Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 8 Sayı: 1.665

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 29 Temmuz 2009 - Fincanın İçindekiler


  • YAZ VE KAKTÜS ÇİÇEKLERİ ... Seyfullah Çalışkan
  • Çocukluğunun Mutluluğunu Cebine Doldur Silvia! ... Nevriye Hamitoğlu
  • KARA BELA ... Hamdi Topçuoğlu
  • ZOR DOSTUM ZOR ... Gülgün İçten
  • İnsan ... Orhan Murat Bahtiyar
  • Gitme ... Ceyda Gamzeli
  • Televizyon izlemek veya izlememek ... David Ojalvo
  • KON ... Beltan Göksel


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Bol Bul Bulmacalar, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Anlamlı Hareket!..


    Anlayana Hareket Merhabalar,

    Size köyümüzden sesleniyorum. Evet bildiniz, ben köyüme döndüm. Dönüş yolunda da katıla katıla güldüm. Tayyip Bey, Rock festivaline giden gençler kendisini yandaki standart usulle selamlayınca işkillenmiş, çocukları toplatmış. Gidip gürlediği yerde de çocuklara veryansın etmiş. Gel de gülme. Neyi neresinden anladığına mı gülersin, işkilli nesnenin zıngırdadığına mı? Ben yolda işin içinden çıkamadım, siz çıkabildiniz mi?

    Malum, adı tatil olan zamanlarda insan ister istemez güncel olayların dışında kalıyor. Meğerse damacana iğfal eden sucu haberinin yanında bir de Tayyip Bey'in 18,5 milyar dolarlık yatırım müjdesi varmış. Neyin nesi kimin yatırımı anlayamamış kimse. Dün akşam haberlerde işin içyüzü çıktı ortaya. İran'lı ne idüğü nasıl ettiği belirsiz bir iş adamı(!?) kuryeler eşliğinde kamyonla getirmiş parayı Türkiye'ye. "Nerden getirdiğini sormıcam, sen yeter ki getir!" yasasına güvenmiş, gümrüğe deklare etmemiş. İşgüzar bir memur "Nedir bunlar?" deyince de kuryeler kamyonu bırakıp kaçmış. Şu anda gümrükte 7,5 milyar yeşil dolarla, 11 milyar dolarlık külçe altın yatıyormuş. İran'lının Türk avukatı da parayı geri almaya çalışıyormuş. Türkiye'de yatırım yapmak kaydıyla kullanmalarına izin verilecekmiş. İşte Tayyip Bey'in ballandıra ballandıra anlaattığı para da buymuş. İran'da bu kadar para nasıl birikmiş? Nasıl sınırdan çıkmış? Hangi amaçla gelmiş? Kimin başına ne kadar elma düşecekmiş? Tüm bu soruların cevabını umarım yakında anlarız. Biz anlamazsak birileri çıkar, zorla anlatır nasılsa!

    ...

    3G'ye 1 gün kaldı. Neyin nesi, kimin fesi anlamaya çalışmışsınızdır mutlaka. Hepimiz işin teknolojik yanıyla ilgilenirken birileri de ellerini sıvazlıyor haklı olarak. Memlekette şimdiye kadar sadece 4 milyon tane bu yeni sisteme uygun telefon satılmış biliyor musunuz? Bu demektir ki yakın zamanda 30-40 milyonluk bir yeni pazar açılacak. Sizlere tavsiyem, acele etmeyin. İhtiyaçlarınızı belirledikten sonra telefonunuzu değiştirmeye karar verin. Sıkı bir araştırma yapmayı ihmal etmeyin. Görüntülü telefondan ne kadar hazzedebilirsiniz, telefonda televizyon seyretmekten ne kadar zevk alabilirsiniz iyi tartıp düşünün. Aslında haklısınız, bunca pazarlama bombardımanı altında kayıtsız kalmak kolay değil ama siz gene de kendinize mukayyet olun, hızlı karar verip pişman olmayın.

    Bu arada SPAM kontrolü için ADSL hatlarda yapılan port kısıtlaması hızla yayılıyor. Outlook ve Outlook Express gibi eposta programları kullananların eposta gönderememe problemlerine çözüm olarak Giden Posta (SMTP) portunu 25'ten 587'ye çevirmeyi denemelerini öneririm. Eğer kullandıkları eposta sunucusu bu ikinci portu tanıyorsa mesele kendiliğinden hallolacaktır. Yok sorun devam ederse mutlaka servis sağlayıcınızla görüşmenizi tavsiye ederim. Güzel bir hafta dileğiyle hoşçakalın.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      YAZ VE KAKTÜS ÇİÇEKLERİ

    Kitaplar yazmasa, atlaslar göstermese bile Sinop'ta kaktüsler vardır. Sadece Karakum bölgesinde ve adanın güney yamaçlarında. Deniz mevsimi onların sarıçiçekleriyle açılır. Ve meyveleri olgunlaşıp mor renk aldığında son bulur. Sonra yağmurlar başlar, ardından palamut ve lüfer zamanları… Kaktüslerin tutunduğu yamaçlarda doğanlar süzülür, atmacalar ve isketeler. Doğanlar ve atmacalar için kaygılanırım. Karakum tepelerine her sene yeni evler yapılır, inşatlar ada burnuna doğru her sene azar azar tırmanır. Evler adanın zirvesine ulaştığında onlarda kaybolup gidecekler. Ya biz, ya onlar. Ortak bir yol aramaya ne gerek var? Biz her zaman kazanırız, onlar kaybeder.

