Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 8 Sayı: 1.684

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 16 Ekim 2009 - Fincanın İçindekiler


  • AYINTAB BANA BİR VARAK AVAZLASANA -2 ... Seyfullah Çalışkan
  • HALİKARNAS BALIKÇISI'NI ANARKEN ... Hamdi Topçuoğlu
  • Name-ül Şey ... Ahmet Şeşen
  • EZAN SUSMAZ BAYRAK İNMEZ! ... Erkan Sezgin


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Bol Bul Bulmacalar, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : İcraatin içinden misiniz?!..


    Merhabalar,

    İçimiz dışımız bir tuhaf bu sıralar. İçimizi soğutalım diye dışımıza yükleniyoruz haldır haldır. Kimilerine göre, yaklaşan seçimlerin habercisiymiş tüm olanlar. Ermeni protokolüyle kızdırılan iç saha seyircilerinin yüreği İsrail'i tukaka ilan ederek soğutulmaya çalışılıyor sanki. "One minute" le başlayan sürecin son geldiği nokta, İsrail'in herzaman katıldığı bir tatbikata Türkiye tarafından davet edilmemesi. İnce ayar, kulak çekme gibi yorumlayanlar var durumu. Bir de Dubai televizyonuna seçim nutku atan başbakanımız var elbette. Halk istemişmiş. Kime sordun? Halk dediğin kim? Bunca silah anlaşmasını yaparken benim bir kıymetim yoktu da, sen dayılanmaya karar verdiğinde mi aklına geldim? Türk dış siyasetinin en başarılı tarafı da böylece Tayyip Bey'in Kasımpaşalı hışmına uğramış oluyor. Öyle ya, bunca yıldır büyük başarıyla paralel yürütülen Arap ülkeleri ve İsrail ilşkileri, olası yakın seçime kurban ediliyor göz göre göre. Sorun elbette Araplara şirin görünmek değil. Maksat seçmenin gönlü olsun, olabiliyorsa da sandıklar dolsun. haydi hayırlısı.

    Dışımızda güller açtıran, yanaklarımızı gamze gamze yapan bir başka haber de AB'den geldi. AB İlerleme raporu mu, Tayyip Bey'in "icraatin içinden" metni mi ayırdetmek zor. Maaşallah, "AKP eylerse güzel eyler, gerisi yalan eyler." vari bir ilerleme raporu. Atatürk'ü koruma kanununu bile düşünce özgürlüğüne darbe görmüşler, sağolsunlar varolsunlar ama bizden ırak olsunlar.

    ...

    3G'lileştiremediklerimizden misiniz? Öyleyseniz en rahatı sizsiniz. Boşuna deneyip sinirlerinizi bozmayın. Sakin olun, EDGE falan idare edin. Bir kere hepimizi alt yapının tamam olduğuna inandırdılar. Ama kişisel deneyimlerim tam aksini söylüyor inceden inceden. Evimle işyerimin arası yürüyerek 10, arabayla 5 dakika. İstanbul'un Asya tarafındaki en işlek caddelerinden birinin üzerindeyim. Evde 3G çeken telefonum işyerine geldi mi susuyor. İşin kötüsü hepten ölmediği için bir alt kademeye de otomatik olarak geçmiyor ve can çekişen 3G ile aşk yaşamaya devam ediyor ama telefon sisteme bağlılığını kaybediyor. Bu arada arayanlar da mesaj bırakıp beni anıyorlar. Durumu anlayana kadar geçen sürede az küfür işitmedim. Şimdi 3G'yi iptal edip annemin ligine döndüm. GPRS, EDGE idare ediyorum. Belki telefonu değiştirsem problem hallolacak ama pire için yorgan yakmaya da hiç niyetim yok. Sizin de başınıza gelebilir dikkatli olun. 3G hizmeti alıyorsanız bile, interneti kullanmadığınız zamanlarda bant seçimini otomatik yapmasını engelleyin, varsın eski usul bağlansın. Hiç olmazsa telefonunuz herdaim kesintisiz hizmetinizde olsun. Herkese iyi bir hafta sonu diliyorum. Esenkalın.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      AYINTAB BANA BİR VARAK AVAZLASANA -2

