Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 8 Sayı: 1.662

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 8 Temmuz 2009 - Fincanın İçindekiler


  • AMERİKAN KARPUZU ... Seyfullah Çalışkan
  • KIRK YAŞINDA BİR YENİ YETME ... Nurten Karahasanoğlu
  • DOĞU TÜRKİSTAN'DA NELER OLUYOR? ... Hamdi Topçuoğlu
  • KÜRESEL SİLKİNME ... Bertan Onaran
  • O'YALAN ... Sarahatun Demir
  • Yürüyelim düş bahçelerinde... Sezen'le ... David Ojalvo
  • Yaz ve Tatil ... Suna Keleşoğlu


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Bol Bul Bulmacalar, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Bırakın artık şu sigarayı!..


    Merhabalar,

    Yaz gelince bizim ailede bir harekettir başlıyor. Ben yere çakılı bir kazık, etrafımdaki herkes sanki kuş misali. Giden gelen belli değil. Havadan gideni, karadan gideni, sudan gideni, velhasıl giden gidene. Yarın sabah kuşluk vakti gene Sabiha Gökçen'deyim. Sıra birgün bana da gelir umuduyla şimdilik uğurlama faslındayım. Bir taraftan da iyi oluyor, insan yakın çevresiyle, sıcakla ilgilenmekten Tayyip Bey'i görmez, duymaz oluyor, rahat bir nefes alıyor. Sağolsun o da kuş gibi, çat orada çat kapı arkasında. İtalya'ya gitmeden önce İtalyan gazetecileri boş geçmemiş. "Askerleri kendi görevleriyle alakalı bir suçtan dolayı yargılamak isteyen yok." diyerek bir güzel paylamış. Bir görsem mutlaka soracağım. "Acaba küçük dağları da siz mi yarattınız?" Ama haksız mıyım? "..isteyen yok" demek için insanda "istesem yaparım" ruh hali olmalı, öyle değil mi?

    ...

    Sıcaklar artacakmış. Vay halime. Kiloyla doğru orantılı mıdır, yoksa doymuş su oranımdaki aşırı yükten midir bilmem, giren suyla çıkan su miktarı hemen hemen eşit bu aralar. Klimalı ortamda olunca fena değil, ama kapsama alanı dışına çıktığımda, su fışkırtan balinaya dönüyorum. Buradaki balinanın ebadıyla ilgili değilim, dikkatinizi çekerim. Ben fışkıran sudan bahsediyorum. Sülalenin genlerinde var bu meret ama sanki bu sene biraz fazla. Umarım gerçek balinaya dönüşmeden denize ulaşırım, kısmet artık.

    ...

    Sigara yasağına onbir gün kaldı. Bakıyorum da herkes konuyu kendi işine geldiği gibi sündürdükçe sündürüyor. Kahvehaneler, kafeler, publar endişeli, müşteri gidecek diye yakınıyorlar, tiryakiler ötenazi haklarının ellerinden alınmasına isyan ediyorlar. Yani her kafadan bir ses çıkıyor. Dört sene önce bu dumanı boğmuş biri olarak bendeniz mutluluktan uçar haldeyim. Zira sigarasız günlerin sefasını sürmeye başladığım günden beri sigaranın düşmanıyım. AİHM'ye kadar gitmekten bahseden bile var. At olsalar söylenecek laf var ama insana ne söylenir şimdi bilemedim. Aranızda sigaraya aşkıyla yanıp tutuşan epeyce biliyorum. Eski bir içici olarak söyleyeceklerimi iyi dinlemenizi isterim. İşin sağlık yanı beni hiç ilgilendirmiyor. Koca koca insanlara sağlık öğütleri verecek değilim. Zaten etrafta yeteri kadar var. Ben işin üçüncü şahısları ilgilendiren tarafıyla ilgiliyim. Dumanaltı olup pasif içici haline dönüşen çocuklara, yayılan pis kokuya, tatsız tuzsuz yediklerinize dikkatinizi çekmek istiyorum. İnanın, Dünyaya bakışınız, algılayışınız değişiyor, yepyeni tadlarla tanışıyorsunuz. Bırakmak yavaş yavaş olmuyor, hemen pat diye bırakılıyor bu illet. Onbir gün sonra, eğer denetlenebilirse, kapalı hiçbiryerde sigara içilmeyecek. Tüm o yerler evinizden daha mı değerli bir düşünün. Kapı önlerinde, tuvalette sigara içen liseli çocuklar gibi, fırt fırt etmekten ne zevk alacağınızı bir aklınızdan hesaplayın. Değmeyeceğini göreceksiniz. Bir ay dayandınız mı zaten iş bitiyor. Yardım da alabilirsiniz. Gelin bu 19 Temmuz'u milat belleyin, kendiniz için değilse bile çocuklarınız için sigarayı bırakın. Sağlıklı nefes alabildiğiniz günler dileğiyle esenkalın.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      AMERİKAN KARPUZU

    Buraların karpuzu baldan tatlı olur anam, kandan kırmızı. Kütür kütür, dipdiri… İstediğin kadar ye şişirmez adamı. Her derde deva, kellere şifa… Buraların karpuzu lokum gibi olur anam. İstersen keseyim de tadına bak…

    Astronot Recep tam üç yıldır köy kahvesinde karpuz muhabbeti yapıyor. "Önümüzdeki yaza karpuz ekçem. Koca merayı… İki çapa, bi gübre. Masrafı da yok." Dinleyenler de iyice sıkıldı artık. Bir karpuzun üç sene lafı mı edilir. Ekeceksen ek, tutan mı var? Ziraatçı Osman'a elli kez gitmiştir. Elli kez karpuz muhabbetine zorlamıştır adamı. İhtimal ki o da usanmıştır bu Astronot dingilinden. Ne yapsın, görev işte başından atamaz ya.

