama senkronize attıkları kesin. Başbaşa yaptıkları erken görüşmenin meyvaları sanırım bunlar. Yoksa ne koca Türkiye'nin başbakanı ne genelkurmay başkanı, bir fotokopi belgeye pabuç bırakmazlar, gereken ne ise önünde sonunda yaparlar.

    Yaz sezonu nedeniyle haftalık yayınlanacağımız haberini göremeyen arkadaşların ilgisine teşekkür ederim. Tekrar etmekte yarar var, Eylül'e kadar haftada bir gün Çarşambaları yayınlanmaya gayret edeceğiz. Bir takım denizsel, tatilsel sebeplerle aksaklıklar olabileceğini de hesaba katmanız gerek artık. Ama siz beni ihmal etmeyin n'olur, yazılarınızı göndermeye devam edin. Hepinize serin bir hafta diliyorum, esenkalın.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      YAZ, KİRAZ, HASTANE

    Yaz gelmiş, şehrin sokaklarına serilmiş. Sahiller cıvıl cıvıl, burç dibi serin, gölgeli. Telli kavak yaprakları oynaşıyor hafif bir rüzgarla. Ansızın, göz açıp kapayıncaya kadar bir beyaz, yeniden yeşil. kları oynaşır. Bu gün deniz yok. Belki yarın giderim. Ne bileyim hastanede işimiz bitince belki. Doktoru öğleden önce görmek lazım. Sabah erkenden sıraya girmeli. Bu ilaçlar için rapor alın siz en iyi dediler. Babamı getirsem sabahın köründe olmaz. Sırada bekleyemez. Hastane koridorları karışık gelir. Doktorları bulamaz. Sabah erken gelip numara almalı. Gözden sıra almak neredeyse imkânsızmış. Ne yapsak, ne etsek?

    - Senin hastalığın ne?
    - Safra kesemdeki taşı aldılar.
    - Açık mı, kapalı mı yaptılar?
    - Kapalı ameliyatı devlet hastaneleri yapmıyormuş. Açıp aldılar.
    - Üniversite hastanesine gitseydin o zaman.
    - Üç saat uzak orası, kim gelip bakçak. Burada en azından eşim yanımda. Arada bir oğlanla gelin de gelip bakıyor.
    - Böylesi daha iyi olmuş, geçmiş olsun.
    - Sağ olasın. Senin neyin var?
    - Prostat için geldim ben. Parça aldılar. Doktor beğenmedi. "Gel alalım şunu" dedi. Gecen Cuma aldılar.
    - Aman iyi iyi, kurtulmuşsun. Geçmiş olsun?

    Kirazlar yaprak yüklü dallarında kırmızı kırmızı gülümserken Sinop'a yaz geldi. Geç geldi, güç geldi ama iyi de geldi. Sarıkum'un göz alabildiğine uzanan kumsalları cıvıl cıvıl cıvıl olmadı ama Akliman'da ateş yakmak, mangal keyfi çoktan yasaklandı. Çam ormanları başa bela. Küçücük bir kıvılcım her şeyi silip süpürecek diye korkuyorlar. Aman diyelim, aman ha değmesin yağlı boya…

    Yazın sahillerde en çok neyi severim? Elbette ki civcivlerle, tırtılları. Küçücük bikiniler ve mayolar kıçtan düşüp durur. Düşmeyip ne yapsın tutunacak bel mi var ? Ellerindeki plastik kova, kürekle ordan oraya koşturup dururlar. Onlar gerçekten sahillerin can şenliğidir. Su sıçratıp, kum fırlattılar diye gün boyu fırçalanıp dururlar. İyi ama çocuk bu işte. Zılgıta ne gerek var. Tersini çevirip bakalım isterseniz. Çocuklar denize gelse. Bütün gün yağlanıp güneş gözlükleriyle denizin kıyısında manda gibi yatsa daha mı güzel olur? Hem de bir çocuk için bu kadar hımbıl, miskin olmak mümkün müdür? Yavrum koşma, zıplama, kum atma, çok üşüdün denizden çık artık, şapkanı başından çıkarma, taş atma… Olmuyor ama böyle.

    - Kaynanamın gözünde katarak var.
    - Hiç mi görmüyor?
    - Yok, görüyor ama puslu görüyor.
    - Kaynana değil mi bu? Bırak az görsün. Gülüşüyorlar.
    - Senin sıkıntın ne? Karaciğerim yağlanmış.
    - Ameliyat mı edecekler.
    - Yok, sadece perhiz yapacağım.
    - Perhiz mi? Eyvah! Yandım desene sen. Ameliyat olsa bundan daha iyi.
    - Yandım ki ne yanmak. Gözün görecek, canın çekecek, hatta için gidecek ama yemeyeceksin.
    - Babam şeker hastası benim de? Otuz seneye varacak.
    - Allah kolaylık versin. Perhiz gerçekten zor.
    - Hemen rakıyı yasaklıyorlar. Sigara zaten herkese yasak…
    - Rakı içme, tam yağlı beyaz peynir yeme, kırmızı et yasak, baharatlar ve turşu da… Geriye ne kaldı. Öl de kurtul daha iyi. Ot gibi yaşanır mı be kardeşim?