    Otobüs terminalinde yaklaşık bir saat minibüslerin sefere çıkmalarını bekledim. Beni kusar gibi bu yabancı kente atıp giden otobüs geride kalan yolcularıyla çekip Urfa'ya gitti. On dört yaşımdan beri hep bir yerlere gidiyorum. Göçmenlik alnımıza mı yazılmış ne? Belki de onlarca kez yaşadım bu sahneyi. Uykusuzum, yorgunum, çişim var ve valizlerimi bırakıp tuvalete gitmek istemiyorum. Duygularım da bedensel tepkilerimi izliyor. Birisi zır dese yağmur gibi boşanacağım. Hemen, şimdi, evimde olmak istiyorum. Kendi yatağımda dipsiz, derin bir uykuya dalmayı...

    Otobüs terminali gün ağardıkça kalabalıklaşmaya başladı. Her gelen otobüs onlarca yolcu bırakıp gidiyordu. Şalvarlı ve kalın bıyıklı esmer erkekler, allı pulu elbiseleriyle genç kadınlar sabahın ilk görüntülerinin baş köşesine oturdular. Yanlarında her zaman birkaç tane de küçük çocuk oluyordu. Ve ışıltılı elbiseli gelinlerin kucağında… Benim kıyafetimden bile bu kentte yabancı olduğumu anlamak mümkündü. Benim gibi minibüsleri bekleyen çok sayıda insan vardı. Küçük çocukların bazıları otobüslerden indirilen yüklerin üzerinde uyuyordu. Ağlayanlar, ekmek, su isteyenler, uykusunu alamadığı için sürekli mızmızlananlar da vardı. Taksiciler onlara hiç musallat olmadılar.

    Saat altıya birkaç dakika kala valizlerimi alıp garajın yanındaki minibüs durağına yürüdüm. Minibüsün yarısı yolcu, öteki yarısı da valizler ve yolcu yükleriyle doluydu. Uykulu gözlerle yolcu kapmaya çalışan şoför arka kapıyı açtı. Bir genç kız ve oğlan arka dörtlü koltukta oturuyordu. Öylesine bitkindiler ki gözleri açık tutmakta zorlanıyorlardı. Valizlerini kaybetmekten korkmasalar belki de hemen oracıkta uyuyuvereceklerdi. Minibüs hoplaya zıplaya şehre doğru yaklaşırken ben de radyodan ilk barak havasını duymuş oldum.

    aman da seni seven de sevmesini bilmemiş
    n'ediim*, ammaaan, ammmaaan, ammmannn, amaaann....
    seni seven de gene sevmesini bilmemiş
    çok ağlatmış da gözyaşını silmemiş, yar yaar
    aaaahhh, aman eller ne derse desin deeee
    benim bu gönlüm ölmemiş, ölmemiş yar yar
    aman ne çare, ne çara,ne çara ne çara,
    aman sen güzelsin de, seni seven de biçara
    di yar yar biçara, biçara...

    Mademki geldik, mademki başka çare yok öyleyse bağlama ile yapılan giriş taksiminden ardından bir uzun hava gibi bu kente başlamak en iyisidir. Taze ağaç altı fıstık yemenin tam mevsimiymiş. Burada taze fıstığa "ben" diyorlar. Ne fark eder ki, ha fıstık ha ben. Ayıntab'da çok az insan fıstık kabukların atmak için çöp tenekesi arar. Hem yürür hem, yer hem de kabuklarını yerlere atıf giderler. Fukara çöpçüler burada fıstık veya çerez kabuklarına, sigara izmaritlerine yetişmekten aşkları süpürmeye zaman bulamıyorlar. İyi ki temizlik işçisi değilim. Sokakların süpürülmesi bitmeden yeniden kirleniyor. İnsana bıkkınlık verir, her dakika çaresizlik hissi ile boğuşursunuz. Ayıntab'ta gençler arasında sokaklara tükürmek de çok yaygın. Oysa bu davranış bütün dünyada ayıp sayılır ve kınanır. Burada kimse aldırmıyor.