    Astronot Recep'in huyu böyle. Aklı fikri ince hesapta. Öyle kolay karar veren biri de değil. Bir de pimpirikli, işkilli ki sorma gitsin. Geçen senelerde üzümden zengin olacaktı bu yine. "Üzümü kesip sergiye sermiycem anasını satayım bu yaz. Yaş satçam bu sene. Asfalt boyunda. Kilosunu iki liradan versem. Beş ton yaş üzüm eder on bin lira. Hey yavrum hey, paraya bak paraya."

    Bizim buralarda yaş üzüm gitmez. Tüccarlar hep Salihli tarafında. Onların üzümü para eder. Sultaniye hep aynı sultaniye ama onlar güzel düzen kurmuş. Astronot Recep Ağustos başında asfalt boyuna tahta bir çardak çaktı. Üzerini sazlarla kapladı. Önüne kasalar dolusu üzüm dizdi. Yoldan gelip geçenler görsün diye. Bin araba geçti ama bir ikisi zar zor durdu. Kimse üzüm almadı. Yaş üzüm satma işi hesapladığı gibi gitmedi. On gün oldu, yirmi gün oldu tısss. Herkes bağını bozduktan sonra Astronot'da bütün üzümünü kesti. Sergide kuruttu. Üzümün zamanı geçti. Salkımlar dalındayken pörsüdü, tanelerini arılar emdi. Astronot bir daha yaş üzüm işini konuşmadı.

    "Bağı kökleyip şeftali dikmeli. Şeftali iyi para getiriyor. Hem alıcısı da çok," dedi. Dedi ama kimse ilgilenmedi. Baktı tın diyen yok. Bir daha konuşmadı. Laf sündü, cılızlaştı, kendiliğinden kayboldu. Bu işin tek Suçlusu Astronot Recep sanmayın sakın. Birde onu kafaya saranlar, her lafına kılçık atanlar var. Sanki ciddiye alıyormuş gibi soru soranlar. "Helal be Recep," diye gaz verenler… Böyle olmasa Kopuğun Kahvesi'nin tadı çıkmaz hani. Herkes sıcaktan gün boyu uyuklayıp durur. Çayın yüzüne bile bakan olmaz. Kahveci Kürt Sinan ve kardeşleri böyle dalga dümen adamları çok sever. Sevmeyip ne yapsın dükkânın gülü bunlar. Kırk yıl gelse gitse, beş para bile almaz. Böyleleri her eve lazım adamlar. Kürt para istemese bile Astronot kimsenin bir kuruşuna tenezzül etmez. Çıkarır çayının parasını trink diye atar tezgâha ve gider.

    Hey yavrum, karpuza gel. Bal mısın, şerbet misin mübarek. Yiyen şişman yemeyen pişman… Koş vatandaş sende karpuza gel. Kan çıkmazsa para yok.

    Astronot Recep, üç sene yaz, kış karpuz zengini olmayı kurdu. Kopuğun Kahvesi'ndeki köylüler karpuz muhabbetinden gına geldi. Ziraatçı Osman canından bezdi. Bir gün bütün makaraları boşaldı. Astronot'u yazanesinden kovdu. Yeter be dedi, yeter ulan, Deli misin sen be oğlum, manyak mısın? Astronot manyak değildi. Fazlaca kararsız ve işkilliydi, birazda kıtıpiyos…

    Ziraatçı Osman gerçekten yardımcı olmak, onu karpuz konusunda bilgilendirmek istiyordu. Bizim topraklarımızda Bahadır F1, Yal.Yuvarlak Alaca-18, Ceyhan F1, Troya F1, Zeugma türleri yetişir. Sana tohum bulurum, toprak tahlili yaptırırız," diyordu. Bizimki tamam deyip ertesi gün yine kapıya dayanıyordu. Yeniden sil baştan karpuz muhabbeti. Ne yapsın Osman? Delirmesin de ne yapsın?

    Astronot Recep kimseyi dinlemedi. Manisa'dan aldığı tohumları Halitpaşa altındaki tarlasına dikti. "Ziraatçı ne anlar bu işlerden? Kitaptan okumayla olmaz. Tarlada büyüdüm ben. O bilir bir iki ben bilirim kırk iki," dedi. Bununkiler Amerikan karpuzuymuş. Söbelek söbelek, uzun uzun… On dönüm ekti ha, az buz da değil. "Lan oğlum, bizim buralara gelmez. Sana ne elin karpuzundan?" diyenleri de dinlemedi.

    Karpuzlar yetişince hakikatten de uzun uzun oldu. Olgunlaşınca yeşil gömlekleri beyaza döndü. Damalarının rengi soldu. Bir tanesi en az on kilo. Şeker gibi tatlı, incecik kabuklu. Her şey güzel, iyi, hoş… Ama cam gibi mübarekler. At arabası bir çukura girse, azıcık sert sallansa hemencecik kırılıveriyorlar. Karpuzu tarladan toplayıp eve getirmek mümkün değil. Tarlası asfalt kenarında olsa, tarladan koparıp oracıkta satıverse mis…

    Astronot Recep at arabasını yüklediği karpuzların arasına otlar, samanlar doldurdu. Karpuzlarının yarısını yolda kırdı, yarısını çarşı önünde sattı. Çok para kazanmadı ama zarar da etmedi. Sadece zengin olma düşleri başka bir bahara kaldı. Kopuğun Kahvesinde Amerikan Karpuzu şakaları kış yarısına kadar sürdü. Recep'e takılmak isteyen" Ben de önümüzdeki yaz Amerikan Karpuzu ekçem. Tohumu nerden aldın sen? Cam karpuz çıkmış Recep, ama kırılmıyormuş, diyorlardı.

