|
|
|
Editör'den : Ben açılıyorum, ya siz?!.. |
Merhabalar,
Aman aman, Allah nazardan saklasın, açılan açılana. Daha üç gün önce "pekakaya terörist demeyenle başbakan olarak görüşmem" diyen Tayyip Bey, sıcaktan olacak, açılmış, başbakanlık ceketini çıkarmış parti başkanı olarak DTP'yle görüşecekmiş. Hani zarfa mı bakmalı, yoksa mazrufa mı kanmalı bilmek mümkün değil. DTP'yle görüşmek te geç bile kaldı. Gel gelelim, "Beş bin gerillanın(!?) lideri" diye Apo'yu yere göğe koymayan DTP'lilerle neyi nasıl konuşacak, göreceğiz. Ben onu bunu bilmem, bu açılımın sonu İmralı kapılarının ardına kadar açılmasına kadar gider, benden söylemesi. Sorunu açılarak çözmenin başka anlamı varsa bize bir anlatsınlar.
Madem moda açılmak, bir açılım haberi de benden. Ben de açılıyorum. Geçen hafta, üçüncü kattan düşmüş gibi yatarak, önce kızartıp sonra kararttığım pelüze vücudumun rengi açılmaya başladı. Üstüne cila çekmediğimizden olabilir mi acaba? Hani diyorum 3-5 günlük bir kaçamak yapsam acaba tekrar kararır mıyım? Hele meterolojiden aldığım cehennem sıcaklarının geliş haberinden sonra açılabilecek her yanımı açmaya, havalandırmaya, var olan sorunları teker çözmeye karar vermiş bulunuyorum. İlgililere duyurulur.
...
Dün kızıma sordum, "3G nedir?" dedim. "Üç güzel demektir." dedi. Farklı fikri olan var mı? 2001'den beri kullanılan, yeniymiş gibi anlata anlata bitiremedikleri bir teknolojiyi, bunca gürültünün arasında başka türlü açıklamak mümkün mü? Bana kalırsa, bunun da ömrü numara değiştirme kadar olacak. Bir heves meraklı kitleyi bağırlarına bastıktan sonra iş yavanlaşacak. Elalem 4G ile uğraşırken, biz, bize reva görülen 3G ile oyalanmaya epeyce bir süre devam edeceğiz anlaşılan. Dünyanın en pahalı internetini kullanmak ta yanımıza kâr kalacak. Gelecek hafta görüşmek üzere hoşçakalın, kendinize iyi bakın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan MARTİN, PİŞTOV CUMHURİYETİ -1 |
|
"Türkiye'de dokuz milyondan fazla ateşli silah var. Her yıl ortalama olarak üç bin kişi bu silahlardan çıkan kurşunlarla ölüme gidiyor. Ruhsatsız olanlarla birlikte ateşli silah sayısının dokuz milyonun çok üstünde olduğu sanılıyor." Gazeteler böyle diyor. Saptamalar aynı ama silah sayısı ile ilgili rakamlar gazeteden gazeteye sürekli değişiyor.
Açtık, ailece sefildik. Gece gündüz çalışmamıza rağmen karnımızı bir türlü doyuramıyorduk. Kışın buğdayımız da kalmıyordu, hayvanların zahiresi de. Öteye baktım, beriye baktım. Çıkış yolu bulamadım. Çekilir gibi değildi. Dayanamadım. On dört yaşındayken köyümden kaçar gibi çıkıp gittim. Nereye olacak? İstanbul'a. Yirmi beş sene bir fabrikada çalıştım. İyi ki de kaçmışım. İyi ki de gitmişim. Şimdi köyümüz eskisinden de yoksul. Bu yıl su yokmuş, çeltik bile ekememişler.
Trabzonlu bir kızı kaçırıp evlendim. Ailesiyle başım da dolaştı. Neyse gel zaman git zaman razı oldular. Onlar razı oldular ama bu sefer de bizimkiler diklendiler. Köyüme götürdüm. Annemin babamın ellerini öpsün, tanışsınlar diye. Sokaktan alınan, kaçan kızdan gelin mi olur dediler. Hem de yüzüne karşı söylediler. Darıldı, darılmayıp ne yapsın? Çaresiz babamın kapısına da yüz çevirdim. Ayağımız iyice köyden kesildi. Senede bir defa ya giderim ya gitmem. Karımın ailesine baktım. Onlar da bizi istemiyor. Dımdızlak ortada kalıverdik.
"Çocuklardaki saldırganlık duygularını oraya çıkaran silah, kılıç, tabanca gibi oyuncakları almayın. Öldürmeyi ve savaşı oyun sanarak büyümesinler. Ölümü ve öldürmeyi, silahı çocuklar için kanıksanır hale getirmeyin. Bırakın onlar şiddet dolu dünyamızdan uzak büyüsünler. Öldürmeyi değil yaşatmayı, sevmeyi öğrensinler. "BALIKESİR - Silahla oynamaya alıştırılan ve şiddet dolu diziler izleyen dört yaşındaki çocuk, tabancayla, ablasını öldürdü. Şimdi ablasını vurduğunu söylüyor ama yaşadığını, geleceğini sanıyor. Her şeyi bir oyun gibi görüyor. Ona oyuncak tabanca alıyorduk. Bu nedenle nasıl kullanıldığını biliyordu. Şarjörü çekip, mermiyi ağzına vermiş, ablasına sıkmış. Başımıza gelenler herkese ibret olsun. Çocuğunuza oyuncak bile olsa tabanca almayın."
