|
|
|
Editör'den : Köprüden geçti gelin!.. |
Meerhabalar,
İşi bilen, sakıncalarını bilimsel olarak ortaya koyan herkesi düşman ilan edip padişahlık etmek bu olsa gerek. 3. köprü için rant kavgasının şimdiden başladığını daha evvelce konuşmuştuk. Sular biraz durulur gibi olmuştu ama son vecize ile gene gündemin orta yerine düşüverdi işte. Pek sayın başbakanımız Tayyip Bey şöyle demiş: “Köprünün daha adı duyuldu hemen karşı çıkıldı. Bugün karşı çıkanlar birinci köprüye de, ikinci köprüye de karşı çıkmışlardı. Ama, utanmadan sıkılmadan iki köprü üzerinden de seyahat ettiler. Şimdi, üçüncü köprüye de karşı çıkıyorlar” Buyrun buradan yakın. Bir zamanlar, akaryakıt bulunamazken, bir büyüğümüz "Benzin vardı da biz mi içtik?" demişti de apışıp kalmıştık. İşte bir şaşı bak şaşır durumu daha. Başka alternatif mi var ki seçim şansımız olsun. 15 yılda bir boğazın üstüne köprü yapacaksak vay halimize. Böyle bir proje ile uğraşmak için uygun zaman da değil. Halihazırda iki boğaz geçişi projesi tüm hızıyla sürerken, milletin beynini buruşturmaya, ağzını sulandırmaya, kimbilir kimin cebine para koymaya ne gerek var. Hele önce bunlar devreye girsin sonrasında bakılır çaresine. Üçüncü beşinci köprü diye tartışılacağına, nasıl etmeli de günde bin yeni aracın trafiğe girmesine engel olunmalı diye kafa yorulsa ya. Kara yerine denizin kullanımı artırılsa ya.
Olay sadece köprü de değil ki. Çevre yolları ile devasa bir proje. İşin garibi, köprünün yeri, yolun güzergahı Tayyip Bey'in iki dudağının arasında. Kendisi Sinan'ın torunu olması hasebiyle inşaattan iyi anlar biliyorsunuz. Orman ise kapsama alanına girmiyor. Oysa işi bilenler haykırıyor yapmayın etmeyin diye. Demek ki bir bildikleri var. Hepten köprüleri atacağına onları da bir dinlese ya. Olmaz, yakışık almaz. Padişahın hikmetinden de sual olunmaz.
Efendim yarın birkaç günlüğüne şehir dışına çıkıyorum. Pazar gecesi vakitsiz bir vakitte döneceğim için Pazartesi yerine Salı günü matbaayı açabileceğim. Demem o ki, haftaya Salı tekrar görüşmek üzere hoşçakalın. İyi haftasonları.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan SİNOP GÜNCESİ -2 |
|
- Hani bana balık verecektin?
- Gelmedin ki, gelseydin verirdim.
- Öyleyse bundan sonra benden de sana çay yok.
- Sanki çayı senden mi içiyoz lan. Her seferinde tırink para sayıyom.
- Tırink mırink anlamam. Parasıyla da sana çay yok.
Garson delikanlı ile balıkçı dayı kendi kulvarında atışıyorlar. Kayıkçı kavgası işte... Araya
giren kötü olur. Dümen altından çıkardığı tirsileri torbalara doldurup gitti. Yavru bir mantı tekneyi gözlüyordu. O gider gitmez tirsilerden bir ikisini mideye indiriverdi. Onu bir kedi gördü. O da tekneye atlayacaktı. Ama kayığın ipi uzun bağlanmıştı. Suya düşme ihtimalini göze alamadı. Yavru martı karnını doyurduktan sonra motor kapağının üzerine tünedi. Keyifle etrafı kolaçan etmeye koyuldu. Sanki kayığın sahibi oymuş, balıkları da o tutmuş. Bu yavruyken böyle kasılırsa büyüyünce kim bilir ne olur?
Atkestaneleri sokaklara dökülmeden sonbahar gelmez. Kasımpatları açmadan, bayırlarda çiğdemler boy göstermeden hiç olmaz. Takvimler gündönümünü çoktan geçip gittiler Kitaplara bakılırsa sonbahar eylül başında geldi. Bilimsel, milimsel anlamam her memleketin mevsimleri başkadır. Sinop'ta sonbahar akşamları karanlık çöker çökmez bıldırcınlar geçmeye başlar. Gökyüzü geceleyin kalaylı tencere gibi aydınlık bile olsa göremezsiniz. Kurbacık kuşu önden uçar, arkasından da yığınlar halinde bıldırcın sesleri. Yağmurla ağırlaşan vücutları iyice yorulunca kıyıya yakın tarlalara inip dinlenirler. Gün ağarınca yine yola devam. Çisenti avcıların iştahını kabartır. Löküsleri alan meraklılar kırlara dağılır. Sabaha kadar yüz , iki yüz tanesini toplarlar. Devlet baba yasak etti. Adam sende kim takar … kaymakamını. Lan bari beş on tane tutun. Bırakın ötekiler uçup gitsinler. Jandarmalar bazen bir kaçını yakalar karakola çeker. Kimse umursamaz. Yakalanmasaymış salaklar. Gözünü açsalarmış.