    Amerikan karpuzu bu vatandaş. Kan çıkmazsa para yok. Şeker bunlar, bal… Yiyen şişman, yemeyen pişman... Karpuz değil bunlar. Şerefsizim baklava, koş gel… Abla çocuk taşıyamaz onu. Sen al da filene koy. Sakın bir yere çarpma. Çarparsan da oturup ağlama. Otur göbeğini ye, keyfini çıkar…

    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Nurten Karahasanoğlu


    KIRK YAŞINDA BİR YENİ YETME

    Aradım, hayatımın kırk yılı boyunca hep aradım.
    Daha ufacık bir kız çocuğuydum aramaya başladığımda. Henüz altı yaşında, Taner'in gözlerinin içine bakarken bulduğumu sandığımda yedim okkalı tokadı. Beni yıllarca terk etmeyen, her akılsızlığımda bir daha bir daha yediğim. Yedikçe akıllanacağıma beni bir karış havalarda gezdiren tokat, tokatlar…
    Keşke annemin tokadına benzeseydiler. Keşke sadece bedenimi acıtsaydılar. Ne kolaydı acısını geçirmek annemin tokatlarının. Hem biraz sonra annem gelir okşar, ne acı kalırdı ne gözyaşı.
    Şimdi ne okşayan var ne de gözyaşımı silen. Atıp gidiyor, ardına bile bakmıyorlar.

    Düşündüm, hayatımın kırk yılı boyunca hep düşündüm. Şimdi kırk yaşında koskoca bir kadınken de aynı şeyi düşünüyorum.
    Hatalı olan ben miyim?
    Kadınca düşündüğüm, kadınca hissettiğim, kadınca yaşadığım ve duygularımı sakınmasızca yansıttığım için mi?
    Karşıma çıkan tüm insanları olduğu gibi, erkekleri de kendim gibi sanma yanılgısına düştüğüm için mi?
    Katılaşmış kalplerde ufak da olsa bir yumuşak zemin bulabilme umudunu hâlâ taşıyor olduğum için mi?
    Çocukken çocuk olduğunu bilemeyen ruhumu bu yaşımda bunca sorumluluğa karşın çocuk tutmaya çalıştığım için mi?
    Aşkı çocukluk olarak görenleri anlayamadığım için mi?
    "Çocuk musun?" sorusundan nefret ettiğim için mi?
    Büyüyüp de kalbini katılaştırmanın marifet olmadığına inandığım için mi?
    Bunlar mı hatalarım?
    Ya da bütün bunlar hata mı?

    Sevdim, hayatımın kırk yılı boyunca hep sevdim. Önce babamı, sonra ablamı, Taner'i, ilk öğretmenimi, kız arkadaşlarımı, erkek arkadaşlarımı, platonik aşklarımı, ilk sevgilimi, çocuğumu, annemi, son sevgilimi.
    Hepsi ayrı boyutta ama hepsi aynı içtenlikte sevildiler. Kendiliğinden giden dışında hiç birini göndermedim hayatımdan. Böyle bir yetim yok, yapamıyorum.
    Pişmanlık duyduğum olmamıştı. Annemi geç tanıyıp geç sevdiğim için pişmandım belki o kadar. Ama ya hiç tanıyamasaydım, sevemeseydim?

    Çalıştım, hayatımın kırk yılı boyunca hep doyasıya yaşamaya çalıştım. Hayatın her anından zevk almaya, en sıkışık anımda bir soluklanma yaratabilmeye, dramları eğlenceye çevirebilmeye, acılıyken gülebilmeye, kahkaha bile atabilmeye.
    Başaramadığım zamanlar oldu, yerle yeksan olup kaybolduğum, kendime güvenimi yitirdiğim. Suratımdan düşenin bin parça olduğu zamanlar. Artık ağlamayacağım, beni kimse üzemeyecek, deyip de ağlayıp beni üzmelerine izin verdiğim zamanlar da.

    Hayatımın kırk koca yılını devirdikten sonra ve artık tanıdığımı sanırken bir tokat daha yedim o çok sevdiğim hayattan.
    Daha ufacık bir kız çocuğuyken aramaya başladığımı bu kez buldum sandım, tüm saflığımla kendimi inandırdım, neden olmasındı ki?
    Yılların unutturduğu duygularım coşmuş, yaşamım anlam kazanmıştı, sabahları yataktan ümitle kalkıyordum, aynaya baktığımda gözlerimin içinin güldüğünü görüyor, kendimi daha çok seviyordum.
    Bu körlük, kör kütüklük halini bir yerlerden hatırlıyordum ben. Hatırladıklarımın da başıma gelmemesi için dua ediyordum.
    Koskoca kırk yılda yaşadıklarım ve daha fazlası… Birkaç ayda yaşandı, yaktı, kavurdu, geçti, gitti.
    Yok, gitmedi, gönderemedim.

    Tanımaya çalıştım, hayatımın kırk yılı boyunca hep tanımaya uğraştım erkekleri.
    Son manzara ise bana dedi ki: "kandırma kendini, sen kör kütüklükten öte geçemedin. Geçebilseydin görecektin senin gibi olmadıklarını, bir kadına güvenmelerinin çok zor olduğunu, acımasızca terk edebileceklerini, arkalarına hiç bakmadıklarını."
    Ve ekledi: "sen hâlâ aynı şarkıyı söylemeye devam et", sonra güldü. Acı acı gülerek mırıldandı:

    "Aşk bağının gülü ol da dikenini bana batır"

    Nurten Karahasanoğlu


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
    6 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Hamdi Topçuoğlu

     Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


      DOĞU TÜRKİSTAN'DA NELER OLUYOR?

