|
|
|
Editör'den : "Hepimize geçmiş olsun!" |
Merhabalar,
Bayram öncesi şehir dışına çıkacak bir arkadaşımla bayramlaşıyoruz; "Hakkını helal et, gidip te dönmemek var!" diyor, gülüp ayrılıyoruz. Alın işte, dört günlük tatilin bilançosu, 98 ölü, 438 yaralı. Binlerce kurşunun atıldığı, bombaların patladığı çatışma ortamlarında bile görülmüyor böylesi. Tatilden sağ salim dönenlere gazi muamelesi yapılacak neredeyse.
Elimde Dünya ölçeğinde bir istatistik yok ama bu kadar sürede adına hâlâ kaza denen oysa taammüden adam öldürme olarak kayıtlara geçmesi gereken sebeplerle hayatını kaydeden bunca insanın olduğu bir başka yer yoktur, eminim. Yürüme, hadi bilemedin koşma hızından ötesine geçmesi sakıncalı bedevilerin, bastın mı coşan birkaç tonluk arabalara binip otoyollara çıkmasına izin verildiği yerde bu sayıların her tatilde egale edilmesi elbette kaçınılmaz. Bedevilerdeki artışın yanına bir de iyileşen otoyolları koyduğunuzda işin vehameti daha da belirginleşir. Bu işin çözümü nerededir bilemem, yetkim ve bilgim yoktur, ancak bu konuda çalışan epeyce aklı başında insan olduğunu biliyorum. Bunlara kulak vermek, kontrolleri daha da artırmak, trafik polislerinin yanına birde otoyol polislerini koymak, araba kullanma ehliyetine sahip olup olunmadığını her yıl, hadi bilemedin iki yılda bir denetlemek, bu kadar zor mudur Allah aşkına?
Dört aylık koca bir tatilin sonuna geldi çocuklarımız. Çocuklarımız okula başladığına göre artık bizede düzenli yayına geçmek düşer galiba. Bir aksilik olmazsa Pazartesiden itibaren günlük düzenli yayına geçmeyi planlıyorum. Yazı stoğum elverdiği, parmaklarım çalıştığı sürece de devam edeceğim. Bayram tatilinden dönenlere "Geçmiş Olsun", okullarına kavuşacak çocuklarımıza "Allah zihin açıklığı versin." diyor, hepimize esenlikler diliyorum. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu BARDAKÇI, ZEKİ MÜREN VE EYLÜL |
|
- Bardakçı!
Sesi gür, kesin. Dildeki "en az çaba yasa"sını en iyi uygulayanlardan biri olmalı. Gözleri rıhtımda yürüyenlerde:
- Salmakis!
- Salmakis, Azka!
O seslenirken cümlem yarım da kalsa susuyorum. Beni de laf olsun diye
dinlediğinin farkındayım.
- Teknenin adı niye Barbaros?
- Barbaros'un torunlarıyız ya! Oğlumun adı da Barbaros.
- Bu tekneler Bardakçı'dan başka yere gitmez mi?
- Gider, gitmez olur mu? Ama biz dolmuş kayıkçılığı yapıyoruz.
Barbaros, bütün gün Bardakçı ile liman arasında mekik dokuyan yedi tekneden biri. Ne zaman Bardakçı'ya varsam onlardan birini ya gelirken ya da limana dönerken görürüm. Eğer mavi derinliklerin bin bir halini seyre dalmışsam başımı sudan çıkarmadan onları motorlarının seslerinden ayırt edebilirim.
İşte, Barbaros geliyor…
Bu Keleş olmalı. Bu da Özmazı…
Bu kesin Adalet'tir. Bunlar da Görgen, Aydın ve Akıncı…
Diğer kayıkçılar, kırk elli metre ötemden yokmuşum gibi geçip giderken o, her seferinde seslenir.
- Dubalardan dışarı çıkma. Kayık çarpacak.
Bardakçı'nın suyu ne soğuk ne sıcaktır. Gece rüzgâr denizden esmemişse sabah denizin altı yedi kulaç dibindeki kumları tek tek seyredersiniz. Sahil görevlilerce her sabah temizlenir. Yerde tek sigara izmaritine dahi rastlayamazsınız. Buraya Bardakçı denmesinin nedeni ise içime elverişli suyudur. Daha yakın zamanlara dek kayıklarla oradan Bodrum'a su taşırlarmış.
- Oraya neden Zeki Müren koyu diyorlar?
