|
|
|
Editör'den : Kısa Kısa!.. |
İyi haftalar,
IMF toplantılarıyla başlayan ve bir sürü beceriksizlikle devam eden bir hafta sonunun ardından kocaman bir merhaba. IMF ve Dünya Bankası toplantısı sonucu ne oldu, ne kararlar alındı, hiç bir bilgim yok. Etrafında kopan vaveyla ile doğru orantılı işe yaradımı işte o benim meçhulüm. Hani bilen birileri çıkar anlatırsa öğreniriz. Yoksa aklımızda sadece coplu, biber gazlı, silahlı, molotof kokteylli tortusu kalacaktır, bunu biliyorum. Sonrasında olanlar ise güleriz ağlanacak halimize kabilinden şeyler işte;
Yediğin içtiğin senin olsun neler yaptın onu anlat Sinyor Terimo...
En kolay grupta üçüncü olmayı başarabilmiş Milli Takıma selam olsun. Bu hallere düşmenin baş sorumlusu Bay Terim'le de bu son olsun. Artık İtalya mı olur, Mozambik mi, bulsun kendine bir takım oyalansın, bizi de rahat bıraksın. Buna nankörlük denmez. Diktatör olmayı seçmişseniz, tepetekalak olduğunuzda da yuhalanacağınızı hesap etmek durumundasınız. Güney Afrika'ya gidememek tek kelimeyle hezimettir. Maddi büyüklüğü 30-40 milyon avro, manevi büyüklüğü ölçülmez bir olayın dışına atılmanın sorumlulularından bir an evvel kurtulmakta yarar vardır.
Ermenistan'la dans...
Milliler hezimet hoşafından tattırırken, bir başka köşede, bambaşka birileri, önemli bir sorunu daha çözdüklerini sanmaktaydı. Dünyada "soykırım yoktur" demeye ceza veren tek ülkenin hakem olduğu bir masada bilek güreşi yapan Türk ve Ermeni taraflarının cazgırlığını ise ABD yapıyordu. Protokol adını verdikleri kağıtta sınırların açılması maddesinden sonra “Mevcut sorunların tanımlanmasına ve tavsiyelerde bulunulmasına yönelik olarak tarihsel kaynak ve arşivlerin tarafsız bilimsel incelemesini de içerecek şekilde bir diyaloğun uygulamaya konulması” gibi, muallaktan muallak bir madde var. Lastik gibi nereye çekersen oraya gidiyor. Bizimkiler "Soykırım iddiaları araştırılacak." derken onlar "Göçerlerin Türkiye'de kalan malları iade edilecek." diye anlayabiliyor. Azerbaycan'ın ise adı bile yok. 1993'te Karabağ işgali yüzünden kapanan sınırlar açılacak diye protokol imzalanıyor ama Azerbaycan'ın esamisi okunmuyor. Birileri de kalkmış büyük adım diye alkış tutuyor. Obama'nın yol haritası üzerinde sağlam adımlarla yürünürken, bundan çıkarımız olduğu yalanı da usul usul damardan zerkediliyor. Hele bir de, "Daha Mecliste onaylanacak." diyenler yok mu, işte onlar bu tiyatronun baş soytarıları oluyor. "El kaldır kabul et" yöntemiyle şipşak geçecek bir kararın oylanmasından söz ediyorlar, yersek tabi. Dış siyasetimiz de Milli takımımızla yarış halinde bilesiniz.
Barış Nobel'i Obama'ya, ya ya yaaa...
Hitler döneminde Nobel veriliyor muydu acaba? Verilmiyordu herhalde, yoksa Nobelli Hitler'i konuşuyor olurduk değil mi? Savaş halindeki bir ülkenin başkanına Barış ödülü verenler Hitler'e ödül vermenin bir yolunu da arar bulurlardı elbet. Hoş, dinamiti bulanın adına verilen bir ödül başka kime verilebilirdi ki?
