|
|
|
Editör'den : Futbol iyi de, ya gerisi!.. |
İyi haftalar,
Uzun bir derbi heyecanından uzaklaşıp birkaç satır birşey karalamak kolay olmayacak. O kanal, bu kanal, şu yorumcu, bu sorgucu derken saati üç ettik. Futbolla ilgisi olmayan dostlardan özür dileyerek, dağı, açılımı da bir süreliğine kenara itip şu derbiye biraz takılayım diyorum. Bilen biliyordur, kendimi bildim bileli Fenerbahçeliyim. Durumu kavramaya başladığım günden beri de Fenerbahçeyi var eden unsurların başında Galatasarayın geldiğini düşünürüm. Derbiler onun için önemlidir. Cimbomu yenmeden alınan şampiyonluğa sevinmem bile. Bu nedenle, dünkü derbi pek bir önemliydi.
Maçı iki bölümde değerlendirmek mümkün. Doksan dakikanın fubolla yoğrulmuş yanı ile geride bıraktığı pis tortusu. Birinci bölüm için söylenecek şeyler benim açımdan pek güzel ama sanırım esas olan, o ağızda kekremsi tat bırakan, aldığın zevki törpüleyen tortusu. Daha ısınırken milyon dolarlık futbolcuların birbiriyle dalaşı, kendini bilmez bir hayvanın attığı nesne ile hakemin kafasının yarılması. Daha birinci dakikada kırılan tarak kemiği, oyun oynanırken sahaya atılan su şişeleri, göze tutulan lazer ışığı, futbolcunun futbolcuya attığı yumruk, hepsi o tortunun katmanları içinde. Gönül isterdi ki, Cimbomlu kardeşlerimizi sadece futbol çerçevesinde kızdıralım ama olmuyor, olamıyor. Sahaya çıkan futbolcu da seyre gelen seyirci de bir süreliğine kendini kaybediyor ve zıvanadan çıkıyor.
Bunca paranın döndüğü bir sektörün baştan ayağa çekidüzene ihtiyacı var. Ama herşeyin başı insan. Ne yazık ki, bireysel gelişmemizi tamamlayamadan göçüp gidiyoruz bu hayattan. Elli bin kişi bir araya geldik mi mangalda kül bırakmıyor ama iş hak aramaya geldi mi ürkek bir kediden farksız olabiliyoruz. İkisinin ortasını bulmayı becerdiğimiz gün adam olduğumuzun resmidir. Umarım o gün çok uzakta değildir. Haydi kalın sağlıcakla.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Güzelin Ardında : Bertan Onaran İŞİN ASLI |
|
Son harçlıklarımızı bitirene dek üç kez gidebildik Küba'ya, olsaydı, her yıl giderdik.
Küba'da gözümüze çarpan en önemli şeylerden biri, hangi müzeye gitsek, bir küme öğrencinin, önde öğretmenleri, alabildiğine güleryüzlü bir sıkıdüzen içinde bizimle birlikte müzeyi gezmesi, ellerinde defterleri, öğretmenlerinin anlattıklarını yazması olmuştu.
Sevgili Mustafa Kemâl Atatürk öleli beri Türk öğrencilere böyle bir Devrim tarihi öğretilmiyor; tersine, kendi tarihlerini de, Ulu Kurtarıcı'yı da unutturmak için kesintisiz çaba harcanıyor.
Sevil, Nilgün, ben , sanırım bu oyunu bozmak üzere, yazları Behram'da Kurtuluş Savaşı'yla, Atatürk'le ilgili kitaplar okuyoruz. Bu yaz, köydeki Eski İzmir Kitapçısı'nda, Kemâl Arıburnu'nun yazdığı, Sami N. Özerdim'in de başına bir önsüz hazırladığı Atatürk'ü bulup okuduk. Çok da iyi ettik, çünkü bizim için son derece önemli ayrıntıları öğrendik.
