Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 8 Sayı: 1.668

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 19 Ağustos 2009 - Fincanın İçindekiler


  • GÖKÇEADA ... Seyfullah Çalışkan
  • MELİH CEVDET ANDAY ŞİİR YARIŞMASI ... Hamdi Topçuoğlu
  • İKİYÜZ YİRMİ YILDIR BECEREMEDİĞİMİZİ JAPONYA NASIL KIRK YILDA BAŞARDI? ... Hasan Tülüceoğlu
  • Hüz ... Sarahatun Demir
  • İnternet gazeteciliği (I) ... David Ojalvo
  • ADINI TAHTALARA YAZDIM, ONLARDAN PİNOKYO YAPTILAR ... Kemal Beşgül
  • Ben narsist miyim? ... Kübra Bay
  • Reklamlar : Tıkır Tıkır ... Ahmet Şeşen
  • RAHMET EŞİĞİ RUHUN BEŞİĞİ: RAMAZAN ... Nihat Malkoç


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Bol Bul Bulmacalar, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Öyleyken böyle!..


    Merhabalar,

    Hamasetin ayarı kaçmış durumda. Geçen bir hafta boyunca bol bol "analar, bacılar, komşular, lalalar ve kardeşler" nutukları dinledik durduk. Beklenilen yol haritası tamamen ortaya çıkana kadar da dinleyeceğiz. Nereye varmak istediğini bir türlü teleffuz edemeyen bir hükümet ile ne istediğini gayet iyi bilen, her fırsatta dile getiren, sızdırdığı haritayla yoklama çeken sayın apo(!?) güdümünde bir parti, sıradan vatandaşı ağlamaklı hamasi söylevlerle etkilemeye çabalıyor. Olaya tepeden bakan birine sorsanız, arkadaşım sizde iç savaş var galiba der. Hani var da, elalem kardeşlik türküleriyle lanet okuyor sanki. Yaşanan acıları dillendirmek iyi güzel de, bunun ötesine geçememek ya da geçme planları varsa bunu bizlerle paylaşmamak ya da paylaşamamak ne ola ki?

    Zülfü Livaneli'nin yazısını okumuşsunuzdur. Hak vermemek elde değil. Tek şartla, iktidarın samimiyetine inanıyorsanız elbette ki körü körüne itiraz etmenin anlamı yok. Gel gelelim, literatürümüze "takiyye" olarak giren kelimenin yaratıcılarına ne kadar güvenilir işte orası muamma. Yaptıkları yapacaklarının teminatı olan bu iktidarın, beceriksizce attığı adımların ceremesini bizler çekeceksek, ben yokum orada. İmralı kralının ağzının içine bakarak açılıp saçılmayı bu millet kaldırmaz, kaldıramaz. Keser döner sap döner gün gelir hesap döner dönmesine de bu süreçte olan, kafası karıştıkça karışan halka olur.

    Yapılmaya çalışılan bir "Olmayana Ergi" uygulamasıdır. Mantıksal olarak, "tersinin mümkün olmadığını göstermek suretiyle kanıtlama yöntemi" olarak açıklanabilecek bu yöntem kullanılarak halkın vicdani duygularına seslenilmeye çalışılıyor. Çözümü federatif bir bölünmede görenlerin, aksinin olamayacağını göstermeye çalışmalarından başka birşey değil yaşananlar. Çelişki de, bu görüşü dile getirmeye yerden göğe kadar hakkı olanlarla hiç olmayanların aynı kaba teşaşür ediyor olmaları. Bu takdirde birilerinin de gelip o kabı başlarına geçirmesi sürpriz olmamalı değil mi?

    Görünen o ki, bu hamur daha çok su kaldıracak. Ekonomide, kriz yöntiminde yaya kalanların sığınacakları bir liman olarak gördükleri bu açılım oyalanmacasında daha çok yol haritaları görecek, daha çok olmayana ergiyeceğiz. Ben asıl Tayyip Beyin bunları tabanına nasıl anlatacağını pek merak ediyorum doğrusu. Haydi hayırlısı. Kalın sağlıcakla.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      GÖKÇEADA

    Atma Yorgo din kardeşiz desem ayıp olurdu. Çünkü din kardeşi değildik. Yorgo, Arişti, Taki üç arkadaştılar. Yorgo ile Taki İstanbul'da öğrenciydi. Arişti Gökçeada'da çobanlık yapıyordu. Hiç sormadım belki biraz da zeytinlikleri vardı. Yorgo ile bizi kim tanıştırdı şimdi anımsamıyorum. Galiba Kiraz'lı Ali onlarla takılıyordu. Bende kuyruk olup bu arkadaşlığa eklendim. Rum kızlar acayip güzeldi. Bu arkadaşlığın içinde biraz da bu etken olmuştu. Şimdi, yıllar sonra bunu söyleyebilmek çok kolay. İlk başlarda Rum kızlara yaklaşabilmek için onlarla arkadaşlığımızı kullanmak gibi bir niyetim olmuştu. Sonraları bunu aklımdan geçirdiğim için bile çok utandım.

    Size makul gelmeyebilir ama beş yüz erkeğin bir arada kaldığı bir yatılı okulda kız arkadaş araklamak ciddi bir ayrıcalıktır. Belki büyüklere özeniyorduk. Filmlere veya romanlara belki de. Ergenlik hepimizi kimyasını hala anlayamadığım bir arayışın içine yuvarlıyor da olabilirdi. Okulda gerçekten kız arkadaşı olun, bir kızla oturup kalkabilen öğrenci sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu. Sadece müzik gruplanırında yer alıp bir şeyler çalabilenlerin kız arkadaşları vardı. Ama sorarsanız herkes size memleketinde bir kız arkadaşı olduğu yalanın ikirciklenmeden söylerdi. Herkes bunun yalan olduğunu bilirdi ama üzerine de gitmezdi.