Kıssadan hisse çıkarmaya çalışmak anlamsız. Alın birini vurun ötekine, yaşayıp gidin çarpıla çurpula. Hoşçakalın işte.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
Soluk soluğa kaldığımda hiç bilmediğim topraklarda
Soluk soluğa kaldığımda hiç bilmediğim topraklarda, insanların yüzleri olmayan bir yerde buldum kendimi. Her yerde kan, her yerde senin bedenin vardı. Bedenine dokunmaya çalıştıkça yüzleri olmayan insanlar engelliyordu beni, bana ait olmadığını söylüyorlardı. Biliyordum o kanlar o beden benimdi, çırpındıkça tırnaklarını etlerime geçiriyorlardı canım acıyordu. Canım acıdıkça seninde canın acıyordu biliyorum. Canın acımasın diye sesimi çıkarmıyordum. Lime lime ediyorlardı etimi. Kanım kanına karışıyordu.
İçimden ılık ılık bir şeyler akıyor, üşüyordum. Gözlerim kapanıyor acıyı hissetmiyorum artık direniyorum ama olmuyor bir tanem gözlerim karanlıklara mahkûm oluyor. Hadi tut elimi gözlerim kapanıyor, içim çekiliyor.
Bedenimi yerlerde sürüklüyorlar son kez bakıyorsun gözlerime donuk, korkuyla, acıyla… Kanların bedenime bulaşıyor. Lime lime olan etlerime kanların doluyor. Saklıyorum seni içime, en derinime. Gözlerim kapanıyor bir tanem gözlerim kapanıyor. Gözlerim, gözlerin…
Bilmiyorum ne zaman sonra kendime geliyorum, karanlık bir odadayım dışardan sesler geliyor. Ağlayanlar, bağıranlar, öfkelerini duvarlardan alanlar… Hepsi burada bu kapının ardında…
Bedenimi hissetmiyorum. Duyuyorum ama konuşamıyorum. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum seni orda bıraktığımdan beri. Sanki şimdi kapıyı açıp gireceksin alnımdan öpeceksin. Bilirsin en çok alnımdan öpülmesini severim.
Sanki "Artık muayenemiz bitti, iğnelerimizi yaptırdık hadi gidelim" diyeceksin.Ne çok korkardım iğneden bilirsin. Her ay işkence gibi gelirdi o iğneleri yaptırmak. Şimdi ya şimdi yüreğime saplıyorlar onları.
Kapıdaki sesler daha çok güçleniyor. Kapı açılıyor. Yüzlerini göremediğim insanlar doluşuyor odaya. Ağlayanlar ve güçlü bir gürültü var. Ağlamalarından, seslerinden tanıyorum onları. Beni ağlama duvarı yapıyorlar, bana kinlerini, öfkelerini kusuyorlar
Sesim çıkmıyor bir tanem avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum, ağlamak istiyorum. Siz yaptınız siz öldürdünüz demek istiyorum. Bin yıllık saçma inançlarınızla, öfkelerinizle siz öldürdünüz bizi demek istiyorum. Şimdi alın o saçma fikirlerinizi de gidin demek istiyorum. sesim çıkmıyor, bağıramıyorum.
İçimdeki bütün her şeyi kusmak istiyorum. Midem bulanıyor o gecedeki kanı düşündükçe içim kalkıyor. Karşımda yüzün duruyor benden başka kimse görmüyor seni o kadar temiz o kadar berrak ki yüzün o gece görmek için yüzündeki kanları sildiğim bu yüz değil sanki.
Gitme canım ne olur gitme korkma seni kimse görmüyor benden başka.