Herkesin bildiğini niye soruyorsun gibisinden bakıyor. Yine de yanıtlıyor sorumu:
- Zeki Müren denize orda girerdi de ondan.
Birden dili çözülüyor:
- Ekseriya öğleden sonra giderdi Bardakçı'ya. Yanında arkadaşları olurdu. O zamanlar Bardakçı'da hiç otel yoktu. Azka'dan denize indiğin köşede,hani ağaçlar var ya işte orada kır gazinosu gibi bir yer vardı. O ağaçların altında oturur, denize oradan girerdi.
" İki ılgın ağacı arasına durmuş
Arkasında okaliptüsler
Ve incir ağacı meyvesiz
Sağ gözünde Karaada
Solunda İçmeler
Yelkenler dolusu
Acemaşiran, Kürdili, Muhayyer…
Serenler gergef olmuş ufka
Ambarlar dolusu Anfora
Anforalar dolusu Afrodit
Knidos'ta mı sevmiş Hermes'i
Su mu doğurmuş Hermafrodit'i
Hermafrodit mi suyla sevişmiş
Ne zaman Mavi, diye seslense bir kayıkçı.
Yay gibi sarıyor hâlâ limanı
Ve ses salkımlarına dönüşüyor
Kale'nin burçlarında
Salmakis!"
- Yarın Zeki Müren'in ölüm yıldönümü, diyorum.
Beni duymuyor. Kayığa doluveren sekiz on yolcudan ücretleri toplamaya çalışıyor. Sözlü dilin yetmediği yerde işaret diliyle rahatça anlaşıyor yolcularla.
Gözleri, rıhtıma doğru gelenlerde:
- Bardakçı!
- Salmakis, Azka, Charm…
Kayıktan inmem gerektiğini biliyorum. Motor hırıltıları arasında rıhtım kalabalıklarına karışıyorum. İçimde tanımsız bir eksiklik. Şimdi önümden gelen şu gence: "Yarın Zeki Müren'in ölüm yıldönümü" desem büyük olasılıkla yüzüme "O da kim," diye bakacak. O kişi yabancı biri ise Zeki Müren adı ona bir zerrecik çağrışım bile sunmayacak; ama orta yaşlı bir hanımefendi ya da beyefendiyse, sevdiği bir sanatçının ölüm yıldönümünü unuttuğu için hayıflanacak.
Marina'yı hızla geçip tepeyi tırmanıyorum. Tepenin ardı Bardakçı. Koyu kuşbakışı seyretmek için Şapel'i geçip değirmenlere doğru yürüyorum. Balıkçının sözünü ettiği, Hermes'le Afrodit'in tapınakları nerede olabilir ki? Ya şu Latin Ozan Ovidius'un Metamorphoses ( Dönüşüm) ünde anlattığı Salmakis'in aynasında yıkandığı göl nerede olabilir? Salmakis'in saçlarını taradığı tarağın yapıldığı mersin ağaçlarından bir örnek kalmış olabilir mi bir köşede?
Gök mavi, deniz mavi. İkisinin arasında sarı eylül. Kulağımda bir ses:
"Ne yeşil ne siyah ne toz pembedir
Mavi dünyam benim ömre bedeldir
Denizle bir örnek bir renktir
Mavi dünyam benim ömre bedeldir..."
Az sanra Azka'nın önünden denize dalıp balıklara;
- " Menekşelendi sular, sular menekşelendi…" ezgisini bulup getirin diyeceğim.
- Hay Allah, o kayıkçıya Zeki Müren, Bardakçı'da dinlenirken yüzerken şarkı söyler miydi, diye niye sormadım ben!
Birkaç adım sonra: " Hiçbir insan şarkıcı olur da şarkı söylemez mi; söylemiştir elbette." diye geçiriyorum içimden.
Bardakçı, Bodrum'da güneşin doğuşunun seyredilebileceği en güzel koylardan biri. Onun Bodrum'un büyülü güneşini seyrederken: "Yılları durduracak/Güneşi doğduracak/ bir sevgi istiyorum" dizelerini mırıldanmadığını kim söyleyebilir ki?
Yorulduğu, bunaldığı anlarda Cem Karaca'nın "Ben suyumu kazandım da içtim/ Ekmeğimi böldüm de yedim /Alkışı duydum /İhaneti gördüm… " şarkısını söylememiş olabilir mi hiç?