    Kirazlar denizin koyu mavisinde yazı demlerken Şerefiye'de otomobiller yol kıyısında durup dinlenirler. Yaşlı teyzelerle pazarlık edip kiraz alırlar. Nedense bu teyzeler Sinop pazarında kirazı ucuza satıp yok kıyısında pahallıya verirler. Bir gün adamın biri "Çok istiyorsun be teyze, " dedi. Dediğine de pişman oldu. Yaşlı kadın "Oğul dedi, şu karşıki bahçe benim. Çık ağacına canın çektiği kadar ye. Para pul istemem. Toplaması zor. Zaten dede de artık iyice elden ayaktan düştü. Eskisi gibi ağaçlara çıkamıyor." Pazarlık eden adam sustu. Söyleyecek söz kalmamıştı. Kirazını alıp gitti.

    - Bizim gelinin çocuğu olmuyor.
    - Benim gelinde de bel fıtığı var.
    - Şimdiki gençler hep hasta.
    - Suni gıdalarla beslendi bunlar. Her şeyleri fenni… Çabuk bozuluyorlar.
    - Canlarının kıymetini de biliyorlar. Başı ağrıyan, dişi sızlayan hopp doktora.
    - Cansız bunlar cansız. Naylon kız…
    - Anam beni harman yerinde doğurmuş. Beni gibi beşkardeşimi de dağda bayırda. Doktor yüzü görmeden doksan yaşında öldü.
    - Onlara bakma sen, eski toprak onlar. Şimdi nerde öyleleri…
    - Yazın da zor be hastane köşeleri. Çok zor, sıcak…
    - İlaç kokularından bende hastalandım.
    - Zaten sağlam giren hasta çıkarmış.
    - Öyle valla kardeş…

    Benim yaşamdakilerin ya hastaları var ya da ziyaret ettikleri mezarlıkları. Devran bu yana döndü. Ya iyice yaşlandı büyüklerimiz, ya da terki diyar eyledi. Yaş ilerleyince karaciğer, tansiyon, kalp, romatizma mutlaka bir yerden patlak verir. Yaz gelmiş, deniz kumsalda oynaşırmış ne fayda. Kirazlar al yanaklarıyla hep bir ağızdan şarkılar söylerlermiş kime ne?

    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Hamdi Topçuoğlu

     Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


      MÜLTECİ

    Mülteci "Irkı, dini, milliyeti, siyasi düşüncesi veya belirli bir sosyal gruba aidiyeti dolayısıyla zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu nedenle ülkesini terk eden ve ülkesine dönmek istemeyen kişi"dir.

    Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, II. Dünya Savaşının doğurduğu iltica hareketlerinin yarattığı sorunları çözmek amacıyla Aralık 1950'de Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin (BMMYK) kurulmasına karar veriyor.

    Merkezi Cenevre'de bulunan BMMYK bugün 6,700 çalışanıyla 5 kıtada 117 ülkede, milyonlarca kişiye yardım el uzatmaya çalışıyor. BMMYK, kurulduğu günden bu yana 50 milyondan fazla insanın hayatlarını yeniden kurmalarına yardım etmiş. Bu süreçte de iki kez Nobel Barış Ödülü'nü almış.

    20 Haziran Birleşmiş Milletler tarafından "Dünya Mülteciler Günü" olarak kabul edildiği için dünyada her yıl bu bugün çeşitli etkinlikler düzenlenerek mülteci sorunlarına dikkat çekilmeye çalışılıyor.

    Türkiye, mülteci hakları açısından temel sözleşme olan 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi'ni ve 1967 Protokolü'nü onaylayan ilk ülkelerden biri. BMMYK'nın 1960'dan bu yana Ankara'da bir ofisi var.

    Biz herhangi bir nedenle evini yurdunu terk eden kişilere "göçmen" diyoruz. Ancak bu "herhangi neden" oldukça farklılıklar içeriyor. Bu bakımdan sözcük iş bulmak amacıyla yaşadığı yeri terk edenleri de siyasal görüş, inanç farklılıkları nedeniyle yaşanan baskılar yüzünden evini yurdunu terk edenleri de kapsıyor.

    Siyasal nedenlerle yurdunu terk edenler gittikleri ülkelerde sığınmacı olarak kabul edilmektedir. Sık sık gazetede boy boy resimlerini gördüğümüz, felaket haberlerini okuduğumuz kişilerin birçoğu aslında ekonomik nedenlerle yurtlarını terk eden kişilerdir. Ancak onlar, vardıkları ülkelerde oturma izni alabilmek için ülkelerindeki rejimleri ayrımcılığı gerekçe olarak göstermektedir. Bu bakımdan her sığınmacının, gerçek bir politik göçmen olduğunu söylemek zordur.