Oda da sesler yükseliyor. Gözlerim kapanıyor yine gözlerim ağırlaşıyor. Ne olur gitme kimse seni görmüyor kimse bizi ayıramayacak gitme… Yüzün, gözlerim…
Derin bir sessizlik sonrası…
Dilber Korur
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
[Henüz Oylanmamış] 0 Kahveci oy vermiş. |
|
Yazdırmak için tıklayınız.
|
YİTİP GİDEN BİR AŞKIN ANATOMİSİ
O'na o kadar hayransınızdır ki attığı her adım kahramanlık taşır, duruşu karizmatiktir ve artık başka bir erkek cezbetmez sizi. Zaten o anda "Başka bir erkek mi o da ne?" kıvamında geçer günleriniz… Dünyanız artık tek bir Marslıdan ibarettir çünkü.
Kıyafetiniz değişir önce… Duruşunuz, bakışınız hatta gülüşünüz… Heyecandan yemek yenmez olur. Hayalleriniz hep ona dairdir. Geleceğiniz de artık onun seçimleridir neredeyse. Sizi siz yapan ne varsa gider, yerine "…" gibi olmak gelir… Ansızın… Aniden…
Nedir bu?
Aşk… Sadece üç harfle yazılan, ama bittiğinde tüm dünyanızı kökünden sarsabilen, hiç olmayacak, hiç yapamayacağınız şeyleri "kendi isteğinizle" yaptıran bir büyü… Büyülerin en kuvvetlisi, en sarsıcısı…
Ve evet bir gün gelir artık büyü işlemez olur ya da artık büyülenmeme zamanıdır.
Ve evet büyü kendine yeni birilerini bulmuştur çoktan; gözlerini kör edip büyülemek için...
Oysa sizde durum farklıdır. Ayrılık kapınızı çalmıştır ve siz onu geri çeviremeyip misafir etmişsinizdir. Vakit "uyanma" vaktidir. Dünyaya dönersiniz, en önemlisi de kendinize ve sevdiklerinizedir bu dönüş.
Zaman geçtikçe, siz yavaş yavaş özünüze dönersiniz… Daha özgürsünüzdür, daha mutlusunuzdur ya da daha mutsuz. Ama ne olursa olsun, o varken yapılamayan şeyleri yapabilmenin hazzı vardır sizde. Bu da bir sarhoşluktur. Tebessümle kabul eder ve bu geçit töreninde onun da geçip gitmesini seyredersiniz.
Ne olur sonra?
Aradan zaman geçer ve tekrar onunla karşılaşırsınız. Yaralar kapanmış, duygular yok olmuştur. Ona baktığınızda fark edersiniz ki siz varken istemediğiniz ne varsa var şu an onda. Kendinize bakarsınız onun da istemediği ne varsa vardır sizde. Sonra uzaktan durup bakarsınız… "Uyanıkken" baktığınızda onun aslında hiç çekilmez olduğunu görürsünüz!
Oysa onun için dünyayı yıkan siz değil miydiniz? İşte o zaman anlarsınız ki; siz aslında Özünüze zulmetmişinizdir. Adına aşk dediğiniz masum bir kafes yapmış ve asla uymayacak ve olmayacak iki dünyayı bir arada tutup kilitlemeye çalışmışsınızdır.
Oysa gerçek aşkta ve sevgide koşulsuz sevgi ve özgürlük vardır sizin asla bilmediğiniz.
Kadere karşı mücadele etmiş ve yorgun düşmüşsünüzdür. Belki de sadece kaderle savaşmamış kendi özünüze de meydan okumuşsunuzdur cahilce.
Oysa kader sizden daha tecrübeli ve daha merhametlidir size karşı. Bu zulme dur demeyi kendine görev bilir ve sizi derin uykudan uyandırır.
Oysa öğrenecek daha çok şey vardır; tıpkı onu anmaktan mideniz bulandığı halde bu yazıyı size onun verdiği duyguyla yazmış olduğunuzu bilmek gibi.
İşte hayat bu kadar ironik değil mi?