İnsan bir kente bağlanmaya görsün. Gözlerine perde iner. Hiçbir çirkinliği göremez. Sinop'un manzarası güzeldir. Neresinden bakarsan bak bambaşka bir güzel. En lezzetli ekmek, en tatlı su buradadır. Yağmura yakalandım dün sabah. Karakum yolunda. Ayıptır söylemesi biraz ahmaklık ettim. Çünkü evden çıktığımda Akliman üstündeki bulutlar sağdan sola devrilip duruyordu. Hava çöktü çökecek, yağmur geldim diye bağırıyor. Aklıma da koydum ya illa sokağa çıkacağım. Ayakkabılarımı bağladıktan sonra vazgeçmek içimden gelmedi. Vurdum sokağa kendimi. Birkaç yüz metre sonra hava çiselemeye başladı. İncecikten. Geri dönmem lazım, besbelli. Dönmedin inadım inat. Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın. Sokaklar tükendi, evler geride kaldı. Bir gümbürtü, bir patırdı. Sağıma baktım, soluma ve etrafıma. Yakında kaçacak, sığınacak bir köşe de bulamadım. İğneden ipliğe sırılsıklam oldum. Her zaman yaptığım gibi önce koşmaya başladım. Ama nereye? Islanmak kaçınılmazdı. Islandım, elbiselerimle denize düşmüş kadar hem de. Ben yürüdüm o yağdı. Ne azaldı, ne ara verdi. Eve geldiğimde kapının hemen girişinde bütün giysilerimi çıkardım. Sıcak duşun altına girdim. Adam akıllı üşümüştüm. Kuru giysiler giyip, güzel bir çay demledim. Abi, dedim kendi kendime. Abi bu Sinop'un yağmuru da bir başka. Neme lazım. Çok yağmur gördüm. Çok ıslandım. Ama hiç biri bedenimde bu kadar güzel bir tad bırakmamıştı. Grip olmasam bari…
Fotoğraflar hep bulanık çıkmış. Hadi benim kafam iyiydi. Makine niye odaklamamış. Koyu yeşil köknarların arasında gürgenler sararmaya başlayınca harika bir renk harmanı oluşturmuştu. Belki on kare çektim. Bir tanesi bile iyi değil. Böğürtlen dalının yeşili ile mor ve pembe renk uyumu da güme gitmiş. Soğuksu'dan aşağıya inerken ceviz silken teyze ve amcaların resimlerine de çok üzüldüm. Üstelik izin istediğimde bir sürü soru yanıtlamak zorunda kalmıştı. Verdiğim cevaplar da onları tatmin etmemişti. Haklıydılar sonuçta. İnsan gider anasının resmini çeker, babasının ve belki kardeşlerinin. Elin yedi kat yabancısının resmini ne yapacak? Ceviz silken köylülerin otantik, özgün karesi kaç kuruşluk bir cümle yani. Anlamı ne?
- Çek madem istiyorsan, dediler. Bize göre hava hoş. Nasıl duralım?
- Durmayın siz işinize bakın.
- Ama o zaman yüzümüz çıkmaz.
- Çıkar çıkar, en iyisi sizin kendi doğal haliniz.
Amcalar, teyzeler beni yine anlayamadılar. Ellerindeki uzun sırıklarla yan yana dizildiler. Bir
şey demedim. Hadi onların da gönlü olsun diye birkaç kare öyle çektim. Sonra çekmiyormuş gibi yapıp diğerlerini kendim gizlice çektim. Sözde izin aldık. Resimlerin hepsi bulanık çıktı. Bilmem kaç milyon pikselini eşekler tepsin. Emeklerim uçup gittikten sonra elle ayar yapsam ne çare? Otomatik olsan kaç yazar. Sinop'un ceviz silken amcaları da teyzeleri de güzeldir. Anlayışlı yumuşak başlıdır. Ellerindeki uzun sırıklarla gökyüzünden yaprak yağdırırken ağızlarındaki eksik dişleriyle gülümsemeleri de güzeldir.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Hatice Bediroğlu GÖNLÜMÜN GÜNLÜĞÜ 22 |
|
Gönlümün coşkusu,
Ben de seni, sesini özledim hem de nasıl. Sen, yeter ki yanımda ol... Bana sarıl... Beni uyandır razıyım. Uyku mahmurluğu ile kim bilir ne kadar tatlı olursun.
Çaksın özlemin şimşekleri gözlerimizde
Dolansın ellerimiz sarmaşık gibi birbirinde
Çayım öyle güzel olmuş ki. Kahvaltılarım ve sen hep birliktesiniz. Tam kıvamında içilesi bir çay ve sevilesi-öpülesi bir sevda. Seni öpüyorum işte canım sevgilim benim. Oy, içim yine taşmak üzere... Gülümsüyorum domateslere. Hayatımsın benim.
