|
|
|
Editör'den : İlerleme mi gerileme mi belli değil!.. |
Merhabalar,
Tayyip Bey'in işi zor. Mektup yazdı, cevabını aldı, çay içmeye de davet edildi ama nasıl davranacağı konusunda herhalde yalpalayıp durmakta. Tam, aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık hali. Herkesin aklında yer etmiş Dolmabahçe görüşmesine benzemesin diye önlem almak isteyen Bay Baykal'ın önerisi takdire şayan. Tayyip Bey kabul etse de etmese de sonuç problemlere gebe. Ama şurası bir gerçek ki, bu konuşmanın kayıt altına alınması biz sıradan vatandaşlar için çok yararlı olacak. Normal seyrinde giderse Tayyip Bey bugüne kadar söylemediği pekçok konuya açıklık getirmek zorunda kalacağından, bizler de kafasından geçenleri anlayabileceğiz. Keşke gerçekleşse, ilginç bir deneyim olacağı kesin.
...
Ermenistan'la imzalanan protokolün, sanılanın aksine, hızla Meclis'e getirileceği gündemde. Mecliste kabul edilmesine bağlı sürelerle ifade edilen sınırı açma, kurul oluşturma gibi işlemlerin hızla gerçekleşeceği de böylece ortaya çıktı. Yalnız bir garip durum söz konusu. Bir taraftan Meclis'e getirip görüşme ve oylama süreci başlatılıyor, diğer taraftan Tayyip Bey Azeri kardeşlerimize umut aşılamaya devam ediyor. Bizim pek önemsemediğimiz bir ayrıntıyı da apar topar Türkiye'ye gelen Azeri vekiller hatırlatıyor. Sarkisyan, "Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla" vari verdiği mesajda, "Sınırın açılması Azerbaycan'la olan sorunların çözülmesine yardımcı olur." diyor. Yani özetle, "Hele siz bir sınırı açın, Karabağ'ı daha sonra çözeriz." diyor. Protokol tasdikini hızla Meclis'e getirmeyi ama onaylamanın Karabağ sorunun çözümden sonra olacağını söyleyeduran AKP hükümetinin, Sarkisyan ve destekçilerinin dümen suyuna girip aynı telden çalmayacağını söylemek gitgide zorlaşıyor. Yaptıkları, yapabileceklerinin teminatı olan hükümetin, en pişkin tavrıyla protokolü onaylayıp, ardından "Biz Azeri kardeşlerimize kazık atmıyor, onlara en büyük yardımı yapıyoruz." demeyeceğini kim garanti edebilir?
...
Duydum ki yarın AB Türkiye ilerleme raporunu açıklayacakmış. Her zamanki gibi nabız yoklamak amacıyla afişe edilen maddeler pek ilginç. Ekonomi, demokratikleşme konusunda hükümete yıkama yağlama yapmayı ihmal etmedikleri gibi bir de yollarındaki engellerin kolay aşılması için zemin hazırlıyorlar. Düşünce özgürlüğünün önünde engel oluşturan kanunların arasına "Atatürk'ü Koruma Kanunu"nu da almış köftehorlar. Ataürk'le ilgili düşüncelerin yeterince açıklanamadığını öngörmüşler zahir. Kanun özetle ne diyor biliyorsunuzdur herhalde, Atatürk'e hakaret etmeyi, sövmeyi yasaklıyor, büst ve heykellerine saygı istiyor bu kanun. Bunu engel görenler herhalde Atatürk'e edilen küfürlerin yeterli olmadığını düşünüyorlar. Aslında kabahat onların değil, kabahat Atatürk'ün Türkiye için anlamını içte ve dışta kimselere anlatamayan bizlerde. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu Che'yi anarken Obama'ya Barış Ödülü! |