    Türkiye de özellikle Batı Avrupa ülkelerine 1960'lı yıllardan bu yana göç veren bir ülkedir. Batı Avrupa'da 1960'larda iş bulmak için devlet kanalıyla giden işçilerimize çok kısa sürede kaçak işçiler de eklenmiştir. TIR kasalarında, gemi ambarlarında tehlikeli yolculuklardan sonra kapağı Batı Avrupa ülkelerinden birine atanlar, daha önce oraya gitmiş tanıdıkları yardımıyla iş bulmuş ve oturma izni alabilmişlerdir.

    1980 ihtilali sonrasında birçok sanatçı, bilim adamı ve aydınımız cunta baskısından kaçarak Batı Avrupa'ya sığınmıştır. Bunların bir kısmı daha sonraki yıllarda ülkelerine dönmüş, bir kısmı da yaşamlarını orada sürdürmeye devam etmişlerdir Ki bunlar gerçek anlamda sığınmacıdırlar.

    Batı Avrupa, yine 12 Eylül 1980 sonrası Türkiye'den PKK'ya bağlı olarak sığınmacı akınına uğramıştır. Bu sığınmacıları da iki ayrı grupta ele almak gereklidir:

    1. Ayrılıkçı Kürt hareketine bulaştığı için Türkiye'de barınamayanlar.
    2. Ekonomik göçmenliği gerçekleştirebilmek için PKK'yı kullananlar.

    İkinci grupta yer alanların sayısının birinci grupta yer alanlardan çok daha fazla olduğunu tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yoktur. Onların bir kısmı, amaçlarına ulaşabilmek için kendilerinden önce PKK ilişkisini kanıtlayarak sığınma hakkı almış kişilerle akrabalık, köylülük bağlarından yararlanmış, bir kısmı sığınmacı olabilmek için Türkiye'de katıldığı bir eylem dolaysıyla gözaltına alınışını, tutuklanışını ilgili ülkenin yetkililerine gerekçe olarak sunmuştur.

    Ne yazık ki PKK sırtından ekonomik göçmen olma hevesine kapılanlar, zaman içinde bunun bedelini PKK'nın her isteğini karşılayarak ödemek zorunda kalmışlardır. PKK bu yolla Batı Avrupa'da çok önemli bir taban oluşturmuş, dahası yıllar önce devlet kanalıyla işçi olarak buralara gelen Türkiye Cumhuriyeti'ne yürekten bağlı Kürt vatandaşlarımız üzerinde de baskı kurma olanağı elde etmiştir.

    Bize göre Türkiye, Kürt sorununu çözerken bu gerçekleri çok iyi irdelemek zorundadır.

    Yine bu dönemin yarattığı ve kamuoyunun gündemine gelmeyen bir başka grup daha vardır. Bu sığınmacılar da özellikle Güneydoğu'daki karmaşayı gerekçe göstererek sığınma hakkı isteyen Süryanilerdir. Onların Avrupa ülkelerine kabulü, diğer gruplara göre daha kolay olmuş, sığınılan ülkeler kendi kültürel değerleriyle yaşayabilmeleri için onlara her türlü desteği rahatça vermişlerdir.

    Hiçbir insan, mutlu olduğu, gelecek endişesi taşımadığı bir yurdu bir daha dönmemek üzere terk etmek istemez. İster ekonomik göçmenliğe kılıf olsun, ister gerçek anlamda politik baskılardan kaçış olsun bir insanı, köklerinden uzakta yaşamak zorunda bırakmak hangi siyasi rejimin hakkı olabilir ki?

    Cebimizdeki nüfus cüzdanının ya da pasaportun değerini en iyi sığınmacılar bilir. Çünkü onların ilk yitirdiği şeydir "kimlik". İşte o sığınmacılardan biri Çinli kız çocuğu WEİ LAİ anısına yazdığım şiirle tüm dünya sığınmacılarını selamlıyorum:

    WEİ LAİ

    Shanghai sokakları insan kaynar,
    Bu şehir baştan başa otomobil...
    Babamın tek malı bisikletiydi,
    Her sabah,
    Yaşadıklarını yaşamaya hazır,
    Pedal basardı,
    Düş yağmurlarında ıslanarak.

    Yanlış kapıyı çalmamıştı,
    O gün ölüm yine.
    Umut kulelerinden düşler uçuşurken
    Bir sincap, dolunayı fırsat bilip
    Kaçmaya kalkışmıştı,
    Ihlamur ağacından, gökyüzüne.