    Yorgo ve Taki konuşkan, neşeli delikanlılardı. Arişti daha sus pus ve iri yarıydı. Onlarla oturup kalkmaya başladıktan sonra her bir acayiplik olacak diye bekledim. Çünkü onlar hem Rum hem de Hıristiyan'dı. Mutlaka arkadaşlığımızın içinden bir gün bir şey çıkacak bana veya ona batacaktı. Mecburen yollarımız ayrılacaktı. Öyle olmadı. Konuştukça ortak yönlerimiz çoğaldı. Ayni kitapları okuyorduk, aynı filmleri ve şarkıları seviyorduk. Hatta geleceğe ilişkin düşlerimiz bile aynıydı. Bizi yıllar sonra okulun sona ermesi ayırdı.

    Yorgo ile arkadaşlığım tek bir Rum kızı ile bile tanışma fırsatı yaratmadı. Vatan, millet davaları konuşmaktan kızlara bir türlü sıra gelmedi. Zaten yıllarda kızları konuşmak, lümpen davranışlardı. Lümpenlikten uzak durmak için kızlara da yanaşmamayı tercih ettik. Birlikte Kaleköy'e denize gidiyorduk. Memleket meseleleri tartışıyorduk. Arkadaşlığımız ilerledikçe geçirdiğimiz her dakika bir öncekinden daha güzel geliyordu. Yaz akşamları Gökçeada sokaklarını turluyor, uzun konuşuyorduk. Gün batıp gece çöktüğünde yat saatine kadar zamanımızı Yenimahalle'deki Foti Baba'nın kahvesinde adaçayı içerek geçiriyorduk.

    Şimdi oralar nasıldır bilmiyorum. O yıllarda Gökçeada İlçe merkezi dışındaki bütün köyler bomboştu. Taş binalar öksüz ve kimsesiz kalmışlardı. Gezip Dolaştığım Bademli, Zeytinli, Dereköy, Kapıkaya, Kaleköy de kışın sadece birkaç evin bacası tütüyordu. Yazın biraz şenleniyor ama bu sadece birkaç ay sürüyordu. Sonbaharda bütün köyler yine upuzun ıssız mevsimlere geri dönüyordu.

    Koyun sürüleri Gökçeada'da kendi başlarına otlardı. Çobanlar tarafından güdülmezdi. Hayvanlar kırkımdan kırkıma bir araya toplanır, kırkılan koyunların arka kısımlarına kumaş boyasından bir yuvarlak işaret yapılırdı. Sahipleri seçtikleri boyanın renginden koyunların kime ait olduğunu bilirlerdi. Ada'da çakal, kurt olmadığından koyun veya keçiler canlarının istediği yerde keyiflerince dolaşıp otlarlardı. O yıllarda yabanıl hayvan varlığı açısından tavşan başı çekiyordu. Denizler balık doluydu. Ada kıyılarında kılıç balığı avlanırdı. Ada halkı istavrit ve izmarit gibi balıkları pek satın alıp yemezdi. Kasaba merkezinde küçük balıklar yerine kasalar dolusu mürekkep balığı satılırdı.

    Bir gün Yorgo, Arişti ve ben Kaleköy'e denize gitmiştik. Yolun kıyısındaki kumsalda oturuyorduk. Birkaç metre ötede, denizin içinde küçük bir çocuk vardı. Gözlüklerle sığ sularda dolanıyordu. Deniz cam gibiydi ve mırmırlar insanların ayaklarını dibinde dolanıyordu. Telaşla kumsala, annesine doğru koşmaya başladı. Annesine Rumca bir şeyler söylüyordu. Önce çocuğa kötü bir şey olduğunu sandım. Sonradan endişelenecek bir şey olmadığını anladım. Meğerse bir ahtapot yakalamış. Elindekine hiç dikkat etmemişim. Ahtapotu daha önce sadece filmlerde görmüştüm. Kocaman canavar gibi gösteriliyordu. Çocuğun elindeki öyle canavar gibi değildi. Yine de vantuzları ile koluna yapışıp canını acıtmaya çalışıyordu. Ama bu çabası pek başarılı olmadı. Ufaklık onu alıp betona vurmaya ve sürtmeye başladı. Yorgo'ya :

    - Ne yapacak bunu, dedim.
    - Afiyetle yiyecek
    - İğrenç görünüyor, yenir mi bu?
    - Yenmez mi? Hem de çok lezzetlidir.
    - Neden betona sürtüyor?
    - Vantuzlarını çıkartacak ve yumuşatacak, o zaman daha kolay pişer.

    Yıllar sonra İzmir'de kordondaki bir lokantada ahtapot yemek kısmet oldu. Tadı gerçekten güzeldi.

    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Hamdi Topçuoğlu

     Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


       MELİH CEVDET ANDAY ŞİİR YARIŞMASI

    Ören Belediyesinin Türkiye Yazarlar Sendikası işbirliği ile gerçekleştirdiği Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü'ne "Kariyon Şiirleri" adlı kitabımla aday olmuştum. Kitabım ödüle layık görülmemiş. Ödülü Nihat Behram'ın "Tanımlar" adlı kitabı kazanmış. Üzüldüm…

    Üzüntüm elbette ödülü Nihat Behram'ın kazanmasından değil. Şiiri Melih Cevdet'in şiirine uzakmış. Birinin, ödül verilen kişinin şiirine uzak olmasını, onun, o şair adına verilen ödülü almasına engel olarak kim görebilir ki ? Nihat Behram, Türk şiirine yıllarca emek vermiş biri. Ancak, bu ödülü, şiire yıllarca emek verdiği için almışsa buna şiir adına itiraz ederim. Çünkü bu ödül emeğe saygı ödülü değil, o yıl yayımlanan bir kitaba verilen bir ödül. Kimse, bu sözlerimi ödülü kazanamamış olmanın getirdiği hazımsızlığı yorumlamamalı. Kimseye, sataşma niyetim de yok. Benim, ona buna sataşma huyum olmadığı gibi yalakalık huyum olmadığını da beni tanıyanlar iyi bilir. Yıllardır sanatın içinde olmama karşın belirli yerlerde görünmeyişimin temel nedeni de budur.