Bunlardan biri, kendimi bildim bileli okuduğum, işittiğim bir konuyla, Türk-Sovyet ilişkileriyle ilgiliydi. Biliyorsunuz, 1914'te, Mustafa Kemâl'in üstünyeteneği Çanakkale'de bir İngiliz tuzağına engel olmuş; Karadeniz'den gelip Bolşevik saldırılarından kurtarmak üzere Çar'a yardım etmeyi tasarlayan sömürgeciler geri püskürtülmüştü. Bunu unutmayan Lenin, Kurtuluş Savaşı boyunca bize silah ve para yardımında bulunmuştu. Yerine gelen Stalin zamanında neler olup bittiğini kimse açık söylemiyor, yalnız ortada, onun aramızdaki anlaşmayı çiğneyerek, yineden Kars yöresiyle Boğazlar konusunda ileri geri konuştuğu söylentisi dolaşıyordu; kimisi de, bunun doğru olmadığını, aramızı bozmak üzere ABD tarafından uydurulduğunu söylerdi.
İşin aslını, Kemâl Arıburnu'nun kitabında, Behçet Kemâl Çağlar'ın bir anısından öğrendik. Paylaşalım:
"O'nu Rus sefarethanesinde yelesi kabarmış arslan mehabetiyle (heybetiyle) kükrerken gördüğüm geceyi hatırlıyorum:
1937 yılındaydı sanırım. Rus ihtilâlinin yıldönümüydü. Ruslarla aramıza soğukluk girmişti, ama dostluğumuz eski havasını henüz muhafaza ediyordu. Kavaklıdere ağzındaki gemi biçimi Rus sefaretine gelen davetliler arasında zamanın Başvekili İsmet Paşa başta kalabalık bir Türk kütlesi göze çarpıyordu. Saat bire doğru herkes dağılmak üzereyken, balalaykalar İstiklâl Marşımızı çalmaya başlamasınlar mı? Paltosunu giymek üzere olan Başvekil birden irkildi; ne oluyor dememize kalmadı, merdivenlerde yaverlerinin arsında Mustafa Kemâl'in sarışın başı, vaktini şaşırıp gece yarısı doğan bir güneş gibi beliriverdi. Bir an salon kaynaştı. İstiklâl Marşımızın peşi sıra çalmaya başlayan bir dans havasında Atatürk'ü Tayyare Cemiyeti'nin davetlisi olarak gelmiş bir paraşütçü kızla seyretmemiz, büfenin başında Sefir Karahan'ın içki ikramını kabul ediyor görmemiz bir oldu.
Birden sesi salonda çınladı:
- Rusça'yı iyi bilen bir Türk diplomatı veya subayı bulamaz mısınız?
Azerbaycan'da doğup büyümüş, sonra Anadolu'ya gelip hava subayı olmuş birini buluverdiler. Onu yanına, gölgesine alan Atatürk, Karahan'ı göstererek:
- Sefir cenaplarına sorunuz, dedi, Şefiniz kimdir?
Türkçeyi bilen Karahan, böyle sade ve küçük cümlelerde tercümenin sonunu beklemeden cevap veriyordu:
- Stalin!