    Söylediklerimden yola çıkarak bu kentin çok kötü bir yer olduğu, cahil ve görgüsüz insanlardan oluşan bir topluluk olduğu kanaatine varılmasın. Örneğin eğer bir şey sorarsanız sizinle herkes konuşur. Sıcak, konuşkan ve başkalarına yardımcı olmaya özen gösteren insanlar. Esnafla konuşursanız beş dakika bile geçmeden ahbap olup çıkarsınız. Başka büyük kentlerde insanlara bir şey soramıyorsunuz. Hemen mesafeli ve öfkeli bir yüz takınırlar. Size "Benim niye zamanımı alıyorsun, işim var gücüm var kardeşim" duygusu yaşatıyorlar. Bu mevsimde sabahların bu kadar ılık ve çekilir, akşamları şeker tadında olduğu kaç kert vardır. Sonbahar adeta santim santim, yaprak yaprak ilerliyor. Bir eliyle yazın yakasına sımsıkı sarılmış, öteki eliyle hafifçe kışa doğru uzanıyor.

    Ayıntab'ın her yanı öykü dolu, barak dolu, sokakları çiftetelli ritminde kıpır kıpırbir kent. Eşsiz bir mutfağı ve kelimelerle anlatılamayacak bir tatlı kültürü var. Aklınıza düşürdüm diye hemen benden baklava istemeyin ama. Bu ülkede baklavanın en güzeli burada yapılır, ve de en pahallısı... Bir arkadaşım söyledi. Bundan yıllar önce bir gezgin Antep'i dolaştıktan sonra şu cümleyi söylemiş. Antep'te yaşayan insanların yarısı, öteki yarısını doyurmak için çalışıyor. Haklılık payı var. Baklavacılar dışında sokaklarda yürürken ayaküstü tatlı yiyebileceğiniz bir sürü dükkânla karşılaşıyorsunuz. Yani bu kentte tatlının da moda deyimle fast food u var. Ve bu dükkânlarda tatlı çok ucuz. En çok iki lira ödeyerek istediğiniz tatlıyı yiyebiliyorsunuz. Tatlıcılar tezgâhın biraz gerisinde sizin gözünüzün önünde pişirdikleri tatlıları sıcak sıcak size servis ediyorlar. Aklımdayken söyleyeyim. Sakın tatlı soğuk yenir demeyin. Cahil olduğunuz ortayı çıkmasın. Ben de bunu yeni öğrendim. Tatlı sıcak yenirmiş. Hatta üzerine su da içilmezmiş. Ye tatlıyı, içme suyu, yanarsa yansın. Ye kebabı iç suyu, donarsa donsun.

    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Hamdi Topçuoğlu

     Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


      HALİKARNAS BALIKÇISI'NI ANARKEN

    Bodrum göğü hafif bulutlu. Havada güz pusu var. Sokaklar yavaş yavaş yaz yükünden arınıyor.

    Bugün Halikarnas Balıkçısı'nın 36. ölüm yıldönümü. Birazdan mezarı başında anma etkinlikleri başlayacak.

    Balıkçı, gömüldüğünde tek tük binadan başka bir yapılaşma olmayan Gümbet sırtlarına tırmanmaya çalışıyorum. Mezarının olduğu alan bakımlı, tertemiz. Gözüm ötelerden geçip giden kuş sürüsüne ilişiyor.

    Halikarnas Balıkçısı Şimdi göç mevsimi. Dağlarca'yı geçen yıl bu günlerde yitirmiştik. Bugün Türk sinemasının usta yönetmeni Halit Refiğ'i yolcu edeceğiz. Demek ki onlar da Balıkçı gibi veda için ekimi seçmiş. Oysa ben ekim çocuğuyum. Yaşam bu, birileri giderken, birileri dolduruyor yerini.

    "Bir daldan uçarken bulutuna düş
    Tökezler gökuçurumunda
    Bizsiz aşar sonraki tepeyi kervan
    Çorağı bitek yapan usta
    Filizler yeni bir baharı."

    İki lise öğrencisi bir arkadaşlarının çaldığı yan flüt eşliğinde balıkçıyı doğru kavramışlığın ürünü metinler okuyorlar. Öğretmenleri Sevgili Funda Paktan'a dönüp bakıyorum. Gülümsüyoruz. Eğitim bu olsa gerek diyorum kendi kendime.

    Üstümüzden geçip giden kuşlardan biri Balıkçı olabilir miydi acaba?