Şimdi köye gidiyorum. Biraderin oğlu evleniyor. Hanımdan bir hafta izin aldım. Sinekten durulmaz bu zamanlarda. İyice de sıcaktır üstelik. Ama gitmemek olmaz. Köyde eski arkadaşlardan falan kimse kalmadı. Büyüklerimiz öleli yıllar oluyor. Yazları köye gitmiyorum. Emekli olmadan önce Akçay'da bir yazlık aldım. Orasını kendime memleket belledim. Şortumu giyiyorum, terlik, şapka, gözlük her gün denize iniyorum. Tam üç ay. Köylülerim görse beni alay ederler. Alay etseler yine iyi bütün köye rezil ederler. Orda ne karışanım var ne görüşenim. Komşularım da zaten benim gibi. Yazlıkta üç ay kalınca resmen gençleşiyorum. Kocaman bahçem var. Ağaçlarla, çiçeklerle vaktimi geçiriyorum. Ne derdim var ne tasam.
Bizim köyleri bilmezsin sen. İnsanımız başkadır biraz. İki sene önce gelmiştim. Yine düğün için. Artık sadece düğünlere geliyorum zaten ya da cenazeye. Benim tabancam falan yok. Hiç olmadı. Sevemedim, yılan gibi, yüzü soğuk. Elime alınca ürperirim. Düğün evine vardığımda şenlik çoktan başlamış. Yürüdüm vardım evin avlusuna girdim. Olmadı dediler, olmadı, sana hiç yakışmadı. Hırsız gibi gelinmez düğüne. Şanla gelinir, şerefle. Makinen (tabanca) yoksa birinden emanet de mi alamaz insan? Olmadı dediler bu sana hiç yakışmadı. Adamlığını pul ettin köylünün gözünde.
"Bireysel silahsızlanma için bu yıl "Sessiz Ayakkabılar" Taksim Meydanı'nda 7. kez yürüdü... "Bireysel Silahsızlanma: Yaşama Hak Tanıyın" Geleneksel Ödüllü Yarışmamız ise 13. kez düzenlendi... Ateşli silahlar insan hayatını tehdit etmeye devam ediyor... Yaşama hak tanımıyor... Bu nedenle, her türlü olumsuz uygulamalara rağmen inatla mücadele etmek zorundayız. Gündemden hiç eksik olmayan, ateşli silahların öldürdüğü ve yaraladığı hayatlara karşı duyarsız olamayız. Her zaman hatırlamamız gerekir ki; insanın en kutsal hakkı "yaşamak"tır..."
Adamlığımın horlanması meselesine gelince. Bizim oraların gelenekleri acayiptir. Düğün evine varmadan elli atmış metre ilerde tabanca atarsın. Ben geldim diye düğün sahiplerine haber verirsin. Onlar da silahlarıyla sana karşılık verirler. Yok yahu, elbette üzerine ateş etmezler. Havaya sıkarlar. Düğün sahibi davulu zurnayı alarak seni karşılamaya gelir. Davul, zurnanın yanında bazen gençlerden birisi bir de tepsi taşır. İçinde meyve, mezeler, bir şişe ve kıvamında doldurulmuş bir kadeh rakı da hazır gelir. Misafir rakısından bir yudum alır ve davul zurna ile düğün evine gelir. Resmen düğün evine törenle gelirsin. Yürürken boş durulmaz cayır cayır da mermi yakılır. Ötekiler onu bahçe kapısında hoş geldin anlamında havaya ateş ederek karşılarlar. Konuk kendisine ayrılan masaya oturur. Masası içki ve mezelerle donatılır. Sonrasında içilir ve oynanır. Gün boyu içilir, oynanır ve mermi yakılır.
Silahı olmayanlar düğün evine sessizce gelir ve arkadaşlarının oturduğu masaya geçer. Ona özel karşılama töreni yapılmaz. Sadece düğün sahibi yanına gelerek hoş geldin der. Yemek ve içki ikram edilir. Silahlar gün boyunca susmaz. Binlerce liralık mermi yakılır. En garibanımız bile düğün için günler öncesinden hazırlık yapar. Kenara biraz para biriktirir. Geçenlerde duydum. Bizim köyden Kengerler'in Dursun yeğeninin düğünü için on iki bin liraya bir tabanca almış. Ne ruhsatı be kardeşim. Yüz tanesinden onu bile ruhsatlı değildir. Ölen yaralanan olmadığı sürece kimse buna aldırmaz.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Nuran Talay Kod Adı GDO, Terörün Mutasyona Uğramış Hali |
|
Dostları arasında "Transgenik" veya "Genetiği Değiştirilmiş Organizma" olarak da tanınmaktadır.