    Bu ülkede birçokları, tacirin olduğu kadar şairin de iyisinin İstanbullu olduğunu sanır. Bizim gibi taşralılar, kendi yörelerini sanat gündemine taşıyabilmek için bile onların bilirkişiliğini pek önemserler. Kimileri de bu İstanbul saplantısını eleştirir, İstanbul dukalığından yakınır. İstanbul medyasının köşe başlarında Türk sanatı adına ahkâm kesenlere "Sanatının Derebeyleri" yakıştırmalarında bulunur. Doğrusu ben bu gibi ucuz polemiklere girmem. Ne var ki bu tutumum, yakıştırmaların haksız ya da haklı olduğu görüşünde olduğumun bir ifadesi de değildir.

    Bu yarışmayı çok önemsemiştim. 20. Yüzyıl Türk şiirinin hikmet burçlarından biri olarak gördüğüm Melih Cevdet Anday ödülünü almamak bana şiir adına tam bir hayal kırıklığı yaşattı.

    Kariyon Şiirleri, Gökova başta olmak üzere Kariya ve İyonya'nın geçmişten bugüne, insanından dağdaki defnesine, istiridyesinden sahildeki kum tanesine acısını, sevincini, umudunu özümsemişliğin ve duyumsamışlığın şiirleridir.

    Biliyorum bazıları hemen her duyumsamanın şiir yaratmadığını söyleyiverecektir. Doğrudur. Elbette bir coğrafyayı duyumsamak yazılanların şiir olmasını gerektirmez; ama Kariyon Şiirleri, şiirin gerektirdiği dil işçiliğinin bedelini de ödemiştir. Üstelik bunu hep yereli evrenselle buluşturma kaygısını gözeterek yapmıştır. Şiiri bildiğini savunan her kim varsa bunu her platformda da tartışmaktan çekinmem. Kariyon Şiirleri'nin şiir olma niteliklerini onaylatma gibi bir gereksinimi yoktur.

    Kimileri neden yarışmaya gönderdin diyebilir?

    Gökova kıyılarında Melih Cevdet Anday adına verilen bir ödüle yakıştığı için gönderdim. İstedim ki Gökova'nın şiiri okurla biraz daha çok buluşsun. Biliyoruz ki şiir, bu toplumda dağ doruklarına sürgün edilmiş ağaçlar gibi. Şiir de, okurla buluşabilmek için medyanın gücünden yararlanmak zorunda.

    Geçenlerde bir şiir yarışmasını eleştiren okura düzenleyici kuruldan biri şiir için ne kadar masraf ediyorsun ki şiir ödüllerine talip oluyorsun demiş.

    Şiir yarışmalarına para için başvuran şairi kınamam. Çünkü bir şiir kitabının maliyetinin ne olduğunu herkes biliyor. Bu maliyeti kesesinden karşılayan biri, şiir için masraf etmiştir. Kaldı ki kalıcı bir şiir için kılı kırk yararak yapılan çalışmaların bedeli asla parayla pulla ölçülemez.

    Kariyon Şiirleri alması gereken ödülü alamadı. Melih Cevdet Anday, yarışmaya katılan kitapları okuyabilseydi Kariyon Şiirleri'ne özel bir değer vereceğine inanıyorum. Çünkü o, bu şiiri yoğuran kültürün içinden bize ayna tutan Azra Erhatların, Eyuboğluların, Balıkçıların sevgi dünyasından biriydi.

    Son sözüm şu:

    Ben Nihat Behram'ın şiiriyle kendi şiirimi karşılaştırma densizliğini yapmam. Şiirin bin bir güzeli var. Ama "Kariyon Şiirleri" bu coğrafyanın dilsel nakışıdır. Onun kendi topraklarında yapılan bir yarışmada görmezlikten gelinmesinin nedeni başka şiirlerden daha şiir olmamasından değil, bunu iyi biliyorum…

    Üzgünüm. Şiir sanatı ve Ören Belediyesinin duyarlılığı adına daha çok üzgünüm.

    Hamdi Topçuoğlu
    egerem@yahoo.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    8,408,408,408,408,408,408,408,40
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Hasan Tülüceoğlu


    İKİYÜZ YİRMİ YILDIR BECEREMEDİĞİMİZİ JAPONYA NASIL KIRK YILDA BAŞARDI?

    12 Eylül'ün yeni gerçekleştiği liseli yıllarda tarih öğretmenimiz yıkılan yakılan harap olan ülkenin yeni Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasıyla kısa sürede toparlanıp kalkınma hamleleri başlattığını övünçle anlatırken bu gün hala nasıl kalkınacağımızı, kalkınmasını gerçekleştirmiş ileri devletler düzeyine nasıl ulaşacağımızı tartışıyoruz.

    Liseli yıllarımızda bizlere hep ikinci dünya savaşı sonrası yakılıp yıkılmış Almanya örnek verilirdi. Kısa sürede yeniden toparlanıp konumunu koruması hayranlıkla anlatılırdı.

    Nedense Japonya'dan hiç bahsedilmezdi.