Tepemde yakmayan bir eylül güneşi. Bardakçı koyu tıklım tıklım. Kulak kabartıyorum neredeyse her iki üç şezlongda bir dil farklılaşıyor: İngilizce, Alamanca, Fransızca, İtalyanca, Japonca, Hollandaca, Sırpça, Rusça, Polakça… Herkes Bardakçı'da eylülün hazzını yaşamaktan mutlu. Aklımda tekne kaptanının söyledikleri:
- 1992'ye dek o koyda yapı olarak sadece Zeki Müren'in gittiği o gazino vardı.
Coğrafyalar yaşayanlarıyla ve yaşatanlarıyla anlamlı. Bu koy da artık, Salmakis'iyle, Hermafrodit'iyle, Hermes'i ve Afrodit'iyle olduğu kadar gök kubbesinde hoş bir seda bırakan Zeki Müren'iyle de anılacaktır. Her 24 Eylül bize onun ruhunun bu "Güzel Meltemler Ülkesi"nde yaşadığını bir kez daha anımsatacaktır.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu Bilimsellik mi? Kadercilik mi? |
|
Konumuz sel bu defa. Çünkü yaşananlar sadece beyaz yakalıları değil, yakalı yakasız herkesi ilgilendirmekte. Yağmur yağdı, sel geldi, 30'dan fazla insan öldü. Bu doğa olayının afete dönüşmesinde, olayın kısa zamandaki ani ve büyük etkisi kadar, organize olmaktan ve bilimsellikten uzak toplumsal yaşayış düzenimizin etkisi kocaman! RTE'nin hamleleri sonucu, Tübitak'tan uzaklaş(tırıl)an Cemal Hoca 3 Eylül'deki yazışma grubunda yazdıklarıyla, 8 Eylül'de olacakları uyardı; Bilimsellik derki Cemal Hoca bunu tahmin ediyorsa, Meteroloji olacakları haydi haydi bilir!
Gelelim Dünya'nın başka bir yerine; Küba'ya!
2005 Katrina Kasırgası adayı vurmadan önce 1.5 Milyon insan (toplam nüfusun yaklaşık %14'ü) riskli bölgeden tahliye edildi. Binlerce konut yok oldu ama can kaybı olmadı. Tahliye olanların temel ihtiyaçları karşılandı ve kayıpları da devlet güvencesindeydi. ABD Hükümeti'de bizimkilere benzer bir önlem almıştı, New Orleans'ın, ABD'nin göreceli daha fakir ve siyah renklilerinin yaşadığı bu şehire, "kasırga geliyor, kaçın" demekten başka birşey yapmadı. 2010 Dünya başkentinde olanlar ABD'de olanlardan farklı değil di; işine giderken yağmura yolda yakalanıp ölenler veya ekmek teknesi TIR'ında uyurken sele yakalananlar… Hayatta kalanlar da, kayıplarının telafisi için sigorta şirketlerinin insafına bırakıldı.
Peki mikrofon tutulan bazı afetzedelerin dediklerine ne demeli?
- Sizce bu olanların sebebi nedir ?
- Allah'ın takdiri!
Bilimin, akılcılığın, toplumculuğun ve insan yararının değil, yağmanın, kaderciliğin, akıl tutulmasının tam da düzeni budur.
Cüneyt Göksu Cuneyt.Goksu@Gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Michael Jackson Will you be there? R.I.P. MJ
...izler, izlenimler, akşam güneşinin ışıklarıyla kavrulan, keskinleşen bir siluet… farklar, farklılıklar ve sonunda farkındalıklardan doğan hayranlık dolu bakışlar… Ve ışıklar sönüyor. Tüm yürekler, sesler, çığlıklar, alkışlar gümüşten bir yumak halinde siyahın boğuculuğundaki siluete doğru uçuyor, yuvarlanıyor, o kadar hızlı ki, bir anda dağılıyor ve gösteri başlıyor… Işıklar gittikçe daha da parlak oluyor, anlar gerçekten benliklerini kazanıyorlar. Daha da anlaşılıyorlar, unutulmuyorlar, her pırıltıda, her göz kırpışta zihinlere düşüyor ve renklerini salıyorlar tüm ruha. Müzikle tutuşan, yanan, sonra küllerinden tekrar doğan dans, tek bir nefeste hayat buluyor.