Biyoteknolojik yöntemlerle kendi türü dışındaki bir türden gen aktarılarak belirli özellikleri değiştirilen bitki-hayvan ya da mikroorganizmaları kapsar.
GDO tüm dünya ülkelerine seyahat etmesi için görevlendirilmiştir. Sorumluluklarının bilincinde olan GDO açlığa çare olmak için kodlanmış gibi gösterilse de asıl amacı "gen piyasası " yaratmak, bu anlamda kurulmuş şirketleri zengin etmek ve ekim alanlarında kullanılmak üzere kimyasal ilaç üreten firmaları "pasifize" ederek tarımsal ilaç piyasası ile pekiştirmek.
Görevini başarı ile tamamlayan GDO ülkelerin vazgeçemeyeceği üretim şeklini aldıktan, üreticisine bağımlılığı sağladıktan sonra ikinci aşamaya geçiyor.
İkinci aşama görevleri; Örneğin domuza ait geni domatese, bakteri veya virüse ait bir geni de başka bir bitkiye aktarmak suretiyle hazırlanmış tohumların verimine destek vermek, bir eken çiftçiye bin ürün vermek. GDO teknolojisi ile verimi alınmış tohumların kullanım süresi bir yıllık. Eğer çiftçi yeniden üretmek isterse tohum satın almak zorunda kalacak.
GDO'lu ürünlerden bazıları; Soya, Mısır, Patates, Domates, Prinç, Buğday, Balkabağı, Ayçiçeği,Yer fıstığı, Bazı balık türleri, Muz, Ahududu, Çilek, Kiraz, Ananas, Biber, Kavun, Pamuk, bu ürünler bizim verimli topraklarımızda GDO kullanmadan zaten fazlası ile elde ediliyor. Bağımlılık ve para stratejisinin insan sağlığını tehlikeye atarak kullanılıyor olması kabul edilecek bir durum değil.
GDO insan ve hayvan sağlığı açısından ciddi riskler taşıyor; alerjiler, antibiyotiklere direnç, metabolizmada değişiklikler gibi sorunlar baş göstermektedir. GDO'lu tohumların tozları dahi tehlike saçıyor. Rüzgar ile uçuşan bu tozlar polenler ile eşleşebiliyor. Bu ne demek; yıllardır kendi kendine yetişen ağaçların mutasyona uğrayarak kendi kendine yetişememesidir. Aynı şekilde rüzgar etkisiyle dolaşırken organik tarıma da bulaşır. Bitkilerin doğasını bozarken, bu yiyeceklerden yiyen canlı türlerinin de yok olmasına sebep olur.
Gümrüklerden rahatlıkla geçebilen ürünleri denetleyecek bir laboratuarımızın da olmayışı bu tehlikenin rahatlıkla dolaşmasına ve sofralarımıza kadar ulaşmasına olanak sağlıyor.
Türkiye topraklarında, zaten kullandığımız ve tükettiğimiz ürünler üretilecek bu çok sevindirici bir gelişmedir yaklaşımı ile yaklaşan Hükümet sözcüsü, Bakanlar Kurulu'nda olan Ulusal Biyogüvenlik Kanun Tasarısı Taslağı'nı TBMM'ne sunmak için imza toplanmasını destekler yönde hareket ediyor. Ülkemiz üretim yönünden de dışa bağımlı hale gelirken bebeklerin mamasından tutunda, soframıza gelen tüm yiyeceklerde kullanılan GDO ile sağlıksız nesillerin yetişmesine onay vermiş olacak. Tabii bu tohumları kullanıp risklerini gören hiçbir çiftçi bunları açıklayamayacak, şirket sırrı altında gizlenecek.
İşin üzücü yanı birçok Avrupa ülkesinde satışa sunulan ürünün GDO'lu olduğu etiketler ile belirlenirken üstelik üretim alanları daha da daraltılırken, bizim topraklarımızın sınırsız sunulması ihanet olur.
Akla mantığa sığacak gibi değil ki, düşünün bir kez domuz geni aktarılmış domates yediğinizi. Domuzda bulunan mikroplar domateste varlığını sürdürmeye devam eder. Domuz eti tüketmediğimiz halde aşılanmış domates yemek domuz yemekle de eşdeğer oluyor.
(...) İskoçya Rowett Enstitüsü Doktorlarından Arpad Pusztai'nin deney faresini genetiği ile oynanmış yiyecekle beslemesi sonucunda farenin iç organlarında küçülme, sindirim sisteminde bozukluk ve bağışıklık sisteminin çöktüğü görülmüştür. Bir başka doktorun soya ürünü beslediği farenin yavrularının doğumdan birkaç hafta sonra öldüğü görülmüştür. (...)
Görüldüğü gibi insan, çevre ve hayvan sağlığını tehdit eden GDO barbarca yok etmeye kodlanmış. Bir nevi GDO' da bir terör. Sonuç itibari ile hedef alanları daha geniş ve etkili. Sonuçlarını ise hiçbir zahmet harcamadan alıyor, üstelik üstüne fazlası ile para kazanıyor.