    Oysa doğulu olup ta batı teknolojisi seviyesine ilk ulaşan devlet Japonya idi. Almanya'nın ikinci dünya savaşı sonrası durumu neydi ki; insanlığın kıyameti atom bombası sadece Japonya'ya atılmıştı. İki büyük şehri yerle bir edilen Japonya Almanya'dan çok daha fazla yara almasına rağmen gerilemeyip güçlenmişti.

    Avrupa'ya karşı geride kaldığımızı Japonya'dan çok önce fark etmiş; açığı kapatmak için Japonya'dan 60 yıl önce tedbirler almıştık. III. Selim 1789'da askeri alanda bir dizi yenilikler yapmıştı. Avrupa'dan hocalar getirtilip Avrupa'ya örgenciler gönderilmişti. Sonuçta nizamı cedit adıyla yeni bir ordu kurulmuştu. Bir süre aradan sonra benzer yenilikleri II. Mahmut yapmıştı.

    1848'e kadar dışarıya kapalı bir toplum olarak yaşayan Japonya imparator Meiji dönemi ile müthiş bir yenilenme hamlesine girmişti. Meiji yeniliğe kapalı statükocu Şogunlara rağmen imparatorluğu ele geçirmişti. Japonya aslında Meiji'den öncede Çin'le irtibatlı olarak Çin'e öğrenci göndermiş, Çin hocalardan faydalanmaya çalışmıştı. Uzun bir süre de Çin alfabesini kullanmıştı.

    Meiji Japon toplumunun geleneksel yapısına fazla müdahale etmeden sıkı bir kalkınma programı uyguladı. 1900'lü yıllara gelindiğinde Japonya kendi kalkınma hamlesini 40 yıl gibi bir sürede tamamlayıp dünyanın teknoloji güçleri arasına girmişti.

    III. Selim'de olduğu gibi II. Mahmut'un yenilik ve gelişme hamleleri de sonuç vermemişti. 1789'lardan I. Dünya savaşına kadar Avrupa'ya yetişmek için yüzlerce öğrenci gönderildi; defalarca Avrupa'dan hocalar getirildi. Ama hep yerimizde sayıyorduk. II. Abdülhamit yaptığı eğitim hamleleriyle yeni Türkiye cumhuriyeti devletini hazırlamıştı. II. Abdülhamit in son zamanlarında Japonya artık dünyanın en güçlü teknolojisine sahipti.

    Atatürk kurduğu yeni Türkiye cumhuriyeti devletinde Meiji benzeri batılılaşma ve batı ekonomi ve tekniğine yetişmek için etkili bir dizi inkılâplar yaptı.

    Tarih öğretmenimizin dediği gibi Mustafa Kemal bir dizi ekonomik ve teknik hamleler gerçekleştirmişti. Bugün hala bulunmayan uçak fabrikası ülkede o günler kurulmuştu.

    Sonra…

    Patenti bize ait, kendi tasarlayıp ürettiğimiz herhangi bir sanayi ve teknolojik alet ve cihazımız mevcut değil. Doğrudur batılıların güdümünde birçok montaj fabrikalarımız mevcut.

    III. Selim, II. Mahmut ve Atatürk'ün ilerleme hedefli yenilikçi faaliyetleri bir basamak ilerlerken nedense her üçünün de devamı gelmemişti.

    Meiji yönetimiyle Japonya'nın 40 yılda tamamladığı aşamayı biz III. Selim ile başlayan 1789'dan 2009'a batılılaşma ve batılı devletleler seviyesine ulaşma hedefine rağmen 220 yıldır hala tamamlayamadık. Üstelik Japonya iki dünya savaşının özellikle II. Dünya savaşının en ağır boğazından geçmişti.

    Japonlarda olup ta bizde olmayan neydi acaba?

    Yoksa tüm sorun genlerimizde mi şifreli?

    Hasan Tülüceoğlu


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Sarahatun Demir

     Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir


      Hüz

    Hüzzamda sese, söze, göze yer yok.
    Ellerin nakarat olmuş bir kez artık.
    Kaçıncı kez tutulduğu unutulmuş tutuşlar tutuşturdu bizi
    Tutanağı tutulmayan ne olsa ellerimize dokunduk
    Artık tutuşlar olmasın…
    Nakaratlar hep hüzzamda da kalacak olsa, ellerin olmasın… Ama yine de tutanak tutulsa acısı ağrısından, ağrısı acısından hep biraz fazlaymış da ondan yaşanmış bütün yaşanmış olanlar…
    Noktasında durmaya lüzum yok şimdi. Hiçbir şey yeter her şeyi anlatmaya. Her şey yetmez hiçbir şey olan bu çıkmazlık halini "eskisi gibi" denen o uzak günlerle uzlaştırmaya… Geride hiçbir şey var artık. Denenmesine tenezzülde dahi bulunulmayan hiçbir şey… Sonra kara, uğultulu, sallantılı, yer altı, durak boyu uçurumlar. Neredesin adım kadar iyi bildiğim bir sabahın üçü; neredeyim hiç kestiremeyeceğim bir sabaha karşının güçlüğü…
    Gönül,
    Nereye gittiğimi öğrensin isterim belki bir sabah yeniden, yine,
    Ama şimdi beni rahat bırak
    ...