|
9 Ekim'de, bütün Dünya Che'nin ölümsüzlüğünü hatırlar. 2009'un 9 Ekim'i de aynı şekilde Che'yi hatırlatan etkinliklerle geçti. Che, yaşadığı dönemin koşullarında sömürenlerin ve egemen güçlerin kâbusu, bağımsızlık savaşı veren uluslarınsa destekçisi ve bayrağı oldu. Günümüzde de olanca hızıyla süren emek sermaye savaşlarında, antiemperyalist gösterilerde, dünyanın istisnasız her köşesinde onu görmek mümkün. 1965'de Afrika'daydı. Günümüzün, hâlâ en fazla sömürülen bölgelerinden biri olan bu kara kıtanın Kongo'sunda, ulusal bir hareket yürüten başkan Patrice Lumumba ve Afrika'lıların bağımsızlığı için savaştı. Vallegrande'de 39 yaşında öldürülürken, "Korkma, ateş et! Sadece bir insanı öldüreceksin" dediği son sözleri, katili astsubayın ateş ederken bile ondan korktuğunu gösteriyordu. Ölümünden önce, sonra, 1960'larda, 1970'lerde, Latin Amerika'nın her yerinde o vardı; Şili'nin, Santiago'nun sokaklarında gençler "No lo vamos a olvidar (Seni unutmayacağız)" diye bağırıyorlardı. Dünya'nın her yerinde direnişin, antiemperyalizmin, küreselleşme karşı hareketin ve "Üçüncü Dünya"nın olduğu her yerde "Che Yaşıyor". Che, dünyada kendisine "devrimci" diyen herkesi temsil ediyor. Onun temsil ettiği değerler milliyetçiliğe dayanan, "bölgesel" solculuğun çok ötesinde. "Che davranışı" ölümü göze alıp, başka topraklarda da, evrensel değerlerle savaşacak kadar da yüce bir yiğitlik göstermek anlamını taşıyor.
Tam şu anda, dünyamızda üç milyar insan, günde iki Amerikan Doları'nın altında gelirle yaşam savaşı verirken, bir başka köşedeki "imparatorluk" gücünü, "demokrasi havarisi" adı altında, hoyratça katletmek, sömürmek ve yok etmek için kullanıyor! Demek ki, Che'nin yıllar önce başladığı ve Bolivya'nın ormanlarında sonra eren yolculuğu boyunca eşitsizliği ortadan kaldırmak ve adalet için verdiği savaş hâlâ devam ediyor. Popüler kültür Che'yi tişörtlere, çay kupalarına sıkıştırmak istese de, o hapsedildiği yerlere dikkatle bakarsanız, gözlerindeki "heyecanı", "devrimciliğini" ve "savaşçılığını" sezersiniz!
Bir diğer taraftan bakıyorsunuz ki bu imparatorluğun başkanı aynı tarihte, 9 Ekim, "Barış Ödülü"ne layık görülüyor. Barış adına ne yaptığı 'belli' olan, iktidara gelir gelmez Pakistan'ın ve Afganistan'ın bombalanması emrini veren, Latin Amerika kıtası için hazırladığı 'saldırı planını' hayata geçirmeye koyulan, Honduras'taki demokrasi karşıtı ve 100 günün üzerinde bir süredir Honduras halkının protestolarına neden olan askeri darbenin perde arkasındaki organizatörü ülkenin başkanına Barış Ödülü!
Ne İroni Ama!