Ülkemizin biyolojik genlerinin, tohumların, çiftçilerin korunması gerekiyor. Doğanın dengesini bozan çevre ve insan sağlığını tehdit eden bu yasa meclis gündemine dahi gelmemeli.
Portakal yerken içinden ördek çıksa ne yaparsınız?
Avokado içinde çilek..
Ya da muzu soyduğunuzda mısır çıksa…
Düşüncesi dahi korkunç değil mi?
O halde bu konuda halkın bilgilendirilmesini talep ettiğimiz gibi bu ihanet yasasının asla kabul edilmemesi gerektiğini bizlerde söyleyelim, "GDO'ya Hayır Platformu Bileşenlerinin" söylediği gibi.
2004 yılından bu yana GDO ile mücadele eden platform basın toplantıları ve yayınladıkları dekralasyonlar ile bilinçlendirmeye devam ediyor.
http://www.gdoyahayir.org
(Yazımızda kullandığımız bilgiler bu platformdan edinilmiştir)
Sağlıklı yaşamak, ürünleri doğal olarak tüketmek en tabi hak… Tıpkı sizin, benim hakkım olduğu gibi…
Şimdi gidin buzdolabınızda duran portakalı afiyetle yiyin, yerseniz!
Nuran Talay Nuran.Talay@PolitikaDergisi.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Gökçe Gerçek BİR RÜYANIN ANATOMİSİ |
|
En yakın arkadaşıma aşığım.Arkadaşlık lafına irrite oluyorum!.Erkeklerin arkadaş kalanı pek azdır dünyada..Söylemeye karar verdim.O gün, O'nun için yazdıklarımı okumaya başladım. Kendimi O'nun karşısında öylesine kaptırmıştım ki, öyle coşkulu içten gelerek okuyordum ki dörtlükleri, arkamda olup biteni farketmemiştim...
Okuduktan sonra ona baktım.. Yüzünde bir tutam ifade bile yoktu. Sanki bunları okuyan, içimi açan ben değil de, yanımızdaki boş sandalyeydi..O ana dek bir insanın gözlerinin taş kestiğine ilk kez tanık oluyordum..
Gitmesi gerektiğini söyleyerek, yanımdan hızlı adımlarla ayrıldı..
Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.. Anlayamadım.Yazdığım dörtlüklere yenilerini ekleyebilirdim şu anda, şu dakikada.. Ama onu geri getiremezdim..Rüzgar hızında kaybolmuştu burdan..Sonra birden, arkamdan bir elin omzuma dokunduğunu hissettim. Elin sahibi okuduklarımı çok beğendiğini, birine ithaf bu özel anlatımı kendisinin dinlemeye hakkı olmasa da, duyduğu için memnuniyetini dile getiriyordu..
Çok şaşırmıştım!.. Hem hoşuma gitmişti söyledikleri, hem de hafif utanmıştım.Ne enteresandı..Ben bunları sadece onu düşünerek, kalbimi böylesine tutuşturduğu için yazmıştım ve başka birinin ilgisini çekmişti..Ya bu işte bir yanlışlık vardı, ya da ben yanlış zamanda doğru kişiyle birlikteydim.. Genç bayan gözlerime hayranlıkla bakıyor, bir şeyler söylememi bekliyordu. Hoş biriydi. Ama benim aklıma söyleyecek hoş birşeyler gelmiyordu ne yazık ki.. Biran aklımdan hızlıca bir düşünce geçti.. Yazdıklarım içimdeki alevleri sıçratabilmişti, bunu önemseyen biri vardı. O olmasını istemiştim ne acı!. O beni boş bir bardağa bakar gibi izlemiş, karşımda susuz bir bitki kadar ruhsuzca oturmuştu.. Tam bu esnada mekanın hopörlörlerinde bu şarkı çalıyordu; Kırık kalpler yaşar.. Gülen yüzler solar.. Zaman durmaz akar.. Dayan kalbim dayan..!
Gökhan Kırdar ruhumdan söylüyordu bunları o esnada...Yazdıklarım soldular. Yalnızca onlar mı? Ben de solmuştum..Şimdi yanımdaki yüz, sulayıp diriltmeye çalışıyordu her şeyi.. Benim için söyledikleri, kalbimi boğan karanlığı biraz olsun aydınlatmıştı, evet inkar edemezdim.. Ama bunları söyleyen neden O değildi Allahım!.. O böyle bakmalıydı bana.. Of yaa.. Hayat neden yüzüme bakmıyor benim? Kalbimde yüzüm gibi şimdi eğri, büğrü...
Ben bunlara dalmış, hüzünlenirken o genç bayan eliyle yüzüme dokundu..Bir yabancının bana bu kadar yakın davranacağını hiç düşünemezdim.. Kadınların doğasında kendilerini kolayca sevgiye açabileceklerini okumuştum..Hiç tanımadığım bir kadının bana kolayca sevgi göstermesi hem güzel, hem üzücüydü..