    Doğu Türkistan neresidir bilir misiniz?

    Siz de Sincan'ı sadece Ankara'nın bir ilçesi olarak mı biliyorsunuz?

    Gazneli Mahmut, Babür Şah, Melikşah…

    Biruni, İbn- Sina, İbn-i Sina, Ebunasril Farabi, Buhari… kimlerdir?

    Balasagunlu Yusuf HasHacib Edip Ahmet Yüğnekî adlarını siz de mi unuttunuz yoksa?

    Ya Kaşgarlı Mahmut?

    Göç destanını kaçımız anımsıyor? Hani Hükümdar, kız yoluna dağın taşını Çinlilere verince kuşların göç göç diye ötüştüğü destan vardı ya?

    Türklerin tarih boyunca kullandığı dört alfabeden birinin de Uygur alfabesi olduğunu biliyor musunuz?

    Kaşgarlı Mahmut, Divan'ı Lügat-it Türk' adlı eserinde ne demişti?

    " Tanrının devlet güneşini Türk burcunda doğurmuş olduğunu ve onların mülkleri üzerinde, göklerin dairelerini döndürmüş bulunduğunu gördüm. Tanrı, onlara Türk adını verdi ve onları yeryüzüne hâkim kıldı. Zamanımızın hakanlarını onlardan çıkardı. Dünya milletlerinin yularını onların ellerine verdi. Onlarla birlikte çalışanları, onlardan yana olanları aziz kıldı. Ve Türkler yüzünden onları her dileklerine eriştirdi. Bu kimseleri kötülerin, ayak takımının şerrinden korudu. Oklarının isabetinden kurtulmak için, aklı olana düşen vazife bu adamların tuttuğu yolu tutmaktır. Derdini dinletmek ve Türkler'in gönlünü almak için onların dilleriyle konuşmaktan başka yol yoktur."

    Ya şimdi neler yaşıyoruz?

    Dünya medyasına yüzlerce ölü haberi düşüyor. Doğu Türkistan'da yüzyıllardır sürüp gelen Çin vahşeti yine hortluyor. İnsanlar sokak ortasında it gibi öldürülüyor. Kimseden ses çıkmıyor; çünkü Çin bir dünya devi.

    Dev olabilmek için de devliği sürdürebilmek de sömürgelere gereksinim var. Doğu Türkistan Çin'in özerk bölgesiymiş. Geçin efendim bunu. Doğu Türkistan'da, petrol, doğal gaz, uranyum, kömür, altın ve gümüş madenleri var.

    Doğu Türkistan'ın yüzölçümü 1 828 418 km2. Yani Türkiye'nin bir buçuk katı. Nüfusu 30 milyon. Bunca geniş topraklarda bu kadar az nüfus. Öyleyse yapılması gereken belli: Asimilasyon.

    Bölgenin adını (Sincan Uygur Özerk Bölgesi), ve köylere varıncaya dek tüm yer adlarını da değiştireceksin.

    İnsanların inançlarına, gelenek ve göreneklerine karşı acımasız bir savaş yürüteceksin.

    Bağımsızlık taleplerini şiddet kullanarak bastıracaksın.

    Savunmasız insanları topraklarından sürecek; sürülenlerin yerine kendi ırkından insanlar yerleştireceksin.

    Bu "Çin İşkencesi" Doğu Türkistan'da yüzyıllardan beri sürüp geliyor.

    Bırakın Dünyayı, bizim bile gıkımız çıkmıyor.

    Bakın Filistin için Davos fatihliğine soyunanlardan ses çıktı mı?

    Neylersiniz, gündem yoğun. Şimdi Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarını sivil mahkemelerde yargılama yollarını açma zamanı.

    Öyle ya kuvvet komutanını, generali kendi atadığın yargıçlara yargılatacaksın; ama "benim valim, benim müsteşarım için" iznim gerek diyeceksin. Tabii bu arada kendi dokunulmazlık zırhını çıkarma gereği de duymayacaksın.

    Bırakalım onlar kendi gündemleriyle boğuşadursun.

    Biz halk olarak Doğu Türkistan'da köklerimize yapılan bu zulme sessiz kalmayalım.
    Hiç değilse üzerinde "Made in China","Product of China", "Çin Malı" gibi ibareler bulunan ve 690-691-692 kod numaralı ürünleri almayalım.

    Zaten hepsinin "adi" olduğunu bilmeyen yok.

    Hamdi Topçuoğlu
    egerem@yahoo.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Bertan Onaran

     Güzelin Ardında : Bertan Onaran


      KÜRESEL SİLKİNME

    Onca gündür, sözümona Genelkurmay'da hazırlanan ve bir albayın başını derde sokan bir belgenin fotokopisiyle uğraşıyor yurdum; askeri savcılığın incelettiği, TSK'de böyle bir belge hazırlanmadığı, dolayısıyla şuna buna gönderilmesi ve bir darbeyle ülkenin yazgısına el konulmasının söz konusu olmadığı kanıtlandı; Genelkurmay Başkanı bunu bir basın toplantısıyla da duyurdu.

    Ama sanır mısınız ki tartışma, kaynaşma bitecek? Hayır, BOP'si kapsamında Türkiye'den, özellikle TSK'den istenenler yerli yerinde duruyor; öyleyse başka belgeler uçuşabilir, başka gülünç silahlar bulunabilir her an.