Cüneyt Göksu Cuneyt.Goksu@Gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Yıldız Sırma Kıyıda - Ve roman devam ediyor! |
|
Necla geldiğinde çayı koymuştum bile. Karşılıklı çaylarımızı içerken, yolunda gitmeyen evliliğinden ve kocasının hayatındaki diğer kadından bahsedip duruyordu. Bense, yönetmenin yaptığı bu önemli yorum farklarına yazarın neden tamam dediğini, üstelik bir de filmin anlatıcısı olduğunu anlamaya çalışıyordu. Ben bütün bunları düşünürken Necla'nın ağzı habire kıpırdayıp duruyordu. Bu kıpraşan ağzı, acaba ne diyor diye dinlemektense kendi düşüncelerime gömülmeyi tercih etmiştim. Arada kafamı sallıyor ya da bir kaşım havada yaa öyle mi diye sonu gelmeyen cümlelerinin arasına girip, onun biraz nefes olmasını sağladıktan sonra tekrar kendi bölgeme sıvışıyordum. Bir süredir sadece beynimin içinde bana ait bir alan yaratmıştım. Zamandan, mekandan, kişi ya da kişilerden uzak, serbestçe gezindiğim, hayaller kurduğum bir bölge. Hem Necla'nın beni dinlediği de yoktu zaten -hoş artık kimse kimseyi de pek dinlemiyordu ya- gazını almam için gelmişti herhalde.Tipik bir zaman çalıcıydı. Sonuçta anlattığı bütün o laf salatası beni gerçekten de ilgilendirmiyordu. Üstelik bir şeyi anlatmaya başladığında, taa dünyanın kuruluşuna kadar gidip de ' dünya bir toz bulutuydu" diye başlayan insanları çekilmez buluyordum. Balıkesir'den bir mahalle arkadaşım vardı, okulda başına gelen ilginç bir şeyi anlatmak için, olayın saatler evvelinden, o sabah evden çıkarken hangi ayakkabıyı giydiğinden başlayarak söze girerdi. Aman tanrım!
Eğer karşımda sadece içini döküp ucuza terapi yapmak için kafamı düdükleyen biri varsa, doğrusu bu numaraları da hak ediyordu. Geldiğinden beri nasılsın iyi misin dışında ilgi gösterir pek bir şey sormadan habire özel hayatını anlatıp durmuştu. En kısa sürede bu dangalakları hayatımdan temizlemeliyim diye düşündüm sigaramı yakarken.
"Ama biliyorum ne yapacağımı, dünyayı dar edeceğim ona!"
Neler saçmalıyordu yine? Ha, evet, şu kendisini boynuzlayan kocası...Hımm
Kulaklarımda Necla'in bir alçalıp bir yükselen sesi, zaten bir elin parmaklarını geçmeyen arkadaşlarım arasında, şu veya ne nedenle isimlerini üzerini çizmeye kalkarsam sonunda elimde kimlerin kalacağını düşündüm bir an. Cevabım pek de iç açıcı değildi. Bu düşünce beni biraz rahatsız etti ve dolayısıyla cümlesinin ortasında bir yerden Necla'yı yakalamayı başardım. Ayrıntılara fazla girmezsem, 'e biraz önce anlatmıştım ya sen de beni hiç dinlemiyorsun' lafıyla da muhatap olmazdım sanırım.
Üstelik, iç ve dış sesimin sürekli konuştuğuna bakılırsa, belki zamanın birinde, ya da en kötüsü hala, ben de birilerinin kafasını şişirmişimdir kimbilir? Hatırlamıyordum. Hafızamızın her şeyi saklamaması ne güzeldi!
Ayrıca neden özel hayatımızın dışında da bir dünya olduğunu ve bu dünyayla ilgilendiğimizi gösterir sohbetler kurmakta zorlanıyoruz? Ona hiç Bertolucci filmi izleyip izlemediğini ya da Ruanda'daki kabile savaşlarında binlerce insanının öldüğünü bilip bilmediğini, satınaldığımız her şeyin vergisini ödediğimiz halde neden bir de gelir vergisi ödediğimizi, hatta verginin vergisini ödediğimizi?…Anlayamadığımı…Neyse bunlardan geçtim, bugün cumartesiydi, özel sorunları yerine, magazin haberlerini bile tercih edebilirdim. Tabii ya, memleketin her an ekranlarda yer alan ünlüsünün artık profesyonel yardıma ihtiyacı varken -zira kendisini sıklıkla ulu bir şahıs hatta ermiş hatta peygamber sanıyordu- buna rağmen nasıl oluyor da bu kadar hayranı olabiliyordu? Sahi sen de seviyor musun onu? diye ara sorularla da süsleyerek konuşmak, dizi filmlerden bahsetmek, falanca firmanın çıkardığı yeni cikolatalı gofreti deneyip denemediği sormak, yani işte mümkünse kelebek hafifliğinde bir sohbet yapmak isterdim.