Üç gündür doğru dürüst görüşemedik. İçim acıyor o zaman. Anlatılamaz bir özlem bu. Bugün arka arkaya hata verip de mektubu alamayınca pat diye ağlamaya başladım. Senin için aktı gözyaşlarım. İçim dolup dolup boşaldı. Hala ayaklarım yerden kesiliyor ya. Yaşamak ve Sevmek çok harika.
Beni tanıyorsun artık. Az çok sevgiyi nasıl yaşadığımı öğrendin. Bu şiirlerde de belli zaten. Üzülürüm, ağlarım, coşarım, taşarım, sevinirim böyle bir şeyim işte. Bu iniş çıkışlar olmasa nasıl şiir yazılır değil mi? Bir sen bir de kitaplar gülümsetiyorsunuz beni. Sana da kitaplarıma da aşığım. Rakibin kitaplarım bilesin. Bu saatte binanın tek ayığı benim. Herkesin ışıkları kapandı. Hatta mahallenin bekçisiyim. Günün en sevdiğim saatleri.
Gece sokakta ayyaşlar dolaşıyor demiştin ya bak aklıma ne geldi. Arkadaş ziyaretinden akşamüstü evime dönüyorum. Yol kenarında dar ve uzun bir park var. Ağaçları yeşilliği de çok sevdiğim için içinden geçmek istedim ve girdim. Sokak adamı yere gazeteyi sermiş üzerine oturmuş... Elinde şarap şişesi. Saçlar darmadağınık uzun ve kirli yapış yapış... Upuzun da bir sakal. Esmer mi esmer... Neredeyse kapkara belli ki kirden rengi koyulmuş. Üst başta öyle berbat. Parkta ikimizden başka kimse yok. Korktuğumu düşünmesin diye geri dönmedim yola devam ettim. O ne yaptı. Seslendi ve beni şarap içmeye çağırdı. Saçlarım kısa ve spor giyiniyorum ya delikanlı zannetti herhalde. Teşekkür ederim diyerek hızlıca yoluma devam ettim ve ilk çıkıştan caddeye daldım. Kendimle dalga geçtim dedim ki: " adam senin bir zamanlar şarap fabrikasında çalıştığını anladı. Kokusu hala üstünde mi ne? " Başka bir zaman aynı adamı yolda yürürken gördüm. Pantolonunun arkası yoktu ve poposu ortadaydı. Kirli kumaş kamara camı gibi yuvarlak olarak kesilmiş. Meğer öyle gezermiş bilinen bir deliymiş. Sonra kafamda hikâyeyi kurdum. Ben de parkta yanına oturuyormuşum. Şişeyi bir o alıyormuş bir ben. Kafayı bulup ikimiz parkın ortasında çiftetelli oynamaya başlıyormuşuz. Hadi gelsin paralar gitsin paralar. Acaba millet para atar mıydı ayaklarımızın altına. Ne dersin. Aman canım ya ne kızıyorsun öylesine kurguladım işte. Maksat muhabbet olsun.
" Sesini çok beğeniyorum. Düzgün Türkçe konuşan, kararlı tatlı bir ses tonun var. Hiç telaşlı değil çok sakin ve güven verici " demişsin. Canımsın benim. Evet, senin de dediğin gibi birbirimize anlatacak ne çok şeyimiz var bizim ve yaşanılacak paylaşılacak bir hayat bizi bekliyor. Sen sev benim sesimi sev canım. Konuşurken seni uyutuyorum değil mi? Sakinliyor, rahatlıyor, gevşiyor ve esnemeye başlıyorsun. Ben de gülüşüne hastayım. Senin sesin de telâşsız tane tane. Bazen otobüse geç kalmış da yakalamak istercesine peşinden koşuyormuş gibi konuşuyorsun. O zaman sesinin tınısını dinlemekten kelimelerini kaçırıyorum.
" Öpülesi sevgili " diye başlamışsın mektubuna ya nasıl hoşuma gitti. İstediğin zaman güzel kelimeleri nasıl da buluyorsun. Herkesin duygularını ifade edebileceği bir tarzı vardır. Öyle seni seviyorum biliyorsun demekle olmaz. Duymak ve hissetmek ister insan. Sevdiğini söyleyeceksin göğsünü gere gere. Tabi seviyorsan. Sesini duyduğumda Toroslar'ın tepesine uçuveriyorum balkondan. Hayatımın anlamısın. Yaşımızın kocaman olması çocuklaşmayacağız anlamına gelmez ki. İçimizde ki çocuğu yaşatmalıyız değil mi? Biz de dairede ne espriler yapardık. Tiyatro oynardık resmen. Şiveli konuşurduk. Bunlar hayatın tadı tuzu. Beni de öyle hep ciddi sanma. Aslında zıpırın tekiyim herkese göstermem sadece.