Atatürk, bir gözü tercümanda, bir gözü Karahan'da, açılmaya başladı:
- Geçenlerde, Cumhuriyetimizin yıldönümünde, bütün dünya büyüklerinden tebrikler aldım. Bu arada Kalinin'in de bir telfrafını gösterdiler. Usulen cevap vermeleri için Hariciye'ye havale ettim. Madem ki Şefiniz Stalin'di, bana telgraf çekmek için Kalinin de kim oluyor? Ben de bu Milletin Şefiyim. Ben mösyö Lebrun gibi sıradan bir Cumhurreisi değilim! Ben bu milletin şefiyim. Bana telgraf çekmek için Kalinin kim oluyor? Kalinin (hükümet üyelerini göstererek) bunlara çeksin! Söyleyiniz Stalin'e, Mustafa Kemâl karşısında muhatap aramaktadır. Bektaşi şeyhi gibi perde arkasına gizlenmek, şunu bunu bu işlere vekil etmek neden? Bunlar (hükümet üyeleri) birtakım muahedeler yapar, böyle teferruattan benim haberim bile olmaz. Fakat gerçek dostluk ve düşmanlık hakkında milletimle ben esaslı kararlara varırız; asıl muteber olan, değişmeyen odur. Bizimle gerçek dost geçinmek isteyenler bu hakikatin gafili olamazlar! Kara gün dostu iki milletin gerçek dost kalması isteniyorsa, bu hakikat gözden uzak tutulmamalıdır! Stalin, dostları için de mi perde arkasındadır? Söyleyin Şefiniz cenaplarına, Mustafa Kemâl karşısında muhatap aramaktadır. Dünyanın bugünkü şartları içinde, coğrafyanın küçük bir parçasına sığınmış tarihi muazzam bir millet, küçük millet muamelesi göremez! Bu basiret kârı değildir! Dünyanın gelecek inkişaflarında biz Rus milletinden değil, Rus milleti bizden hazer etse (çekinse) yeridir! Bir gün gelecektir ki, bizim topraklarımızdan Rus düşmanı bir milletin ordusu oraya doğru yürümek tasavvurunu aklından geçirecek, fakat karşısında bizim fiilî vetomuzu bulacaktır. Türkiye'nin müstakil fiilî siyasetini, Rusya'nın bir nevi diktası gibi göstermek temayülünü izhar eden gafillere, Sefir cenapları bunu münasip şekilde hatırlatınız…
Azerbaycanlı subayımız tercümeyi çok güzel yapıyor; Atatürk'ün her söylediğini, anayurdunun hıncını alırcasına, aynı jestlerle Sefirin burnuna burnuna tekrarlamaktan her seferinde kendini güç zaptediyor, Sefir Karahan ise renkten renge girerek şaşkınlığı ve perişanlığı arasında hayranlığını belirtmekten kendini alamıyordu. Atatürk'ün nefes almak için durduğu bir andan faydalanarak uysal bir sesle bir şeyler söyledi, subayımız bunu, dile gelmiş bir heykel vakariyle, hazırol vaziyetinde Atatürk'e tercüme etti:
- Cumhurreisi Hazretleri'nin hakkı var; Şefimiz var; Şefimiz Stalin'e bu arzularınızı bildireceğim. İki şefin telâkkisi milletlerimizin dostluğu yolunda atılmış en güzel adım olacaktır.
Atatürk gülümseyerek gürledi:
- Ben henüz böyle bir arzu izhar etmiş değilim. Yalnız iki milletin gerçek dost kalabilmelerinin şartlarını ve karşılıklı müstesna ve müsavi muamale lüzumunu tebarüz ettiriyorum. Eğer perdebirûnâne (gizli saklı) davranacak olsam, 'biz Yavuz zırhlımızla eski Kırım yarımadanızın kıyılarına gelelim, o da bir balıkçı kayığı ile bize mülâki olsun' kabilinden şeyler söylerdim. Yalnız bir lüzuma işaret ediyorum. Tekrar ediyorum: Mustafa Kemâl karşısında muhatap aramaktadır.
Rus seferethanesinde rastgele bir tercüman kadrosunda ve hüviyetinde görünüp aslında gizli ve mühim işleri idare eden Palyakof şöyle bir ilerledi ve söze karışıverdi:
- Tercümeyi yapan arkadaşımız Sefir cenaplarının sözlerini pek iyi tercüme edemedi sanırım. Sefirimiz demek istedi ki…
Yollu bir mukaddeme ile kendi aklınca yumuşatıcı bir tevile girişecekti ki, Atatürk sözünü kesiverdi:
- Vay, siz hâlâ burada mısınız? Bu topraklarda para ile satın alınacak şahsiyetler bulunmadığını hâlâ fark edemediniz mi? Yarından tezi yok bu beyhude gayretinize bir son verseniz, buralarda beyhude kalmasanız daha iyi olmaz mı?