    Sarahatun Demir
    sarahatun@mynet.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    David Ojalvo

     Söylenebilecek ne varsa : David Ojalvo


      İnternet gazeteciliği (I)

    Bundan on-on beş yıl önce gazetelerin tabak-çanak, tencere-tava, cep telefonu ve daha birçok eşyayı, kupon karşılığı dağıttığını hatırlarız.
    Neydi amaç?
    Gazetelerin basım adedini yükseltmek, bu doğrultuda reklâm geliri elde etmek, tüketimi arttırmaktı…
    Aradan geçen zaman zarfında, internet hayatlarımızda iyi bir yer kazandı. Medya şirketleri, bir gün yeniden böyle kampanyalara girerler mi, bilemiyorum.
    Olabilir. İnternet gazeteciliğinin, basılı yayın dünyasına karşı etkilerini yaşamaya başladık çünkü…
    Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından Emre Kongar, Şubat ayından itibaren bir süre, "İnternet gazeteciliği-klasik gazetecilik" başlıklı bir dizi yayımladı(*). Bu konu üzerine, hatırı sayılır bir zamandır, ben de düşünmekteyim. Emre Kongar gibi, ben de köşemi bu konuya ayırmaya karar verdim.
    Emre Kongar, internet gazeteciliği ve klasik gazeteciliğin birbirlerine rakip olarak görülmesinden ziyade, birbirlerini destekleyip bütünleştirmesi gerektiğini yazıyor. Her basılı gazetenin bir sitesi var ve bu gazetelerin bloglardan ve internet kullanıcılarından yararlanabileceğini ifade ediyor. Kongar, "Klasik gazete okumanın bir yaşam biçimi, bir kültür olduğuna dikkat etmeli, gerek imaj, gerekse ürün, bu gerçek dikkate alınarak biçimlendirilmelidir (Cumhuriyet, 13 Haziran)" diyor.

    Emre Kongar'ın saptamalarına katılmamak elde değil. Ülkemizde internet, 16. yaşını doldurmuş durumda. Yeni kuşak nesiller, gazeteleri internetten takip etmeyi temel bir alışkanlık olarak kazanıyor. Daha eski kuşakların için gazete, çocukluktan gelen bir yaşam biçimi. Dolayısıyla, yıllar geçtikçe, sanal ortamın daha da güç kazanacağını görmek zor değil. Hatta basılı gazetelerin geleceğine dair kaygılar bugünden mevcut.

    Uzun bir zamandır, gündelik gazeteler arasında bir tek Cumhuriyet'i okuyorum. Cumhuriyet'le birlikte birkaç gazete hariç, medyadaki çoğu gazetenin genel görünüşleri bana çok karışık, fazla renkli, dağınık ve magazinsel geliyor. İnternet, haberleri takip etmek açısından daha derli toplu, temiz ve net. Bunun yanı sıra, internetin daha hızlı ve güncel haberleri okurlara ulaştırdığını düşünürsek, internet, gazeteciliğe çoktandır yeni bir boyut kazandırmış durumda. Bu noktada cevaplamamız gereken önemli bir soru var: gazete neden çıkar?

    Temel yanıt olarak, elbette haber vermek için; ama piyasada birçok gazetenin yer almasının da nedenleri var. İdeolojik ve ekonomik nedenler gibi.

    Medya, yasama-yürütme-yargıdan sonra anılan bir güç. Gazeteler, yayımladıkları haberlerle ülkenin gündemini bir anda değiştirebiliyorlar. Bunun çarpıcı bir örneğini son günlerde yaşıyoruz.

    Gazeteler, taşıdıkları reklâm potansiyeli ve ticari kaygılarla birleşince, ciddi de bir sektör.

    İdeolojik anlamda, internet gazeteciliği, basılı yayınların bir uzantısı durumunda… Çeşitli haberler "hızla" sitelerde yayımlanıyor olabilir; ama haberi yayımlama titizliği, manşet, spot ve içerik, yine ideolojilere göre şekilleniyor. İnternet gazeteciliği bu noktada bir amaç değil araca dönüşüyor…

    Reklâm boyutuysa, gözlemleyebildiğim kadarıyla, bir sıkıntı kaynağı. Gazetelerin basım adedi düştükçe, reklâm gelirleri azalıyor. Büyük gazetelerin internet sitelerinin bu durumu tamponlaması gerekiyor. Bu da kolay değil. Özellikle son dönemde, bir internetin ziyaret edilme, sayfalarının tıklanma sıklığı kadar, o sitede geçirilen süre de önem kazandı. Medya şirketleri bu doğrultuda taktikler buluyor. Örneğin Hürriyet'in internet sitesinde bir haberi tam olarak okuyabilmek için 15-20 kez tıklamanız gerekebiliyor. Daha ilgi uyandırıcı başlıklar yaratmak için müthiş bir çaba sarf ediliyor, metinlerin okunurluğunu arttırmak için yöntemler geliştiriliyor…

    Basılı gazetelerde reklâmların yeri ve karşınıza nasıl çıkacakları az çok belli. Okur, bir göz alışkanlığı kazanmış durumda. Buna karşılıksa internette reklamlar çeşitli efektlerle, habere ulaşmak için sayfalar arasında, açılır pencerelerle çıkmaktı. Bu durum dikkati dağıtıyor ve haberlerin sunuş şeklini bozuyor. Neyse ki Firefox tarayıcısı kullananlar, "Ad-block" adlı bir filtreleme eklentisiyle reklamlardan kurtulabiliyor. Bu filtrelerin de yaygınlığının artacağını tahmin ediyorum. Acaba medya kuruluşları buna karşılık ne yapacaklar?...

    İnternet gazeteciliğini ele almaya, önümüzdeki hafta devam edeceğim…

    (*) Yazılara,www.kongar.org internet adresinden ulaşabilirsiniz.

    David Ojalvo, Ayder - Rize
    ojalvo.blogspot.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Kemal Beşgül

     Kahveci : Kemal Beşgül


      ADINI TAHTALARA YAZDIM, ONLARDAN PİNOKYO YAPTILAR

    Bugün deliler gibi para ödediğim FANTOM :-) elektrik süpürgemle temizlik yaparken, içimdeki izinin hiç çıkmayacağını anladım bir kez daha.