Ceyda Emel Nas
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Teninin Kokusuna Hasretim
Hayatım boyunca tek bir adamla, tek bir şarkıyla ve tek bir hikayeyle yaşadım. Geçen zaman, birer birer evlenen arkadaşlar, kucağıma alıp sevdiğim yeğenler, yanımdan geçip giden adamlar... Hiçbirinin önemi yok. Ve hiçbiri taşıdığım sır kadar büyük değil.
Yaza yeni giriyorduk. Ben bilindik bir hayat sürüyordum. İşten eve evden işe... Bazen o küçük kasabaya tatile giderdim, anıları unutmamak için. Her birini tekrar yaşamak acı vermedi hiçbir zaman. Çünkü onlar sorgusuz sualsiz yeniden yaşamak isteyeceğim şeyler oldu hep... Ve hiçbir şeyin onlardan daha fazla önem kazanmasına müsaade etmedim...
Olabilirdi belki; ama ben istemedim...
Odaya girdiğimde ne yapacağımı bilemedim, onu görmeyeli seneler olmuştu. Kaçıp gittiğimiz yıllar, nasıl da yer etmişti yüzümüzde.
Usulca yanına oturdum. Yanağındaki çizgilere baktım. Kimse seni bu kadar beklemezdi dedim biraz sitemli...
Sen beklerdin ama...
Ben kimse değilim ki...
Yıllar sonra olan bu tek günlük görüşmede, geçip giden yılları, eşiyle olan evliliğini, kızını ve oğlunu anlattı. Benim anlatacak tek bir hikayem vardı. O da tam karşımdaydı... Ona onu anlatabilirdim bir tek. Bazı yıllar yine buraya gelip, onu unutmamak için verdiğim çabaları, mutlu olması için dua ettiğim geceleri belki yapabilirim diye başladığım ama ikinci görüşmede bırakıp gittiğim insanları... Kendime hiçbir zaman başlama imkanı vermediğimi... Ondan sonra aynada gördüğüm yüze mutluluğu yakıştıramadığımı anlatabilirdim belki...
Belki hiçbirini anlatmayabilir sadece onu yaşayabilirdim... Sakladığım anılara bir tane daha ekleyebilmek için.
Başımı göğsüne koyup ağladığımda, kokuları saklayabilmeyi çok istedim. Çünkü anıları hatırladığımda, yapamadığım tek şey onun kokusunu anımsamaktı... İçime içime çektim; bir daha çekemeyeceğimi biliyordum, onu bir daha göremeyeceğimi. Yarın aynı saatlerde benim işte olacağımı, onun belki de eşiyle telefonda konuşacağını, akşama eve ekmek alıp gideceğini biliyordum...
Biliyordum...
Baba dün niye eve gelmedin dediğinde, kızına sen kocaman bir kız olup büyüdüğünde söz anlatacağım kızım deyip beni anlatacağını da biliyordum... Masallarda kalmış bir peri gibi...
Sorgulanacak o kadar çok şey vardı ki... Nereden başlayabilir ki insan böyle bir durumda. Tek bir günü, bir daha yaşanmayacak tek bir günü sorgularla geçirmek acı vermeyecek miydi bana? Zaten soruların cevaplarını önemsemiyordum ki artık. Önemseseydim o gün gider miydim onu görmeye... Önemseseydim, onunla olur muydum?
Banyodan çıktığımda parmağındaki yüzüğü televizyonun kenarına bıraktığını gördüm... Boğazıma takıldı bir şey. Tüm gün boyunca, bana sarılırken belki de sadece benim olmak istiyordu; ama başımı her kaldırıp yüzüğe baktığımda sanki eşi oradan hep bizi izliyordu...
Bu yüzden diğer yaşadıklarımda olduğu gibi, bütün mutluluklarımı içimde hep bir acıyla yaşadım ben...
O gün hiçbir şey anlatmadım ona. Onu dinledim. Kızının, oğlunun fotoğraflarını getirmişti görmem için. Bir fotoğrafta eşi de vardı. Özür dilerim ben ayırmıştım; ama bu gözden kaçmış dedi.