    Dönüp Göktepe'ye doğru bakıyorum. Kuşlar çoktan gitmiş.

    "Bir gölgeye mi sığınsak, diyor Funda Öğretmen. Hava iyice sıcak."

    "Ruhlarımızı, düşüncelerimizi korumaksa amaç, en iyi gölge, bizi biz yapanlarındır" diyorum.

    Bütün gün etkinlikten etkinliğe koşarken kim bilir kaç kez "Kimim olur Balıkçı benim?" diye sordum. Sorunun cevabı ilk geçlik yıllarından bugüne oluşan bir dünya görüşünde gizliydi.

    İlk gençlik yıllarımdı. Bir gazetede Balıkçı'nın Anadolu uygarlıklarını irdeleyen yazıları yayımlanıyordu. O yazılarla başlamıştı onunla tanışmamız.

    " Klasik uygarlığı Anadolu'da kuranlar, bugün Anadolu'da yaşayan halkın uzak atalarıdır. Roma imparatoru Augustus zamanında, Anadolu'da yapılan ilk nüfus sayımında Anadolu nüfusunun yirmi bir milyon olduğu anlaşılmıştı. Bugün hemen hemen gene o kadardır. Doğudan gelen Türk ecdadı, olsa olsa bir iki milyondur. Demek ki, gelen Türkler, Anadolu'daki nüfusu şişirmemiş, tersine orada bulundukları nüfusa karışmışlardır"

    Belki bu yüzden ne kendimin, ne başkalarının kökenini, soyunu sorguladım. Yaşamım boyunca, nereden geldiğimi değil, nerede olduğumu; kimlerden değil, kim olduğumu önemsedim.

    Deniz Gurbetçileri, Gülen Ada, Ötelerin Çocuğu… kadar, hatta onlardan daha çok Anadolu'nun Sesi, Anadolu Efsaneleri. Anadolu Tanrıları, Sonsuzluk Sessiz Büyür, Hey Koca Yurt'u başvuru kitaplarım oldu. O, yalnızca yaşadığımız coğrafyanın insanını değil, tarihini de sunuyordu bana. Onun sayesinde başlangıcından bu yana, bu toprakların asıl sahibi olduğumu öğrenmiştim. Her nerede olursam olayım "Ben Anadolu'da Helenlerden önce de Helenlerle de vardım; onlardan sonra da varım ve hep olacağım" diyebiliyordum.

    O, "…Klasik uygarlığın gerçekten varisleriyiz. Çünkü o kültür Anadolu'da doğup gelişmiştir. Anadolu'dan Yunanistan'a geçmiştir" sözleriyle öğretmişti bana bu düşünceyi.

    Eğer bu toprakların sevdalısı bir eğitimci ve sanatçıysam, onun bizlere tuttuğu Anadolu ışığındandır. Ben zeybeklerin tarihini ondan öğrendim. Mersinin, sabırlığın ruhunu onunla kavradım, onunla Tünek Ahmet, Gülen Ada oldum. Onunla İnsan olmanın sevgiyi üretmekle başladığını kavradım.

    " Batıda küçük çocuklara, Yunan efsaneleri diye, Anadolu efsanelerini okutup anlatırlar…", " Gençlik çağındaki çocuklar klâsiklerle beslenip büyütülürler.", "Bir yandan da hemen her fırsatta Greklerle aynı kökten - yani Hint Avrupaî - oldukları ilan edilir. Bu surette de Greklerle kendilerinin arasında bir kan bağı, kısacası bir soy sopluk ve hısım akrabalık kurulmuş bulunur."

    Bu düşüncenin gerçeğini yıllar sonra Belçika'da bir ortaçağ bahçesini gezerken yaşamıştım.

    Rehber, bahçe içindeki yunus balığı ve çocuk heykelini gösterip "Eski Yunan'da …" diye başlamıştı anlatmaya.

    - Durun, demiştim hemen. Bu benim yakın köyüm Güllüklü Hermiyas'ın öyküsü. Anadolu insanının doğayla bütünleşmesini dile getiren bir öyküdür.

    Rehber, beni dinledikten sonra:

    - Bize okullarda böyle öğretiliyor. Bundan böyle sizin anlatımınızı dikkate alacağım, demişti.