Sonra, hiçbir şey olmamış, bir uygunsuz misafiri ev sahibi vatan evinden kovmamış gibi, sakin ve neşeli, Karahan'a döndü, tercümanı da kollayarak sözlerine devam etti:
- Ben oldum olası âsi bir adamım. Üstelik gayri mes'ul bir adamım. Bakalım mes'ul hükümet, dostluğumuzun takviyesi ve tarsini (sağlamlaştırılması) hususunda ne düşünüyor?
Başvekil İsmet Paşa, demindenberi, yüzü kâh çizgiler, kâh parıltılar içinde, cümlesini çoktan hazırlamıştı, tercümansız Fransızca söyleyiverdi:
- Hükümetin ayrı nokta-i nazarı ne olabilir ki? Atatürk ne söylemişse, Türkmilletinin kanaati odur. Dostlarımız şunu unutmamalıdır ki, Atatürk gerçek dostluklarında teferruatın altını da esaslar kadar ehemmiyet ve dikkatle çizecek kadar hassastır.
Atatürk'ün gözleri parlamış, yüzü gülmüştü, bulutlar dağılmış, güneş parlayıvermişti. Eğildi, İsmet Paşa'yı şöyle bir öptü. Sonra, 'Sen de, vekaleten misafir generali öp', diye fısıldadı; İsmet Paşa da, demindenberi şaşkın ve hayran, olan biteni seyretmekten bitkin, hava generali Aydeman'ı öper gibi yaptı.
Atatürk, balalaykalara şöyle bir işaret etti, yeni ve şen bir havaya başladılar."
Görüldüğü gibi, bütün insanlığı canlı bir varlık, ulusları da onun örgenleri sayan, dolayısıyla hem kendi yurdu, hem de bütün dünya için gerçek Barış'ı ilke edinmiş yüce bir Önder'in karşısında, daha 1937'de, karşısında olduğunu ve ortadan kaldırmayı amaçladığını öne sürdüğü anamalcı buyurucular gibi, ulusları zorla, tankla tüfekle, gözdağıyla toplumcu yapmaya kalkışan; 2. Dünya Savaşı'nın ardından o kan içicilerle Yalta'da dünyayı paylaştığını sanan; insanlığın binlerce yıllık soylu umudunu boşa çıkaran Stalin Efendi tam anlamıyla çapsız bir Tem Adam'dır.
Atatürkümüzün değerini, öldüğünde çantasından Söylev, Memleketimden İnsan Manzaraları çıkan Ernesto Che Guevera ile Fidel Castro çok iyi anladıkları için, Küba'daki toplumcu düzen kurma girişimi bütün dünyaya örnek olacak biçimde sonuçlandı, hem de ABD'nin ve uydularının 50 yıllık amansız, acımasız kuşatma, engelleme çabalarına karşın.
İsmet Arslan, bunalım falan demeden kitap basımını sürdürüyor; son aylarda çıkardıkları şunlar:
Abdullah Gürün'den Aziz Nesin ve İsveç Serüveni; Muharrem Bayraktar'dan Attilâ İlhan'la Sohbet: Batı'nın Maskesi Düşüyor; Okan Gökay Emgengil'den Türkiye Devrimi'nin Yol Haritası ve Avrasya Rotası; Cazim Gürbüz'den Atatürk Ekonomisi ve Beş Destan Adam; Turan Dursun'dan Evren Bir Şaka Mı?
Bir roman: Hatun Ateş Kurt'un Bir Yerlerde Bir Şeyler Eksikti'si.
Üç de şiir kitabı: Hasibe Sönmez'in Nar Ağacı Çiçek Açtı'sı; Veysel Boğatepe'nin İstanbul'a Kırk Satır'ı; Fikir Yüce'nin Şirimsi Çığlıklar'ı.
Çalışkan, üretken dostum, ozan Mehmet Başaran da yazılarını derleyerek Cumhuriyet Kitapları'na bir yapıt hazırlamış: Aydınlanma Yolunda, Yuh Olsun Topunuza.