    - Ne salaktık o zamanlar değil mi?
    - Bunu nerden çıkardın? Şimdi durup dururken.
    - Bilmem, aklıma geliverdi öylesine…
    - Hangi zamanlarmış o salak olduğumuz?
    - Lise yıllarından söz ediyorum. Hani her yaz Karakum'daydık.
    - Ne cıngıllı aklın var ya. Durup dururken aklına gelen bu mu?
    - Sen ne istersen söyle, kıskanıyorsun sen beni. Akıllıyım, zekiyim, çalışkanım, türküm, doğruyum hatta…
    - Evet, evet tabii, senin salak olduğunu bilmeyen mi var?
    - Eski zamanlardan söz ediyorum oğlum, dinlesene…
    - Sus desem de kar etmeyecek. En iyisi yumurtla bakalım şunları.
    - Lan oğlum biz her yaz kızlarla Karukam'a takılmıyor muyduk?
    - Eeee bunun nesi salaklık.
    - Sabahları herkesten önce giderdik mesela. Sanki Karakum'u birileri kapacak. Sonra ekip toplansın diye beklerdik. Hem kumsalda yer kapardık, hem gölgede. Bir masa devamlı bizim olurdu. Akşama kadar okey oynardık. Herkes giderdi biz hala orda…
    - Bunlar normal şeylerdi. Niye salaklık olsun?
    - Nesi normal be, bütün paramız çaya, kolaya giderdi. Her sabah babamla papaz olurdum. En az yirmi kâğıt koparmadan hayatta evden çıkmazdım.
    - Ha bak buna diyecek sözüm yok. Bende bu yüzden babamla çok papaz oldum.
    - Dinle bak şimdi dinle. Kızların gözüne girmek için yapmadığımız şaklabanlık kalmazdı. İskeleye gidelim, denize atlayalım, kumda güneşleyelim, tost yiyelim… Ne derlerse yapmaya hazır sustalı maymun gibiydik oğlum.
    - Haklısın valla. Öyledir ama o yıllar. Normal işler bunlar oğlum, salaklık değil.
    - Nasıl değil? Bir kez olsun kendi canımız istediği diye plajdan erken çıkmadık.
    Uykusuz, moralsiz, hatta hasta olduğumuz zamanlarda bile onların keyfine çerez olmadık mı?
    - O yaşta bütün erkekler böyledir. Etrafına baksana. Şu gençlere baksana… Yaş dönümü bu işte, ergenlik hastalığı…
    - Söyle bakalım zeki şey, Bu kızlardan birini bir kez olsun öptün mü?
    - İnsan arkadaşını öper mi oğlum? Sen ne acayip adamsın. Aklın başka şeye çalışmaz mı? Arkadaştık işte, en harbisinden…
    - Onlar için kavga ettik mi?
    - Ettik,
    - Dayak Yedik mi?
    - Dur bakayım, iki kez sanırım, daha çoksa bile aklımda öyle kalmış.
    - Ee dayak yerken normal, öpmek isteyince anormal mi olduk?
    - Bizim zamanımızda ayıptı oğlum böyle öpmeler falan. Cıvıklıktı, sululuktu…
    - Şimdi de ayıp, onlar niye öpüşüyor," dedi. Arkadaşına kumsalda koklaşın çifte kumruları gösterdi. Ötekisi kaçamak bir yanıt aradı;
    - Bunlarınki densizlikten değil oğlum, yersizlikten," dedi. Gülüştüler. Densizliğin ve yersizliğin tanımı çoktan değişmişti.

    Bunu öyle gurur meselesi yapmaya gerek yoktu. On yedi yaşında salak olmak, kızlara yaranmak, kendini beğendirmek için kırk takla atmak ciddi bir sorun olarak algılanmamalıydı. Çünkü son okuduğu bir yazıda erkek çocukların önemli bir kısmının bütün yaşamları boyunca anne ve özellikle babalarının beğenisini kazanmaya yönelik bitmez tükenmez bir çaba içinde olduklarını yazıyordu. Verdikleri kararlarla ve yaptıklarıyla ölmüş büyüklerine bile yaranmaya çalışıyorlarmış. " Babam şimdi yaşasaydı, bunu görseydi çok mutlu olurdu, benimle gurur duyardı" diyenleri hepimiz duymuşuzdur.

    Kaktüsler uçuk sarı çiçekleriyle mavi denize gülümserken sahile mi indiniz? Sinop'ta sabahları hava çok güzel olur. Deniz de pırıl pırıl… Diyelim ki iç denizde bir yerlerdesiniz. Sizi neredeyse her sabah şöyle standart bir manzara karşılar. Karantina Koyundan limana doğru bir birkaç balıkçı teknesi döner. Sahilde genellikle orta yaş ve üzeri insanlar vardır. Onlar erken kalkarlar. Sayılı günleri kaldığını mı düşünürler? Ömürlerinin kalan kısmının her anının tadını mı çıkarmayı isterler? Bilmiyorum. Limana dönen teknelerin bir kaçı denizden yeni çektiği ağlarını temizleyerek yol alır. Hangi teknenin ağ temizlediğini bilmek için falcı olmaya hiç gerek yoktur. Çünkü onlarca martı gökyüzünde harman dönerek o teknenin peşinden giderler. Balıkçı arada ağdan çıkardığı bir lapina veya ezilmiş mezgitleri denize atar. Martılar hep birlikte dalışa geçerler.

    Sahilde orta yaşın üzerindeki kadınlar ve erkekler ilkokul çocukları gibi kendi gruplarını oluştururlar ve sohbet ederler. Genellikle derin mevzulara inmeden gülüşürler. Kadınlar birbirlerine televizyon dizilerindeki isimlerle seslenirler. Ve içlerinde her zaman isteksizce, annesi tarafından zorla denize getirilmiş gibi davranın çıtır bir kız vardır. Ellili yaşlardaki kadınlar gülüşüp oynaşarak, dala çıka yüzerler. O çıtır kız denize çatık kaşlarıyla bakarak öylece durur. İkide bir saçlarını toplar, çözer, yeniden toplar, bikinisini düzeltir, deniz yağı sürer, eğilir ayağına yapışan kumları temizler. Çantasını karıştırır, cep telefonun çıkarır, yeniden çantasına koyar. Cep telefonu o sabah denizden, kumlardan, güneşten, kayıklardan, martılardan, sabahın getirdiği taze kekik kokularından, kaktüs çiçeklerinden, her şeyden ama her şeyden çok ilgilendirir. Ve neredeyse bütün zamanını onunla geçirir.