Hani şu batının light chat dediği türden bir muhabet? Olamaz mıydı Necla? Hem kendine de biraz ara vermiş olurdun böylece?
Konuşurken yaptığı el kol hareketlerini takip edemiyordum artık. Ojesinin yarısı silinmiş, manikürsüz tırnaklarına ilişti gözüm. Yağlı saçlarını gelişigüzel tepede topuz yapmış - bazı kadınlar bu tür topuzun onları daha da hoş göstereceğini düşünürler ama elektiriğe tutulmuş izlenimi veren saçlarda çok çirkin olduğunu söylemeliyim- zemin makyajını yapmadan lekeli yüzüne doğrudan allık ve ruj sürmüştü. Diğer zamanlarda nasıldı bilmiyorum, ama bugün için çekicilik abidesi sayılmazdı doğrusu. Sonra kendime baktım, üzerimde eşofmanlarla ben de ondan pek geri kalmıyordum ama, benim haftasonu için ev kıyafetim çoğunlukla buydu. Necla ise, bütün bu düşündüklerimden bihaber, 'o kadının' onu telefonla aradığını ve kocasıyla nasıl çatır çatır seviştiğini söylediğini anlatıyordu.
Anam dışarı çıkıyorsun, üstüne başına baksaydın biraz ya…Ama evlenmeden önce daha bakımlı olduğunu hatırlıyordum. Evlenince, dönüşüme uğruyordu bunlar.
"Peki ne yapmayı düşünüyorsun?"
Laf olsun diye sorduğum bir şeydi. Cevap olarak tonlarca şey söyleceğinden emindim. Hoş böyle bir durumda ne yazık ki yapılacak tonlarca şey olmuyordu be güzelim demek isterdim ona ama kısa kesip bir an önce topuklaması için, çoğunlukla susuyordum.
"Kocamı o kaltağa kaptırır mıyım, görecek gününü, çocukları da nah görür bir daha!" dedi gözünde kırmızı harelerle.
İtiraf edeyim, eğlenceli olmaya başlamıştı. Kuru sıkı attığına bakılırsa, kendine güveni yerlerde sürünüyor olmalıydı.
" Ben olsam beni aldattığı aşikar bir koca için savaşmazdım bile, bir akşam geldiğinde çoktan gittiğimi, ya da kendi eşyalarını kapının dışına dertop edip bırakmış olduğumu görürdü herhalde," dedim tepkisini merak ederek.
Şaşkınlıkla yüzüme bakıyordu. "Ne kadar rahat ve genişsin var yaa!"
"Sen de ne kadar darsın," dedim alayla. Neşemi saklayamamış gülmeye başlamıştım.
"Sana kocam beni aldatıyor diyorum gülüyorsun Derya, çok mu hoşuna gitti?"
Evet dedim, hoşuma gitti. Dışımdan değil tabii, içimden!
Oysa söylediğim şeyde samimiydim aslında. Sadece çocuklu olma durumunu atlamıştım. Malum, çocuk varsa, sırf onun mutluluğu, sağlıklı gelişimi için -yoksa yalnız yaşanamadığı, kocası boşamış durumuna düşmüş olunacağı ya da ekonomik güçlüklerle savaşılamadığı için değil- boşanılmazdı öyle hemen. Kolaydı sanki!
Bir süredir, pek çok seyi savaşmaya değer görmediğim, yeni ve buzdan bir gezengende yaşadığım için, içimden Necla'e bir tokat atıp, siktir git artık ve şu lanet haftasonunun kalanını kurtarayım bari demek geliyordu. Git ve çürümeye başlamış evliliğinin sıradanlığını da yanında götür! Sanki aldatılan ilk ve de tek kadın kendiymiş gibi!