Çetin Yetkin'in yetkin çalışması Karşıdevrim'den söz ederken, bakın ne diyor bir yerinde:
"Çok partili yaşama geçilirken, Hasanoğlan'da bir köylü şöyle demişti: 'Topraksızlara, yoksullağa çare mi demokrasicilik? Manda ortaya pislemiş, kağnı üzerinden geçip ikiye bölmüş tezeği…Olmuş iki parti, ikisi de aynı değil mi?'"
Onun için, insanlık için çözüm, başında Atatürk'ün görüp uyguladığı, Fidel Castro ile yoldaşlarınınsa çok daha sağlam temellere oturttukları, bütün yurttaşları kucaklayan, emekten başka şeye değer ve olanak tanımayan tek partili yönetimdir; onun içinde eleştiriyi, bilgi alışverişini kesintisiz ve yalansız duruma getirmektir asıl halkerki. Yaşadığımız, gittikçe ağırlaşması kaçınılmaz olan küresel bunalım bunu açıkça kanıtlıyor; ama şimdi parayı ve silahları ellerinde bulunduranların karartmalarından ötürü, bu yalın çözüme geçene dek daha epey acı çekecek insanlar.
Sözümüzü yine Ali Yüce'nin bir şiiriyle bağlayalım:
SEYİRCİ
Çağdışı ilkel bir kafa Karanlığa tapıyor Nanik yapıyor aydınlığa Küresel pazarlarda Ulusal onur satıyor Sen seyrediyorsun
Atatürk'ün kurduğu Laik Cumhuriyetin düşmanı Karanlıkçı bir kafa Küresel pazarlarda Ulusal egemenlik satıyor Sen seyrediyorsun
Vurguncu vurguncuyu Dört elle alkışlıyor Emekçi halkın çocukları Ekmek diye ağlarken Karanlıkçı gülüyor Sen seyrediyorsun
Eli uzun cebi büyük Karanlıkçı bir softa Servetine servet katıyor Dil uzatıyor hukuka Yargıyı yargılıyor Sen seyrediyorsun
Usdışı bir sapık Safsataya tapıyor Çamur atıyor aydınlığa Yıkıyor laik Cumhuriyeti Atatürk'ten öç alıyor Sen seyrediyorsun.
Bertan Onaran bertanonaran@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
GÜL-DİKEN YAZILAR : Erhan Tığlı DAĞLI DÜŞÜNCELER- GÖRÜŞLER |
|
Dağdan inenler kahraman gibi karşılandıklarına göre, acaba maksat üzüm yemek mi yoksa bağcıyı dövmek onun burnunu sürtmek mi?
Bakalım bu dağdan inmelerin arkasında daha neler var? Bir taraf düğün bayram ederken öbür taraf kuşkuyla dudak büktüğüne, kızıp köpürdüğüne göre, korkarım bu gidişle yağacak gibi umduğumuz dağlara kar!
Dağlar dağladı beni
Gören ağladı beni
Bak feleğin işine(!)
Açılım sevdasıyla
Dağlıya muhtaç etti
A.B.D. ye bağladı beni!
Dağdan inenlere ve ineceklere umut bağlandığına bakıyorum da, Nasrettin Hoca geliyor aklıma. Hoca kaybettiğini eşeğini türkü söyleyerek arıyormuş. Bunun nedenini soranlara şöyle demiş: "Umudum şu dağın ardında. Eşeğimi orada da bulamazsam, seyredin siz benim söyleyeceğim yanık türküleri!"
Erhan Tığlı erhantigli@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
EV ALMA SAHİBİNİ AL
Atasözlerine kafayı taktım. Ev alma komşu al sözünü kim söyletti bilemem, bizim derdimiz ev sahibi-nin kadın olanı. Bir öğrenci evine dördüncü olarak girdim. Sınavsız ama torpille. Yatılı okul arkadaşımın abisi evde kalanlardan. Sınıf tahtasına adımı yazarak buldu beni ve bizzat transfer teklif etti. Transfer ücreti yoktu. Ama ayni olarak her şey hazırdı. Ben yorgan getirdim sadece.