İdealize edilmiş gerçeklere inat farklı olduğunu anladığımızda, birilerinin farkındalığının bizden farklı olduğunu fark ettiğimiz de hayranlık ışığı beliriyor gözlerimizde. Aslında onların bizim dünyamızdan olmadığını fark edemiyoruz belki de. Sadece gözlerine, dudaklarından dökülmüş birkaç sözcüğe ve ayak izlerindeki kalıntılara bakarak anlamaya çalışıyor, anlamlandırabileceğimizi sanıyoruz. Efsaneleşen silueti, her şarkıda, her dansta farklı bir kimliğe bürünen, değişen, gelişen kişilikleri kendi kafeslerimize alma merakımız, hayatımızdaki anlamlaşan anları yitirmemize neden oluyor.
İşte, sönmüş, karanlığa hapsedilmiş bir yıldızın ışıldama, belki de küçücük bir göz kırpma savaşı oldu Michael Jackson'ın doğuşu da. Sadece dans etti, şarkı söyledi aslında. Bunları herkes yapabiliyordu. Farklılığını, asıl doğuşunu yaratan, parlamasını sağlayan, ışıklar söndükten sonra binlerce insanı bir anlık bile olsa misafir ettiği dünyasıydı. Farklı renklere gülümsedi, gökyüzüne bakarken bile bize çocuksuluğunu anlatmak için çabaladı, kendini anlatmaya çalıştı nedensizce. Anlaşılamadığının farkındalığından uzaktı belki de ya da sadece ait olmaya çalıştı bize, ona göre diğerlerine. Olmadığı, olamayacağı bir dünyada yaşam savaşı verdi. Her saniye her dakika çabalaması gerekti nefes alabilmek için. Ama o kendini anlattıkça kafesin parmaklıkları daha da kalınlaştı. Demir tüm soğukluyla etrafını sardı.
…hayal dünyasındaki periler hayat buluyordu. Uçan yıldızlar, rengarenk güneşler, dökülen ışıklar, şaşkın tek bir bakış ve hayranlık dolu milyonlarcası buluştu. Milyonlarcası büyüdü sahnenin önünde Peter Pan'e inat, ona inat… Perilere inanmıyorum dedi diğerleri ve periler öldü, ışıklarıyla… Gittikçe karanlıklaştı sahne böylece, sona yaklaşılıyordu. Belki birkaç şarkı daha kalmıştı söyleyecek.
"They don't really care about us" derken, umursanmadığımızı, umursamadığımızı hatırlatırken, birbirimize benzemeye başladık. Bir ara Kral bile oldu hatta, bu dünya ona aitti, o ise bize… Ama onlar hala vardı. Diğerleri artık bizim bile dışımızdaydı. Anlar filmleşti, unutulmadı, ama ışık sönükleşmeye başladı ve aidiyetini tekrar kaybettirdiler ki MJ oldu uzun yıllar boyunca…
…söylendi şarkılar, sessizliği dinlemeye başladık. Perde kapanıyordu, hayır gösteri devam etmeliydi. Ya da belki de son bir gösteri olmalıydı. Astronot kıyafetini giydi MJ. Çocukken ben de isterdim diye geçirdim içimden. O ise bana inat yapıyordu bunu sanki. Son bir ışık demeti yayıldı sahneden ve uçarak kendi dünyasına geri dönü...
Aidiyetini o kadar kabullenmiştik ki bu son an bile o kadar sıradanlaştı ki, oluşması gereken milyonlarca şaşkınlık yoktu. Büyük bir çığlık ve sessizlik… Bizdendi nede olsa artık bırakıp gitmezdi… Annelerimiz, babalarımız doğmuştu, büyümüştü, aşık olmuş, evlenmişlerdi. Sonra biz doğduk. Biz de büyümeliydik en azından öyle fısıldanmıştı kulaklarımıza… Ve MJ Neverland'i bize bırakıp gitti. Kafes daha da kapandı demirden bir kutu oldu koskocaman. Büyük bir patlamayla gümüşten bir yumağa dönüştü.Ve ışık demetleriyle o kadar hızlı yuvarlandı ki…..
İpek Kuran
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Güzelin Ardında : Bertan Onaran SIFATLARIN İŞLEVİ |
|
Son zamanlarda dillerden düşmeyen iki sıfat var: vahşi ve ılımlı; birincisi anamalcılığın yanında kullanılıyor, ikincisiyse İslâm'ın. Biliyorsunuz, sıfatlar sözcüklerin, kavramların anlamını pekiştirmekte, açmakta kullanılır. Peki bu iki sıfat böyle bir işlev mi görüyor, yoksa perdelemeye, bilinçleri bulandırmaya mı yarıyor? İkincisine elbet.