    Wei Lai, yüreğimin adresi, derdi babam.
    Annemin ince, uzun parmakları,
    Minik ellerime konmuş diye.
    Avuçlarıma yazardı sonrayı,
    Şimdi geçmişin peşinde,
    Yaralı kuşların türküsüyüm.
    Ne parmaklarım ince,
    Ne avuçlarımda,
    Geleceğe dair bir iz var.

    Annemin kabrine pirinç götürsem,
    Babam için çıplak ayakla yürüsem,
    Çiçeklense içimde bir yalnız lotus,
    Yang Pu köprüsü ayaklanır,
    Sarı nehir izin vermez.

    Ben Wei Lai,
    Babasının canı ciğeri.
    Balık olsam, martı olsam,
    Alıp götürse beni okyanus.
    Yüz sürsem küllerine babamın,
    Öfkemi tarihin belleğine emanet etsem,
    Gün gelir utanır mı Tiananmen
    Özgürlüğe geçit vermediğinden.

    Hamdi Topçuoğlu
    egerem@yahoo.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,679,679,679,679,679,679,679,679,679,67
    6 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    İlknur Odabaşı

     Kahveci : İlknur Odabaşı


      MAKARNA MANTO

    Günümüzün yaşam koşullarına uyarak şehirden nispeten uzakta bir sitede oturuyoruz . Taşındığımız ilk günlerde kapılarımıza site yönetimi tarafından bırakılan pek çok not arasında bir not dikkat çekici idi.

    "Değerli komşularımız tanışmak amacıyla cafe de buluşalım." Belirtilen saatte buluştuk . Kaybedildiğini düşündüğümüz komşuluk değerlerine duyarlı komşularımız vardı , en azından çok mutlu olduk.

    Bir süre sonra e mail grubu , site içi iletişim ağı , yaş gruplarının kendi aralarında yakınlaşması gibi nedenlerle komşuluğunu ilerletenler olmadı değil.
    Ancak çalışıyorum kimseye zaman ayıramam ya da klasik komşuluklar bana zevk vermiyor , zaman kaybı, bir süre sonra dedikodu mekanizması işliyor gibi nedenlerle uzak olmayı tercih edenler de olmadı değil.

    Memur çocuğu olarak, ailelerimiz doğup büyüdükleri yerlerden uzakta görev almış olmaları nedeniyle , herhangi bir sorunla karşılaştıklarında , komşuların kardeş anne baba yerine geçtiğini hastalıkta sağlıkta birbirlerine nasıl destek olduklarını görerek büyüdüm. Evlerde pişen yemeklerden komşularla paylaşılmadan sofraya oturulmayan , güzel olan ne varsa paylaşılmak istenen komşuluklar . Bu anlamda şanslı bir çocukluk geçirdim.

    Lise yıllarımdı, okuldan eve döndüğümde komşu teyzelerimiz olağan ziyaretlerini yapıyorlardı çaylar yudumlanıyor , bir taraftan da hoşça zaman geçirmek için sohbete bir yerlerden başlanmış oluyordu. Hanımlar ellerinde eşlerine, çocuklarına bir şeyler örüyordu.

    O gün okulda bir arkadaşımda çok hoş bir manto görmüştüm . Annem ördü diyince de pek heves etmiştim. Tabii ki o ortamda gündeme geldi komşu teyzelerimin de bundan haberi oldu. El örgüsü makarna yünü denilen bir iple örülen bir mantoydu bu. Vitrinlerin bu kadar çeşitli olmadığı o dönemlerde hanımlar çok daha yaratıcıydı buna eminim.

    Komşu teyzelerimden biri çok heves ettiğimi anlayınca da : ''Arkadaşından rica et modeli görelim ben sana bu mantoyu öreceğim.'' dedi .
    Birkaç gün sonra yine okul dönüşü onları evimizde ziyarette buldum . Ancak bu kez her birinin elinde örgü şiş ve biri kollarına diğeri ceplerine , yakasına yardım etmek üzere mantom oluşmaya başlamıştı bile .
    Çocukluk mutluluğumu bir düşünün. Gök mavisi bu mantomu epeyce bir zaman kullandım, beni mutlu eden komşularımın insan sevgisi ile ördükleri bu mantonun bana verdiği manevi güçtü, dolaptan pek çok giysim döneme ve yıpranmasına göre çıkarıldılar.
    Ama makarna mantom yıllarca dolapta bekledi asla elden çıkmadı. Sevginin asaleti vardı , emek vardı komşuluğun manevi gücü vardı.

    Komşuculuk oynamak değildi sevginin gücü iletişimin içtenliği vardı. Ortak duygular paylaşım vardı çıkarların akıldan bile geçmediği , güven vardı dostluk vardı.
    Makarna manto örmese de sevgi örecek komşularımız her zaman yanıbaşımızda olacak mı ?