Mutlulukla bir türlü saatlerimizi ayarlayıp denk gelemiyordukta, hüzün hep yanıbaşımdaydı.. Normal şartlarda yanımdaki kişi sevilebilirdi.. Evet, evet onun içinde dökülürdü bu satırlar kalp şelalesinden..Hatta onun kadar sıcak bir el ile dokunulabilirdi yüzüne.. Çok üzgünüm.. O kadar yanlış bir zaman ki.. Saatlerimizin yanlışı gösterdiği şu anlarda, keşke bunları duymasaydın.. Sen değilsin bu yazıların ilhamı...Yalnızca O.
Suskunluğumla kendi içimde kaybolmuşken, bir ses duydum!..Heyecan ve tedirginlikle arkaya dönüp baktım..Oydu!.. Geri dönmüştü..Fakat neden? Pişman mı oldu? Beni seviyor mu? Yoksa acıma duygusu mu? Hayır, hayır böyle bir şeyi asla istemem.. Yüzüme hayalkırıklığına uğramış bir ifadeyle baktığını gördüm..Yanımda oturan yüze baktı..Dahası ben farketmemiştim, yüzüme dokunan el onun baktığı anda elimin üstündeydi!..Teselli içindi..Ama bunu nasıl açıklardım? İnanır mıydı burayı terkettikten sonra olanlara? Üçümüz de donduk kaldık..Dışardan birinin gelip bu donmuş yüzeyi kırmasını bekler gibiydik..Gelmedi kimse..Gerçi bir dördüncüye ne kadar ihtiyacımız olabilirdi o da ayrı konu!..Bir Ona bakıyordum, bir yanımdaki yüze...İkisi de bana!..Her şeyin zanlısı ben miydim?.. Sevmek zanlı olmak mıydı? Her şey şu yazdıklarımla başlamıştı.Nasıl unutabilirim?..
***
Buluşma yerine geldiğimde henüz gelmemişti..Saate baktım. Ben erken gelmiştim..Dün gece yazdıklarımı düşünürken kağıtların arasında uyuyakalmıştım ve nahoş bir rüya görmüştüm. Ona kendimi yazdıklarımla ifade ederken, bir başkasının sevgisiyle şaşkına dönüyordum. Beni terkediyordu ve daha sonra geri dönüyordu.. İrkilmiştim.. Uyandıktan sonra rüya olduğuna o kadar sevinmiştim ki!..
Aklımı güzel şeylerle doldurup, hevesle onu beklemeye başladım. Bu günkü görüşme arkadaşça olmayacaktı.Kapıdan girdiğinde beni kolayca görebileceği bir yer seçmiştim. Az sonra göründü.. Beni gördü ve yanıma geldi.Oturduktan sonra kısa bir sohbete başladık..Ona fazlaca bakmak çok hoşuma gidiyordu..Dörtlüklerden bahsetmeye karar verdim.. Bütün sıcaklık ellerime geçmişti..Birazdan kağıtlar tutuşacak diye korktum! Okumaya bir an ara verip Ona baktım..Allahım!. Aynı rüyamdaki gibiydi!.. İfadesiz bir yüz..! Tek kelime yok. Dejavuydu bu.. Yok rüya.. Rüya olmalıydı! Gerçek bu olmamalıydı..
Birşey söylemeden kalkıp gitti.. Ellerim şimdi buz kesmişti. Tek ellerim mi? Her yerim.. Vee fonda Dayan Kalbim vardı.. İnanılır gibi değildi ama yaşayan ben olduğum için inanmak zorundaydım. Monologlarımla boğuşurken, omzuma bir elin dokunduğunu hissettim!!!
Gökçe Gerçek gokcegercek@kahveciyiz.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Orhan Murat Bahtiyar |
SüzGeç
Bir bakmışsın kalakalmışsın, yapayalnız…
Aslında sen değilmişsin onların hayatındakiler, sen iyiysen iyilermiş etrafındakiler…
Ve herkes duvar olurmuş en kötü zamanında, hızla koşarsın ona doğru, duvara toslarsın ve çarpa çarpa soğuk betona, büyürsün…
Nasırlaşırsın, sen de duvar olursun başkalarına, hazmedemezsin…
Lakin hayat bu, zorlar seni değişmeye, kaya gibi durmazsan ayakta ezer geçer seni, bitersin…
İnanmak ve inanmamak, güvenmek ve güvenmemek, devam etmek ve bırakmak arasındaki kıldan ince kılıçtan keskin köprünün üstünde debelenir durursun…
Yetinmek zorundasın onların sana değil, verdiklerine olan sevgileriyle…
Büyümek zorundasın, anlamlandırmadığın hayatı yaşamak zorundasın…
Amaç uydurmak, araç bulmak zorundasın, inanmaya çalışmak, sevmeye çalışmak ve yeniden ayağa kalkmak zorundasın her defasında…
Aramak zorundasın karşılıksız, sadece seni seveni…
Ve bulacağına inanmak zorundasın.