Önce nitelenen, açıklığa kavuşturulan, pekiştirilen sözcükleri ele alalım. Anamalcılık, evrenin temel yapısına, mantığına aykırı bir kavramdır: canımız da içinde,evrende hiçbir şey, kimsenin malı değildir. Dolayısıyla, su, hava, toprak, doğal kaynaklar, buluşlar, uygulamalar da olamaz. Elbette insanlar da, emekleri de, bunun yaratacağı artıdeğer de. Oysa ataerkil zorbalığa eklenen anamalcılık, inanılmaz bir laf ve kavram ebeliğiyle, bunların hepsini bur avuç zorbaya bağışladı yüzyıllardır; bu çarpıklık eldeki bütün uyutma, kandırma araçlarıyla, bugün de yürürlükte, daha doğrusu dünyayı, üzerindeki canlı cansız bütün varlıkları tehlikeye atma pahasına yürürlükte tutulmaya çalışılıyor o küçük soyguncu azınlık tarafından.
Demek ki, anamalcılığın kendisi vahşi, yırtıcı, yıkıcı zaten; yanına getirilen niteleme sıfatı, ancak kafa bulandırmaya; sanki onun yumuşağı, evcili, uygarı olurmuş yanılsamasını yaratmaya, sürdürmeye yarıyor. Ve bu tuzağa, bilerek bilmeyerek, devrimci olduğunu sanan ve savunanlar da düşüyor.
Aynı şey ılımlı İslâm için de geçerli; düz mantık, ister İslâm, ister Musevilik, ister Hıristiyanlık olsun, bütün tektanrılı dinler konusunda bireyleri tek bir seçimle yüz yüze getirir: bu dinlerden birine inandığınızı, onun buyruklarına göre yaşamak istediğinizi söylediğiniz anda, yol bellidir: hiç kıvırmadan, koşulsuz uyacaksınız inancınızın buyruklarına. Bunun ılımlısı, yumuşağı, uygarı olmaz, olamaz. Kutsal Kitap, kadının kaburgadan yaratıldığını, dolayısıyla baştan kusurlu, zayıf, hattâ günahlı olduğunu; erkekle bir ve eşit tutulamayacağını söylüyorsa, burada kıvırtmaya, çağdaşlıktan, uygarlıktan, hukuktan söz etmeye hakkınız olamaz.
Bu sorunun tek bir çözümü vardır, Mustafa Kemâl Atatürk, Fidel Castro gibi, dinle dünya işlerini kesin birbirinden ayırırsınız; Kutsal Kitaplara değil, bilime inanan, buna göre yaşamak isteyenleri koruma altına alırsınız. İnananların, bu inançlarını parasal, siyasal, eğitsel işlere karıştırmalarını kesinlikle önlersiniz.
Bu açıdan ele alındığında, insanlığın 21. Yüzyıl'da bile, kendini kandırmaya, karanlık kuyularda debelenmeye devam ettiğini görüyoruz.
Oysa, bıçak kemiğe çoktan dayandı, kıtır kıtır kesmeye başladı.
Tanrı'nın kendisine görece de olsa bir akıl ve istenç bağışladığını dilinden düşürmeyen insanoğlu, tavşana parmak ısırtan bir hızla çoğalamaz artık; elinin altındaki bütün kaynakları şimdiye kadar yaptığı gibi çarçur edemez, kirletemez, bir avuç zırdelinin buyruğuna veremez. Başka bir deyişle, yeryüzündeki ya da öbür dünyadaki mutluluğu uğruna, kör bencil kalmayı sürdüremez; şu güzelim mavi gezegenin oluştuğu gibi kalabilmesi; üzerindeki varlıkların yaşayabilmesi için, 7 milyar insanın hepsinin bencillik'ten kurtarılıp sencil, özgeci kılınması gerekir.
İnsanlığın ender çiçeği Mustafa Kemâl Atatürk'ün bütün öğretilerden değerli ilkesi yurtta barış, dünyada barış'ın gerçekleşebilmesi için, anamalcılık vebasını yeryüzünden silmesi; Küba'daki gibi, sevgiye, bilgiye dayalı dayanışmayı, paylaşmayı yürürlüğe koyması gerekiyor.