    Temel sorun, benim gibi bir sürü dürüst yorumcu yineleyip duruyor, tıkanan, yarattığı dertlere çözüm bulamayan; bulmak bir yana, eskisi gibi, buluyormuş gibi yaparak milyarları uyutmayı artık o kadar kolay başaramayan bu soygun ve talan düzeninin musluklarını ellerinde bulunduranların başka bir yol, yaşama biçimi olabileceğini akıllarından bile geçirmeye razı olmayışından kaynaklanıyor.

    O bin yıllık ataerkil zorbalığın üstüne eklenen 250 yıllık anamalcı düzensizliğin yetiştirdiği, biçimlendirdiği egemen küme insanlarının beyinlerinde bunun gerçekleşmesini beklemek boşuna elbet. Dünyanın artıdeğerinin çok büyük bölümünü cebe indirdikleri için, iletişim araçları, sinema, tiyatro, yazın gibi sanatsal anlatımlar da onlar egemenliğinde ya da etkisinde. Hele televizyon denen zehirli oyuncakla, 365 gün, 24 saat o paraları yaratıp kendilerine armağan eden yığınları ayakta uyutuyor, kendi elleriyle canlarına kıymaya razı ediyorlar.

    Gerek bu son belgede, gerek sürüp giden, dalga dalga kimi budayacağı bilinmeyen dâvâda yöntem ortada: ben karalarım, içeri tıkıp yargılarım; belgenin düzmece olduğunu kanıtlamak, aklanmak ( elindeyse) senin işin, diyor CFR'nin büyükbaşları ve bütün ülkelerdeki gönüllü devşirmeleri. Son örnek İran seçimleri; adaylardan biri az buz değil, öbürünün iki katı oy almış, alsın; ben onu saymam, saydırmam, diyor Büyük Ağabey. Bugünkü savaşa, acımasız paylaşıma dayanan dünya düzeninde, elbet her ülkede iç haksızlıklar, dengesizlikler de var. Tamam bunları alıp, o bağıran, daha çok özgürlük, eşitlik, hukuk isteyen yığınların zararına kullanırsın; akrep gibi kendi kendilerin sokmalarını, birbirlerini öldürmelerini; boş konuşmalarda dillerden düşmeyen, aslında altından daha değerli kamu mallarını, evleri, dükkânları, arabaları yaktırır yıktırırsın. Bombalarla yerle bir ettiğin güzelim Sümer uygarlığının barınağı Bağdat gibi, yıkıp yaktıklarının onarımı ayağa kaldırılması için Irak halkını bir kez daha soyup soğana çevirirsin.

    Ergenekon dâvâsı başlayalı beri, gazetelerde, televizyon kanallarında anlı şanlı uzmanlar: "bu yapılanlar hukuka, ceza muhakemeleri yasasına, insan haklarına uygun değil" diye saatlarca, günlerce dil döküyor. Hızını alamayıp AİM'sine gitmekten söz edenler de var, sanki sömürülmek üzere seçilmiş ülkelerin başına bu belaları açanlar hani şu uygar (!?) Avrupalılar, demokrasinin simgesi ve koruyucusu (!?) Amerikalılar değilmiş gibi!

    Bütün bu oyunların böyle kolayca oynamaması, ulusların, ülkelerin başına bin bir çorabın örülememesi için, tek bir şey gerekiyor aslında: hemen yakalanıp İstanbul'a getirilmesini, idam sehpasında bekleyen celladın eline teslim edilmesi istenen Mustafa Kemâl gibi, suçlanmasına yol açan, olanak tanıyan hukukun hukuk olmadığının; onun yerine canlı cansız bütün varlıklarıyla şu güzelim mavi gezegeni de koruyup kollayacak gerçek hukukun geçirilmesi gerektiğine gölgesiz inanmak. Ve elbet bu inancını gerçekleştirebilecek yapıyı kuracaksın.

    Nitekim şimdi Güney Amerika ülkeleri, öncüleri Küba'nın ardına düşüp atılması gereken adımları atıyor; en cici bici sözlerle milyarları gözünü kırpmadan sömürenlerin en tanınmış maşalarını, İMF ile Dünya Bankası'nı kapı dışarı ediyor. Göç açıp kapayıncaya toplumcu düzene geçilemeyeceği için, yüzlerce yıldır kendilerini ezip sömürenlere karşı, yeni dayanışmalar arıyor, oluşturmaya çalışıyorlar.

    Ülkemizde bunu sağlayacak siyasal-parasal kurum eksikliği ortada; bu engeli nasıl aşacağız, önceden bütün ayrıntılarıyla bilemem. Bize düşen, hastalığın gelip geçici, yerel olmadığını; sözün gerçek anlamında küresel ve yapısal olduğunu bıkıp usanmadan yinelemek; tanıda birleşebilirsek, çözüm son derece kolay olur.

    Canlı örnek, Chavez'in Venezüela'sı.