    İlknur Odabaşı


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
    12 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Bertan Onaran

     Güzelin Ardında : Bertan Onaran


      KARŞIDEVRİMİN KÖŞETAŞLARI

    Doğanın, evrenin temel işleyiş yasasını biliyorsunuz: birimler, halkalar sürekli birbirine ekleniyor. Başka bir deyişle hiçbir şey yoktan varolmuyor, varken yokolmuyor.

    Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı'nın külleri üzerinde, Atatürk Devrimleri ile kuruldu; elbet bu devrimin karşıtları da vardı, hem de Mustafa Kemâl'in en yakın arkadaşları arasında. Bunlardan İsmet Paşa, Anadolu'ya geçip Kurtuluş Savaşı'na katılmazdan önce, daha 1919'da, Kâzım Karabekir'e şunları yazıyor:

    "Kardeşim Kâzımcığım,


    Anadolu'da halkın Amerikalıları herkese tercih ettikleri zeminde, Amerikan milletine müracaat edilse, pek ziyade faydası olacaktır, deniyor ki ben de tamamiyle bu kanaatteyim. Bütün memleketi parçalamadan Amerika'nın murakabesine tevdi etmek yaşayabilmek için yegâne ehven çare gibidir…"

    Seslendiği Kâzım Karabekir, yanına başka "Gönüllü Devşirmeler"i, Rafet Bele, Ali Fuat Cebesoy ve Rauf Orbay'ı alarak, 17 Kasım 1924'te, adı bile her şeyi anlatan Terakkiperver (?) Cumhuriyet Fırkası'nın izlencesinde bakın neler var:

    "Parti, limanlara giriş çıkışta alınan gereksiz gümrük vergilerinin derhal kaldırılmasını savunur. İç ve dış transit ticaretin gelişmesini önleyen bütün kısıtlama ve engeller kaldırılacaktır. Ulusal sanayinin korunması için konan kısıtlamalar kaldırılacak, ithalattan alınan gümrük vergileri azaltılacaktır. Ekonomiyi yeniden kurma zorunluluğu dolayısıyla 'yabancı sermaye'nin güveni kazanılmaya çalışılacaktır. Her türlü tekelin, bu arada devlet tekellerinin çoğalması önlenecektir. Merkezi yönetim yerine yerel yönetimler geliştirilecek, ülkede 'liberalizm uygulanacak, devlet küçültülecektir'. Halkın dini inançlarına saygı gösterilecektir."

    Aynı Rauf Orbay, yine 1924'te, TBMM'de şunu ilân etmekten çekinmez: "Devrimler bitmiştir. Bu, Devrim sözünü sevmeyen sermayeyi ürkütmektedir."

    İMF, Dünya Bankası, AB dayatmaları için daha 1924'te kucak açılmamış mı? Bütün bunlara ancak 15 yıl dayanabilmiş Ulu Önder'in ölümünden sonra artık meydan boştur. Nitekim, daha 1939 Nisan'ında, Milli Şef, ABD ile ilk ikili anlaşmayı imzalar.

    Sonraki yasal hazırlıkları da ona yaptırır Lozan'da "gün gelecek şimdi aldıklarınızın hepsini teker teker geri alacağız" diyenler:

    - 24 Ekim 1945'te kurulan BM katılır.
    - 14 Şubat 1947'de Dünya Bankası'na girer.
    - 11 Mart 1947'de İMF'yi kabul eder.
    - 22 Nisan 1947'de Truman Doktrini'ni benimser.
    - 4 Temmuz 1948'de Marshal Yardımı'nı kabul eder.

    Hey gidi hey! AB, bize boşu boşuna para vermez, kim bilir arkasından neler isteyip yapacak? diyerek 350 000 Avrupa lirasını geri çeviren Rize köylüleri! Ankara'daki yönetimin başına bu görüşte birini getiremediniz ne yazık ki!

    Şimdi başımıza bütün çorapları örenlerin önünde gelen şu ünlü NATO'ya giriş başvurusunu da 4 Mayıs 1950'de yine Milli Şef yapmış, yürürlüğe koyma DP'ye kalmış.

    23 Şubat 1945'te, ABD ile bir anlaşma daha imzalamış: "T.C. Hükümeti, kendisinden beklenen hizmetleri, kolaylıkları ABD'ne temin edecektir."

    Bu "Karşılıklı Yardım(?) Antlaşması"nın 5. maddesi de şöyle diyor: Türkiye, parasını ödemiş olsa bile, ABD Başkanı gerekli gördüğünde, aldığı malzemeyi geri vermeyi kabul etmiştir."

    27 Aralık 1949'da, ABD-Türk Eğitim Yarkurulu oluşturuluyor; Yarkurul'un başkanı Amerikan Büyükelçisi; 4 Türk, 4 Amerikalı üyesi var, oylar eşit çıkarsa, kararı Yarkurul Başkanı verecek. Peki bu Yarkurul'un aldığı ilk temel kararlardan biri ne acaba? Köy Enstitüleri ile Halkevleri'nin kapatılması!