Alışmak zorundasın, en ufak hatanda seni sevmeyi bırakana da, kimsesiz kalınca dönüp geri gelene de…
Hayatını yaşayabilmek için, önemsememek zorundasın hayatı.
Ama sımsıkı tutmalısın da bir ucundan, süzülüp damla damla arınmak zorundasın.
Nedenini bilmesen de yaşamak zorundasın…
Bir Dost…
Orhan Murat Bahtiyar
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
DÜĞÜM
Kendime kalmamışım..
Öyle çok incitmişler, öyle çok acımışki canım, bu yüreği isimsiz sevdalara sürgün etmişim...
Kendi yüreğimden intikam alır gibi yaşıyorum şimdi...
Hele bedenim;
Onu hepten yok sayıyorum.
Yoruyorum, acıtıyorum, hırpalayıp duruyorum işte...
Kendi kendimin iliklerini çürütüyorum şimdi...
Dedimya parçalamışlar benliğimi, kalmamışım ne kendime, ne de yeni bir yemine...
Tutulmayan , tutamadığım, tutamadıkları ne kadar yemin varsa ağır bir sızı olmuş, gelmiş sabitlenmiş şu boğazımdaki düğümde..
Nefes aldırmayan, isimzis sevdaları bu kadar özleten ve hatta özlenen bütün sevdaları isimsizleştiren bir düğüm bu..
Özlemenin tadını, arzuların bütün anlamını alıp götüren bir düğüm..
Tam da "hayata dönmüşlüğü" , "yeniden bulmuşluğu" "bu defa belki"yi hissettiğin anda, aynı kalıpları, aynı rolleri ve replikleri getirip hayatının orta yerine yerleştiren, dahası her yeni hikayede yeniden yitirme korkusunu yüreğine beynine işleyen bir düğüm..
En beteri; o düğümle yaşamak, yaşamak zorunda olmak...
En beteri; özlemek değil de, kimi neyi özlediğini bilememek...
Ceyda Gamzeli cydgmzli@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Bencil
Bencillik aptallıktır, diyor, Afşar Timuçin. Bu basit saptama o kadar önemli bir doğruyu dile getiriyor ki; şimdiye dek benimsenmiş tanımların, bizi çok ciddi yanlış anlamlandırmalara götüren eksikliğini düşünmeden edemiyorum.
Nedir, bildiğimiz yaygın bencillik tanımları ve yorumları?
'Yalnız kendi çıkarını gözetleyen, düşünen' diye yazıyor vikisözlükte.
Kabaca doğru... ve yapacağımız tüm tanımlamalar, aşağı yukarı buna benzer olacak.
Kişinin toplumda, herhangi bir ortamda ya da konumda salt kendi çıkarını gözetecek biçimde yaşamını sürdürmesi; tüm eylemlerini buna göre gerçekleştirmesi ne yazık ki çok yaygın.
Acaba yalnız günümüzde olan bir yaygınlık mı bu?
Makineleşme, modernleşme, teknoloji çağı filan derken, her türlü kötülüğü kolayca çağımıza taşıyoruz. Son yüzelli yıl, kötülüklerin, erdemsizliklerin doruk noktasına tırmandığı bir süreç gibi görülüyor. Kısmen de doğru. Doğadan giderek ve sağlıksız bir biçimde uzaklaşan insan yaşamı, yanılsamaların içinde türdeşlerinden kopuk, yabancılaşmış bir varlığa dönüşüyor.
Ancak geçmiş yüzyılları bir cennete dönüştüren duygusal yaklaşımlar, aynı geçmişte de olduğu gibi, yanıltıcı yaklaşımlardır. Geçmiş her zaman kaçıp sığınacak yitik cennet olmuştur. Her çağ geçmişe özlem seslenişleriyle doludur. Yaşamın önümüze yığdığı sorunların, görece çoğalmış olması dışında, pek değişen bir şey yoktur. Nerde o eski zamanlar romantizmi, daha uzmanlaşmıştır yalnızca...Kitaplar, filmler kendimizle yüzleşmekten kaçışın körüklendiği bir büyük sektördür artık.
Bu da, tür bilincine giden yolda, insan etkinliklerini daha güçleştirmektedir. Mücadele etmek zor, teslim olmaksa hiç olmadığı kadar kolaydır, her yandan bize göz kırpan kolaycı çağrılar dünyasında...
Bencilce davranmak değildir, asıl sorun. Bencilliktir! Tüm zaaflarımızdan biridir, arada kendimizi öne çıkarmak. Durup sorgularız, utanırız, böyle bir kaygımız varsa tabi. Oysa bencil, insanın doğasını yadsıyışının, türdeşleriyle bir arada ve ortak çıkarlarla yaşamak zorunluluğunu göremeyişin sonucu olan, hasta bir kişiliktir. Bencil, hiç bir zaman görmez ve anlamaz. Anlamlandıramaz... O yalnızca bakar, yarar ve tehlike yoksa unutur. Yalnızlığın uç noktasındadır.