Canım, sımsıkı sarılıyorum sana ve öylece kalıyorum. Yüreğinin tıp tıpları yüreğimde sıcacık.
Hatice Bediroğlu hatice@haticebediroglu.net
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Temirağa Demir İki cadde arasında… |
|
Aylar geçti üzerinden, herkes kabuğuna çekildi, kabuk bir çekirgeyi bekliyor taşınması için, nakliye parası almadan, düş yormadan bir tek onlar götürüyorlar aynı kara parçası içersinde, bir bölgeden diğer bölgeye…
Kaşlarının kemanlığı yalan…
Vermiyor tek bir akor bile…
Hep yanlış sesler çalınıyor hüzünbaz gecelerde…
Her şey bir eksiklik…
Doymuyor insanlar…
Yedikçe yiyesileri geliyor…
Kusana kadar…
Kustuktan sonra tekrar açlık hali…
Saçma bir döngü aslında…
İnsanlar sıyrılmaya çalışıyorlar…
Sabahtan akşama kadar insanlar yürüyor hızlı adımlarla bu kentte…
Toplu olarak karşıya geçiyorlar…
Bir caddeden diğer caddeye…
Sonra bir kadın çıkıyor köşe başından…
Büfeden bir sigara alıyor…
Büfecinin morali bozuk…
İnsan sureti görmek istemiyor…
Yirmi yıldır aynı köşe başında…
Çok adam öldürmüşler sokağın ortasında…
Bir süre paniklemiş…
Eli ayağı titremiş…
Koşuşturmuş,
Paniklemiş…
Şimdi mi?
Valla meydanı yaksalar dönüp kadar umarsız…
Müşterilerin yüzüne on yıldır bakmıyor…
Onlar ellerinin içinde para uzatıyorlar…
O da istediklerini veriyor…
Açılan küçük pencereden, hepsi bu kadar…
Kazandığı parayı da akşam götürüp bir şişe rakıya, biraz balığa yatırıyor…
Sabah yine aynı…
On yıl önce köşe başından sigara almaya gelen bir kadının gözlerine bakmış…
O zaman gençmiş…
Her müşterinin yüzüne bakıyormuş…
Aşık olmuş buna…
Her şeyi o olmuş…
Sakız paralarını bile özenle saklıyormuş…
İyi bir gelecek yaşatsın diye sevdiği şu kadına…
Kadın başkasıyla kaçmış…
Dört yıl sonra kocasıyla gelmiş köşe başındaki büfeye…
Adam çok sakin istediklerini vermiş parasını almış…
İşte o gün yalan demiş her şeye…
Kimsenin yüzüne bakmamaya başlamış…
O günden beride kimseye bakmıyor…
Sadece işine bakıyor…
Birde paraya…
Onu da tutmuyor elinde aynı gece yiyip bitiriyor…
Şimdi yıllar sonra karşı çaprazında bir büfe daha açtılar…
Genç bir çocuk…
Henüz yirmili yaşlarda…
Her gelenin yüzüne bakıyor…
Müşteri memnuniyeti diyor…
İşte köşeden biri döndü…
Bir şeyler istiyor…
Eski büfeci, uyarmaya kalmıyor ki, genç olan kadının gözlerine bakıyor…
Sanırım artık çok geç…
Temirağa Demir temiragademir@temiragademir.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu Latin Amerika'nın Devrimci Hareketi ve Türkiye'ye Yansıması. -2 |
|
Simon Bolivar-Hugo Chavez, Jose Marti- Fidel Castro ve Mustafa Kemal Atatürk
Küba Cumhuriyet'inin, 50 yıllık devrim tarihine yakından bakıldığında, Jose Marti'nin çok önemli bir yeri vardır. 19. yüzyılda yaşayan Jose Marti Küba'nın ulusal kahramanı ve simgesidir. O bir siyasetçi, bir devrimci ve bir ozandı. Bu edebiyat insanı, ömrünü Küba'nın özgürlüğüne adamakla kalmamış, 1895'de başlayıp, İspanyol'lara karşı yürütülen Bağımsızlık Savaşı'ndan önce Devrim'in ilk tohumlarını atmış, düşünce üretmiş, sonra da savaşmış.
Jose Marti hayatı boyunca siyaseti hiç bırakmadı. 1892'de kurulan Küba Devrimci Partisi'nin önderliğine seçildi. Ulusal kurtuluş savaşına çağrı niteliğinde olan Monte Kristo bildirisi onun imzasıyla yayımlandı. 1895 yılında gizlice Küba'ya girerek Antonio Maceo'nun başlattığı kurtuluş savaşına katıldı. 18 Mayıs 1895 tarihinde bir çatışmada at sırtındayken vuruldu ve yaşamını yitirdi. Öldürüldüğünde henüz 42 yaşındaydı.