    Daha öncesini bırakın, 1492'den beri bütün dünyayı amansızca, acımasızca sömüren Batılı ülkeler insana "özgürlük, eşitlik, kardeşlik" getirir mi?


    Bertan Onaran


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,609,609,609,609,609,609,609,609,609,60
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Deniz Marmasan

     Sütlü Kahveci : Deniz Marmasan


       YANIMDA UZAĞIMDA, YARINIMDA BİLMEDİĞİM…

    İsmini çivilemedim ve nefesini bilemedim metal nöbetlerle.. Kilit vurduğum ruh aralıkların hece ölçülerinden sıyrıldı.
    Bacağımdan kayan parmaklarının arasından tadını yokladım.
    Gözlerin kapalı, boynun açık, sırtın sıcak...
    Teninde filiz süren dişlerim damarında soyunanla sevişiyor.
    Tuzundan geçilmiyor. Deniz ben, tuz... Beden,tuz...
    Kelepçeledim düşlerini, zangırdayan karyola tayfunlara dilenci..
    Kölelerin sıra bekliyor gün doğumlarında, sehersiz inen ışıkla gelirim ben...
    Yağmurla dolan anı, denizin koynuna atar, bir tatmin öyküsü yazarım, ucuz tükenmez kalemlerle...
    Eteğimin altından zamansız imzanla ayı koynuma alır, güneşle aldatır, yıldızla perçinlerim.
    Kırarım teker teker şişelerini, boy boy camlarını, paramparça vaatlerinle hem öksüz hem yetim bırakırım, arnavut kaldırımlarını doldurarak.
    Kaldırımlardan taşarım, dumanına pustuğum izmaritler bileklerde söner...
    Dudağından midene yol alan tatta cenazen düzülür, bohçasız gelecekler gibi...
    Sahnelerini hatırlamadığım filmlerden bakışlar çalar, pusu kurarım avucundan, pantolon cebi derinliklerine..
    Sustuğun şehvetengiz kalıbına akıtırım saçlarımı, kırmızı ruju tuzunla dağıtırım...
    Cakalı renklerinden doğururum kendime yediveren, nefsine metal halkalar geçiririm..
    Kudretinle titremez ellerim, köle kızıllarım sahibin olur, yeniden yaratılırsın şafak vakitlerinde...
    İsmini unut şimdi, metal kokunu midene katıp, zeytinsiz gecelere ak, ve yitir anlamını nefeslerin.. Kuyusuz, susuz, taş, duvar, sağır nöbetlere muhtaç kal... Zevkli bir oyun bu.
    Hadi oyna.

    Deniz Marmasan


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    David Ojalvo

     Söylenebilecek ne varsa : David Ojalvo


      Yazmak

    Her gün birçok gazete basılıyor. Her hafta/ay dergiler, çeşitli süreli yayınlar, kitaplar… İnternette bloglar, paylaşımlar… Haberlerden bilimsel makalelere, köşe yazılarından romanlara, anılardan şiirlere… Kelimeler damla dalma birbirini izlerken, cümleler yağmur oluyor, ortaya çıkan metinler uçsuz bucaksız bir okyanus adeta…

    Bir insanın hayatındaki okuyabileceği kitapların, dergilerin, çeşitli metinlerin sayısı az çok hesaplanabilir… Bu bizi niceliksel bir sonuca götürür. Muazzam olarak kabul ettiğim bir birikim var dünyamızda… Kimi zaman açgözlü küçük bir çocuğa benzetirim kendimi böylelikle… Önümde kocaman bir pasta var sanki ve pastanın tümünü yiyebilmeyi arzu ediyorum…

    Okumak bir heyecan… Yazmak da öyle… Bazen düşünürüm, neden yeni dergiler, kitaplar çıkar, diye… Yeni köşe yazıları yazılır, tartışmalar açılır… Kim bilir kaç konu, aslında daha önce kaç kez işlenmiştir… Benzer cümleler kurulmuş, belli kalıpların etrafında dönüşülmüştür, diye… Cevabını ise hayatta, yarında, hayatlarımızın tekilliğinde buluyorum.

    Örnek olarak aşkı ele alalım. Edebiyatta aşkı konu almış şiir, öykü, roman, denemeleri düşünelim… Başta klasik eserler olmak üzere okudukça, aşkı daha önce satırlarına dökmüş yazarların yollarından geçeriz… Sonra da, şanslıysak, kendimiz duyumsarız onu… Ardından kalem tutmaya yatkınsa insan, kendi öyküsünü, şiirini yazmaya başlar… İz bırakmak ister… Sonuçta nesiller değişiyor; ama birtakım temel duygu ve değerler yaratılışımıza mahsus. Yaşadıklarımızı yazıyla (veya sanatın bir başka dalıyla) ortaya koymak da belki, birçok kişi tarafından dile getirildiği gibi, ölüme karşı koyma çabamızın bir parçasıdır. Hayat, biraz da "buradayım" demek, kendini fark ettirme çabası değil mi aynı zamanda?...

