|
|
|
Editör'den : Dön dön, nereye kadar? |
Meerhabalar,
Haberi okuyunca, işbilir(!?) dış işlerimizden sonra kültürel ameliyemizin de ehil ellerden uzak olduğunu anlamış bulunuyorum. Kimbilir neler uğruna döndüğü meçhul kültür bakanımızın vecizeleri es geçilecek gibi değil. Bakın ne diyor hazret; "Atatürk nasıl devrim yaptıysa Ak Parti de devrim yapmak istiyor." Devam ediyor; "Nasıl bu yüzyılın başında Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyetle büyük devrim yaptıysa şimdi de biz AK Parti eliyle size sırtımızı dayayarak millete sırtımızı dayayarak bir demokrasi devrimi, bir bütünlük devrimi yapmaya çalışıyoruz...." Tayyip Bey'i de yağlamadan duramıyor; "Recep Tayyip Erdoğan’ın yapmaya çalıştığı budur." diye ekliyor. Birlik, beraberlik, ayrımcılık, açılım teraneleri gırla gidiyor. Devletin, cumhuriyetin temellerini dinamitlediği Yüksek mahkeme tarafından tescillenmiş bir partinin liderini, sarsmaya çalıştıkları Cumhuriyetin kurucusu Atatürk ile bir tutuyor aymazoğluaymaz.
Peki, bu devrim aşığı dönekbey ne gibi icraatlarda bulunuyor? Kendisi seyyar satıcı kovalayıp, AKM'leri yıkmaktan sorumlu bakan görevini deruhte ediyor. Adında Atatürk var diye işkillendikleri kültür merkezlerini yıkıp yerine uygarlık müzesi koyacaklarmış. 5-6 ayda yeniden hizmete açacakları iddiası ile İstanbul'un göz bebeği AKM'yi kapatan, geçen bir buçuk yılda tek bir çivi bile çakmayan bakanlık şimdilerde Ankara AKM'sinin peşine düşmüş. Kültürü kendinden menkul bakanın kültür denince ne anladığını bilmiyorum, bilmek te istemiyorum. Bilmek istediğim, bu lafları inanarak mı yoksa mecburiyetten mi ettiği. Bunca sorun bunca eksik varken, var olan binaları yıkıp yeniden yapmayı iş edinmesinin ne gibi bir açıklaması olabilir anlamış değilim. Özdil ne güzel yazmış. Kevin Costner'dan medet umanlar, Ankara'nın ötesinde sinema salonu bile olmadığının farkında değiller demiş özetle. Keşke Günay bakan okumuş olsa da, yıkıp yapmakla uğraşmak yerine derme çatma da olsa sinemayı tiyatroyu götürse oralara. Belli ki, göz boyamacılık döner dönmez bakana da bulaşmış. Pisliği halının altına süpür olsun bitsin, elalem de iş yapıyor sansın. Devrim ha, hem de Atatük devrimleri. Yuh olsun size, yuh.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Kahveci : Nevriye Hamitoğlu Dilimde Rumeli Türküsü; Arda Nehrine Doğru (3) |
|
Semra'nın boncuk koleksiyonu vardı. Gözü gibi koruduğu değerli değersiz taşlardan oluşan boncuklarını, ahşap bir kutu içinde tutardı. Mahallede tanıdık evlere gittiği zaman onun bu uğraşını bilen insanlar, lazım olmayan boncuklarını ona verirlerdi, böylece ahşap kutusuna yeni boncuklar eklenirdi. Kırcali'nin bu küçük kasabasında yaşayan güler yüzlü insanların bahçelerinde dolaşmak bizi de heyecanlandırdığından bir gün Semra'nın peşine takıldık. Kıpkırmızı olmuş elmaların ağırlığından ağaçların dalları sarkmıştı. Mavi mor karışımı renkteki olgun erikler elimizi onlara uzatıp koparmamız için sanki bize yalvarıyordu, ama başkasının ağacından meyve koparıp yemek bizim için yasaktı. Tütün kırmaya gitmemiş yaşlı kadınlar bahçelerindeki sebzelerle uğraşıyordu. Küçük torunları da yanlarında oynuyordu. Kızlar bez bebekleriyle, oğlanlar da kamyon arabalarının arkasına toprak doldurup arabacığı sürüklüyorlardı. Her geçtiğimiz evin sahiplerine selam verdik. Bahçelerin arasından çıkıp asfalt yola geldiğimizde zayıf bir kadın bize el salladı, yanımıza geldi ve yanaklarımızdan öptü. Semra ile konuştukları sırada ona dikkatlice baktım. Mavi elbisesinin büyük cepleri ve geniş bir yakası vardı. Kızıl saçları