    Kitaplar yazmasa, atlaslar göstermese de Sinop'ta kaktüsler vardır. Sadece birkaç kilometre karelik bir alanda… Sarıçiçekleri haziran sonlarında hep bir ağızdan sabah şarkıları söylerler.

    Bahçelerde kereviz.
    Biz kereviz yemeyiz.
    Bize Sinop'lu derler.
    Biz güzeli severiz…

    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Nevriye Hamitoğlu

     Kahveci : Nevriye Hamitoğlu


      Çocukluğunun Mutluluğunu Cebine Doldur Silvia!

    Hadi Silvia! Aç kollarını rüzgara! Çocuk ol yeniden ve yanına kardeşin Nevena'yı da al ve git doğduğun ülkene. Yeşil renkli bisikletine bin, bisikletinin arkasına Nevena'yı oturt ve çevir tekerleklerini Makariopol kasabasına, hani çocukluğunun en güzel günlerinin geçtiği. Büyük ağaçların gölgelerinin altından bisikletinle geçerken yeşilin kokusunu ciğerlerine çek. Yerdeki yaban kestanelerini, çakıl taşlarını uçursun tekerleklerin. Okulun yanındaki koca parkta durdur bisikletini ve tahta salıncağa oturun kardeşinle ve sallanın uçarcasına. Kahkahalarınız kuş cıvıltılarına karışsın. İleriye doğru sallanırken yatırın başınızı göğe doğru, çınar ağaçlarının yaprakları arasından güneş ışığı yüzünüzü aydınlatsın. Gelecek gözyaşlarınızdan habersiz geçen masum çocukluğunuzun temiz günlerini yaşayın yeniden. Bin bisikletine yine, arkanda Nevena, en sevdiği şarkıyı söylesin sana. Git kasaba meydanına ve oradaki çikolata kokulu pastaneye, çekmecelerden topladığın bozuk paralarla bir kendine bir de kardeşine çikolatalı kurabiye al. Büyüdüğünde bu kurabiyelerin tadı aynı olmayacak! Silvia, söyle şarkını içinden geldiğince, oynadığın çocuk tiyatrosunun birinci perdesinde! Sahnenin kokusunu da içine çek. Çocukluğunu bıraktığın bu tiyatro sahnesine ve kasabana geri dönmeyeceksin, büyüyeceksin başka diyarlarda.

    Kış günü yine orda ol, beyaz kar taneleri üşütsün yanaklarını. Ellerini açıp dans et evin bahçesinde. Geleceğinde bu kar tanelerini sadece anılarının olduğu aydınlık rüyalarında göreceksin. Kardan adam yap, Nevena yardım etsin sana soğuktan kızaran burnunu çekerek. Güneşli kış sabahında otur renkli demir kızağına, al ipleri eline, uçur kızağını bembeyaz karların üzerinde yokuştan aşağıya. Kızağın ren geyiği olsun, sen kapüşonu tüylü kabanınla çocuk kalpli kar kraliçesi… Masallardaki gibi bir daha yaşa çocukluğunu.

    Bisikletine bin Silviya, Tırgovişte şehrine git! Büyük parkların boş meydanlarında, yeşil ağaçların gölgeleri altında gezin. Sana bisikleti ile eşlik eden okul arkadaşın Kalinka'yla ve bu şehrin rüzgarıyla yarış. Öyle hızlı sür ki bisikletini, sana yenilen rüzgar öfkesinin intikamında saçlarını birbirine dolaştırsın eskisi gibi. Yorulunca kollarını iki yana açarak yeşil çimenlere uzan ve pamuk bulutların arasında saklambaç oynayan güneşi seyret. Şehrin mevsimlik panayırına git, otur korkusuzca zincir salıncağa, hızlı dönmeye başladığında bu anın keyfini kahkahalarınla çıkar. Komik şapkalı palyaçonun karavanında sattığı köpüklü vişne şurubundan iç. Dönme dolabın tepesinden bak büyüdüğün bu şehre, hatıraların için son resim olacak.

    Otobüse bin Silvia, Nevena ile birlikte. Küçücük yüreğinizdeki cesaretle tekbaşınıza gidin köyünüze, tıpkı eskisi gibi. Bahçelerdeki kelebeklere daha iyi bak ve çiçeklerin renklerine. Baharın yeşillendirdiği köy korusuna koş ve topla birbirinden farklı rengarenk kır çiçeklerini. Derelerin üzerinden atlayıp kovala beyaz kazları, bil ki büyüdüğünde bu dereler kurumuş olacak. Çık ağaçların tepelerine ve görebildiğince uzaklara bak. Görürsen köy köy dolaşan mavi motorlu dondurmacıyı, bir ıslık çal sizin köye de gelsin. Motorun sesi köy içinde yankılandığında Nevena'nın elinden tut ve çatlamış asfalt yolda tekerlek izinin arkasından çocuk çığlıklarınızla diğer köy çocuklarına da haber vererek koşun köy meydanına. Dondurmacının demir kaşıkla çıtır külahlara doldurduğu bembeyaz dondurmanın tadı, sana çocuk mutluluğunu geri versin.

    Trene binip git ulu dağların olduğu Kırcali'ye. Gündüz dağlar, tepeler, ormanlar gece ise sessizliğin içinde karanlığı seyret kompartımanın tozlu camından. Demir raylardan çıkan sesi dinle, trende geceleri uyuma, çünkü bir daha bu yaşlı trenle uzun yolculuğun olmayacak. Arda nehrine git ve sadece dokun soğuk suyuna, anlatsın sana derinliklerine gömülen aşk hikayelerini. Ellerinle okşa tarlalardaki büyük tütün yapraklarını, kokusu yine bulaşsın tenine. Kırcali'nin soğuk ve hırçın rüzgarını doldur anılarına.