    Son dönemde yaratıcı yazarlık atölyelerinin sayısında hatırı sayılır bir artış var. İnternet, özellikle de sunduğu blog siteleri sayesinde yazmayı teşvik ediyor. Eserleriyle başarı kazanan yazarlar, birer örnek olarak karşımıza çıkıyor. Bu gelişmeleri oldukça olumlu buluyorum. Toplumlar okumaya ve yazmaya teşvik edilmeli…

    Kendi adıma, son dönemde, gazetede kimi köşe yazılarını, denemeleri okurken heyecanlanıyorum… Birçok yazı var ki, altlarındaki imzanın sahibi olmayı isterdim. Mesafeler kısalıyor; aynı zamanda dünya genişliyor yazıyla… Oysa açılacak daha ne çok kalem, doldurulacak ne çok sayfa var… Gezilip görülecek yerler, parçası olunacak öyküler, paylaşılacak anılar… Engin bir enerji akacak böylece açılan o kalemlerden…

    Az önce değindiğim gibi, paylaşılacak anılar var… Yazılar var…

    Kaleme alınan bazı metinlerin bir çekmecede saklanmak ve yırtıp atılmak üzere yazıldığını da anlayabiliyorum. Bazen yazmak bireysel bir terapiye dönüşür ve kimileri için sayfalar doldukça, görevleri de tamamlanır. Örneğin birçok şiirim böyle bir sürecin ürünü olmuştur.

    Beyaz sayfaları da çok seviyorum, kelimelerle kirlettiklerimi de… Yaşamın ritmi gereği, elbet her zaman yoğun duygular taşımıyorum yazmaya karşı; ama biraz da bu ara dönemler sayesinde duyguların yeniden yoğunlaşma zamanı geliyor…

    Bu denemeyi sonlandırırken, yıllar önce, babamın ofisindeki daktiloyla tanıştığım günkü heyecanı duyumsuyorum… Şimdi cümlelerimi dijital ortama dökerken, hâlâ bastıkça harflerin yan yana gelmesine, tıpkı o günkü gibi seviniyorum!...

    David Ojalvo, Ayder - Rize
    ojalvo.blogspot.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,609,609,609,609,609,609,609,609,609,60
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Ahu Sevimli


    KENDİ İŞ -YAŞAM DENGENİZİ KURUN VE KORUYUN! Ne olmak istiyorum diye kendinize sorduğunuzda ne cevap alıyorsunuz? Zengin olmak? Başarılı olmak? Daha iyi bir şirkette, daha iyi bir pozisyonda görev alan biri olmak? PEKİ YA " SİZ " olmak? En son ne zaman gerçekten " SİZ " oldunuz? İçinizden geldiği gibi,sizi mutlu edecek bir şeyi en son ne zaman yaptınız? Sizi mutlu eden şeyleri ne sıklıkla sevdiklerinizle ya da sevdiklerinizi mutlu eden şeyleri ne sıklıkla onlarla paylaşırsınız?

    Frene basın… ve kendinize sorun !

    Öncelikleri ; " yaşama " ya da " paylaşma " yerine başarma içerikli konulara veriyoruz, sonra bir bakıyoruz gülmek bir yana gülümsemeyi bile zor hatırlayan, omuzları düşmüş mutluluğu başardığı işlerin arasında arayan, etrafa bakarken uzağı, kendine bakarken yakını görmekten imtina eden, hayatı raporlar ve sonuçlardan ibaret sanan kişiler olmuşuz. Bunun bizim istediğimiz nokta olmadığını fark ettiğimiz an ise mutsuzluklar, depresyonlar, panikler "eyvahlar" ve en acısı pişmanlıklar başlıyor.

    Bunları yaşamamak için ne yapmak lazım? Öncelikle iş hayatınızın tüm yoğunluğuna karşı bir süre frene basmak ve etrafa bakınmak. Hatta bunu belirli aralıklarla tekrarlamak. Gerçekten olmak istediğiniz yer burası mı? Bu yer sizi başarıya götürürken mutluluğa da götürür mü? Bu noktaya kadar yaşadıklarınızdan memnun musunuz? Bu yolda yaşayacaklarınıza hazır mısınız? Bu sorulara verdiğiniz cevap EVET ise durmayın yolunuza devam edin. Cevaplarınızın arasında " HAYIR" lar bulunuyorsa bulunduğunuz yerden sakın kıpırdamayın, " HAYIR " ları " EVET " lere dönüştürmek için yapmanız gerekenleri belirleyin ve rotanızı yeniden çizin. Panik yok! Unutmayın ki her noktada yapılabilecek bir şeyler vardır…

