|
|
|
Editör'den : Ha minareye giydirmişsin kılıfı ha fenere!.. |
İyi haftalar,
Geçen vakti yakalamak mümkün değil. Dolayısıyla olup biteni anlamak ta kolay değil. Hani biri şu zaman denilen boyutta yolculuk yapmayı keşfetse, öyle birkaç yüzyıl öncesiyle hiç işim olmaz. Ben birer hafta, haydi bilemedin bir ay öncesine gider gelirim. Olanla biteni ayırt etmenin tek yolu budur diye kara kara düşünmekteyim bu aralar.
Mesela alın elinize deniz fenerini, yakın şöyle iki ters bir yüz, anlayabilirseniz ne olduğunu gelin önce bana anlatın. Nihayet deniz feneri davasıyla ilgili olarak, şüpheli görülenler hakkında arama inceleme, varsa bir durum, soruşturma kararı alınmış. Almanya'da bu konuda ceza alanlar mapustan çıkmak üzereler, bizim hazretler şenlik yürüyüşüyle kanal yediyi basıyorlar, basanlar özel ağırlama merasimine katılıyorlar. Yeniliyor, içiliyor, arada da bilgisayarlar kopyalanıyor. Arama tarama gece yarılarına kadar sürüyor, alınanlar Ankara'ya kargo marifetiyle gönderiliyor ve birileri adalet yerini buluyor diye keyiften dört köşe kahkahalar atıyor. Var mı böyle birşey dostlar? O bilgisayarların hard diskleri kimbilir kaç defa değişmiştir, delil yerine konabilecek belgeler nasıl da kül olup gitmiştir, hırsız minarenin kılıfını kaç defa biçip dikmiştir? Biz bu kadar salak mıyız Allah aşkına? Cevap basit ve acı. Evet salağız. Bizi salak yerine koyanları adam yerine saydığımız için salağın daniskasıyız.
Bir diğer problemimiz de zaman yolculuğuna ihtiyaç duyuyor. Neler olup bittiğini unutmaya hazır balık hafızalarımız olduğundan "kamera" tartışmasını eksik yorumlayabiliyoruz. Mesela ben, ne sonuç çıkacağı kendinden menkul bir görüşmenin "kapalı mı olsun açık mı?" diye sulandırılmasından vatandaş olarak hicap duyuyorum. Baktıkları aynı nesneyi, o ya da bu nedenle, birbirinden apayrı yorumlayabilen iki liderin iyi niyetin önüne geçmeyecek bir buluşmayla gündemi meşgul etmelerini hoş karşılamıyorum. Yüzyüze olmasa da söylenebilecek herşey, en azından Baykal tarafından elli kere söylenmedi mi? Tayyip Bey çaresiz kalmasaydı, illa görüşelim diye mektupla ilan-ı aşk eder miydi? Tüm bunların ortasında kamera mini minnacık bir ayrıntı. Her ikisinin de sığınacakları bir liman. Sonuçsuz kalacak bir görüşmenin tek açıklaması. Ne Tayyip Bey'in kamerayla olmaz demesi ne de Bay Baykal'ın kamerasız asla demesi bir anlam taşıyor. Örneğin, Bay Baykal'ın "kamera" konusunda ısrarcı olmasına anlam vermek güç. Bu ısrarı, kendisine güvenen milyonlarca insanı bir kenara itmesi olarak görüyorum. Ters bir durumda çıkıp "şunlar şunlar" konuşuldu dese inanmayacak mıyız ona? Benden yana bir sıkıntısı olmasın, inanırım evelallah. Tayyip Bey'e de inanırım. Yeter ki, kaçak güreşmeden düpedüz konuşsun. Sağlamasını almak hiç te zor olmaz. O nedenle kamera mini minnacık bir ayrıntıdan ibarettir, gerisi de boştur. Haydi kalın sağlıcakla.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir Bulut.. |
|
Merhaba..
Nasıl karar verdim bilmiyorum. Ya da nasıl toplayabildim cesaretimi. Yüzleşmekten o kadar fazla korkuyordum ki önceleri. Ortak bir tanıdığa denk gelmekten, seni anmaktan delirmiş biçimde kaçmayı istiyordum. Evren yardım ediyordu ve karşılaşmıyorduk ortak bir tanıdıkla herhangi bir yerde. İçime dönüktüm. Dağıttığım uğultulu an’larım o kadar fazlaydı ki onlara döndürdüm yüzümü. Aldığım bütün kararları birilerine verdim. Herhangi bir yerde unuttum düşürdüm ya da vazgeçtim. Başka bir yorgunluk belirtisiydi bu bendeki…
Güvendiklerimizin güvenimizi sarsmalarını engelleyemeyiz. Bu sarsıntı için onlara hesaba da yeltenemeyiz. Güvenmek sevmekle gelendir. Bir deprem yaşarsın ani, ki genelde ani geldiği için afettir depremin öbür ismi. Sevgi peki… Geçici midir. Akışkan bir madde gibi akıtırız, ellerimizi kurular ve arkamıza dönmeden kapatır mıyız kapıları. Kapılar duvara dönüktür. Sevgiler… Akar yıkanır ve temizlenir mi?