Bunların yerine, kollarımı iki yana açarak esnedim. Sıkıldığımı görmüyor muydu?
Vücut dili için illa kitaplar mı okumak gerekiyordu?
Esneminin üzerine yaklaşık iki saat daha süren bir monologdan sonra, nihayet gitmeye karar verdiğinde saat yedi olmuştu bile.
Oda Necla'nın bulanık enerjisi ve benim sigaram yüzünden çekilmez hale gelmişti. Pencereyi açıp derin bir nefes aldım. Dışarıda, göğün ve yeryüzünün arasında ne varsa, her şey, sonbaharın serin havasına teslim olmuş gibiydi.
Odaya döndüm tekrar. O günkü televizyon programlarına baktım. İşe yarar bir şey görünmüyordu. Hem zaten böylesi bir beyin mıncıklamasından sonra, bu kafayla ne izleyebilirdim ki artık? Biraz uyumak için kanepeye uzandım. Günün bu saatinde ve aslında yaşamımın geri kalanında, ne yapacak ne de düşünecek bir şeyim vardı. Bomboş bir cumartesinin yarısı anlamsızca harcanmıştı. Piç olan günü, uykuyla sonlardırmakta bir sakınca görmüyordum. Eşofmanlarımı dahi çıkarmadan, üzerimde bir battaniye, televizyonda dolgu maddesi programlardan birini seyrederek uyuyacaktım. Açık kalan pencereyi kapatıp, kanapeye yığıldım, oh uykunun sıcak kucağı, iyi ki vardın!
Yıldız Sırma
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
''ŞAR''
Bu hece beni yıllar öncesine taşıdı. Diyarbakır'da ŞARabıhalil denilen, gül yapraklarından yapılan bir çeşit şerbetin tadını hala unutamadım. ŞAR ŞAR yağan yağmurdan kaçıp sığındığımız barakanın yanından akan derenin seslerinin kulağımda bıraktığı çağıltı hiç geçmedi.
Yurdumun ŞAR-larında (Kentlerinde)daha nice ömür boyu damağınızdan gitmeyen lezzetlerin posaları kalmıştır. Babaannemin İzmir'de öğrendiği ŞARaşura'nın(Domatesli , soğanlı pirinç lapası )sofraya gelmesiyle bitmesi bir olurdu.
Hadi gelin azıcık ŞARdan olup bir iki laf edelim. İnan olsun gevezelik en iyi terapidir. :
Yaşlıca, ancak kadınların yaşlanabileceği kadar yaşlı bir hanıma bir türlü teşhis konulamiyor. Kadıncağız yirmi sekiz gündür hastahanede yatmakta ve hiç bir sonuç yok.
Belki dikkatinizi çekmistir, üniversite hastahanelerinde garip bir hiyerarşi vardir. Prof. basta, arkasında Doç'lar, sonrasında başasistanlar ve bir iki parlak ögrenci üçgen düzende vizitlere uçarak giderler. Yine böyle birgün ve tüm kadro hastanin başında.
Prof sorar:
- Radyolojik tetkikler ?
Hemen filmler ışıklı panoya yerleştirilir.
Sert ve kararlı bir ses:
- EKG ?
Derhal Trase hocanın önüne serilir,
- Eforlusu ?
O da hemen açılır hocanın önüne.
- Laboratuvar tetkikleri?
Her şey önceden hazırlanmıştır.
- Elektroansefalografi ?
- Buyrun hocam.
- Emar ?
Dışarıda çektirilmiş(!) Emar da konulur büyük patronun önüne.
- Sintigrafi? Anjiyo?. . . derken büyük şef sorar:
- Scan oldu mu ?
Kadından gelen cılız bir ses :
Bi onu yapmadılar !
(Buradaki Scan -birleştirip taradınız mı manasında olup, benim gariban nenem nereden bilsin!)