    Çocuk ol yine Silvia! Uç özgürlüğüne ve şarkılar söyle doğduğun topraklarda…
    Şehrine… Köyüne… Git Silvia çocukluğuna! Yanına kardeşin Nevena'yı da al! Kırmızı Rus akordiyonunu bul ve çal onu bisikletinle dolaştığın yollarda. Nevena ile birlikte yüksek sesle şarkılar söyleyin, geleceğin sıkıntıları, mutsuzlukları ve gözyaşlarından çok uzak...
    Bugüne gelirken çocukluğunun mutluluğunu cebine doldur Silvia! Geleceğinde çok lazım olacak!

    (Sevinç Gürel Bozkurt'a armağan…)

    Nevriye Hamitoğlu
    nevriye.h@hotmail.com



    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Hamdi Topçuoğlu

     Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


       KARA BELA

    'Kara' ne çok şeyler çağrıştırır bize.

    O, denizcinin göz ufkundaki sığınak, havacının ancak ayağı bastığında kendini güvende hissettiği yeryüzü parçasıdır.

    Eğer dilimize dolanan Karacaoğlan'ın;

    Bana kara diyen dilber
    Gözlerin kara değil mi
    Yüzünü sevdiren gelin
    Kaşların kara değil mi?

    dizeleriyse gözümüzde canlanan, Karacaoğlan'ın kara kaşlı, kara gözlü sevgilisidir.
    Bedri Rahmi Eyüboğlu, Karadut'ta:

    Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
    Sıla kokar, arzu tüter
    Ilgıt ılgıt buram buram.

    'Bahtı karam' derken, 'kara' sözcüğü bu kez olumsuz çağrışımlarıyla karşımızdadır: Kötü, uğursuz, sıkıntılı: kara gün, kara düşünce, kara haber, kara bela…

    ***

    Herkesin ağzında o: Kara Bela.

    Sahibi niye böyle bir ad vermiş ki ona?

    Yaman dövüşçüymüş.

    Boğa güreşlerinin yapıldığı arena tıklım tıklım; ama kimsenin arenadaki boğalarla ilgilendiği yok. Oysa kıran kırana dövüşen boğalar var.

    Nihayet onun adı anons ediliyor: Kara Bela!!!

    Cazgır, onun için maniler düzüyor. Tüm seyircilerin gözü çıkış tünelinde.

    Boğa üstü bir şey mi ki bu?

    Kara Bela…

    Adı ürkütücü. Boğalar ne anlar ki addan. Örneğin adı 'Tatlı Bela' olsa rakipleri ondan daha mı az etkilenir?

    Arenaya girdiği an, durup başını gökyüzüne kaldırıyor. Öyle böğürüyor ki sanki davullar zurnalar sussun, binlerce insan kendisine selam dursun istiyor. Öyle de oluyor. Arena ayaklanıyor, alkış ve bravo sesleri kuş kanatlarında dağlara taşlara dağılıp gidiyor.

    Yoksa bu, Poseidon'un Girit Kralı Minos'a Tanrılara kurban etmek üzere sunduğu o muhteşem boğa olmasın?

    Hayır, hayır! Adı Kara Bela bunun. Bu olsa olsa Minotauros'tur. Hani, o Tanrısal boğayla Minos'un karısı Pasiphae'nin oğlu olan Minotauros!

    Yaklaştıkça, onun sabahtan beri gördüğüm boğalardan farklı olduğunu algılamaya başlıyorum. Burnunun ucundan kuyruğunun son teline her tüyü, karadan da öte kuzgunî. Sanki temmuz güneşi, yalnız gözleri değil, ruhları kör olanlar da görsün diye o kuzguni tüylerde oynaşan ışınlarını derleyip boncuklarla işlenmiş sırtlığındaki ada ayna tutuyor: Kara Bela.

    Önümden geçerken göz göze geliyoruz: Bilekleri bandajlı, kısa ve güçlü bacaklar, küçücük bir baş, küt uçlu boynuzlar. Muhteşem omuzlarla buluşuveren vadi ağzı bir boyun. Varla yok arası, bir avuç sağrı.

    Bu, Europa'yı kaçıran Zeus olabilir mi acaba?

    Arenayı fırdolayı dolaşıyor. Şeref tribününün önünden geçerken durup boynuzlarını toprağa batırıyor, kazdığı toprakları tırnaklarıyla göklere savuruyor. Topraklar taa tribünlere fırlayınca en öndeki zevat ayaklanıyor. Eminim ki bu ayaklanmada hayranlıktan çok güç kıyaslamasından kaynaklanan korku var.

    Köşesinde son hazırlıklarını yapan bir boksör gibi bekliyor. Arena bomboş. Hiçbir boğayı karşısına çıkaramıyorlar. Dakikalar geçtikçe sıkılıyor. O muhteşem ritüelin kavgayla anlamlanacağına koşullandırıldığı belli. Rakipleri de bu kavganın kendilerine neye mal olacağını biliyorlar mı ne?

    Çok geçmeden izleyiciler de homurdanmaya başlıyor. Kara Bela dövüşmeli. Rakip iki boynuz darbesinde kaçıp giderse mutlu olmayacakları kesin. Ancak Kara Bela'ya direnen bir boğa olursa mutlu olacaklar; ama sonunda kazanan yine 'Kara Bela' olmalı.

    Neden sonra tünelin ağzında bir boğa görünüyor. Sahibi de kendisi de genç. İkisi de gözü kara olmalı. Ya efsaneyi yıkarlarsa?