…
Zirvenin aşamaları vardır. Hoplarsın önce. Zıplar ve tavana sıçrarsın en nihayete erince de.
Dibe vurmak da öyledir. Su yutarsın. Tuzundan genzin yanıyor su boyunu aşıyordur. Yalnızca kolun dışarıdadır. Dehşetle kolunu hareket ettirip birilerinin bu işareti görmesini sağlamaya çalışırsın. Seni kurtarmaya gelmelerini bekliyorsundur. Su iştahla dibe çekiyordur bedenini, başa çıkamıyorsundur. Ve elini gören sana yardıma gelen seni karaya çeken yoktur.
Benimki de bir inançtı. İnançlarımızın doğruluğunu sorgulayamayız. İnanırız ya da inkâr ederiz. Bir yan yolu yoktur inanma fikrinin. Güzel günlere birlikte yürüyeceğimize sade yaşça değil yaşamca hep benden iki adım önde kalacağına ve bana yaren olabileceğine inanmıştım. Soluğumun beni zorladığı zamanlarda soluğumu açan okaliptüsümü uzağa bir yere fırlatmıştım. Nefesimin beni zorladığı zamanlarda adını anıyordum. “bir gün bu günlerin tamamı bitecekti ve ben inci olacaktım.” Bunu düşünüyordum nefesim tıkanınca. Derin derin soluyup yaşama geri geliyordum sonra. Doktorun direktifleri değil benim düşündüklerim tedavi yöntemiydi. Bu yöntemin işe yaradığını sadece ben biliyordum. Kimseye anlatmıyordum.
…
En yalın en çıplak en gerçek halimle sudaydım. Temkinli olmayı güvendim ve o saniye bıraktım. Tecrübeli bir yüzücü değildim. Derine yürüyorduk. Su boyumu aşıyordu. Islanıyordum. Üşümekten hiç korkmuyordum. Islatıyorsa nefesiyle ısıtır beni en çaresiz kaldığı anda biliyordum.
Çok üşüdüm…
Ziyan oldum…
…
Annen bana emanet diye söz verdim. Biliyorum ve evet haklısın ben çok sağlam ve güçlü durmayı bu defa beceremedim. Çok çırpındım. Kanatlarımı önce yaktım sonra da kırdım. Kalbime zehri ben akıttım. O kadar su yutmuş o kadar ıslanmış ve o ıslak bedenin titrekliği içinde o kadar gereksiz bir başıma kalmıştım ki hiçbir suni teneffüsün tesiri olmayacağını biliyordum. İnadı kör kızın direnmeleri çare değildi. Islaktım üşüyordum boyumu aşan bir denizden ne zaman hangi sebeple karaya itilmiştim göremiyordum. Sırtımdaki bu garip sancının nedenini bir süre sonra kavrıyordum. Sırtımda bıçak yarası taşıyordum.
…
Suya yol verdim. Yatağını bulabilsin diye. Sustum. Benim dışımdaki herkesin konuşmasına fırsat verdim. Ama ben sustum. Hiçbir taktikleri işe yaramadı beni konuşturmak isteyenlerin. Ne hesap sordum ne kahır ne lanet ne bela. Sustum. Suya geçit verdim. Yatağını bulabilsin diye.
…
Temmuz
Ağustos
Eylül
Ekim
Ben büyüdüm. Argümansal manada değeri 1 yıl bu büyüme halimin.
Sokaklar ve yüzler o kadar başka geliyor ki. Sanki bütün “önceden” kelimesinin içine yüklediklerim bir başka gezegene aittiler. Susmaya devam ediyordum. Küskün melankolik bir budala olmaktan kendimi sıyırmıştım. Mutlu değildim de mutsuzluklardan hüzün de yontmuyordum. Suya geçit vermiştim. Yatağını bulsun diye. Ben susuyordum. Herkesin konuşmasına fırsat veriyordum. Şartların getirisiyle yaşıyordum. Kendim dâhil kimseden hiçbir şey beklemeden.. Güvenmeden.. İnanmadan.. Hasar tespitlerinde bulunmadan.. “Ama neden” serzenişini kullanmadan.. Ummadan ve umursamadan yaşamaya çalışıyordum.