    Koca Balıkçı, haklıydı. Biz yıllarca kültürel köklerimizi ve değerlerimizi yaşadığımız coğrafyada değil, hep dışarıda aramıştık. Kendimizi kendi bakış açımızla değil, başkalarının bakış açısıyla değerlendirmiş, başkalarının bizi bu toprakların asıl sahibi görmemelerine çanak tutmuştuk.

    Balıkçı, Anadolu'ya Batılı değil, evrensel bakış açısıyla baktı. O, geleceğin ırk, din ve dil farklılıklarını gündemde tutarak değil, bu coğrafyayı geçmişiyle ve bugünüyle paylaşmanın bilinciyle kurulacağına inanan bir Anadolu sevdalısıydı.

    Yıllar sonra bir yazımda:"Aslı ne olursa olsun, nece konuşursa konuşsun bu topraklardan gelip geçen herkes bu ebruli bahçeye özünden bir renk sundu. Bu ebruli bahçe binyıllar içinde sabırla kuruldu. Bize düşen görev yadsımadan, dışlamadan bu mirasa sahip çıkmak; sevgiyi nefretten, dostluğu düşmanlıktan, barışı savaşlardan koruyarak bu ebruli bahçeye, bir renk de kendimizden sunmak olmalıdır" demem Balıkçı'dan kazandığım dünya görüşündendir. Bizce bu görüş, bu günlerde ayrışma açılımıyla aklını bozanların da dikkatle kavramaya çalışması gereken bir görüştür.

    Hamdi Topçuoğlu
    egerem@yahoo.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Ahmet Şeşen

     Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


      Name-ül Şey

    Pek Muhterem Edi Bey Kardeşim,

    Öncelikle; satırlarıma küçüklerin gözlerinden büyüklerin ellerinden hasretle öperek başlamak isterim. Nasılsınız, iyi misiniz ? Umarım iyisinizdir. Ben biraz "şeyttirmek" istiyorum velakin siz ne dersiniz acaba ? Umarım şeyin yaptığı gibi; beni başınızdan şeyttirip "Yok ben almiiim" demezsiniz. Buna rağmen, belki de tek başıma şeyttirebilirim. Ama birlikte şeyttirsek daha hoş olur diye düşünmeden edemiyorum. Yoksa vebali günahı boynunuza şeydecek. Fevkalade şeylerin olacağını biliyorum. İşin şeyini fazla şeyttirmeden bir görüşsek, ne dersiniz ? Yani biraz kapıları açsanız...

    Hürmetler bizden...

    Muhterem Büdü Beyefendi,

    Öncelikle; "Nasılsınız" diye sual etmişsiniz, çok şükür iyiyim. Biraz kulaklarım şey gibi oldu ama mevsim değişikliklerindendir diye sallıyorum. Bayram değil, seyran değil, nedir ziyaretinizin sebebi ? Sabahtan beri beynimi şeyttiriyorum bir türlü bulamadım yahu ! Siz nasıl bir şeyttirmekten söz ediyorsunuz anlamadım gitti. Tek başına da şeyttirebilirim felan demişsiniz, e herhalde yapabilirsiniz, büyüdünüz artık canım. Hani ilk günlerde olsa yardım anlamında bir şeyler şeyttirebiliriz. Kapılarımız ardına kadar açık ama siz de konuyu biraz açsanız...

    En bi hürmetler...

    Muhterem Edi Kardeşim,

    Hürmette kusur etmemişsiniz, bu durumda bize de "Eyvallah !" demek düşer. Hatta; zarfınızın pembe oluşu nazarı dikkatimi çekti ve size karşı derin şeyler şeyttirmeme mazhar oldu. Şu şey konusunu ne zaman şeyttirebiliriz ? Diyorum ki; şu konuyu hiç olmazsa biraz açsanız...

    Hürmetler...

    Büdü Bey,

    Sen ne diyorsun allasen ? Şu "derin şeyler" ne menem şeyler ? Böyle olmayacak en iyisi bizler o konuyu şeyttirirken siz de bir kamera açsanız...

    Hürmet...

    Edi Bey,
    Neden şeyttiriyorsun şimdi bu kamerayı allasen ? Sen konuyu açsana ..!
    Başlayacam şimdi hürmetine de...