    - Koyuver, diye bağırıyor cazgır.

    İki hayvan ezeli iki düşman gibi koşuyor birbirlerine doğru. Tam arenanın ortasında müthiş bir tos vuruşuyla buluşuyor kafaları. Boynuz takırtıları izliyor tos sesini. Başlar yerde, var güçleriyle itmeye çalışıyorlar birbirlerini. Kara Bela, genç rakibinin kolay yutulur bir lokma olmadığını kısa zamanda anlıyor. Durup soluklanmak istiyor; ama rakibi buna pek izin vereceğe benzemiyor. Bütün gücünü omzuna toplayarak onu itmeye çalışıyor.

    Kara Bela bu, arenalardaki ünü kolay mı kazandı? Kontrollü adımlarla geri çekiliyor. Belli ki rakibinin gücünü sınıyor. Her yüklenişte genç boğanın karın boşluğu daha kuvvetli inip kalkıyor. Kara Bela'yı itiyor olmak ona güven ve gurur veriyor. Bir iki soluklandıktan sonra tüm gücüyle yüklenecek. Bir efsaneyi geçmişe gönderecek. Kara Bela da hissediyor bunu. Gözlerinin ışıltısı kararıyor, hazırım, diye geçiriyor içinden.

    Gençlik mi, deneyim mi; güç mü, oyun mu?

    Bu kısa ve keskin boynuz takırtısı sonun başlangıcı. Arenada çıt yok. Genç boğa, rakibinin dizlerinin artık güçlü olmadığının farkında. Bir güçlü tosla onu arenanın kapısına dek süreceğinden emin. Derin bir soluk alıp yükleniyor.

    Bu son dövüşü mü yoksa? Hayır, Kara Bela, daha buna hazır değil. Yılların deneyimiyle gövdesini yana eğip sağ boynuzunu genç rakibinin boğa kulağının altına kaydırıyor. Genç, hiç beklemiyor bunu. O, boğaların yalnızca kafa gücüyle vuruştuklarını sanıyor; ama kafa gücünün bir yararı yok artık. Geriye çekilip yeniden yüklenmesi içinse çok geç. Yan dönüyor. Kara Bela, adının gereğini yerine getirmenin sevinciyle boynuzlarını genç rakibinin kaburgalarına doğru savuruyor.

    Arena çılgınca alkışlıyor Kara Bela'yı. Oysa benim gözlerim genç rakibinde. Onun bir körük gibi açılıp kapanan burun deliklerinden çıkan buharı görebiliyorum. Sağ kulağının altındaki taze bir kana üşüşen karasinekler konuyor. Aldırmıyor. Öfkeli mi öfkeli, Bir şeylere isyan ettiğini hissedebiliyorum. 'Yaşadıklarından öğrendiğin bir şey var'sa sorun yok.

    Kara Bela, şatafatlı sırtlığıyla zevata doğru geliyor. Kanlı boynuzuyla kazdığı toprağı tırnağıyla savuruyor. Yine göz göze geliyoruz. Bu dövüşün neden yapıldığını, bu sonucun bir zafer olup olmadığını sorguladığımı o da anlıyor.

    ***

    Cazgırın 'arena' dediği futbol sahasından bozma panayır alanından ayrılırken 'Maymunlar Cehennemi' filmini anımsıyorum. Günün birinde boğalar, develer, köpekler, horozlar ya da maymunlar insanları arenalarda dövüştürüp eğlenirse insanlığımıza ağlar mıyız acaba, diye geçiriyorum içimden.

    Arkadaşım içimden geçenleri okumuş gibi konuşuyor:

    - Bu dünyada insanlığın o denli çok yüz karası, kara belası var ki, insanların bu minik zevklerini çok görme, diyor.

    Ne dersiniz, 'Kara Bela' boğalardan değil ama, 'kara bela' insanlardan kendimizi koruyabilmek için Karacaoğlan'ın 'kara'larıyla avunmak, Dünya'nın karalarını kurtarmamız için sizce de yeterli midir?

    Hamdi Topçuoğlu
    egerem@yahoo.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Gülgün İçten


    ZOR DOSTUM ZOR

    İnsan olmak çok zor.
    Acaba bir tek bana mı zor; Ya size öyle gelmiyor mu?
    Aklıma gelenleri yapmak, söylemek istiyorum.
    Sonra düşünüp vazgeçiyorum.
    Düşünmeden yapmak istediklerimi yapıversem ne olur sanki.
    Mesela o gün kalkmasam yataktan,
    Biraz tembellik etsem, işler biraz beklese.
    Yatakta yuvarlansam kitap okusam.
    Gazeteler getirseler yanıma onları okusam.
    Telefonlar çalsa, neşeli sesler duysam.
    Her şey yolunda gitse; faturalar olmasa ödenecek.
    Düşünmesem hiç parayı pulu. Nasıl yani; parasız olunur mu?
    Her şeyin başı para değil mi?
    Of bıktım bu paradan. Eninde sonunda iş paraya geliyor onsuz olunmuyor.
    Hayal bile kuramıyorsun;Yok yok kuruyorsun; az parayla nasıl geçinilir,
    Nasıl alış veriş yapılır. En gerekli olanlar nedir.
    Neler kısılır, neler alınmaz. Nasıl yok da var gibi olunur.
    Nasıl çoluğuna çocuğa bu belli edilmez.
    Yazı nerelere geldi. Ben neler düşünmüştüm neler yazıyorum.
    Ey para sen nelere kadirsin ya! Yazımın da içeriğini değiştirdin ya.
    Evet nerede kalmıştık. Hayal kurulmaz mı kurulur.
    İşte yaz geldi. Yaz tatili hayali.Acaba bu yaz nereye gitsek.
    Önce gazetelere mi baksak, yoksa arkadaşlara mı baksak.
    Gazetelere baksak, yok bizi aşar bu durumlar.
    En iyisi canımız arkadaşlarımız. Aramızda para lafı edilmeyen.
    Kimde varsa o versin şimdi sonra ben veririm diyen.
    Oh be bu cümle içime su serpti. Hala var böylesi arkadaşlar.
    İnsanız yahu ölmedik daha. Para para yok canım mühim olan insanlık.
    Sıkışırız uykularımız kaçar ama olduğu kadar hayal kurarız değil mi?
    Bazen de üst üste koyar paraları bir hayalimizi gerçekleştiririz değil mi?
    Güzel insanlarla oturup, simit çay sohbetler yapsak.
    Katta gecekondumda, sofraya makarna salata ve şarap koysak.
    Sigaramın dumanına saklasam sarsam arkadaşlarımı laflasam.
    Torunum gelse, sarılsam koklasam onu.
    Bir anneannem dese öpse yanaklarımdan.
    Kızlarım hep mutlu olsa. Yüzleri hep gülse hiç solmasa.
    Kara Kızım koşsa sakin sakin evde parkta bahçede,
    Oldu işte sonunda gerçeklere döndüm. İnsanız hayal kurarız.
    Gerçekleştiririz de hayallerimizi.
    Ama insanca, ama az para ama çok para.
    Hayaller hep mutlu olmak için değil mi;
    Mutlu olmak hepimizin hakkı değil mi?
    Hayat zor be dostum. Hayal kurmak da zor değil ya.
    Hoşçakalın, hayal kurun...
    Hayal kuran arakadaşlar edinin.
    Hadi başlayın ne duruyorsunuz...