Bencil, bir kişi olamamıştır. Özne değil, nesne gibi varolur. Sımsıkı, dışa kapalı, olgunlaşıp diğerine açılacak kapıları paslanıp sıkışmıştır. Bütünüyle umutsuz değildir durumu, ama zaman içinde özgürlüşme ( özü gürleşme ) denen, en temel insani etkinlikten çok uzak kalmış olmanın güçlendirdiği korku ve kaygılarla, bir canavar gibi kendini beslemeyi sürdürür. Bünyesine kattığı herşey kendi hayvansal varoluş türtüsünce yönlendirilir. Yaptığının bilincinde değildir. İçine giren hiç bir şey dışına, diğerine bir güzellik, bir yarar sunmaz. Aldığı herşeyi, asla geri vermemek üzere yutar, bir karadelik gibi.
Bencil, kendi ekseninde dönen, her yanı aynalarla kuşatılmışcasına, her eylemde, her yerde ve her zaman yalnızca kendini gören, yaygın deyişiyle kendini evrenin merkezi olarak gören benmerkezciden biraz daha güdük ve zavallıdır yalnızca. Benmerkezci daha gelişmiş, ama bütünüyle yanlış bir yöne saparak gelişmiş bir kişiliktir. O zihninde, hep kendiyle meşguldür.
Biraz daha ilerisi narsisttir. O kendine aşıktır.
Sonuçta en alttaki sıradan zavallı bencilden, en üstteki sıradışı ve kof ışıltılar saçıp, kendi parıltısında sarhoş zavallı narsiste kadar, insanın her türlü erdem yoksunluklarının gelip düğümlendiği, insanın ve onun uygarlığının en büyük açmazıdır, bencil. İnsan bir tek olarak doğar ve yaşar. Bencil bunu birey olmak noktasına taşıyamaz, çünkü aptaldır. Ben bunu bilirim arkadaş, der, insan önce kendini düşünecek... Ve kendi sözünden aldığı hızla, kolayca kurar toplumu bir bataklığa dönüştüren zavallı felsefesini. Haklıdır, herkes böyle yapmaktadır. Her koyun kendi bacağından asılırı bilir de, her bireyin yalnızca kendini geliştirmekle, başka bireyleri de çoğaltacağını göremez yaşamı boyunca.
O, arabanın gaz pedalına olan temasında, giderek doyumsuzluğa dönüşen bir hazımsızlık yaşar. Hız en büyük hazdır ve bütün yollar onundur. Araba dört teker üstünde bir yere ulaşacak bir araçtan başka herşeydir.
O, koltuğa bir kez oturdumu, bir daha kalkmaz. Tapulu malı gibi sahiplenir. Bir kez kalktımı bir daha oturamayacağını bilir.
O, sanat, felsefe, bilim laflarına metelik vermez. Hastalıklı duygular dünyasında, ona, duygu ve düşüncenin insan zihninin iki ayrı yüzü olduğunu söyleyip, uykularını kaçıracak karın ağrılarıdır bunlar.
Din adamları ve dindarlar sık sık, bencillikten sakının, derler. Ama bu kadar der, başka bir şey demezler. Sanki bencilliğin nedeni, bencillikten sakınmamaktır. Bu kişilere göre oturuyor oluşunun nedeni, ayakta dikilmiyor da oturuyor oluşlarıdır.
Bencillikten sakınılmaz. Bize her gün varlıklarıyla göz kırpan, türlü sinyaller gönderen diğerlerine ulaşmayı, paylaşarak büyümeyi bütünsel bir felsefe olarak benimsemedikten ve bunun tek yolu olan kendi bireyliğimizi özü gürleştirmedikten sonra, her biri kendi içinde fokurdayan bataklıklar olan benciller toplumunda kokmaya ve batmaya devam ederiz.
Haşmet Şenses
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
VE
VEsaire, VEsaire, VEsaire. Bu vesairelerin altını doldurmayacağım. Sizler kendi düşünlerinize göre VEya işinize geldiği VE işinize gelmediği şekilde taşırmamaya dikkat ederek doldurunuz. Doldurma dedimde Yurdumun akıllıları bakınız İngilizce sınavında (Nice………………. )şeklindeki boşluğu doldurunuz şeklindeki soruya nasıl cevap vermiş: (Nice…mutlu yıllara") :-)
VElhasıl-ı kelam darbukanın telleri olmadığından nota kar etmez. Vurana, daha açıkcası parmaklarının işlev yeteneğine göre güzel ses çıkarır. Eğer davul ile darbukayı birbirine karıştırırsanız , "Davul bile dengi dengine "meselini unutup darbuka gibi çalmaya kalkarsanız bet bir ses ortaya çıkar. Nasıl ki zurna üflemek ile düdük üflemek arasında derin farklar vardır. Söz temsil "Parayı veren düdüğü çalar" denilse de her parayı veren zurnayı çalamaz Ağabey, laf kalemime gebe kaldı, akıp gidiyor , VEsaire ne densiz imiş.