    Bertan Onaran
    bertanonaran@hotmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Sarahatun Demir

     Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir


       O'YALAN…

    "..Hangi Çirkin Gerçek Uğruna Tükettin Güzel Ütopyamızı…"
    ...
    Gittiler… Bana kalırsa zaten hiç gelmemişler. Gelmiş, buradaymış gibi görünmüş; bir süre zaman geçirmişler.
    Zamanında, zaman zaman zamandan kazandığım oldu. Aynı oranda harcadığım da…

    Tortusu derine inmiş. Bir ten nüfuzundan daha ötelere bir yerlere; öyle nüfussal bir kalabalık kendi içinde…
    Susmak, asalet timsaline en büyük saygıysa, bir saygı sözcüğüne insan kendini yakıştırmalıysa en fazla, susuyorum..
    Sabahladığım geceler; yazılmamış, okunmamış; okunmadığı için yazık, yazılmadığı için günah, boşa sabahlandığı için keder birikmiş…
    Tek vücutta iki çift el.. Dört el fazla geliyor bir vücuda. Ellerini uzak tut buradan. Gövdeni ellerine yeniden bağışla..
    Yazdıklarını öğüterek yazmalı insan.. Yazabilmeli… Öğürmeden yaşamalı ne yaşıyorsa. Bu öğürtü hüsrana gebeyse; Hira'ya çok, çok uzak yolum var hala…
    Hayatlar dinliyorum. Kitaplar, insanlar, yüzler, anlar ve sesler…

    Hiç kıpırdamadan sabahlayabiliyorum. Bir geceyi bir sonraki sabaha harekete geçmeyecek kadar durağanca ilikleyebilecek denli vicdan rahatı günlerden geçiyorum. Birileri yatağında karabasanla sevişirken ben, avuç
    içime yatak resmini çizip, avuçlarımda kıvrılıp uyuyabiliyorum…

    Kendime kızdığım ve yanıldığım yangın şaşkını iklimler var. Karasal ama karamsar değiller. Bu bana yeter…
    Annemin haklılık payı, dostlarımın verdiği akıllar ya da devamı… Hiçbiri çare olmadı. Umarsız olmayı öğrendiğim biri var. Hepimize her şeyi öğreten yollar işte.. Seninkinden çok uzak değil çektiğim ağrılar, ağırlıklar, kırıklar, dökükler, yok edenler… Düztürkçesi öztürkçesinden mealce biraz farklı. Gerisi yavaşça içte eriyen bir kurşunun yarası…

    O kadar karanlık ki, sabaha ve şafak adımına ramak var. Bilmiyorsan öğren, gecenin en karanlık anı, sabaha en yaklaştığı zamandır. Unutulmayan, hiçbir darbenin ağrı şiddeti değildir; sorgunun yoldan döndüreni, ağrının en zamansız zamanda en umulmaz yürekten atılmış olanıdır. Yüreğimde darbe izi taşıyorum. Yanıyorum. Yanılıyorum. Kan ter içinde nefesimle boğuştuğum her durakta şimdi, Hira'ya hesap veriyorum. "Oku" emrini anlatmalıyım zannetmişim. Hira, zamanı var demiş. Ben dinlememişim. Hira'ya verecek hesabım var; gerisi umurumda değil…

    Suçum kabahatimden büyükse, sevgim anlamına ayna. Beni anlamaya çalış Hira, bu öykü artık ikimize ait kalamaz sanmıştım. Öykümüze yersiz gelmiş, zamansız gidecek bir konukmuş, susmalıymışım; anlamamışım. Meğer hala ikimize ait bir sır olmalıymış bu dava. Kimseye açılmadan, anlatılmadan, kuytuluğumda bir yerde durmalıymış. Anlayacak sandım Hira, O anlar diye inandım; beni bağışla..

    Sızdıkça kendime damlıyorum. Basitleştikçe sıradanlıktan uzaklaşır sanıyorsan, o' yalan…
    Her şeyi unut, kendi adın dışında… Adın kalabilsin avuçlarında. Adın kadar hacim adımlarsın dünyada.
    Adın varsa ve yankıysa; güçlüsün o oranda. Uçurum uçlarında çok durma. Ama ben seni gerçekten çok seviyorum diyenler bile çok fazla seni kollamayacaklar bir uçurum kıyısında. Gerisi masal.. Bir var sanmışsın zaten hiç olmamışlar esasında…
    Ayağıma iz bildiğim her yolun sonu bulundu. Bir yerlere vardırdı. Dilimdeki hece anlamlıca evrene salındı. Kendi iç yaramı ben, bir başkasının bedeninde söndürmeyi denemeyeceğim…

    Çerçeveden çıkarılacak bir fotoğraf yoktu, ben kareyi değiştirdim…
    Dilimdeki en lal notada bir şarkı.. Unutulması zaten gerekmiyordu.. Saklımda duruyordu…
    Geriye kalan bir mavi tüken(me)yen kalem. Çok çabuk tükenmiş ve tüketmiş bir umudun rengine çelişki yani… Mavi kalem hangi kelimeyi kâğıda yazayım derse bu akşam, ağlayacak mürekkep. Mavi kalem sussun. Konuşmasın. Orada kalsın. Yanındaki kurumuş ve kırmızısındaki anlama çabuk ihanet etmiş gül sapının yanında. Kutuda… Panodaki ışıksız feneri sorarsan, düşmedi. Tuz buz oldu… Fenerin içinde kendini aydınlatmaya yetebilecek bir ışığı yoktu. Karanlıktı. Işığını bana sordu. Cümleni söyledim. Tuz buz oldu…

    Yıprandığım her ayakta büyük hüzünler piramidinin bir sınıf üstüne çıkma ihtimalim var. Kendimle dost, başkalarıyla arkadaş olmayı öğrendikçe güvenimde güvence fakirlikleri tespit edildi. Ben, zekât kabul etmiyorum. Fakirim, bayramlarda ve adaklarda kan akıtmıyorum. İçime sızıyorum. Sessiz ve damla damla… Sabaha vardı gece. Bir güneşin en tarafsız habercisi yine doğan güneşse, Hira bağışlayacaktır beni. Annenin düş kırıklıkları çabuk onarılır bilirsin, sakın korkma ben hep yanında olacağım, biz'e ihanet etmeyeceğim kızım…