    Gülgün İçten


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,299,299,299,299,299,299,299,299,29
    7 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Orhan Murat Bahtiyar


    İnsan

    Merhaba Efe…

    Hoş geldin dünyaya…

    Tadını çıkar bihaberliğinin. Farkında olmayışının kıymetini bil. Diğerlerinin sana insanlığından öte anlamlar yüklemeyişinin, gülümsemenin altında hainlik aramayışının değerini bil. Keyfini çıkar…

    Zaman aceleci. Hızla büyüyeceksin…

    Belki sağcı olacaksın çocuk, belki de solcu… Belki Müslüman belki Musevi ya da tümden ateist olacaksın. Belki liberal, belki komünist, belki kapitalist ya da kökten dinci olacaksın. Belki homoseksüel, belki biseksüel ya da transeksüel olacaksın. Ya da kimse içini bilmeyecek özünden farklı bir kabukla yaşamak zorunda kalacaksın. Belki fakir, belki zengin, belki muhafazakâr, belki diplomat, belki sokak çocuğu olacaksın.

    Hep farklılıklar sunacak hayat sana, ama "sen" olmana izin vermeyecek…

    Tüm bu tanımlar senin önüne geçecek çocuk… Senin ve insanlığının önüne geçecek. Yaptıklarının yapmaya çalıştıklarının, hissettiklerinin önüne geçecek. Kimse "Neden?" diye sorgulamayacak. Sadece yargılayacak. Ve sonra da damgalayacak arkasını düşünmeden, basitçe.

    "Sus" diyecekler sana her yerde. "Sus!". Üstüne vazife değil. "Sus!". Kaybedersin. "Sus!". Aşağılanırsın, kimse seni önemsemez. "Sus!". Duymazlar zaten. "Sus!". Hiçbir şey değiştiremezsin. "Sus!".

    "Sus" diyecek herkes sana, "Başına iş alma" diyecekler, "Çıkarını düşün ona göre yaşa" diyecekler. "Savaş", "Öl" daha kötüsü "Öldür" diyecekler hakları varmış gibi başkalarının hayatlarında. Sorgularsan "Vatan haini" diyecekler. Anlamını bilmeden bunu oku, yat kalk, yat kalk, başını ört diyecekler. Sorgularsan "Dinsiz" diyecekler. Uyup kurtulacağını sanma, o zaman da faşist, dinci diyecekler. "Sev ama sevişme" diyecekler günahmış diye. "Çok fazla düşünme, düşünürsen de her şeyi söyleme" bile diyecekler. Taraf olmazsan "Yalpak", taraf olursan "Koyun" diyecekler.

    Kendine bakmadan eleştirecek insanlar. Müttefikin değil, yargıcın olacaklar. Gülümsemenin altında hainlik arayacaklar, inandıklarını, yaptıklarını, düşündüklerini değil damgalarını konuşacaklar…

    Küsme çocuk. Alışma, yok olma arada. Diğer insanlardan olma… Gün gelecek her insan düşünmeyi akıl edecek, ötekine de berikine de "insan" diyecek. Seni tüm kalıplardan soyup, önce ve sadece insan olduğun için sevebilecek…

    Abin…

    Orhan Murat Bahtiyar


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    8,508,508,508,508,508,508,508,50
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Ceyda Gamzeli


    Gitme

    Gecenin bu vaktinde geleceği meçhul bir aşkın izini sürüyorum...
    Bir de doldum ya çok zamandır, dökemedimya içimde katranlaşan sözcükleri, yazasım var bu akşam...

    Kaybederek büyüdüm ben sevgili, bir veda halinde sevdim herşeyi...
    Belki bundan; varlığına alışmamaya çalıştım hep.. İçinden sen geçen hayaller kurmamaya çalıştım... Ama hayal kurmadan da yaşanmıyorki sevgili.. Karanlık ömrümün aydınlık yanı oldun sen... İnsan güneşinden kaçabilir mi?
    Mutluluk, insanı aynı anda nasıl bu kadar zehirler, şahidiyim bu aralar... Gitmelerindeki kalışlara o kadar alıştım ki, kalmandaki ayrılışlara dayanamıyorum... Varlığın içimi ısıtırken, diğer yandan bir kez daha gitme ihtimalinle donuyorum...
    Bu senli anlar, sevgiyle bakan bu gözler benim mi, emanet mi yoksa bana? Ya gidersen ne yaparım ben? Ya emanetsen gerçekten?
    E hani alışmayacaktım varlığına, bu bağımlılık da neyin nesi?