…
Sen aklımdaydın. Sevdiklerim ve yitirdiklerimin diğerleri de aklımdaydı. Kendimi hatırlıyordum. Ama anmıyordum kimseyi. Bu yüzden ortak bir tanıdığa denk gelmek istemedim. Bu yüzden anneni arayıp “Nasılsın Meliha Anne” demedim.. Diyemedim…
…
Sabahlar. Akşamlar. Geceler oldu.
Sonra günler. Haftalar. Aylar.
Mevsim değişti. Ben değiştim. O da değişti.
Derken bir akşam eve dönerken sinirimi oynatan telefon sesine kin büyüttüm. Otobüste telefonum çalıyordu. Ben umursamak istemedikçe herkes “aç ama!” der gibi yüzünü bana dikiyordu. Ekranına bakmadım. Sadece telefonu açtım kulağıma götürdüm sustum.
Annenin sesiydi. Çok hırpalanmıştı ama o Fransız gırtlaklı güzel tınıdan bir şey yitirmemişti. Hemen tanıdım. Mabedim eşkereye verilmiş hissine kapıldım. Sanki sandıklara kaldırdıklarıma birisi saygısızca el sürmüş ve her şeyi zamansızca ortalığa saçmış gibiydi.
“Döndün mü” dedi.
Döndüm dedim.
“Yazılarını okuyorum gazeteden. Yeniden başlamışsın Divit Ucu’na, sevindim” dedi.
Bu neydi… Benim vefasızlığıma uyduracağım “sorunlarım vardı” kılıfıma bir darbe belki. Belki de sahici bir güç. Olgunluk. Baş edebilme yetisi. Bilemiyordum.
Teşekkür ederim. Takip etmenize sevindim diyebildim.
“Haftasonu çalışıyor musun?”
Sadece Pazar günlerim boş. Ama Pazar günü de gün doğmadan uyanıp fotoğraf çekiyorum. Akşamları da kurs var. Öyle akıyor hayat.
“Bu Pazar ağırlamak istiyorum seni”
Bilmem… Yani aslında mahcubum size karşı. Aramak istedim ama işte…
“Pazar, kahvaltını yapmadan gel. Birlikte yapalım. Çok zamanını almayayım şimdi. Öpüyorum kızımı” dedi ve telefonu kapattı.
Olgunluğuna susuyordum. İçimde delici bir iz. Pazar günü yokluğuna geliyordum. Pazara kaç gün vardı….
…
Uyandım. Hatta zaten çok saçma sapan yarı uyur bir geceyi sabaha bağladım. Bugün günlerden Pazar. Duşumu aldım. Saçlarımı taradım. Fotoğraf makinemi ve çantamı omzuma takıp evden çıktım. Dışarıdayım. Tedirginim. Aksiyim. Huysuzum. Yoldaşımdın sen benim. Yokluğuna hiç hazır değilken hatta sana her zamankinden çok daha fazla ihtiyacım varken beni benimle bıraktın. Sana kızamadım. Ama şimdi annenle kahvaltı etmeye, bir Pazar gününü birlikte bölüşmeye geliyorum. Ve huysuzum. Tedirgin oluyorum. Yokluğuna kendimi şahit göstermek istemiyorum. Çünkü bunu becerebilecek miyim bilemiyorum.
…
Meliha Anne terastaki masayı hazırlamış. Çok zayıflamış olduğumu söylüyor görür görmez. O da fazlasıyla kilo kaybetmiş görünse de bişey söylemiyorum. Simiti çok sever. Simit alıyorum gelirken. Bir de arşivden eski tarihli köşelerimden. Zarif. Hep olduğu gibi. Bana çok özel bir konuğa davranır gibi davranıyor. Her anımla itinayla ilgileniyor. Kahvaltıya oturuyoruz. Kendisi neredeyse hiç yemiyor. Ben yiyorum. Yerken konuşmayacağımızı bildiğim için yiyorum. Boğazımda yumru bir ağrıyla göz pınarımdan her an akmaya provalı bir damla yaşla yiyorum. Sonra masayı topluyoruz. Bulaşıkları yıkayıp terası süpürüyorum. Odanın kapısı kapalı. Önce cesaretimi toplayamadım. Ama sonra…
Odandayım. Yatağına oturdum. Kitaplarının içinden birlikte şiirler okuduğumuz kitabı aldım. Nazım şiirlerinden birini okudum. Posterlerine baktım. Gitarına. Kemanına. Panona. Birlikte hazırladığımız “bizimgiller” fotoğraf köşesindeki fotoğrafıma… Altına düştüğün nota.. “Yolum… Yoldaşım” yazmışsın fotoğrafımın altına.