    Bir şair, sanatı neyi için ciddiye alır emin değilim. Bu şair bir dizeyle dizlerimi kanatmaya yettiyse, bu adapte işini belli ki o, sanatı toplum için yapmayı ilke edinip icra etmiştir. Ellerini geri al… Zaten emanetmiş. Emanetine hıyanet etmeyeceğim. Sana bu yüzden ellerini geri vereceğim. Belki ellerini bedenine bağışladıktan sonra, kafanı arasına alır düşünürsün zamanlıca;

    Sen, benim seni sevebilme ihtimalim ölçüsünde yaşamaya zaman biçtiklerini sevmişsin. Meğerse sen, benim seni sevebilme ihtimalimi sevmişsin…


    * Bu yazıyı oluştururken kalemden dökerken hep aynı şarkı döndü odamda, kulaklarımda. Okurken de dinlemek isteyenler olabilir belki. Ve bu vesileyle albümü keşfedenler olur diye Işın Karaca Uyanış, albüme de adını veren güzel şarkı.

    Sarahatun Demir
    sarahatun@mynet.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,889,889,889,889,889,889,889,889,889,88
    8 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    David Ojalvo

     Söylenebilecek ne varsa : David Ojalvo


      Yürüyelim düş bahçelerinde... Sezen'le...

    Sezen Aksu üzerine yazılmamış yazı, söylenmemiş söz kalmış mıdır? Yoksa onun sadık dinleyicilerinden ve takipçilerinden biri olarak, bana mı kalmamış gibi geliyor?
    Sezen Aksu, son birkaç yıldır medyada haberi yapılan sanatçılar listesinde, liste başı.
    Peki, ya Sezen Aksu'nun yaptığı yüzlerce bestenin ardından söyleyecek yeni şarkıları var mıdır? Yanıtım: evet!
    2008 baharında çıkarttığı "Deniz Yıldızı" adlı albümünün ardından Sezen Aksu, bu Haziran'da, çeşitli sanatçılara, şarkıcılara verdiği parçaları toplama bir albümde bir araya getirdi. Tıpkı 1990'ların ortalarında, "Düş Bahçeleri" albümünde olduğu gibi...
    2 CD'de 29 parça ve Sezen Aksu'nun hediyesi olan bir DVD'den oluşan bu ikinci toplama albümün adı "Yürüyorum Düş Bahçeleri'nde..." 27 farklı şarkının, üçü yeni.
    Sezen Aksu'dan, konser kayıtlarının derlendiği bir DVD'yi uzun zamandır bekliyorum. Hatta 2007 yazı konserleri, bu çerçevede profesyonel kayda alınıyordu.
    Henüz o DVD'ye kavuşamadık ve bu albüm benim için tam anlamıyla sürpriz oldu. "Deniz Yıldızı"nın ardından yeni bir albüm en az 3-4 yıl sonra çıkar, diye tahmin ediyordum. Kısmet bu Haziran'a oldu. Ne de iyi oldu...

    Albümün ilk CD'sinde ağırlıklı olarak yavaş tempolu parçalara yer verilmiş.
    Enstrüman olarak sadece gitar kullanılan, düş bahçelerimizin açılış parçası, "İzmir Yanıyor".
    Sezen Aksu'nun sesine, sesinin gücüne dair, 2003'de geçirmiş olduğu rahatsızlıktan bu yana, eleştiriler dinmedi. Sezen, "İzmir, İzmir yanıyor / Karasevdam, hasretinden" diye seslenirken, içinizde de bir şey titriyor. Ben bir müzik eleştirmeni değilim ve Sezen sözleri, besteleri ve yorumuyla beni alıp götürüyor... Kanaatim, Sezen'in performansı, eleştirileri suya düşürecek nitelikte. Kaldı ki, gerçek müzik eleştirmenleri de, Türk pop müziğini daha da iyi bir yere taşımak adına, samimiyetlerini ortaya koyacaklardır.

    İlk CD'de Sezen Aksu, Levent Yüksel'e vermiş olduğu "Uslanmadım", "Uçurtma Bayramları"nı, Sertap Erener'in seslendirdiği (ve Fahir Atakoğlu'nun "İz" albümünde bulunan) "Lâl"i, Aşkın Nur Yengi ile tanığımız "Elveda"yı, Işın Karaca'ya başarı kazandıran "Tutunamadım"ı okuyor. Konserlerinde yoğun istek alan "Kurşuni Renkler" dinleyenlerini özellikle sevindirecektir. İlk CD'de benim özellikle sevdiğim şarkı "Kaçak". Bu parçada Sezen soruyor: "Bir daha o yolları aynı hevesle yürür müyüm? Kim bilir ne bekliyor, kalır mıyım, ölür müyüm? Ne malum dünya gözüyle bir daha görür müyüm?"

    Herkesin yaşamında "o yollar" diyebileceği anılar, duygular olmuştur, vardır... Çeşitli kırgınlılar, kimi zaman zorlaştığını hissettiğimiz bu hayat, böylesi soruları sordurtuyor. Öte yandan tempo her zaman yavaş değil, tıpkı ikinci CD'de olduğu gibi, artabiliyor da...

    "Kibir (Hande Yener)", "Çakkıdı (Kenan Doğulu)", "Yok Ki (Ajda Pekkan)" son yılların, özellikle de yazların en çok dinlenen parçaları arasındaydı... "Tören", "İtirafçı Olma" albümde yer alan yeni şarkılardan... Albümün sonuna doğru yer alan, "Söz Bitti" benim tüylerimi diken diken ediyor dinledikçe... Sözlerini bu yazıya aktarmıyorum; çünkü esas anlam ve hisler yerini, dinlemekle buluyor...