Jose Marti yaşamını, Küba'daki İspanyol koloni yönetiminin sona erdirilmesi ve Küba'nın ABD dâhil başka ülkelerin egemenliği altına girmemesi için savaşıma adamıştır. Bütün öğretisi kişi özgürlüklerine saygılı olmayan ve yalnızca zenginliklerini büyütmeyi gözeten yönetimleri uyarmaya dayanmaktadır. Yapıtlarında bütün despot yönetim düzenlerini ve insan haklarına karşı uygulamaları kınamıştır. Onun yazıları demokratik gelişmeye yol göstericidir.
Jose Marti'nin savaş sırasında, dışarıdan, özellikle ABD'den destek alınmasını savunanlara karşılık o dönemde söylediği "Bağımsızlık savaşında, dışarıdan alınacak her türlü yardım, ekonomik ve politik olarak, ileride kurulacak bir ülkenin tam bağımsız olmasına engeldir" sözü, Atatürk'ün "Bağımsızlık benim karakterimdir" sözüyle neredeyse özdeştir. Birbirinden habersiz bu iki liderin aynı konuda aldıkları aynı tutumların, zamanları arasında yaklaşık 25 yıl bulunuyor. Jose Marti'den yıllar sonra, 1959'da Küba Devrimini gerçekleştiren Fidel'in de idolüdür Marti. Küba Devrimi'nin tohumunu atan Marti, onu büyüten ve günümüze taşıyansa Fidel'dir.
1812'de Bolivar'a, 1895'te Marti'ye, 1923'de Atatürk'e, 1959'da Fidel'e ve 1998'de Chavez'e bakıldığında, yaptıklarıyla, ürettikleri düşünceleriyle, savaşlarıyla Bolivar ve Marti, Türkiye Cumhuriyet'inin kurucu lideri Atatürk'le özdeştir. Tartışmasız dönüşümün, tam bağımsızlığın, ilericiliğin ve aydınlanmanın bütün izleri, bu liderlerin yarattığı ve yazdıkları tarihlerin hepsinde görülür. Hepsi ülkelerinin unutulmaz ilerici önderleridir.
1959'da devrimin üç komutanından bir olan Fidel'de bir önderdir. Devrim mücadelesini ve onu yaşatma uğraşını kesintisiz sürdürmüş, zaman zaman olumsuzlaşan koşullara karşın, her durumda günümüze getirmeyi başarmıştır. Fidel, Marti'den devraldığı devrimci geleneği, çevresindeki ülküdaşlarıyla birlikte, günümüze taşımıştır, aynı Chavez'in Bolivar'dan devralması gibi. 50 yıllık Küba devriminde Fidel, yönetimi kardeşi Raul'a devrettiği güne kadar Küba'yı yöneten kadronun en önündeydi. Yönetimi devrettiği günden bugüne ne devrim tersine döndü, ne de bir "halk ayaklanması" gerçekleşti. Kim ne derse desin, Fidel uluslararası politikanın en son "süperyıldızı"dır. Javaharlal Nehru(Hindistan), Ho Chi Minh(Vietnam), Patricia Lumumba(Kongo), Amilcar Cabral(Gine Bissau), Che Guevara(Latin Amerika), Cemal AbdülNasır(Mısır), Carlos Marighella(Brezilya), Camilo Torres(Kolombiya), Nelson Mandela(Güney Afrika), Mehdi Ben Barka(Fas) gibi, bizim Kurtuluş Savaşımız sonrasından 1960'lara kadar olan dönemde ortaya çıkan ve hayatını dünyadaki adaletsizlikleri değiştirmeye adamış liderlerle ortak geçmişi paylaşır.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk'ün hayatı, devrimleri ve ideallerine baktığımızda, yukarıdaki bütün devrimci liderlerle bir sürü ortak payda buluruz. Kemalizm'in, 1920'ler Türkiye'sini yeni yüzyıla taşıyan temelleri attığına kuşku yok. "Kemalist ulusçuluk", ulusların eşitliğini ve özgürlüğünü savunur. Ulus kavramına ne "ırk" ne de "din" öğelerini sokmuştur; ulusu, "ortak geçmiş, ortak dil ve ortak kültür"e dayalı bir olgu olarak tanımlamıştır. Bu "ortak" öğeler yukarıda bahsedilen Latin Amerika devrimleri ile de örtüşür. Bolivar da, Chavez de, Marti de, Fidel de devrimlerinde bu ortak geçmiş, dil ve kültürü ısrarla kullanmış, öne çıkartmış ve yüceltmişlerdir.
Küba, Fethullah okullarına izin vermedi,
Atlantik kıyılarına M. Kemal'in heykelini dikti
Kemalist "Cumhuriyetçilik", özgürlükçü, katılımcı bir "Demokrasi" anlayışını içerir. Kemalist "Laiklik", dine saygılı ama dinin siyasete karıştırılmasına karşıdır. Aklın ve bilimin ışığında sorunlara çözüm arayan bir toplum; akla ve bilime dayalı bir "Milli Eğitim" ön görür. Bazı kuşakların ise bir din devletinin gereklerine göre yetiştirilmesine karşıdır. Buna en güncel örnek Küba'dan verilebilir. Fettullah Gülen okullarının Küba'da açılması için yapılan başvuruya izin verilmemiştir. Küba'da "Devlet Okulları" dışında "Özel Eğitim" verilen okullar açılamaz, kurallar bu kadar net ve açıktır!