Okuduğun kitabın 127. sayfasındasın. Meliha Anne “yoldaşının kitabını al. Geri kalanını okuyup bitirmek senin görevin. Yoldaşlar birbirlerini tamamlamalıdır” diyor. Sesimi çıkarmadan kitabını çantama koydum. Kitabın bende. 127. sayfasından itibaren okuyacağım…
…
Özel ders vermeye başlamış yine Meliha Anne. İki öğrencisi varmış. Gazetede ben de ilan veriyorum “Fransızca ve İngilizce dersi verilir” diye. Yazdıklarımdan gönderiyorum; bazen de okuyup seveceğine inandığım kitaplar, dergiler. Tüm Pazar gününü birlikte geçiriyoruz o gün. Ve ben fotoğrafları doğadan değil yürekten kareliyorum. Kadrajımı gerçeğin ta kendisine uzatıyorum. Meliha Annenin onurlu güçlülüğü geliyor akşam kursta aklıma. Ben de onun gücünden güç almaya çalışıyorum.
Kahvaltıdan sonra çaylarımızı içerken Pınar ve Doğan’dan bahsediyor Meliha Anne. Tanırsın, hani şu yıllar önceki öğrencileri annenin. Evlenmişler gecen yaz. Bebek bekliyormuş Pınar. Bir kızı olacakmış. Ve isim annesi olmasını istemişler Meliha Anneden. Bana sordu o da.
“Bir kızın olsa ne koyardın adını” dedi
Hira dedim; içimden bir şey kaydı…………………
Çok güzel isim dedi.
Eğer isterseniz Pınar ve Doğan’a kızları için önerebilirsiniz bu ismi dedim. Zevkle kabul etti. Hira, on gündür dünyada şimdi…
…
Buna nasıl cesaret ettim. Sensizliği nasıl kabul ettim bilmiyorum. Başka çaresi olamadığında hayretini hürmete dönüştürebilmeli insan galiba…
Yoldaşlar bazen ayrı düşerler. Ama onların sevgileri hep içimizdedir. Hiçbir gerçeğin gücü içimizdeki bu sevgiyi değiştirmeye yetmez.
Ben adam oluyorum Bulut.
Ve susuyorum. Herkese dilediklerince konuşacak fırsatı verdim. Her şeyin gerçek olacağı bu dünyada çok şaşırmamayı öğrenmeyi deniyorum. Martavallar ve masalları aynı kurguda anlatıyorlar. Ama hiç değilse masallar Bulut, hiç değilse masallar… Masal martavala bulanmasın. Ya hiç kimse masalları anmasın ve anlatmasın yahut onları yalanla kurgulamasın. Benim masalları muhafaza edebilmek için hala umudum var Bulut… Duayla…
Sarahatun Demir sarahatun@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Babam Giderken…
Zaman her şeyin ilacı değil mi?
Değil!
Zaman bazı şeylerin ilacı olurken bazılarını ise rüzgârın delice estiği bir gecede, denizin kumları yavaş yavaş sürüklemesi gibi derinden siliyor. Tıpkı babamla annemin ayrıldıkları dönem gibi… Bir babanın boşluğu “zamanla” kapatılmaya çalışılırken birçok şeyi de yavaş yavaş derinden alıp götürüyor.
Son vedaları ise “zaman” dahi unutturamıyor insana. Tıpkı babamın yüreğiyle birlikte eşyalarını da sığdırdığı bir bavulla evden giderken beni yanına çağırıp “Ben artık bu evden gidiyorum kızım, üzülme tamam mı?” demesi gibi. Bu sözün üstünden tam on iki yıl geçti. Zaman hala bir şeylere inat hızla akıp giderken ben bu vedayı hiç unutamadım. O’nun o son kez başımı okşayışını, beni dizlerinin üstüne oturtuşunu ise hiç.
Babam giderken ağlamadım hiç. Yutkunup kaldım sadece. Tıpkı o anı her hatırladığımda şu anki kaldığım gibi. Kömürleşen kalbimle birlikte birçok şeyi de kaybettim ben.
Babam giderken ağlamadım hiç. Anlam veremedim yaşanılan bu vedaya. Farkında değildim yaşanılan bu gerçeğin ağırlığının.