    Yapılan araştırmalar göre, içinde bulunduğumuz bu yıl kişilerin büyük bir çoğunluğu " iş yaşam dengesini daha iyi kurmak istemiş" Amerika'dan, Vietnam 'a kadar pek çok ülkede " yeni yılda zengin olmak istiyorum " , " yeni yıl bana daha çok başarı getirsin " şeklindeki dilekler " OUT " ." IN " olan dilekler ise " iş yaşam dengesi " üzerine oluşturanlar… Çünkü bu noktada ciddi kayıplar ve yıkımlar oluşmaya başlamış.
    Dengeler kurulsa bile maalesef kalıcı olamıyor çoğu zaman, aksine çok kolay bozulabiliyor. Her şey yerli yerinde artık, dedikten kısa bir süre sonra bir bakıyoruz ki " Bir ara görüşelim! " dediğimiz kişilerin sayısı artmaya başlamış, ama o bir ara dediğimiz buluşmalar hiç gerçekleşmemiş. Yemeklerimizi ofiste yer olmuş, uykularımızın süresi azalmış, sürekli yorgun hissetmiş, hatta bıkkınlaşmışız. Vitaminle geçiştirmeye çalıştığımız fiziksel rahatsızlıklar başlamış, mide krampları çeker olmuş, doktorumuzun "istirahat etmelisiniz" önerisine " Çok işim var mümkün değil " cevabı verir olmuşuz…

    Bütün bunları yaşamamak için formül kendi iş-yaşam dengesini kurmak ve buna bağlı kalmak. İş yaşam dengesi denildiğinde ik akla gelen terazi ya da dengeli bir şeydir değil mi? Terazinin iki kefesi var. Bu kefelere ne koymayı düşünürsünüz? Kuvvetle muhtemel bir tarafına iş, bir tarafına ailenizi koydunuz. Ama bir eksiğiniz var…Görmediniz değil mi? KENDİNİZ! O yüzden iş yaşam dengesini bir terazi ile değil bir üçgen ile ifade etmek daha doğru olacak sanırım. Hedeflediğimiz her şeye aynı önemi ve özeni göstermek için de bu üçgeni eşkenar üçgen haline getirmeliyiz. Kuşkusuz hepsi aynı olmayacak değişiklikler gösterecek ama hepsi aynı derecede önemli olmalı sizin için. Çünkü biri diğerinden biraz daha önemli desek sonucunda yine bakmışız ki yine mutsuzuz. Bu dengeyi nasıl kurmuş olursak olalım seçtikleriniz kendi istedikleriniz unutmayın. Bu sorumluluğu aldığımız ve dengeleri doğru belirlediğimizde sorun yaşama ihtimalimiz en aza inecektir. Kısa bir süre dengemizi kaybetsek bile bu durum bizim çabucak ayağa kalkmamıza yardım edecek gücü kendimizde bulmamızı sağlayacaktır. Unutmayın, başkalarının beklentileri değil önemli olan, bizim üçgenimize ne derece uyum sağladığımız ve ne derece uygun yaşadığımız.

    Dengeli, mutlu bir hayat dileğiyle,

    Ahu Sevimli


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    6,336,336,336,336,336,33
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    polygon@polygon.com.tr



    <#><#><#><#><#><#><#>

    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Servet Yaylı


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


     


     Tadımlık Şiirler


    Yüzümde Kırmızılar

    Güneşten yanık
    Titreşimler salıyor içime
    Sarhoş edici sokulganlığın
    Sindikçe fisıltıların boynuma
    Soludukça kokunu
    Yeni doğmuş taylar gibi
    Kıvrılıp bükülüyor ayaklarım

    Uzanıp bir de sarıverince kolların
    Eşsiz kızıllığında gün batımının
    Ah! yeniliyor tamamen aklım
    Süzülüyorum sessizce varlığına
    Ellerimde sıcak rüzgârlar
    Yüzümde... yüzümde kırmızılar

    ' Düş Kuruyor Gece ' adlı kitabımdan - Ocak 2008 -

    Hatice Bediroğlu

    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Bol Bul Bulmacalar




    Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


     


     Biraz Gülümseyin






    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

     
    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"


    İstanbul için Son Hava Durumu
    ISTANBUL ISTANBUL
    Ankara için Son Hava Durumu
    ANKARA ANKARA
    İzmir için Son Hava Durumu
    IZMIR IZMIR
    Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.16.4613 / Windows / 4.48 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.0.9.9 / 16 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-09©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Here Comes The Sun
    Sandy Farina









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20090624.asp
    ISSN: 1303-8923
    24 Haziran 2009 - ©2002/09-kmarsiv.com