VElevki konuyu dağıtmış olsam" seen ne? been ne ?"(Bayburt yöresinin sözüdür. ) Ben diyorumki , isteyim size süleyim , lazım bir akıl verem . Yüreğinize bir kötü düşünce katmadan. VElevki örnek misali versek ki diyelim; bu kriz bizleri Teğet geçmemiş olsun , ne etceniz daha beterin beterinden korumasını hayretmekten başka. . Görmezmisiniz bu kriz bazılarımıza teyel attı, bazılarımıza sülfile çekti. Mekike krizi sararak bazılarımız işlerini sağlama alıp çift dikiş attı daha ne istersiz , garıyı boşamak tabii bekara kolay geliyor. VEsVEse yapmanın alemi yok. . Sahip olduğunuz VElinimetin kıymetini biliniz. Bu VEsile ile sülemiş olayım, çok ileri giderseniz korkarım VErtigo olursunuz.
Haa, peşin ile VEresiyeyi birbirine karıştırmayınız. . Bektaşi bu yolu iyi bellemiş:
Bektaşi caminin önünden geçerken bakmış adamın biri selam verdikten sonra tekrar tekrar namaza duruyor. Sormuş:" Arkadaş , anladım kaza yapıyorsun, ancak sen devamlı kılıyorsun"Adam cevaplamış:"Geçmiş namazlarımı kılıyorum "demiş. Aradan bir zaman geçtiğinde Bektaşi bakmış adam geliyor kendine doğru , hemen namaza durmuş. Adam:"Namaz vakti geçti, neredeyse akşam okunacak"deyince , Bektaşi:"Gelecek günlerin namazını kılıyorum" diye cevaplayınca adam "Hiç öyle şey olurmu ?"diyerekten şaşkınlıkla sormuş. Bizim Bektaşi :"Olur olur Allah senin VEresiyeni kabul ediyorda , benim peşinimi niye kabul etmesin"
Balkona çıktım, çocukların VElespite binişleri eski günleri çağrıştırdı. Benim hiç bisikletim olmadı. Bu sebepten dolayı müteVEffa babama hiç kızmıyorum. Ben baba olduktan sonra öğretmen olan babamın bana bir bisiklet bile almaya gücünün olamadığını sonradan kavradım.
Başıma bir ağrı girdi, ilaç kutusunu açtım VErmidon iyi geliyor, içtim. Yazıyı kaydettim bigisayarı kapattım.
Beltan Göksel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Rüyalarımdaki Güzel
Dar bir yoldayım, uzun bir sahil yolu,
Beyaz gömleğim vücuduma yapışmış, burnuma gelen hafif bir ter kokusu.
Rahmetli annemin "atletsiz çıkma ikazlarını hatırlıyorum,
Yüzümde acı bir tebessüm.
Yaşlı simitçiden bir açma alıyorum, yarısı fazla geliyor.
Paylaşmak istiyorum, sağımda denize âşık balıkçılar solumda kalabalık kafeler yığını.
Seni hatırlıyorum midemde derin sancı.
İştahım kesik diye düşünüyorum bedenimin tepkisini büyütmek gibi bir niyetim yok.
Serinlemek için buz gibi bir su almak istiyorum ilerdeki büfeden,
Bacaklarım taş kesiliyor, evrendeki bütün ışıklar sönüyor o an.
Önümdeki on adımlık yol uzun bir sırat köprüsünden farksız görünüyor.
Seni görüyorum.
Hayatım gözümün önünden bir film şeridi gibi geçmese de küçük küçük anlar canlanıyor gözümde.
Ortak payda sen…
O kadar ulaşılmaz görünüyorsun ki gözlerine baktığımda eriyip gitmekten korkuyorum.
Yapamıyorum aşkım kendimi kandırıp geri dönüyorum, eve doğru koşturmaya başlıyorum.
Işıklar geri geliyor, deniz mavi ama seninle martılara balık attığımı düşlediğim gecelerdeki mavi kadar hayat dolu değil.
Etrafıma matem renkleri ağır basmış.
Buzdolabına gidiyorum iki üç kutu birayı yuvarlayıp sızıyorum.
Sen geliyorsun beyaz tek parça elbisenle, yüzünde hafif bir allık, gerisini hatırlamıyorum.
Uyuyorum.
Burak Yavuz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
İçinde Alevler
Koyulmuş karanlıkta
İnce ince sızdı
Aralık dizili tahta duvarlardan
Nem yüklü çam kokusu
Uzuklarda baykuş çığlığı
Yırttı dalların hışırtısını
Pırıltılı sisle doğdu şafak
Ağır ağır yükseldi gün
Ağız dalaşına girdi orman
Derin büyüsü ihtişamın
Doldurdu gözlerini
Acıktığını hissettirdi
Kaynamış sütün ağızdaki lezzeti
Sıcacık yenilendi hücreleri
Dokundu boynuna titreşimler
Canlı ve parlaktı içinde alevler
" Düş Kuruyor Gece " adlı kitabımdan - Ocak 2008 -
Hatice Bediroğlu
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.16.4613 / Windows / 4.48 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.0.9.9 / 16 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|