    Ne o içtiğimiz çay'dan sonrakiler çay'dı damağımda, ne de senden sonrakiler yar.

    İnsanın hayatında tattığı mutlak duygulardan biri olan PİŞMAN 'lık aktive edildi hayatımda.

    Orada mıydın bilmiyorum ama, orada olduğunu hayal ederek sokağından her geçerken pencerene bakıyorum. Kapalı perdelerin ardında, sandalyesinde oturmuş, iş başındaki seni…

    Unutulmuşlarda mıyım ?, hafızanın gizli güzelliklerinde mi bilmiyorum (gene)…

    Kaybedilmiş mutluluklar, kazanabileceğimiz mutluluklar ve yaşadıklarımız derken, aynaya her baktığımda gördüğüm kırışıklık ve çatlaklar aynadan değil bunu biliyorum ;

    BEN SENSİZ YAŞLANIYORUM…..

    Kemal Beşgül


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    16 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Kübra Bay


    Ben narsist miyim?

    Dehşetvari bir şekilde bu soruyu sordum kendime gecenin bir vakti Olanca dikkatsizliğim ve yorgunluğumla bir şeyler okuyup uyuyakalmaktı niyetim yalnızca. Elif Şafak'ın satırlarının nüfuzu altında araştırmak için bilgisayarımın başına geçtim. Sözcükler etkiler insanı, büyüler ve hapseder. Ve sonunda uyutmazdı böyle.

    Kadının narsisti aşık olmayagörsün ince ince incitir sevdiğini, yemeğine zehir karıştırır gibi. Reçelcidir, turşucudur, kavanozcudur. Meseleleri türlerine göre ayırıp sirkeleşene kadar bekletir ruhunun kavanozlarında. Sonra mesela bir meselenin üzerinden beş ay ya da iki sene geçmiş olsun; o pat diye açar kavanozu. Yıllardır o anı beklemiş gibi. Meğer pusuya yatmış bir av hayvanı gibiymiş, nice kavanozları varmış kişiliğinin kilerinde, dizili öyle mutsuz mutsuz raflara.

    Her insanın da kendim gibi düşünmesini isterim halbuki. İncitmesin karşındakini. Hele sevdiğiyse muhatap; iki kat daha düşünceli olması gerekli. Zor elbet mükemmel insanı bulmak. Zaten sevmek için mükemmelini arayanın sorgulamalı ruhsal durumunu. Bir neden yoktur sevmek için. Şarkıda da dediği gibi sevgi anlaşmak değildir nedensizde sevilir… Ender bulunduğundan mıdır kişi inanamaz aşık olduğuna hep bir kulp arar sevdiğinde. Olmalı evet evet olmalı bir yerlerde hata. Geçmişine inelim biraz senin der. Bana geçmişini anlat bir psikolog edasıyla. Sağda solda karıştırılan eski resimler, tanıdıkların ağzından çıkan elmastan değerli sözler pür dikkat dinlenir. Bu kadar kusursuz sevemem, bir hata olmalı. Bu kadar güldüm ardından ağlamalıyım. Ve bana bir çimdik atın. Evet yazarın dediği gibi biz; aslında narsist falan değiliz, korktuğumuz kendimiz.

    Birini sevdiğinize karar verdiniz diyelim; o noktadan itibaren akan sular duruyor, bir dokunulmazlık, bir haklar ve tacizler silsilesi ediniveriyorsunuz kendi gözünüzde. Maşuk fethedilecek bir kaleye, yaşamda o kalenin etrafında kazılacak siperlere, dehlizlere dönüşüveriyor. Kuşatma üzerine kurulu ilişkiler.

    Sahip olduğun yegane varlık oymuş,gerisi vesaireymiş gibi...Hayatımızın içine çıkamayacaklarmış gibi öyle bir hapsederiz ki onları; işte tam burada noktalı virgül ararız ama ve çünkü yerine geçen açıklamalarımız vardır halihazırımızda.Noktalı virgül ve devamı...Herşeyini biliyorum çünkü benim herşeyim...Yeterli bir nedendir kaleyi fethetmeye..."Ölüm tek başınadır,aşk iki kişilik."derken Aşık Veysel narsist aşıklara atıfta bulunmuş olsa gerek.İki kişilik...Ayrı iki kişilik...

    Birbirlerinin gözüne sorgu lambası doğrultan ilişkiler bunlar. Sevilenin ayrı kişiliği olduğunu kabullenemeyen, kuşatmaya dayalı sömürgeci aşklar. İllaki "sen"i , "biz" altında ezmeye, berikine dair her şeyi bilmeye, her nevi bilgi kırıntısını ele geçirmeye niyetli. Sevdiğinin hiçbir yanının, hiçbir anının karanlıkta ya da gölgede kalmasına tahammül edemeyen floresan aşklar. Oysa çirkindir floresan, çünkü çığırtkandır, işgalcidir. Totaliterdir. Tahakkümperverdir. Floresan aşklar zehirlidir, köreltir, bitirir.

    Şimdi tüm bu çelişkiler arasında soruyorum:"Biz narsist miyiz?"

    Kübra Bay


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,339,339,339,339,339,339,339,339,33
    6 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Ahmet Şeşen

     Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


      Reklamlar : Tıkır Tıkır

    Her seferinde bakıp bakıp da anlayamadığım bir garip reklam var, belki sizler de görmüşsünüzdür. "Tıkır Tıkır" ile başlayıp "Tıkir Tıkir" ve "Tikir Tikir" biçiminde Türkçe bilmeyen dünyalılar tarafından telaffuz edilerek canlandırılıyor. Bir yandan yerli malı yurdun malı üretilen makinalarımızın yabancı malları hiç de aratmayacak şekilde mükemmelliğini ve diğer yandan dünyanın beş kıtası tarafında pek iyi bilindiği hususu gülümsetilerek anlatılıyor. "Törkiş kebap, Türkiya şok güzel, raki mmmhhh ..!" demeye benzemez ki bu işler.