Rahmetli Aziz Nesin'in ''Yaşar ne Yaşar ne yaşamaz''yapıtının önsözünde bakınız ne diyor:''Eğer mizahi bir yazı yazarken ;acaba ayıp mı kaçar diye düşünürseniz siz en iyisi bu türde yazı yazmayınız. . ''
Ben yukarıdaki tespite şunu ilave edeyim:ŞARgadan(Yaramaz , kavgacı)olmamak gerektiği gibi;ŞARıkmakda olmamalı. Yanikine şımarık-densiz davranmakta yakışıksız kaçar, zira edebiyat edepten gelir, nezaket ve nezih olmalıdır.
ŞAR hecesinden söz açılınca ŞARkılardan bahsetmemek olurmu hiç. Not defterime yazıp geçiverdiğim Kadir Bıyıklı isimli bir şairin şu dizelerindeki anlam yükünün ağırlığını hissedin : ''Ve
Kime yazıldığını bilmediğim ŞARkıların içinde
daha çok seviyorum seni ''
Şu şarkıların hayatınızda bıraktığı izleri silebilirmisiniz?
- ''Bir şarkısın sen ömür boyu sürecek''
- ''Şarkılar seni söyler dillerde nağme adın''
- ''Ah , bu şarkıların gözü kör olsun''
Hele bu şarkıda ki nakarat, içinizi burkmuyor mu?6/5 vezinle aşkı ve sevdayı bu kadar derinden dizelere döken şaire -bestekara selam olsun, mekanı cennet olsun. . :
''Çoktan unuturdum seni çoktan
Ah! Bu şarkıların gözü kör olsun.
Aklımda kalmazdı yüzün ellerin
Ah! Bu şarkıların gözü kör olsun ''
Evet Ağabey , beni de bu ŞARkılar mafetti-Mahf-ı perişan eyledi. Tanrıya şükür, Zeki Mürenin Beklenen ŞARkısı benim için gerçek oldu:Benden evvel başkası O'nu görmedi, benden evvel başkası O'nu görüp sevmedi. . Oh be!İçimde taşımadım deyiverdim işte. Duyan duysun , duyanlar duymayanlara duyursun.
Arkadaş ben yaşlı başlı bir adamım , bu denli duygusallığı bir tarafa bırak;zaten ŞARjım da bitti. ŞARlatanlardan bahsetmeyeceğim, Ne ise ne! Onlar ŞARt şurt tanımazlar, ol sebeple yazımı tadında bırakayım, Sevgili Editörümüzün aksine iki adm değil, kaç adım öne çıkarsanız çıkın.
Beltan Göksel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
Gök Ve Toprak
Simanı kaldırdığında yukarı doğru ne kadar uzak gökyüzü
Ve bastığın toprak ne kadarda yakın
Adımlarını atarken korkarsın
Acaba imkansız mı yanması gök ve toprağın
Aşk varsa havada yas tutar bağrın
Gül soluyorsa günbegün sebebi vefasız yavuklu
Ayakların yerden kesildiği an karşında bir yarin durmasından
Dile bir türkü tutuştuysa imkansızlığın tutkusundan ve umutların coşkusundan
Gökyüzü o kadar kusursuz ve berrak
Sümbül,lale,gül yahut zambak toprağımın peşini bırak
Siz de olamazdınız güneşe dert anlatırken ağlamazsam bağrım yanarak
Onun istediği aracılığınızla bana ulaşmak
Yoksa niye sanırsınız bu haliniz pek bir sarımtrak
Hadi bırakın bu yar ne yakın ne de uzak
Beni çeken gizem yanı asidarlığı tuzak
Elime alsam kağıt kalem
Zor ve imkansız ötesinde yerle bir olacak beyaz bir yaprak
Bana sorarsanız kavuşabilirdi gök ve toprak
Tuğba Şahin
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.18.4762 Released [2009 06/09] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.0.1 / 17 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|