Şimdi artık sorun gerçekten ölüm-kalım sorununa dönüştü; kıvırtmaya, kandırmaya, oyalamaya, zaman kazanmaya olanak kalmadı.
Küba ve geç de olsa ardına takılan Güney Amerika ülkeleri yırtıcı anamalcılığın dışında, gerçek ten uygar bir yaşamın olabildiğini kanıtladılar; dilerim, dünyanın geri kalan büyük kesimi, başta ABD ve AB, ölüm masalcılarının zehirli kavalını dinlemekten vaktinden kurtulur.
Bertan Onaran bertanonaran@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Sütlü Kahveci : Deniz Marmasan Dokun (an')'a… |
|
Hanımeli kokmadım baygın, sensiz tenimde yitik bahar... Bahara az kaldı, bu bahar yaz cenazesi...
Bıraktın... Ben vurdum. Namluyu dayadım... Kurşun sıyırmadı mührünü içimin sonsuzluğunun, seninle dolup seninle taşan boşluğun...
Sıradandı tüm gülüşlerim, imzasız.
Soldum. Ben ne zaman öldüm?
Duydum, saçlarına kırık inen güz parlaklığını, damağını yakan deli maviye boyamı kattım...
Alevsiz içtiğin o şaraba, şiirsiz seher bırakmadım..
Sokak lambalarına dayandı soysuz çıplaklığım. Hesap veremediğim vicdan sorgularında kirli bulutlarla yıkanıyorum..
Ben ne zaman öldüm?
Dönüş biletini gece kokan yastıkta unuttun...
Lacivert düşmeden, bakir yıldız ordusuna, ilk güneşle gel bana..
Karpuz kokmayan yazlarda bekliyorum seni, ıslığınla...
Gamzene değdirdiğim bakışlarımı topla avuçlarında, ellerine kızılcık yakışır...
Yüzüğünün sarıldığı yere üflüyorum, ince sızı, derin sancı, çok sen, senden taşan ben...
Sahi, ben ne zaman öldüm?
Kurtlar inmiş miydi karanlıktan?
Nehirler boyunca süründüğüm saçlarının ıslaklığında trenler bekliyorum, olmayan çocukluğa...
Susarak gevezeleştiğim gece nöbetlerini say bu ikindi.. Acı kahvene kalemimi damlat. Kirpiklerime uğra bu gece, betimlemesiz kalan kelimelerimi okşa.
Tatsızım, yaşsızım bu aralar.
Zarlar kırık, gece çalınmış, gündüz tükenmeyen, dilim dilim...
Boynumdan masallar akıyor yara yara, kızıl hançer, ak süt, deli...
En eflâtun geceden düşüyorum, kelimelerim sakat, ruhum kimsesizliğe emanet, tatsızım bu aralar, tadilâta aldım kehribar ışıklarını yazmaların...
Ben ne zaman öldüm?
Senden döndüm, sana döndüm, ölüm bulunamadı, zanlısı bitmeyen gün olsun cinayetimin...
Deniz Marmasan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
KESTİRME
Ne kadar Kestirmeye çalışsamda ne mümkün, bu kadar boş miğde ve dolu kafa ile. En iyisi uyku faslını akşama bırakmak.
Kestirme , yurdumun insanlarına çok küçük yaşlarda derin anılar yüklemiş bir eylemdir. Erkekliğe geçişin başlangıcı olmak bakımından ayrı bir değer kazanmıştır. Evin sevimli küçük oğlu Kestirmem de Kestirmem diye tutturunca babası''Bak oğlum hani bahçedeki gülün dallarını kestirince- budayınca nasıl da büyümüştü , işte bizde büyüsün diye bu kesimi yapıyoruz ''deyince küçük yaramazı ikna etmişti ama usturayı yiyince ''Olsun küçük kalsın''diye acı feryadını basmıştı. İmdii, ne alaka demeyin sakın , bakınız ilerde bu Kestirme işi ne işler çıkaracak!