    Makina düzeninde yürüyen işler için kullandığımız "Tıkır Tıkır" benzetmesi; Makina Tanıtım Grubu (MTG) tarafından ithalatı "Tıkır Tıkır" azaltma hedefiyle reklamlarda yerini almış. Yurtdışından ithal edilen 23 milyar dolarlık makinanın sadece 15 milyar dolarlık kısmı Türkiye'de üretiliyormuş. Eğer bu paranın 10 milyar dolarını içeriye çevirebilirsek, 30 milyar dolar olan üretim rakamı 40 milyar dolara yükselecekmiş. Hedefler çok güzel de; bu makinaları bu reklamla satın alacak olanlar kimler ? Acaba, o güzelim eğitici magazin televizyon programları ( ! ) arasına binbir özenle yerleştirilmiş reklamları metazori "Tıkır tıkır" izleyen insanlar mı ? Kendi aralarında anlaşmışlar gibi tam saatinde "Tıkır Tıkır" reklamları hepsi birden "Çatır Çatır" bize izlettiriyorlar.

    İlk 6 ay yüzde 3, ikinci 6 ay ise yüzde 4 zam önerisine "Cık" diyen sendika sadece ikinci 6 ay için yüzde 4 yerine yüzde 5.5 olunca; "Gık" çıkarmadan masada "Tık" demiş. Eee, "Takır Takır" zamlarını da alınca "Şıkır Şıkır" oynamışlardır herhalde.
    "Cep yırtık cepken pırtık" olunca "Bundan iyisi Şam'da kayısı" elbette.
    Velhası; tüm işçilere ekstradan yüzde 1.5 haydi hayırlısı. İşsizlik oranlarında yüzde 15.8 ile dünya sıralamasında bronz madalyanız varsa yüzde 1.5 ekstra zamlara oynamayıp da ne yapacaksınız ?

    Varsın cari açığımız (-) 52.4 milyar dolar ile dünya listesinde 7. olsun, varsın 2009'un ilk çeyreğinde yüzde 6.2 ile ekonomisi en hızlı daralan ülkeler kategorisinde Top 10'a girsin. Neticede güçlü ekonomimiz "Tam takır kuru bakır" olmuş kasasına rağmen reklamdaki gibi "Tıkır Tıkır" işliyor mu, işliyor... AB-ABD-Rusya ile ilişkilerimiz "Fokur Fokur" kaynıyor mu, kaynıyor...
    "Türk Ekonomisi hasta !" diyen yabancı basına inat yerli ekonomistlerimizin malum kanallarda çizdikleri pembe tablolara sinirimizden "Kıkır Kıkır" gülüyor muyuz, gülüyoruz...
    Bir de onlara aynı reklam filmini yaptırsak önce "Kıkir Kıkir" sonra "Kikir Kikir" derler mi, derler...
    Tam içimiz bunca güzel haberlerle kabak çiçeği gibi açılmışken; konuyu daha da fazla açalım diye "Hatır Hutur" kaşınmaz mıyız, kaşınırız...
    Elalemin niyeti ezelden beri belli, fazla açılıp saçılırsak; orasını burasını "Çatır Çutur" kırıp memleketi "Kıtır Kıtır" yerler mi, yerler...

    Tek eksiğimiz her zaman olduğu gibi; "Akıl Fikir" değil mi ..?

    Not : Beni ararsanız; Ramazan gelmeden birkaç kadeh "Lıkır Lıkır" durumunda olacağım...

    asesen@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    M.Nihat Malkoç

     Kahveci : M.Nihat Malkoç


      RAHMET EŞİĞİ RUHUN BEŞİĞİ: RAMAZAN

    Açılsın kapılar, dağılsın kara bulutlar, yıkansın ruhlar, arınsın kalpler… O geliyor… O ki ayların sultanı, tenimizin canı, maneviyat kervanı, müminlerin hanı… Aç beyinler doyacak, ruhlar cilalanacak, kalpler mutmain olacak, gönül bahçeleri sevgi çiçekleriyle dolacak.

    İyi ki geldin ramazan, gönül mabetlerimize teşrif ederek içimizdeki karanlıkları aydınlattın. Kurumuş gönül bahçelerimizin en nadide çiçekleri filizlendi. Rabbini unutanlar manzara-i umumiye bakarak yitiğini aramaya koyuldular. Manevî fırsatlar önümüze serildi ramazanla birlikte… Allah'ın sonsuz rahmetine mazhar oldu kullar… Rahmet sofrası önümüzde duruyor. Herkes kaşığının büyüklüğü ölçüsünce bu sofradaki manevî lezzetlerden payına düşeni alacak. Ne yazık ki bazıları bu nimetlerden istifade etmeyi düşünemeyecek bile.

    Ramazan bize hayat vermeye, ruhumuzun eskiyen yanlarını tamir etmeye geldi. Bizlere bîçareliğimizi haykıran, gerçekte güç ve kudret sahibinin yalnız Allah olduğunu hatırlatan bu rahmet ikliminde büyütmeliyiz manevî hissiyatımızı. Ramazandan çok şeyler bekliyoruz. Ramazan bizleri değiştirecek, ruhlarımızı imar edecek, kötü alışkanlıklarımızdan eser kalmayacak inşallah… Ruhların Kâbe'si gönüller ramazan ikliminde daha bir müşfikleşecek. Kaskatı kesilen ruhlar ramazan iksiriyle hayat bulacak, genişleyip ferahlayacak… Katılaşmış kalpler pamuk yumuşaklığına erişecek. Birbirinden hep şüphe eden ve güven konusunda sınıfta kalan insanlar ramazan bağıyla birbirinden emin olacaklar.