Rahatsız olmamıştım aslında. Müsaade edersen bunu almak istiyorum...
Yapma dedi.
Hayır, hayır. Sorun değil, ben sizi böyle hatırlamak istiyorum deyip almıştım...
Babasını kaybettiği yılı anlatırken, ağladı. Eşinin ona o günlerde nasıl destek olduğundan bahsetti. Çocuklarının babasız kalmasını istemiyordu hiç... Babasını kaybetmek onu o kadar çok yaralamıştı ki korkuyordu... Erken ölüp çocuklarını bırakmaktan çok korkuyordu...
Dinledim... Hiçbir şey demeden, yüzümde konuşmamasını sağlayacak hiçbir iz bırakmadan dinledim... Çünkü ben hayatım boyunca onu mutlu eden o kadına minnettardım...
O gün oraya nasıl gitmiştim, beni arayıp konuştuğunda nasıl cevap vermiştim... Evli bir adamla tek bir gün... Bunu nasıl yapabilmiştim ya da o bunu benden nasıl isteyebilmişti bilmiyorum... Sorgulanacak o kadar çok şey vardı ki...
Bir yerden başlamak istemedim hiç...
O buluşmanın üstünden yıllar geçti. Tek bir adamla, tek bir şarkıyla, tek bir hikayeyle yaşamaya devam ediyorum ben... Hala kokuları saklayabilen bir şey çıkmadı... Teknoloji o kadar gelişmedi daha. Bütün anıları yaşatıyorum; ama kokular eksik... Çalıştığım yerde masa başında çerçevede bir fotoğraf duruyor hep... Soruyorlar...
Uzaklarda yaşayan ailem diyorum... Gözlerim uzaklara düşüyor, seni ve aileni anımsıyorum...
O gün, yanındayken uzaklardan gelen şarkıyı saklıyorum bir de... Başımı göğsüne koyup ağlayarak dinlediğimiz şarkıyı.
Biliyorum sen de saklıyorsun, kızına sakladığın masalı anlatacağın gün o şarkıyı da arşivine eklemesini, hep bu masalı hatırlamasını isteyeceğini de biliyorum...
Biliyorum...
O küçük kasabada, aynı odadayım... Yüzüğünün durduğu televizyonun yeri değişmemiş hala... Uzaklarda o şarkı çalmıyor...Ama yanımda getirdim...
Ev sahibi elimdeki plağı görünce seni hatırladı... Ama o kadının ben olduğumu bilmeyerek anlattı...
Yıllar önce bir adam geldi buraya. Onun için çok önemli, çok güzel, çok tatlı bir bayanın geleceğini söyledi. Tüm gün boyunca başka bir odada bu şarkıyı çalabilir misiniz, beni hep bu şarkıyla anımsamasını istiyorum... Çünkü bu onu son görüşüm olacak demişti...
Odada çalabilirsiniz dedim ben de ona...
Hayır, hayır ötelerden gelmeli bu şarkı çünkü ben onun için hep ötelerde olacağım dediğinde ben de kabul etmiştim...
Niye ağlıyorsunuz diye sordu.
O kadın olduğumu söylemedim ona. Galiba adam çok seviyordu, duygulandım dedim...
Ah evet çok seviyordu diye bitirdi konuşmasını...
Şimdi istediğim tek bir şey var. Ömrümün sonunu burada, bu odada geçirmek...
Şarkıyı başlatıyorum, biz yaşıyoruz... Başka bir alemde anılarımız yaşıyor...
Başımı yastığa koyarken, bir zarf buluyorum... Onun yazısı... Ellerim titreyerek açıyorum.
''Geleceğini biliyordum... Gündüzden sonra nasılki gece, geceden sonra nasılki gündüz gelirse... İşte o eminlikte bir gün senin de buraya yaşamaya geleceğini biliyordum...
Kim bilir? Belki de bildiklerinde bu kadar emin olmak, hiçbir kuşkuya yer vermeden sevmek bizi hala bir arada tutuyor... Çok uzaklarda olsak bile.