okadar kabarıktı ki tarakla taranması imkansız gibi görünüyordu. Kıvrımlı burnu ve normalden biraz büyük ağzı olan bu kadının daha sonra akrabamız olduğunu öğrendim. Domateslerin patlıcanlarla yan yana ekildiği bir bahçeden yürüyerek onun evine gittik. Mahzene giden merdivenlerden inince karanlık bir odaya girdik. Dar pencerelerden gelen ışık ancak eşyaların ne olduğunu gösterecek kadar odayı aydınlatıyordu. Zamanla gözlerim alıştı ve mutfakta olduğumuzu anladım. Duvara dayalı uzun tezgahın üzerine çeşitli mutfak malzemesi düzensizce yerleştirilmişti. Tavandan tutturulmuş ahşap rafın çivilerine, dipleri kömür karası olmuş küçük büyük tavalar asılmıştı. Yerdeki tencereler iç içe geçirilmişti ve bazılarının kapaklarından değişik bitki yaprakları çıkışıyordu. Un çuvalları ve içinde ne olduğunu bilmediğim torbalar tezgahın altına dizilmişti. Küflü ekmek ve baharat kokusu ile birleşen odanın kasveti, beni okuduğum çocuk masallarına götürdü. Akrabamızın kabarık saçları birdenbire daha çok büyüdü ve konuşurken hareket ettirdiği kemikli parmaklarının sivri tırnakları uzayıverdi. Kapının arkasındaki saplı süpürgeyi de o anda farkettim. Geceleri çatıların üzerinde süpürgesiyle uçan ve gündüzleri insanların arasında yaşayan bir cadı olabilir miydi? Bütün bu düşüncelerimi, bana sinek vızıltısı gibi gelen konuşmaları biranda kesen bardak tıkırtısıyla yok ettim. Çocuk hayallerimden habersiz bu kadın bana gofret ve çay ikram etmişti. Ona gülümsedim ve onun iyi birisi olduğunu düşündüm. Çekmeceden çıkardığı kavanozu salladı, camın içinde yuvarlanan renkli boncukları bize gösterdi. Gazete kağıdının içine hepsini boşalttı, güzelce paketledikten sonra da yüzündeki sırıtışla ne kadar mutlu olduğunu gösteren Semra'ya verdi. Boncukları aldığımıza göre gitme zamanımız gelmişti, vedalaştık ve diğer bahçelerin içine yeniden daldık.
Eylül ayının ilk günlerinde gelen sonbahar mevsimi ağaçlardaki yaprakları döküyordu. Gündüzleri çıkan güneşle ısınan hava, geceleri soğuyarak çenemizi titretiyordu. Kırcali'de kış hazırlıkları başlamıştı; kurutulan tarhanalar çuvallara dolduruluyor, çeşitli turşular hazırlanıyor, reçeller kaynatılıyor, üzüm yaprakları tuzlanarak kavanozlara dolduruluyordu. Isınma ihtiyacı için kesilmiş odun satın alınıyor, izinli bölge olarak bildirilen korularda çalı çırpı toplanıyordu. Babaannem de bir gün yiyecek hazırladı, iki tekerlekli tütün arabasına baltayı koydu ve bizi de yanına alarak çok fazla uzak olmayan koruya gittik. Güneşli bir gündü, hafif bir rüzgar esiyordu. Ağaçlar yüksek ve birbirine yakındı. Sarı kırmızı yapraklar toprağın üzerinde ve ağaç diplerinde kümelenmişti. Çam ağaçlarının kokusu içimizi açtı. Ağaçkakan kuşunun sesini duyduk, yakınımızda olmalıydı. İlerideki ağacın gövdesine konan kuş, bizi gördü ama bizden korkmadı, ağaç kabuğuna gagasını matkap gibi sokmaya devam etti. Bana göre bu kuş ormanın doktoruydu çünkü, hastalık yayan kurtları ağaç kabuklarından çıkarıp ağaçların uzun yıllarca yaşamasını sağlıyordu. Daldan dala konan sincaplar gürültüden rahatsız olmuş gibiydiler; bu koruda ne kadar çok sincap vardı. Yerdeki çalı çırpıyı toplamaya başladık, babaannem de küçük baltası ile kurumuş dalları kesti. Yorulduğumuzda sarı yaprakların üzerine oturduk ve bir şeyler yedik. Uzanıp başımı yere koyduğumda birbirine benzeyen ağaçların düzgün gövdelerinin en yüksek yerlerinde bulunan dallarına baktım. Dallar el ele tutuşmuş, rüzgarda yavaşça dans ediyordu. Gökyüzü çok az görünüyordu. Uçuşan kuşların sesini dinlemek için gözlerimi kapattım, huzurun içine daldım.