    Yalvarasım var biliyor musun, yakana yapışıp, sakın gitme, beni sensiz, beni nefessiz bırakma diye yalvarasım var... En azılı kilitleri üzerine vurasım var...
    Bu defa son çünkü...
    Bu sevdanın son ihtimalindeyiz, anla...
    Şunu bil ki, gidersen bir kez daha; ve son kez; ne sen hoşçakalabilirsin bu defa, ne de ben iyi bakabilirim kendime...
    Şunu bil ki, bu yürekte bir yemine daha yer yok... Gidersen kaybolurum bu şehrin sokaklarında, tüm ışığı söner... Yalnızca bu şehrin değil, hayatın...
    Bu defa bırakırsan elimi, o korkunç yalnızlıkla baş edemem ben...
    Gitme sevgili....

    Ahdım olsunki; sen emanetsen, bu can da emanet bana......
    Ne olur gitme sevgili...

    Ceyda Gamzeli
    cydgmzli@hotmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,789,789,789,789,789,789,789,789,789,78
    9 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    David Ojalvo

     Söylenebilecek ne varsa : David Ojalvo


      Televizyon izlemek veya izlememek

    Ülkemizde ilk özel televizyon kanallarının yayına başladığı dönemi hatırlıyorum. Televizyon, 2002 yılına dek az çok hayatımda yer alıyordu. Düşündükçe, çeşitli anılarımı da sıralayabilirim. Üniversiteye başladığım 2002 yılından itibaren, televizyonu sayılı zamanlarda açar oldum. Çok önemli bir haberi takip etmek veya sevdiğim bir sanatçıyı izlemek için… Elbette bu durum, televizyonla bağımın tamamen koptuğu anlamına gelmiyor.

    Öncelikle "televizyon izlemenin" yarattığı çağrışım nedir, bunu açmalı.

    Belirli kanalları ve o kanalların programlarını takip etmek mi?

    Dinlenmek veya serbest zamanı değerlendirmek üzere kanallar arasında dolaşmak mı?

    Eğer evde yalnızsanız, televizyondan gelen seslerin, bir boşluğu doldurması mı?

    Sorular daha da çoğaltılabilir.

    Televizyonu, haber almak için izleyen çok kişi var. Ne var ki sayılı birkaç kanal hariç, haberler izlenmeyecek gibi. Bugün "televizyonda haber izlemek" derseniz, aklıma sansasyonel olma çabası, birbirini tekrar eden görüntüler, yanlı bakış açıları, üçüncü sayfa haberlerinin ekrana taşınmış versiyonu geliyor. Özetle bilgi, görüntü ve ses kirliliği…

    Türk televizyon programcılığı günümüzde diziler, magazin ve reyting getirmek üzerine kurulu, düşüncesindeyim. Annemin ve arkadaşlarımın ilgiyle takip ettiği diziler var. Kimileri Ortadoğu ülkelerinde başarı da topluyor. Özellikle tiyatro kökenli oyuncuların desteği de eklenince, ülkemizde dizi ve film yapımcılığının güçlendiği görüşüne katılanlardanım.

    Dizi (özellikle yeni kuşak yabancı diziler) ve film izlemeyi sevenlerdenim. İşte televizyonla kalan bağım burada: işin görsel yönünde…

    Filmleri ve ilgi duyduğum dizileri VCD/DVD'ler ile takip ediyorum. Onları televizyondan izlemeye tahammülüm yok; çünkü reklamlar bitmiyor, tükenmiyor…
    Hatırımda kaldığı kadarıyla, yayın saatleri de ya geç ya da gecikmeli oluyor…

    Televizyon denilince değinebileceğimiz bir de belgesel, tartışma programları, spor müsabakaları da var. Ne var ki bu tür yayınlar kısıtlı ve gece yarısına yakın oluyor. Birçok platformda nitelikli yayınların çoğaltılmasına dair çağrılar yapıldı ama nafile. Ülkemizde televizyon temel olarak bir kâr amacı. VCD, DVD (ve şimdi de Blue-Ray diskler) hariç, görüntülü kayıtlara ulaşabileceğimiz çok önemli bir platform da internet. Video paylaşımları gün geçtikçe kolaylaşıyor ve artıyor. Bu konuda başlıca gelen sitelerden biri YouTube ve ülkemizde hâlâ yasaklı… Medya topluma yön veren, hatta onu kontrol altına almaya çalışan bir güç. Oysa internet, birtakım riskleri barındırsa da, son derece özgür bir ortam… Özgürlük söz konusu olunca, doğrulara ve birtakım gerçeklere erişme şansı da artıyor. YouTube'un çok uzun bir zamandır kapalı olmasının arkasında özgürlüğe ve onun sonuçlarına dair korkular yatıyor.

    Uzun vadede internet ve bilgisayar kullanımı, televizyonculuğa yeni bir boyut kazandıracaktır. Görsel medya televizyon ve bilgisayar ortamında ikiye bölünürken, bireyin seçenekleri artıyor. Bu çerçevede kişiye özel kanalların oluşmaya başladığını söylemek, çok da aykırı görünmüyor bana.

    Yazımı sonlandırırken, tüm bu süreçte kazananın sinema olacağını düşünüyorum. Televizyon ve bilgisayarlar bir yana, sinema daha da gelişecek ve hayatlarımızda daha da anlamlı bir yer edinecek. Beyaz perde, 20. yüzyıldan birtakım duyguları ve değerleri beraberinde taşımaya devam ediyor.