Altı İlke, devrimcidir
Kemalist "Halkçılık", demokrasilerin "emek-sermaye" dengesine dayandığı, demokratik toplumcuların "emeği en yüce değer" ilan ettikleri bir dünyada, sınıfsal ayrıcalıkları reddeden, seçkinciliğe karşı çıkan, toplumsal düzende emeğe öncelik tanıyan bir "toplumculuk" anlayışı yansıtır. Kemalizm, şekilciliğe karşı bir ideolojidir. Halkçılık ilkesinden hareketle yapılan birçok reform, Osmanlı geleneğinin ürünü olan seçkin-halk ikilemini aşmaya yöneliktir. En belirgin örneği, "Türk dilini yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak" amacıyla gerçekleştirilen "dil devrimi"dir. Kemalist halkçılık, herhangi bir sınıfın egemenliğini reddeden, ılımlı toplumculuğu öngören, her türlü sömürüye karşı, "ayrıcalıksız, sınıfsız" bir toplum öngörüyordu. Fakat bu toplumsal sınıfları kaldırmayı amaçlayan marksist anlayışı yansıtmıyordu. Kurtuluş Savaşı Türkiye'sinde marksist anlamda bir "egemen sınıf" ve "işçi sınıfı" bulunmadığı varsayımından hareket etmekteydi. Öyleyse varolmayan bir sınıf çatışması yaratılmamalıydı.
Kemalist "Devletçilik", acımasız ekonomik rekabetin yürürlükte olduğu, bazı büyük devletlerin bile ulusal ekonomiyi korumak için teknoloji üretimine doğrudan destek vermek gereğini duyduğu bir dünyada, ekonomide özel kesime karşı olmayan, hatta destek olan, ama toplum yararının gerektirdiği durumlarda devletin devreye girmesini ve kıt kaynakların akılcı kullanımını devletin gözetmesini öngören bir temel üzerine oturtulmuştur.
Kemalist "Devrimcilik", eskimiş kurumları değiştirip, çağın gereklerine uygun yeni kurumlar oluşturma gereksinmesinden doğmuştur. Koşullar değiştikçe, aklın ve bilimin ışığında sürekli yenilenmeyi, en iyi çözümleri bulup uygulamayı ön gören bir "sürekli devrim" anlayışına sahiptir.
Koşulların çok hızlı değişip, kurumların hızla eskidikleri bir dünyada, son 50 yılını, Kemalizm'e karşı olan, Atatürk'ün adını ağızlarından düşürmeden Atatürk'e ihanet eden iktidarların egemenliğinde geçiren; bazı kurumlarına egemen olan zihniyette 1930'ların bile gerisine düşen bir Türkiye 'de, acaba Kemalist "Devrimcilik" eskimiş midir?
Kemalizm tıpkı sosyalizm gibi bir devrim ideolojisi olarak doğmuştur. Ama sosyalizmden farklı olarak geri kalmış bir ülkedeki devrim koşullarının gereksinimlerini yansıtmaktadır. Oysa geri kalmış ülkelerde nesnel koşullar yeterince oluşmamış olduğu için ideolojinin önemi artar. İdeoloji, devrimi olanaklı kılan ortamdaki somut koşullardaki eksikliği giderme işlevini üstlenir. Burada ideoloji yine devrimci eylem içinde bazı değişikliklere uğramakla birlikte, devrim öncesinde hazır olarak vardır ve çoğunlukla da ana çizgileriyle gelişmiş ülkelerden aktarılmıştır. Amaç zaten o ülkelerin düzeyine daha hızlı bir biçimde ulaşmak olduğu için bunu doğal karşılamak gerekir. Devrimci ideoloji, devrimin öncüsü güçlerin toplumsal özelliklerine göre bazı değişimler geçirmekle birlikte ana doğrultuda aynı kalır. Ahmet Taner Kışlalı'nın yaptığı ve bizimi de katıldığımız değerlendirmeye göre, "Kemalizm'in önünde iki aşamalı bir amaç vardı: Bağımsızlık ve çağdaşlaşma. Bu ereklere ulaşmak için ideolojinin çerçevesini oluşturan ulusçuluk cumhuriyetçilik ve laiklik ilkeleri Fransız Devrimi ve dolayısıyla Liberalizmden; devletçilik halkçılık ve devrimcilik ilkeleri de Sosyalizmden esinlendi."