    Ruhumuzun karanlık dehlizlerini aydınlatacak ramazan… Minarelerden yayılan ışıklar ve mahyalar yolumuzu tayin etmede kılavuzumuz olacak. Sofralarımızı bereketlendirecek ramazan... Zenginle fakir arasındaki uçurum iyice küçülecek, yok olma noktasına gelecek. Zenginle fakir, siyah deriliyle beyaz derili, tahsilli insanlarla okumamış insanlar aynı manevî adrese yönelecek camilerde. Farklılıklar ramazanla birlikte buz gibi eriyecek, ortaklıklarımız dostluğun sigortası olacak. Manevî darboğazı aşmak için önümüze fırsatlar serilecek. Millî birlik ve beraberlik iyice pekişecek. Sahurda çalınan davullar manevî uykuda ısrar edenleri, kendilerini var eden(ler)i unutanları uyaracak. İnsanlar sevgide birleşecek inşallah…

    Ramazanla birlikte hayatın merkezine oturacak bir yıl boyunca unutulan camiler… Saflar tutulacak teravih namazlarında. Açlar doyurulacak, sadaka ve zekât müessesesi çalışacak yine. Alım gücü olmayan garibanların kilerleri şenlenecek. Fakirler, zengin sofralarında ağırlanacak. Yıl boyunca duvara asılan ve unutulan Kur'an-ı Kerimler duvardan indirilerek ramazan ayı boyunca okunacak, hatta hatim edilecek. Kur'an hayata dâhil olacak...

    Gündüzler oruçla, geceler teravihle idrak edilecek. İnsanlar hayırda yarışacak adeta... Maddî ve manevî kriz unutulacak, soframız ve gönüllerimiz bereketlenecek, canlanacak… Asık suratlarda gülücükler belirecek, gönül bahçelerinde zakkumlar yerini gonca güllere bırakacak. Sivil toplum kuruluşları, belediyeler, vakıf ve dernekler tarafından ramazan sofraları kurulacak. Bu sofralarda mideler aşla, ruhlar manevî feyizle ve muhabbetle doyacak.

    Mübarek ramazan ayı, tadını unutamadığımız pideleri ve birbirinden güzel tatlıları soframıza taşıyacak. Ağzımız pide ve baklavalarla, muhayyilemiz ise dinî sohbetlerle tatlanacak. Ruhumuz ve damağımız, hasret kaldığı maddî ve manevî tatlarla hayat bulacak…

    Ramazan iklimi insanları çepeçevre kuşatıyor. 'Ramazan' deyip de geçmeyin, bizdeki ramazan medeniyeti bir çınar gibi kök salmıştır hayatımıza. İslam ve insanlık her geçen gün biraz daha unutulsa da 'ramazan' köklü bir gelenek ve manevî atmosfer olarak devam ediyor. Ramazan ayı, yitiklerimizi hatırlatarak onları bulmanın artık bir mecburiyet halini aldığını haykırıyor bizlere. Ramazan geldiğini hayattaki feyiz ve bereketten, maddî ve manevî canlılıktan rahatlıkla anlayabiliyoruz. İçimiz genişliyor bu yüce aşk iklime girdiğimizde…

    Ramazan, idrakimize vurulan paslı zincirleri kıracak. Ruhlarımızda manevî temizlik seferberliği başlayacak. Ramazan, eskiyen ruh dokularımızı yenileyecek. İyi ki geldin ramazan… Bu ayın İslam ümmetine hayırlar getirmesini Cenab-ı Allah'tan niyaz ediyorum.

    M.Nihat Malkoç
    mnm61mnm@hotmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    7,507,507,507,507,507,507,507,50
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    polygon@polygon.com.tr



    <#><#><#><#><#><#><#>

    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Tayfun Avınca


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


     


     Tadımlık Şiirler


    Döngü

    ney'in sesi değdikce arsız yalnızlığa,
    soluğu kesilmiş sokakların..
    suskun taşlar çıkıyor, telaşlı,
    paradosk düşlerimin labirentlerinde....
    düşüncelerim, ihtilalcı
    ağır darbe iniyor bir kez daha, bedenime..

    akşamın, sancılı gidişine bakıyorum
    bağırıyor keskin çığlıklar, yüzüme
    yosun yeşili bir ben duruyor, ötede..
    bir harmanım bu akşam,
    insan kümelerinde...

    sesime çekilmiş perdeler,
    yorgunluğum yığılmış önüme,
    gölgeler bulanık, kafam karışık
    intihara saldım, korkmadan, korkularım'ı...

    içimde, iliklerime kadar bir titreme,
    yıldızları örtünüyorum, bitmeden..
    hüzünlere çalmış dudağım, titrek
    bildiğim,
    aşk çözümsüz bir bilmece...

    Fatoş Huy

    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Bol Bul Bulmacalar




    Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


     


     Biraz Gülümseyin






    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

     
    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"


    İstanbul için Son Hava Durumu
    ISTANBUL ISTANBUL
    Ankara için Son Hava Durumu
    ANKARA ANKARA
    İzmir için Son Hava Durumu
    IZMIR IZMIR
    Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.16.4613 / Windows / 4.48 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.0.9.9 / 16 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-09©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Ayrılık
    Doğan Canku









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20090819.asp
    ISSN: 1303-8923
    19 Ağustos 2009 - ©2002/09-kmarsiv.com