    Büdü,
    Kaydını kuydunu şeyttireyim dedimdi. Önce sen aç oğlum ..!
    Asıl ben başlayacam şimdi hürmetine...

    Lem Edi,
    Açacan mı, açmayacan mı ?
    Ne hürmeti be ..?

    Hadi Lem Büdü,
    Senin açacağın yok be oğlum !
    Hürmetini şeyttireyim e mi ..!

    Hade ordan Lem,
    Anladık açmıyorsun ama biraz aralasaydın bari ..!

    Gel bari birlikte söyleyelim :

    Açmam açaaaamam... Söööyleyemeeem... Çünkiiiii deriiiiiinnnnde...

    Sözleri; Ahmet Refik Altınay'a ait bu güzel şarkının 3 farklı makamda ( Kürdili Hicazkar, Hüzzam ve Nihavend ) bestesi olduğunu biliyor muydunuz ?

    Bir yaresi var ki kanıyor kalp üzerinde...

    asesen@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Erkan Sezgin


    EZAN SUSMAZ BAYRAK İNMEZ!

    Evet, bu geçmişte bir siyasi hareketin söylemiydi. Şimdi de benzerleri var. Ezan ve bayrak ülkede yaşayan hemen hemen bütün bireylerin kimliğinin bir parçası olduğu halde neden belli bir kesimden gürültü çıkıyor?
    Gürültü çıkaranların sayısına bakılırsa çok az sayıda koruyucusu var bu iki değerin. Eskiden beri gürültüden korkarım. Sonuçta herkesin olan ve/veya olması gerekenler hakkında bu gürültü niye? Zaten olması gereken bir şeyin illaki deklaresi, gürültüsü niye?
    Atatürkçülük de öyle değil mi? Lisede bir gün milli güvenlik dersinde hocamız olan subay sormuştu; kimler Atatürk ilkelerine bağlı, diye. Bütün sınıf el kaldırdı. Sordu kim sayacak, kimseden ses yok. Sonunda hocamız saydı. Oysa biz o ilkeleri bir siyasi partinin amblemini oluşturan unsurlar olarak biliyorduk. Oldum olası olimpiyatlara meraklıyım. Tek kanallı günlerin bir alışkanlığı olsa gerek. Ancak bugüne kadar çıplak gözle bir olimpiyat seyretme olanağım olmadı. İzmir'de 2005 Üniversite Oyunları başlamadan güzel bir program yaptım. İzin aldım ve zaten çok ucuz olan yarışma biletlerinden alabildiğim kadar aldım ve oğlumla birlikte izledim. İlk program açılış töreni. Eşim, oğlum ve yaklaşık ellibin kişiyle stattaki yerimizi aldık. Girişte güzel bir sürpriz bekliyordu bizi. Bir firma tarafından dağıtılan çantadan şapka, tişört, yelpaze ve küçük şişe su çıktı. Tişörtleri giydik, şapkalarımızı taktık ve muhteşem bir gösteri izledik. Hele havai fişek gösterisi unutulmazdı. Vinçle havaya kaldırılan mevlithan, mercan dedenin müzikleri, dansın sultanları. Hangi birini anlatayım? Unuttuklarım beni affetsin. Ellibin kişi unutulmaz bir gece geçirdik.

    Ertesi gün gazete ve televizyonları görünce şoke oldum. Neden Atatürk resmi yoktu, neden Atatürk'ten bahsedilmemişti?
    İzlediğim hiçbir olimpiyatta Mao, Lenin gibi lider resmi görmemiştim, yoktu çünkü. Atatürkçülük onun resmini taşımak mı, vasiyet ettiği muassır medeniyet seviyesine ulaşmak mı? Kim gerçek Atatürkçü? Resmi yok diye gürültü çıkaranlar mı, o muhteşem gösteriyi hazırlayanlar mı?
    Kapanış töreninde geçit töreni öncesi bir Atatürk resmi ile yurtta sluh cihanda sulh pankartı dolaştırıldı da gürültü kesildi.
    Dünyanın en büyük Atatürk heykelini yapmak mı dünyanın en büyük bir şeyini yapmak mı gerçek Atatürkçülük? Yoksa Quen Mary 2 den daha büyük bir gemi inşa edip Atatürk adıyla dünya limanlarını dolaştırmak mı? Uzaya gitmek mi? Yeni keşifler yapmak mı?