    Televizyon izlemek veya izlememek… Tercih sizin, zaman değerli, seçenekler çok…

    Televizyon ortaya çıktığında, yaşanan heyecanı görmek isterdim. Belki o zamanlar, "aptal kutusu" olarak da anılan bu cihazın, topluma olan katkıları hatırı sayılır düzeydeydi. Çoktandır ise toplumun televizyonu kontrol etme zamanı… Yeni çıkan modellere, artan kanal sayılarına, satılan paketlere aldanmayarak, o kutunun dışındaki dünyaya uzanarak…

    David Ojalvo, Ayder - Rize
    ojalvo.blogspot.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Beltan Göksel


    KON

    Geçenlerde bir duvar ilanı gördüm. Alt alta yazmışlar. Şöyle:KON-FE-RANS. Hemen kafamda çakmaklar çaktı. Ağabey ben bu KON hecesine bir yazı döşenivereyim derken ErgeneKON aklıma düştü. Ancak "Sen mütekait ununu elemiş eleği duvara asmış bir Hukukcu-sun, bırak bu denli kavramları"diyerekten KONu değiştirmenin en uygun olacağını düşündüm. Zira hanede evlad-ü üyal var. Oysa her teknede yerimiz olmalı .

    İmdii, tekne sözcüğü de nerden çıktı diyeceksiniz , bakın fıkrasını anlatayım, bu öyle sizin bildiğiniz takalardan değil:

    Anne , tandırda ekmek yapmak üzere elek ile tekneye un elerken , oğlu yanında içki içiyormuş. Annesi bakmış oğlunda bir neş'e , sohbeti koyu ve sevgi dolu cümleler ile götürüyor. "Oğlum hele bir bardakta bana ver bakayım şundan "deyince oğlu itiraz eder gibi davransa da kıramayıp verir. Anne bir solukta kadehi devirir ve "İyi imiş insanın içini serinletiyor , ver bakayım bir tane daha"demiş. Derken iki-üç götürüvermiş, Oğlan bakmış un elenirken teknenin dışına taşıyor, "Anne unlar teknenin dışına saçılıyor"deyince annesi "A benim oğlum annene her yer tekne !"

    Uzun süredir yazamadım ise de düşünlerimi KONserve yaptım dipfirize attım, artık çıkarır ara ara pişiririm , siz de yerseniz tabiyatıyla. Farz-ı misal örneğin (Türkçeyi katlediyorlar O'nları okudukça etkilendim elim kaydı , affola!) VE hecesi bu yazıdan sonra sırada bilesiniz.

    KONu değiştirmekte üstüme yoktur. Hani (Avrupa Yakası TV. Dizisinde "Makbule'nin babası nasıl birinden birine geçiyorsa işte öyle. )Star Gazetesinde eski ardıç kuşlarından bir köşe yazarına taktım bu aralar. Uykusuzluk çekiyordum, ilaç filan kar etmiyordu. Ne zaman ki yazılarını dönüp dönüp okumaya başladım;sormayın kafamı yastığa koyar koymaz horlamaya başlıyorum. Ağabey ardıç kuşu (Atatürk'ün büyük Adam olduğunda karar kılmış). Fesupanallah… Hani Hoca Nasrettin'in fıkrasında olduğu gibi" Biz senin gençliğini de biliriz" Hadi ben de mırıldandığım türküyü yazayım da olsun bitsin:

    "Yürü yavrum yürü
    Fistanın sürü
    Şimdide burdan geçti
    KONyalı'nın biri"

    Konyalı'lar sakın alınmasın. Bir kere yemeklerin içinde Bamya-şehirlerin içinde Konya, bunu bilmeyenimiz yoktur.

    Devr-i şahanelerinin gün geçmiyor ki bir KONferansa katılmak üzere koşuşturmalarını anlayabilmiş değilim. Konferansların gün be gün takibini yapmak ne zor olsa gerek. İyi de sonuçlarını bir türlü bilmiyoruz, ol sebeple bu yöndeki haberlerin siz siz olun fazla kafanızı yormasına müsaade etmeyin. Bulun bir dörtlü oynayın KONkeninizi; hele sür rölans çekmiş ve iki joker gelmişse tadından yenmez.

    Son günlerde KONtağımız attı. Attı da öyle kabadayılkla çözülebilecek gibi değil. Olsa çekeriz bir "heyytt!"yamulturuz. Ancak her yanımızı saran Made in Çin malları bize pek yetti gari dedirtmeyecek gibi. Biz yine de KON füçyus ne demiş ne dememiş -niçin demiş bunları KONuşalım.

    Bir araya gelemezsek te, olsun birader "Selocan"ı arar hatırımıza KONtür yükletiriz, bol bol KONuşuruz…

    Beltan Göksel


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    7,007,007,007,007,007,007,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    polygon@polygon.com.tr



    <#><#><#><#><#><#><#>

    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Tayfun Avınca


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


     


     Tadımlık Şiirler


    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu gördük ki susmakmış bedel
    intihar etmekmiş güne bağışlanan nağmelerimiz

    gördük ki bir vedâın sessizliğinde ölmekmiş
    doruğa teğet geçerken soluklar
    ve çetelemizdeki yankılar

    kaldırımdaki martının son nefesiymiş
    tek göremediğimiz
    öğrendik

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Hayal Yayınları / Haziran 2009
    80 sayfa - 8 YTL
    ISBN:6055945367


    Feride Özmat

    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Bol Bul Bulmacalar




    Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


     


     Biraz Gülümseyin






    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

     
    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"


    İstanbul için Son Hava Durumu
    ISTANBUL ISTANBUL
    Ankara için Son Hava Durumu
    ANKARA ANKARA
    İzmir için Son Hava Durumu
    IZMIR IZMIR
    Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.16.4613 / Windows / 4.48 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.0.9.9 / 16 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-09©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Una Musica Brutal
    Gotan Project









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20090729.asp
    ISSN: 1303-8923
    29 Temmuz 2009 - ©2002/09-kmarsiv.com