Sen bu mektubu okurken, ben kim bilir nerede olacağım? Ama emin olmanı istediğim tek bir şey var. Nereye gidersem, sen hep orada bekleyip karşılıyorsun beni... Gittiğim şehirlerin, baktığım yüzlerin hepsinde biraz sen varsın...
Kokuları saklayamadığın için çok üzüldüğünü biliyorum... Benim de üzüldüğümü bilmeni isterim. Teninin kokusuna hasret yaşamakla sınandım ben...Bazen rüzgarla gelirdi kokun. O kadar kısa olurdu ki Tanrı'ya bunun için bile şükrederdim.
Beni beklemediğini biliyorum... Bütün bunlar beklediğin için değil, beni yaşamak istediğin için böyle oldu bunu da biliyorum... Sen sadece beni yaşamak istedin... Ben olmadan benimle yaşamak...
O günden sonra o evi aldım... Seni karşılayan ev sahibi seni biliyordu, senin kendini saklayacağını bu yüzden seni bilmiyormuş gibi anlatmasını ben istedim. Aslında o ev o günden sonra sadece seni bekliyordu...
Sevgilim... Hasretim...
Kim bilir başka bir yerde, yeni bir şans verdiklerinde bize buluşuruz belki... Hem belki orada kokuları da saklayabiliriz değil mi?..
Ben hep bu umutla yaşıyorum...
Kendine iyi bak...''
Gözyaşlarımı siliyorum...Belki şimdi sen, başını eşinin göğsüne koymuş, mutlu oluyorsun... Bunu hayal etmek canımı yakmıyor, senin mutluluğunla mutlu oluyorum çünkü ben.
Mutlu ol sevgilim... Mutlu ol!...
Bu akşam çok efkarlıyım
Kalbim neden kan ağlıyor
Bunu bir bilsen sevgilim
Güneş solgun gündüz gece
İçimde sen bir bilmece
Izdırabı heceliyor
Sensiz yalnız, sensiz içim
Gözyaşlarım yağmur gibi
Yanağımı ıslatıyor
...
tanju okan / hasretim
Çağla Gökdeniz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
Suç Ve Ceza
Sevmek nedir?
Uzanıp boylu boyuna ona dokunmadan kalabilmek mi?
Yoksa rüyalarında sevişip gerçekte hiç sevmemek mi?
Sevmek nedir?
Gün boyu hayal edip karşısında titremek mi?
Aklına bile gelmez iken yirmi dört saati onunla bitirmek mi?
Hislere tutsak olup sana doğru essem
Bırakmazlar bizi sen suç onlar cezadır inci tanem
Kapıldım rüzgarına dönemiyorum geri
Güzel ama manasız bir sözün şifalı zemzem gibi
Sevmek nedir?
Alakadar olduğu konuyu onun için sohebte açmak mı?
Uzakta kalıp tek başına gözyaşıını içine akıtmak mı?
Sevmek nedir?
Sevgiliye benzeyen fahişelerle geceyi gün etmek mi?
Hiç kimsede sevgili göremeyip erişememeye alışabilmek mi?
Ay ışığı vurduğu an odama
Güneşe özendiğini ancak bu işi iyi becerdiğini düşünürüm
Sinemde hazin bir son ,bahar dolu bir başlangıçla
Yürüdüğün yol ve seni paylaşmanın zorluğu ile ölürüm
Sevmek nedir?
Hiç olmayan birine bel bağlayıp delirmek mi?
Aslında var olanın seni ele geçirmesine izin vermek mi?
Sevmek nedir?
Üşüdüğünde ailevi bir sıcaklığı dostlada hissedebilmek mi?
Senin karanlıkta ve donarak Yaradana gitmeye razı gelebilmen mi?
Tuğba Şahin
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.18.4762 Released [2009 06/09] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.0.1 / 17 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|