Kendi toprağına ayağını basmayan sol, Chaez'i, Fidel'i anlayamıyor
Yukarıdaki açıklamalar ışığında bakıldığında, Türkiye'de kendisini devrimci olarak gören bireylerin Kemalizm'e karşı olması düşünülemez. Kemalist devrimin yapı taşlarıyla, Latin Amerika devrimlerinin yapı taşları ve uygulamalarındaki ortaklıkların çokluğuna rağmen, sahip çıkanların sayılarındaki ters orantı düşündürücüdür. Gerçek solcunun ayakları kendi topraklarına basar, gerçek solcu ülkesinin bağımsızlığını, aydınlığını kazandırmış fikri kimse karşısında savunmasız bırakmaz. Kemalizm'in temel prensiplerinin değerinin bilincinde olur, altı ilkeyi siyasi düşüncesinin temeline oturtur ve bu temelin üzerine bütün ilerici, sol, sosyalist fikirlerden her biri özenle seçilmiş tuğlalar koyarak vatanı için o en güzel evi inşa etmeye çalışır.
Küba Devrim'ini, Chavez'i anlayıp, sahiplenmek, yüceltmek, ama Kemalizm'i tam olarak anlamadan, "modernleşme" veya "yeni sol" adına ona karşı çıkılması, en hafif deyimle haksızlıktır. "Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir! O halde, ya istiklal ya ölüm! (Atatürk)" veya "Bağımsızlık savaşında, dışarıdan alınacak her türlü yardım, ekonomik ve politik olarak, ileride kurulacak bir ülkenin tam bağımsız olmasına engeldir (Marti)" veya "Patria o Muerte!, Venceremos! (Fidel)" sözlerini söyleyenler arasında bir fark olamaz. Ulusal Sol mirasına sahip çıkarak, bu gelenekler üzerinden yarım kalan devrimini tamamlamaya çalışanlarla, Latin Amerika'da olanları algılayıp, örnek alıp, enternasyonel dayanışma içinde Türkiye'ye modelleyen solun, "Sosyalist Cumhuriyet" yaratmak isteyenlerin, varmak istedikleri yer aynıdır; nüve, hedefler, araçlar ortaktır; karşı durulan güçler de ortaktır.
Küreselleşen emperyalizme karşı bütün dünyada yükselen ulusal akımlar, ulusal egemenliğin, tam bağımsızlığın, ulus devletin önemini daha da fazla savunmakta ve halk kitlelerinin geniş oranda kitlesel desteklerini almaktadırlar. Tek bir emperyalizmin olmaması nasıl küreselleşmede bütünlük getiremiyorsa, tek bir ulusalcılık da olmamakta ve bu nedenle her ülkenin kendi ulusalcı yaklaşımı öne çıkmaktadır.
Ulusallığını yitirip Batılılaşan sol, Kemalist Devrim'e cephe alıyor
Chavez'in gençliğindeki diğer sol akımlara yönelik "Bizim bakış açımız ve eğitimimiz onlarla uyuşmaz" eleştirisi önemli bir gerçeği işaret etmekteydi. Chavez bir solcu ve devrimciydi. Ama her şeyden önce tam bir milliyetçi ve vatanperverdi de. O'nun kahramanları hep Venezüella tarihinin derinliklerinden seçilmişti. 1960'larda ve 1970'lerdeki Venezüella solundan daha farklı bir çizgiydi bu. Ulusal sol bir çizgiydi. Chavez yıllar sonra, sadece Sovyet güdümünde olan, kendi topraklarındaki değerlerle bütünleşememiş solcular için, "Tanrıdan devrimciliğin tekelini almışa benziyorlar" demişti. Venezüella'da bu tür "sol" bugün de Chavez'e karşıdır, ama ana akım artık Chavez'in ulusal sol'udur. Türkiye'de solun ulusallığını yitirip Batılılaşması ve halktan kopmaya başlamasıyla aynı yıllarda Venezüella'da tam tersi gerçekleşiyordu. İşte iki ülke arasındaki temel fark budur. Bugün Venezuella'da sol çok güçlüdür; çünkü ulusaldır. Türkiye'de ise ne yazık ki tersi söz konusudur.
Chavez'in ve Atatürk'ün asker ve ihtilalci kökenini karalayan Amerikancılar
Chavez'i 1998 seçimlerinden önce karalamak isteyen Amerikancı ve sağcı karşıtları sürekli Chavez'in asker ve ihtilâlci kökenine vurgu yaptılar. Chavez'i "Atatürk gibi despot ve diktatör bir asker" olmakla suçladılar. Bugün de Amerikancı muhalefet sürekli Chavez'i "Atatürk gibi tek adam diktatörlüğü" kurmakla suçlamaktadır. Dünyanın neresine giderseniz gidin cepheler hep aynı. Bizim cephemizde Tupac Amaru, Bolivar, Jose Marti, Fidel, Atatürk, kurtarıcıdır. Onların cephesinde despot…
Öncelikle Küba dâhil kıtadaki bütün sol hareketlerin çıkış noktaları enternasyonalizm veya Sovyetik sol değildir. Tersine, hareketlerin ismi bile genellikle ulusal kahramanlardan veya özellikle Kızılderili motiflerinden etkilenir. Meksika'da Zapata, Nikaragua'da Sandino, Küba'da Jose Marti, Peru'dan Uruguay'a kadar bir dizi ülkede Kızılderili isyancısı Tupac Amaru ve son olarak Simon Bolivar… Hemen hemen her ülkede sol hareketler Marksist-Leninist ideolojiyi savunurken bile kendini ulusal bir liderle özdeşleştirir.