Gitme vaktimiz geldiğinde topladığımız çalı çırpıyı tütün arabasına dizdik, yorulan babaannemi de abraya oturttuk. Korudan kasabaya giden yol aşağıya doğru eğimli olduğundan arabayı itmek kolay olacaktı. Babaannem bir Rumeli türküsü söyledi ve yola çıktık. Yolun yarısına gelmiştik ki ablam bizi durdurdu: "Baltayı unuttuk" diye bağırdı. Geri dönüp almamız gerekiyordu. Taner ve ablam koruya geri döndüler baltayı nereye koyduklarını unuttukları için de bir süre aradılar. Ağaçlar birbirine benziyordu, "şu ağaç", "bu ağaç" derken aramaktan vazgeçmişlerdi ki Sevinç, ağaç dalı ile aynı renkteki baltayı asılı gördü. Hemen aldılar ve koşarak bize yetiştiler. Babaannemin bizim kadar mutlu olduğunu hatırlıyorum çünkü baltanın kaybolması demek, akşama sadece bizim değil onun da fırça yiyecek olması demekti.
Annem ve babam, okul başlamadan bizi eve götürmek için geldiklerinde son defa hep birlikte Arda'ya gittik ve vapurla nehirde geziye çıktık. İki kıyının birbirine yakın olduğu yerde asma köprü gördüm. Bir insanın yürüyebileceği kadar dar olan köprünün tahtaları bazı yerlerinden kırılmış ve sökülmüştü. Macera filmlerindeki gibi görünüyordu ve oldukça yüksekti. Bu köprü beni çok fazla korkutmuş olmalı ki yıllarca rüyalarıma girdi. Orada yürüdüğümü ve oradan düştüğümü, uçtuğumu gördüm.
Ormanlarla kaplı dağların arasında uzanan nehrin yeşil suyu çok berraktı, insan kendisini bırakmak için hemen kanabilirdi bu güzel nehre. Başımı eğip suya baktığımda ayna gibi kendimi görebiliyordum. Tatlı rüzgarı insanı sarhoş ediyordu. Beyaz kuşlar suyun üzerinde sessizce süzülüyordu. Kıyısındaki salkım söğüt ağaçları su üstündeki kendi yansımasını seyrediyordu, sazlıklar ıslık çalıyordu. Nehrin yeşil suyuna yeniden baktım ve sanki derinlerden gelen bir şarkı duydum; flüt sesine eşlik eden kemanın hüzünlü tınısında beni kendisine çeken mistik bir şarkı… Benim duyduğumu yanımdakiler de duydu mu diye hep merak ettim. Gizemli nehrin bana o zaman söylediği veda şarkısıydı belki de?
Sen Arda nehri! Şarkılarınla ruhu bedenden koparacak kadar güzeldin eskiden! Şimdi hala öyle misin?
Nevriye Hamitoğlu nevriye.h@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
BASKIN
Yılan gibiydi yol…
kıvrımlarında düğümleniyordu yutkunmalar..
Çatal dilini dokunduğunda,
Kayboldum çocukluğumda.
Ellerimin karasında
Üç taş bir yüzük
Gökten düşen elma misali,
yaş gibi düşerken bulutlardan…
ne güzel parlıyorlardı..
Az kaldı demişti;
Deniz feneri sabaha...
yıldızlarla kayarken,
ya sülfür ya da iyottu parfümü
Yalnızlığımın..
Beklemek köprüsünden
bir saman alevi geçti.
ardından bir rüzgar…
ardından deprem...
yan, savrul,
sonra da hiçbirşey.
Karanlığın basmadığı tek yer
Tenimdi.
Dokunsa ölürüm
Şimdi…
Levent Bedir
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.18.4762 Released [2009 06/09] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.0.1 / 17 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|