    Ya da bir şehit cenazesinde harareti yüksek, sağa sola saldıran veya taşkınlık yapan gurubu toplasak hepsini güneydoğuya göndermek istesek kaçı gelir? Bugüne kadar bir çok güneydoğuda yaralanmış, çatışmalara girmiş birçok gaziyle tanıştım, konuştum. Hiçbirinde vatanı başkalarında daha fazla sevdikleri iddiasını bırakın imasını bile duymadım. Bu konuda canlarını ortaya koymuşlardı, o nedenle en çok onların konuşmaya, gürültü yapmaya hakları vardı. Gazi oldukları için işe alınmışlardı ama diğer çalışanlardan daha gayretli olduklarını gördüm. Hele bir Hakan vardı ki; ayağındaki platine rağmen o kadar koşturuyordu ki işinde, sonradan ağrılar içinde kıvranıyordu. Arabayla gitmesi teklifimi de kabul etmiyordu.
    Sormazsan anlatmazdı da. Diğer çalışanlardan duymuştum gazi olduğunu, kuzey ırakta yaralandığını. İlginç bir hikayesi de var. Yanındaki arkadaşları vurulmuş teker teker. Kendisini Gülhanede bulmuş. Onbeş gün yoğun bakımda yattıktan sonra aklına gelmiş ailesine haber vermek. Ödünç bir kartla aramış ailesine haber vermiş. En ilginci ise, köydeki evinin bahçesinde tekerlekli sandalyede otururken askerler kuşatmış evlerini, asker kaçağı diye. Onu tekerlekli sandalyede gören tim komutanı gözyaşlarına boğulmuş. Buna rağmen ne küskünlüğü ne de gürültüsü vardı Hakan'ın.

    Doğu illerinden birinde gürültücü bir yönetici. Oraya atandığına bin pişman, sürekli torpil peşinde. Bir yandan da terör sorununa çözüm üretmekten de geri durmuyor. Ona göre terörün olduğu bölge tümüyle yakılmalıydı ve insanları da öldürülmeliydi. Devlet bunu nasıl da düşünemiyordu. Anlatırken bir yandan da iğrenerek bakıyordu yerli personeline. Hepsi teröristti bunların. O ise ezanı, bayrağı ve de ülkesini herkesten çok seviyordu. Ancak zahmet edip ülkesinin etnik kökenini tarihini öğrenmemişti. O kadar yerin nasıl yakılacağını, insanların nasıl öldürüleceği gibi teknik detaylara da kafa yormuyordu. Çözümü basitti ve devlet bunu akıl etmeliydi.

    Bir gün bu yöneticiyi dinlerken bize çay getiren personele takıldım.
    -İşe girmek için kaç para verdin?
    (O dönemde merkezi sınav, kpss falan olmadığından torpille işe girmek, hatta işe girmek için on bin dolar, tayin için beşbin dolar gibi dedikodular yoğundu)
    -Ben gaziyim para vermedim, dedi görevli.
    Keskin çözümcü yöneticiye baktım. Darmadağın oldu yüzü. Doğu illerinden de şehit ve gaziler olduğunu bilmiyordu, duymamıştı ya da bunları bilmek işine gelmemişti.

    Bir daha bu yöneticinin çalışanlarına iğrenerek baktığını ve çözümünü dile getirdiğini görmedim.

    Ezan da öyle değil mi? Yurtdışına çıkmadığım için ezansız kalmadım hiç. O nedenle bilmiyorum ezansız kalmak nasıl bir şey. Ama dinlemeyi severim. Hele sabah ezanını. İbadet uykudan daha değerlidir.

    Çoktur etrafımızda benim gibi alnı secdeye pek değmeyenlerin dini hassasiyetleri. Her gün içen ramazanda ağzına içki koymadığı gibi otuz gün orucunu tutan teravih namazını kaçırmayan.