Evde dört kişiyiz. İkisi dördüncü sınıf, beni transfer eden üç. Dörtler ayrı odalarda kalıyor, biz aynı odada. Düzen kuruldu. Daha doğrusu evin bir düzeni vardı zaten, ben adapte oldum .
Sistem güzel işliyor. Her gün bir kişi nöbetçi.Yemek, bulaşık ve çay. Hepsi bir kişiye ait. Sonra üç gün dinlenme. Kimi eleştiriyor, bu kadar katı kuralcı olmayı. Medeni insanlar ne yapacağını bilirmiş, kural zoruyla yapmak ayıpmış. Bize göre ortada ayıp yoktu. Önemli olan sonuçtu. Evde düzenli yemek pişmesi, bulaşıkların yıkanmazı ve çay demlenmesi. Bunlar gönüllü yapılacak şeyler değildi. Kural gereği yapılmasında da bir ayıp yoktu önemli olan yapılmasıydı. Haftasonları güveç, balık gibi detaylı uğraş gerektiren yemekler bile yapıyor, misafir kabul ediyorduk.
Herşey iyi gidiyordu. İyi gitmeyen ev sahibi ile ilişkilerdi. Daha doğrusu ev sahibinin karısıydı sorun. Bize göre bir sorun yoktu. Kiramızı ödüyorduk. Anormal bir davranışımız da yoktu. Evet eve gelen-giden çoktu ancak fazla gürültü yapmamaya dikkat ediyorduk.
Ev Sahibinin kocası hemen hemen her gün kahveden dönerken uğrayıp biraz oturuyordu.
-N'apisiniz be ya?
-Oturuyeriz be Sal'aga!
Günlük konuşmamızın bir parçası halini almıştı.
Karısı, girdiğimizden onbeş gün sonra çıkın evimden, dedi ve iki yıl boyunca da bu görüşünde ısrar etti.Gerekçesi gürültü, gelen-giden. Ama bir gün itiraf etti:
-Benim eve niye kimse gelip-gitmiyor?
Sonradan ülkeizin ender yetiştirdiği yöneticilerden olacak olan arkadaş yapıştırdı yanıtı:
-İyi bir karı olsan sana da olur gelen-giden!
Gerçekten de yoktu. İki katlı bir evdi kaldığımız ev. Bize gelenler dışında görmedik kimseyi eve gelen-giden. Çocuklarını bile neredeyse.
Eve gelen arkadaşları da uyarıyorduk, aman ev sahibi!
Ev Sahibinin oyuncağı olmuştuk artık. Günlerce su kesiliyor, her taraf bulaşık. Zilimiz çalışiyor, açık çeşmelerinizi kapatın suyu açacağım. Meğer ev sahibi kesmiş. Su kesildi mi koşuyoruz hemen vanayı açmaya.
Bir gün nöbetçiyim, yemek yapıyorum. Holde teyp çalıyor. Birden ses kesildi.Daire kapısını açtım, baktım kadın yukarı çıkıyor.Şalteri indirmiş, hemen açtım başladı müzik sesi. Döndü geriye, sigortamızı söktü, elleri belinde gülerek bakıyor. Ben de hemen onların sigortasını söktüm bizimkine taktım. Kadın bu sefer o sigortayı da söktü, kendini de elektriksiz bırakarak elinde sigorta merdivenleri çıkmaya başladı. Baktım orada bir sigorta daha var, söktüm onu taktım bizim sigortaya. Teypten gelen müzik sesi merdivenlerden zafer kazanmış edayla çıkmakta olan kadına ulaştı. Ben bir yandan sigortayı sıkmaya devam ederken gülerek kadına bakıyordum.
Kadın birden geriye döndü. Merdiven altından kaptığı odunu bütün gücüyle hala sigortayı sıkmakta olan koluma indirdi. Sonra da elektrik cezasından vazgeçerek evine girdi. Polis karakoluna şikayet ettiysek de sonuç alamadık. Bir kadından dayak yediğini iddia eden dört erkeğe inanmadı polisler ya da inansalar bile ayıpladılar bizi.