Chavez de, Fidel de tarihlerinden gelen liderleri yücelterek, onların yaptıklarını devralıp, büyüterek devrimlerini taçlandırmışlarsa, Kemalizm'in de bunu çoktan hakettiğine şüphe yoktur. Söz konusu dönemler ve liderler karşılaştırıldığında bir fark göze çarpar: 1938'de, Atatürk'ün ölümünün hemen ertesinde Türkiye'de bir dönüşüm başlar; devrim kan kaybeder. İstikrar denen olgu, "Devrim"de değil, başka yerlerde aranır. Günümüze gelene değin, bir çok "yönetici" çıkartan bu topraklar, 1923'de atılan "Devrim" tohumlarını yeşertecek, kökleştirecek, devrimciliği yeni nesillere ve günümüze, kayıtsız ve şartsız taşıyacak, Fidel gibi Marti'nin mirasını devralan, yeni "etkileyici bir lider" veya kollektif liderlik çıkartamamıştır. Fidel'in çevresinde, başından beri onu bütünüyle anlayan, aynı ülküyü eksiksiz paylaşan bir küme insan olmasına karşılık, Atatürk tek ve yalnızdı; buna bir de devrim karşıtlarını, batı özentilerini, destekçilerini ekleyince, sonuç günümüz koşulları oldu.
Bize hemen, şimdi bir "Fidel" gerekli!
Kaynakca:
1) Venezüella ile Dayanışma Platformu yazıları
2) Jose Marti Küba Dostluk Derneği yayınları
3) Deniz Gezmiş'in Devrim gazetesine verdiği röportaj (23/12/1969)
4) Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı'nın kitapları
5) "Marti'den Atatürk'e ve Fidel'e…", Cüneyt Göksu, Cumhuriyet Strateji, 22/12/2008
Cüneyt Göksu Cuneyt.Goksu@Gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Şehitlerimize
bir şehit düşer toprağa bin mehmetçik yeşerir,
bereketlidir bu vatan hep birlere bin verir,
vatana olan borçlar kanımızla ödenir,
emin ol ardından ağlamadım şehidim..
turrayı bastın yine şu garibin gönlüne,
hayat oldun can oldun bir milletin ömrüne,
yemin etti oğlun da bu vatanın uğruna,
emin ol ardından ağlamadım şehidim..
iki cennet yazılmış, şehidim o çağrına,
biri vatan toprağı düşmüşsün sen bağrına;
diğeri firdevsi ala öldüğümüz uğruna,
emin ol ardından ağlamadım şehidim..
şehitler ölmez denir bu vatanda her yerde,
bir damla yaş yoktur inan ki bu gözlerde,
zira ölmeyenlere hiç ağlanmazki bizlerde,
emin ol ardından ağlamadım şehidim..
cenazende toplandık tek yürek bütün millet,
kazınacak vatana ilişen herbir illet,
bu andımızı sen tüm şehitlere ilet,
emin ol ardından ağlamadım şehidim..
emir verdi komutan: ayaktayız ve dimdik,
biz bu vatan uğruna hizmete yemin ettik,
yıllar evvel asyadan bu duygularla geldik,
emin ol ardından ağlamadım şehidim..
yemin ettik yeniden birlik olmaya inan,
çıksın karşımıza hadi kendini bir şey sanan.
olsa da yüreğimiz kor ateşlerde yanan,
emin ol ardından ağlamadım şehidim..
evladın tabutuna sarıldı canı gönülden,
iftihar etti herkes ant içildi yeniden,
kanın yerde kalmayacak merak etme sen…
emin ol ardından ağlamadım şehidim..
bizden evvel göç eyledin ol güzelim diyare,
selam söyle huzurda sen muhammed muhtare,
şehit kanı serpildi tutuşan tüm odlare,
emin ol ardından ağlamadım şehidim..
ayla yıldız bir oldu şimdi sevdanı söyler,
sakın düşünmeyesin garip anam ne eyler?
o anan senin gibi şehit olmayı diler!
emin ol ardından ağlamadım şehidim..,
gel diyordu tabutun bu sevda kutsal sevda,
söylenecek ebedi söylenecek yurdumda,
yüzbinleri bıraktın mehmet diye ardında,
emin ol ardından ağlamadım şehidim..
senin kanın düşerken mukaddes o yerlere,
hayat zindan oldu düşmana pisliklere,
ismin ölümsüz artık yazıldı bak göklere,
emin ol ardından ağlamadım şehidim…
Ziya Akyürek
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.18.4762 Released [2009 06/09] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.0.1 / 17 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|