    Her gün içen bir arkadaşım, yeni kurulan mahalle camisinin yarısını inşa edecek kadar para toplamıştı eşiyle birlikte. Elinde cami yaptırma derneğinin bağış makbuzu çok çabalarına şahit oldum. Kimse de yadırgamadı arkadaşı. Sorgu yetkisi hiçbir kula verilmemişti çünkü.

    Din adına cinayetlerin işlendiği, sadece emniyet müdürlüğünün karşısında bir büfede içki satılabilen ama içkiyi alanın gittiği tepenin de ana-baba günü gibi kalabalık olan bir şehirde görevliyim. Sık sık uykum kaçtığından hemen hemen her gün sabah ezanını dinliyorum. O kadar berbat okuyor ki müezzin, her sabah keyfim kaçıyor. Din adına adam öldürülen bu şehirde ezanın nasıl okunduğu önemli değildi anlaşılan.
    Madem alnın secdeye pek değmiyor sana ne ezandan, diyebilirsiniz. Ama öyle değil. Ezan da bizi biz yapan değerlerimizden biri, tabi ki güzel okunması beni ilgilendiriyor. Bir çok defa müftüyü arayıp şikayet etmeyi düşündüm ama fırsatım olmadı.

    Derken fırsat bir gün ayağıma geldi. Emniyet Müdürünün veda yemeği vardı polisevinde. İki müdürle masada yerimizi aldık. Bütün masalarda kola benzeri alkolsüz içecekler vardı. Biz rakı söyledik. Rakılar geldiğinde karşımızda oturan sakallı kişi " müftünün masasında rakı içiliyor" diye tepki gösterdi. Müftü Bey haklıydı aslında. Ortam loştu, rakı bardakları beyaz, müftü beyin içtiği kola siyah olduğundan ortamın loşluğundan kola bardağı fark edilmiyor, çekim yapan kamerada parlayan rakı bardağı müftü beyin önünde gibi bir görüntü alıyordu.
    Müftü lafını duyunca fırsatı kaçırmadım:
    -Siz Müftü müsünüz?
    -Evet.
    -Ben de sizi arıyordum uzun süredir, ne biçim ezan okunuyor , Sultanahmet Camisinden ezan dinleyen turist Müslüman oluyor, bu şehirde ezan dinleyen dinden çıkacak, dedim elimde rakı bardağı.
    Bunu duyan masadaki diğer müdürler de meğer bu anı bekliyorlarmış. Hepsi bana hak verdiler ve müftü beyden ezanların daha güzel okunmasını istediler.
    Müftü Bey baktı herkes şikayetçi. Müezzinlere eğitim verileceğine, ezanların daha güzel okunacağına söz verdi.
    Gürültüyü duyan valinin yanında oturmakta olan sakallı belediye başkanı müftü beyi rakı içilen masadan kurtarmak için karşısına davet etti. Müftü Bey elinde kola bardağı belediye başkanının karşısına oturur-oturmaz valinin diğer yanında oturan paşa elindeki rakı bardağını müftü beyin kola bardağına vurarak "şerefe müftüm" dedi.
    Yani, bizler gibi sessiz çoğunluk varken, ezan susmaz, bayrak inmez!

    Erkan Sezgin


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,679,679,679,679,679,679,679,679,679,67
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Tayfun Avınca


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


     


     Tadımlık Şiirler


    Bre Balıkçı,

    Seninki de ne hapisti be,
    bilseydin böyle bir ceza vereceklerini,
    34 yaşını mı beklerdin,
    yazmak için o yazıyı...

    Ah be bre balıkçı,
    Kalebentlik diye geldin,
    sonra Mavi Sürgün dedin,
    maviye sürgün ettin insanları...

    Ne ettin be balıkçı,
    ne ettin,
    Ne iyi ettin sen...

    Mehmet VURAN

    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Bol Bul Bulmacalar




    Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


     


     Biraz Gülümseyin






    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"


    İstanbul için Son Hava Durumu
    ISTANBUL ISTANBUL
    Ankara için Son Hava Durumu
    ANKARA ANKARA
    İzmir için Son Hava Durumu
    IZMIR IZMIR
    Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.18.4762 Released [2009 06/09] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.0.1 / 17 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-09©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Ah İstanbul
    Sezen Aksu









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20091016.asp
    ISSN: 1303-8923
    16 Ekim 2009 - ©2002/09-kmarsiv.com