Bir başka gün misafirleri evlerine bırakmaktan dönen ev arkadaşlarımız zile bastılar. O günlerde de anahtar olduğu halde zile basarak kapı açtırma modaydı bizim evde. Biz camdan gördük arkadaşlar olduğunu açmadık, anahtarınızla açın kapıyı dedik.
Onlar da dış kapının kilidi değişmiş açamıyoruz dediler, fakat biz inanmadık. Gecenin onikisinde kim kilitle uğraşacaktı biz evdeyken? Israr edilince baktık doğru. Apartman kapısının kilidi değişmişti, sabah hepimiz okula gidince artık evimize giremeyecektik. Ev sahibine sorduk; kilidi kendisinin değiştirdiğini, evden çıkmamız gerektiğini söyledi. Yeni kilidin anahtarlarını da vermedi.
Bütün gece çare düşündükten sonra sabah bulduk, dış kapıyı söktük ve daire holüne dayadık. Okulumuza gittik. Akşam eve döndüğümüzde ev sahibimiz elinde eski kilitle kapımıza dayandı. Bir daha böyle bir şey yapmayacağına yemin ettikten sonra verdik dış kapıyı. Merdiven altındaki bisikletleri ve odunları açıkta kalmıştı biz dış kapıyı sökünce.
Kaldığımız iki yıl boyunca bu ev sahibi ile kavgalarımız devam etti. Bir gün jandarmadan bir çağrı aldık. Jandarma Komutanlığından çağırıyorlardı bizi. Korku içinde gittik komutanlığa. Baktık ev sahibi karı-koca tam kadro karakoldalar. Komutan sert bir şekilde baktı bize. Bıyıklı olduğu için nispeten bizden yaşlı görünen arkadaşı gözüne kestirdi:
-Hep senin başının altından çıkıyor bunlar, diye bağırdı.
Suçumuz büyüktü. Gürültü yapıyorduk, eve gelen-giden çoktu. Komutan keskin bakışlarla hepimiz süzüyor, bıyıklı arkadaşa yükleniyordu. Okumaya mı gelmiştik, dalga geçmeye mi? Ailelerimiz ve ülke bizden ne bekliyor, biz ne yapıyorduk?
Ev Sahibi kadın çok memnundu bu manzaradan, sonumuz gelmişti artık. Komutan birden kocasına döndü:
-Karına sahip ol, bir daha bu çocukları rahatsız ederseniz atarım sizi içeri, dedi.
Sonra da bize döndü gülümseyerek:
-Az gürültü yapın ama çok çalışın, sizi rahatsız ederlerse de bana gelin, dedi.
-
Erkan Sezgin
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
AÇ KAPIYI BEN GELDİM
Aç kapıyı ben geldim
Korka korka değil,
usul usul değil ,
Elim yüreğimde
çarpa çarpa geldim ,
Aç kapıyı bak ne diyeceğim
Bir senin ellerinden,
bir senin gözlerinden
Dişlerinden,dudaklarından
Nergisler ocak ayında açtı
Kendimden bahsetmeyeceğim
Yediveren güllerden,
duvardan sarkan güllerden
Çocuklardan sabah erken
okula giderlerken
Atlardan bahsedeceğim,
kan ter içindeki atlardan
Aç kapıyı bak ne diyeceğim
Ne kadar küsülü çocuk varsa
barıştırdım oynuyorlar
Tam kırk çeşit sarmaşık gül buldum
penceremin dibinde açacak
Ekinleri dolu vurmadı,
çekirge gelmedi,kurak olmadı
Yorgunum demeyeceğim,
bir evimiz olsa demeyeceğim
Yüreğim daralıyor demeyeceğim
Bir baksan gözlerime
başını çevirmeyeceksin
Yürüyüp gitmeyeceksin,
elini çekmeyeceksin
Bir baksan gözlerime
Dağda yakılmış ateşler göreceksin
Aç kapıyı kim geldi bak
Bak nasıl havalandı güvercin
Açmam diyemezsin artık
Aç....
BERİN TAŞAN
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.18.4762 Released [2009 06/09] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.0.1 / 17 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|