    Sezen Aksu'yu dinleyen bir çok dostum, eski şarkılarını (1980'ler) daha çok benimsiyor. Oysa ben son dönem çalışmalarını daha çok içselleştirenlerdenim. Bu yıl, Sezen Aksu'nun konserlerine gitme şansım, ne yazık ki, yok. Bu yaz, yeni albüm, sevinçlerimden biri... Ona kulak veriyorum... Bu yazıyı da, "Muhabbet Kuşları"ndan, onun sözleriyle bitirelim...

    Tam on üç yıl olmuş bu şarkıyı yazalı,
    Kederin, nöbetçi kara bulutlar gibi,
    Başımızdan dolaştığı yıllar...
    Sonra sevincin, sonra yine acının
    Baskın geldiği zamanlar yaşadık...
    Hayat, böyle bir şey... Herkes için...
    Biraz daha anladık,
    Ve o eşsiz büyün dengenin içinde
    Hepsinin bir değeri olduğunu...
    Ve değer bilmek gerektiğini...


    David Ojalvo, Ayder - Rize
    ojalvo.blogspot.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    1 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Suna Keleşoğlu

     Café Azur : Suna Keleşoğlu


      Yaz ve Tatil

    Bazen internet karşısında okuduğum haberlerden sonra donup kalıyorum. Tıpkı bu sefer olduğu gibi.

    "Antalya'da serinlemek için Konyaaltı plajlarına giden 73 yaşındaki emekli doktor boğularak hayatını kaybetti. Yaşlı adamın kalp krizi geçirmiş olabileceği ve bu sırada boğulmuş olabileceği bildirildi."

    Haber şöyle devam ediyordu,

    "Serinlemek için Konyaaltı sahiline koşan yüzlerce insan karaya çıkarılan doktorun cenazesine aldırış etmeden denize girmeye ve güneşlenmeye devam etti. Yaklaşık 2 saat boyunca sahilde kaldırılmayı bekleyen cenaze plaja getirilen tabutla Akdeniz Üniversitesi Hastanesi Adli Tıp Kurumu Morguna kaldırıldı."

    Yaz başladığı zaman trafik kazası ve boğulma haberleri birbiri ardına sıralanırken, klimalarda serinlemeye çalışan bedenlerimiz için öylesine sıradanlaşıyor ki bu ölümler. Bir ölümün yanında hayatın tatili devam ediyor. Bu bizim vurdum duymazlığımızın mı, duyarsızlaştığımızın işareti mi? Yoksa yıllardır kapısında yatıp kalktığımız batının soğukkanlılığı mı?

    Kocaman bir soru işareti. İki saat bekleyen cesede, koskoca halk plajında olmayan cankurtarana, sağlık görevlisine, hiçbir şey yokmuş gibi yüzen, güneşlenen insanlara...Sıralanabilecek onlarca soru işareti?

    Yaz, deniz, tatil, rehavet demek belki ama , cümleyi taamlayabilecek bir tanımım bile yok.
    Bu olmamalıydı, bu olmamalıydık. Düşündürücü olan da burada, aslında hep böyleydik de, sonradan mı bu kadar açık açık algıladık?

    Evet bazen gerçekten de düşünüyorum, gazete haberlerini okudukça, cinayet, hırsızlık, gasp, yolsuzluk haberlerine takıldıkça gözlerim kendi kendime soruyorum. Toplum bir değişim, başkalaşım mı geçiriyor? Yoksa medyanın ve en çok da internetin etkisi mi? Vardı da görmüyor, duymuyormuyduk.

    Çocukluğumu hatırlıyorum. Cinayet haberi duymuşluğum olmazdı, kaza bir iki belki, hırsızlık galiba vardı. Bir intihar haberi var hafizamda. O kadar. Çocukken bize çok şey söylemezlerdi, ama olup bitenin de farkındaydık. Yaşadığım küçük şehirde insanlar eceliyle ölürlerdi. Şimdi kader deyip geçiyoruz ama ölümler bir kurşunla, bir patlak frenle, bir bombayla sıralanıyor. Ardından ölümlere ve ölülere alışıyoruz.

    Ve belki de bütün bu olup bitenlere şaşırmamalı. Bir ceset deniz kenarında beklerken denize girmeyi düşünenlere kızmamak da lazım. Otuzyedi ölünün ardından, ölümün mekanında kebab yiyenler de var ya, başka sözüm de yok.

    Yaz, Tatil, Temmuz...

    SunA.K. Grasse


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    polygon@polygon.com.tr



    <#><#><#><#><#><#><#>

    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Servet Yaylı


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


     


     Tadımlık Şiirler


    Uçurum…

    Beynim bir alfabe
    Harfler çivi kazıntısı,
    Kelimeler dilden bilgisiz…
    Cümlelerden cesetler doğuyor…

    Hiçlik kompozisyon
    Paragraflarını tuz basıyor
    Sorular çeper, çeper
    Ah ya o ünlemler!
    Kağıtta(n) bir uçurum…

    Dil(im) suçüstünde düğüm, düğüm.
    Hoşçakal bay/bayan ölüm.

    Levent Bedir

    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Bol Bul Bulmacalar




    Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


     


     Biraz Gülümseyin






    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

     
    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"


    İstanbul için Son Hava Durumu
    ISTANBUL ISTANBUL
    Ankara için Son Hava Durumu
    ANKARA ANKARA
    İzmir için Son Hava Durumu
    IZMIR IZMIR
    Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.16.4613 / Windows / 4.48 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.0.9.9 / 16 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-09©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Liberian Girl
    Michael Jackson









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20090708.asp
    ISSN: 1303-8923
    8 Temmuz 2009 - ©2002/09-kmarsiv.com