Biraz değil yanikine ucundan accık değil budama bayağı bir kuvvetli imiş ki , o küçük yaramaz ve çelimsiz çocuk bıçkın bir delikanlı olmuş. Hırçın , ders çalışmak bir yana , ''Oğlum oku oku da adam ol!''diyen babasına ''Sen okudun da ne oldi?'' diyerek asileşmeye bile başlamış. Gözüne kestirdiklerini hırpalamaya -pataklamaya başlamış, Bakmış kaba kuvvet iyi sonuç vermekte, herkesten saygı görmekte, herşeyde sözünü tatturmakta . Okuyupta ne olacak Kestirmeden köşeyi dönmek yollarını aramaya. yönelmiş. Mahallenin en güzel kızını dişine ve gözüne Kestirmesi bu yönelmenin ilk kararlılığı sonuç vermiş. Düşündüğü gibi kızın babasının serveti öyle ne kadar olduğu kestirileyemeyecek denli çokmuş.
Ağabey, şimdi sizler bu hikayenin sonunu merak etmektesiniz. Pışşıkk, yazıvereyim de senaryoyu derleyip toplayıp yapımcı'ya satın , ''O'da TV. dizisi yapsın. Yok öyle yağma -yağı alınmış sütten kestirip yapacağım çökelek beni tatmin etmez.
Haklısınız, size ne -bana ne elalemin Kestirme işinden. Biz Kestirmeden yol alarak memleket meselelerini açalım, açılalım.
Farz-ı misal örneğin bir derin hoca efendinin AİDS açılımı :
Öğrencilerden biri Hoca Efendiye ''AİDS ne demektir, ne menem şeydir?'' diye sorar:
Bizimki ''Bu soruya Kestirmeden cevap vermek icap ederse ; (A)Allaha (İ) İsyan eden (D)Deyyusların (S) Sonu diyebiliriz.
Bir de Kestirmeden değil dolandıra dolandıra açıklama getirenler vardır ki bu yazının içeriği dışındadır. Kestirme cevap gibi gibi durumlarda çok işe yarar; ''Siz bilirsiniz-Bilmem ki-Olabilir-Dabi dabi-Öyle olsun-Haa, bende sizin düşüncenizdeyim-memnun olurum-doğrusunuz vb. ''
Ekonominin durumunu Kestirmek ap ayrı bir yetenek ister. Elhamdülilah bu konularda ülkemiz bir çok üstada sahip. TV. leri dolduran reklam ve diziler haricinde (Bono-Dolar-Avro-Altın)girdi çıktılarını saatlerce anlatıyorlar. Milletler arasında ekonomik dengelerin önemini inkar edecek değilim. Ancak Amerikan Borsası-Çin Borsası-Tokyo ve Londra borsaları arasındaki köprülerin tahlilleri , ülkemize inikasının değerlendirilmesi ithalat-ihracat yönüyle gerçekten büyük değer taşıyor. Ben bu programların TVlerin tüm kanallarını kuşatmasından bahsediyorum. Düşündünüz mü ;Yurdumun insanlarının ilgi ve istifade edebileceği kaç birey vardır?Herhalde 70 Milyonda binde üçü beşi geçmez.
Siyaset miyaset benim işim değil , az biraz tatlı mizah yaparakdokundurmak bizimki. Deyivermeden de içimde bırakıp hasta mı olayım yani. Siyasette, hele bu günlerde kestirip atanlar bir hayli arttı. Farz-ı misal örneğin ne açıklama getiriliyor ne de acaba içinde ne var diye açıklanmayan şeye baştan yokuz diye kestirip atıyoruz.
Ağabey, ben şimdi iftarı düşünmeye başladım. Akşama bir paça çorbası olsa , şöyle sarmısaklı-yumurtanın sarısı ve limon ile çarpılarak kestirilip tasa koysak üstünede tereyağı eritip gezdirsek . Ohh, mis vallahi ; ben yemiş kadar oldum-siz ne dersiniz?
Beltan Göksel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
AKŞAM
Bulanık sularda akşamı gördüğümde
Kaçsam mı diye düşündüm
Tutundum karanlıklara gözlerimi kısan ışıktan
Ama bi çare delilik , çıkmaz sokağın kuytularında
Saklanan bir küçük çoban köpeği gibi yorar bizleri
Bilirsin sen de
Kovalarken kaçmayı
YAVAŞ
ZAMAN
AKARDI
SİNSİCE
Köy kulübesi peydah oldu
Keloğlan masallarındaki gibi
Tüm odaları,tüm eşyaları aynıydı
Kısılıp kalmıştım,bir pencere
Ellerimi yıkayacak yer aradım durdum
ufukta bir kamyon sisi vardı
Ne kaçabildim ne de saklanabildim
O günün sonunda ellerindeydim.
Armağan Demir
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.18.4762 Released [2009 06/09] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.0.1 / 17 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|