Babam giderken ağlamadım hiç. Bilmiyordum çünkü babasızlığın ne demek olduğunu.
Zaman denilen dünyanın en hızlı atleti koşacak, koşacak, koşacak… Birçok şeyi unuttururken size, bazı şeylere ise hiç dokunmayacak; ellemeyecek sizde saklı kalmış ve hiç kimsenin bilmediği yaraları. Çoğu zaman unuttuğunuzu sandığınız bir olay canlanacak zihninizde. Kim bilebilir, belki bende bol yıldızlı bir gecede yapacağım jübilemi, aklımda sırf bu veda sahnesi.
“Zaman”…
Bazı şeyleri asla yok edemeyen zaman…
Bir şairin dediği gibi:
“Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü
Kör oldum…”
Ceyda Emel Nas
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
GÜL-DİKEN YAZILAR : Erhan Tığlı KORSAN SADECE DENİZDE DEĞİL KARADA DA VAR! |
|
Taksiciler yürüyüş yaptılar, korsan taksicileri protesto ettiler. Her türlü korsana karşıyız ve efendi, erdemli ve çıkarını değil müşterisini düşünen şoförlerin her zaman, her yerde yanlarındayız. Biz de hayır diyoruz korsan taksicilere. Sadece korsanlara hayır demiyoruz ama. Yola çıkınca bas gaza şarkısının sözlerini yerine getirip müşterileri kaz olarak gören, taksilerine binenleri “Ben bu kazı nasıl yolarım” diye düşünen, verilen adrese gitmek işine gelmeyince, ben karşının taksisiyim, orayı bilmiyorum diyen yalancı, talancı taksicilere de hayır diyoruz!
Müşterinin yabancı, saf olduğunu anlayınca üç kilometrelik yolu dolanarak yolu uzatan, üç kilometreyi beşe ona çıkaran, müşteri itiraz edince, “O yolda trafik çok sıkışıktı da ondan böyle yaptım” diye onu kandırmaya çalışan, zeytinyağı gibi üste çıkan taksiciler de hayır diyoruz!
“Sollamayı zevk edindim, sağda neşe ne arar” politikası güdüp canavar kesilerek müşterinin yüreğini ağzına getiren taksiciye de hayır diyoruz!
Müşterinin eşyası olduğunu görünce yerinden kalkıp bagajı açmaya üşenen ya da fazla para isteyen taksicilere de hayır diyoruz!
Böyle olmayan taksicilerin başımızın üstünde yeri var. Olanların ise umdukları dağlara yağsın kar! Sadece korsan taksiler değil sorun. Hemen her şeyin bir korsanı var. Binbir emekle ortaya çıkarılan kitaplar, kasetler ve videolar da korsanların istilası altında...
Bir de İNTERNET KORSANLARI çıktı başımıza. Yazdığınız yazıları kamulaştırıyorlar(!), altına adınızı, imzanızı koymadan, kendi mallarıymış gibi kullanıyorlar. Gerçek ortaya çıkınca da pişkin bir tavırla, bu yazı internette dolaşıyordu. Ben de oradan aldım, diye suç bastırıyorlar! Gerçeği bilmeyenler bu yazıyı o kişi, o blok yazarı yazmış sanıyor, böylece beyefendi ya da hanımefendi zahmetsizce yazar oluveriyor! Bu işin keyfini öyle çıkarıyorlar ki, bir günde üç beş yazı birden yüklüyorlar sayfalarına...
Erdemi özveriyi atıp yerlerine çıkarcılığı, bencilliği korsan
Ne kadar ben, iyiyim, sütten çıkmış ak kaşığım desen de
Sensin işte kötü, çirkin, insanlığı ayaklar altına alan korsan!
Erhan Tığlı erhantigli@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
ÖLÜMÜ BUL BENDE
Yine kucak açtım çaresiz bir güne daha
Bekledim her adımda o ayrılık kurşununu
Çıkarmıyım, bilmem umudun nicesi yarına
Bekleme benden eski itaatkâr kızını gayrı güzel anam.
Bir offf! Çektim derinden derine yine
Kayalara çarptım bitmez yalnızlığımı
Ben diye artık taş bas kalbinin üzerine
Şimdi diktiler yüreğime sevdamın acısını güzel anam.
Akmasın gözyaşların gayrı koynuna
Yakıp, sevdasıyla bitirdi beni güzel anam
Ben diye bir resim al sol yanına
Çaresiz hasret mahşerini bekler oldum can anam.
Şebnem Çetin
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.18.4762 Released [2009 06/09] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.0.1 / 17 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|