|
|
|
Editör'den : Türk halkı zeki (mi)dir!.. |
İyi haftalar,
Sıra benim birşeyler karalamama gelince durup düşündüm. Felaket tellalı gibi olumsuzluklar üzerine değil de, bu sefer, iyi ve doğrunun egemen olduğu, iç açıcı belki iştah kabartıcı birşeyler hakkında yazayım dedim kendi kendime. Dedim demesine de aradan 2 saat geçti, ben ekranla aramdaki soğukluğu bir türlü gideremedim. Düşünürken, bir yandan izlediğim televizyonda Adam Fawer vardı. Şu "Olasılıksız" romanının yazarı. İlk kitabıyla ABD'de "En iyi ilk ve tek kitap" ödülünü alan yazar. Bir program dahilinde kitaplarının yayınlandığı ülkeleri gezip okuruyla buluşuyormuş. Şöyle dedi konuşmanın bir yerinde; "En tanındığım, en anlaşıldığım, en sevildiğim yer Türkiye. Galiba Türk okurları çok zeki." Güzel değil mi? İnsanın içini açıyor. Peki haklı mı? İşte orası muamma. Bilimkurguya gösterilen bu ilgi acaba en insani duygularımıza da gösteriliyor mu? Yoksa üç maymunu oynamak işimize mi geliyor?
Bizi yönetenler gerçekten zeki olduğumuza inansalar, bize şu anda davrandıkları gibi davranabilirler mi? Bu soruya etraflıca düşünüp cevap vermek gerekli biliyorum ama öylesine sıradan, kör gözüm parmağına ihlâllere şahit oluyoruz ki, dudaklarımızın uçuklamaması olanaksız. Açılım sürecinde Habur'da oynan tiyatro, bunun hukuki zemine oturtulması için çevrilen dolaplar, pastadan çıkan ulu önder, fotokopi belgeden ıslak belgeye geçiş süreci, gerçekten zeki insanların yaşadığı bir ülkede olabilir mi? Ya da yöneticilik sıfatı taşıyan vasıfsız yaratıklar bunca dangalaklığı bir arada kotarmaya kalkışabilir mi? Örnek mi istiyorsunuz? Alın size 29 Ekim resepsiyonunda Büyükanıt'la Çolakkadı diyaloğu. Neresinden alırsanız alın bir garabet öyküsü. Bir yanda, Ergen davada hükümetin kuyusunu kazmaya teşebbüs ihtimali olduğu düşünülenleri bir yılı aşkındır cezaevinde tutanla, 27 Nisan emuhtırasını bizzat kaleme aldığını söyleyecek kadar "en kahraman", sözde, hükümeti tehdit edip ekmeğine yağ süren paşa şakalaşıyorlar. "Ne o beni mi almaya geldiniz? Sizin işinizde zor." diyor paşa. Bizlerin, bu konuşmadan farklı anlamlar çıkarmayacak kadar zeki olduğumuzu sanıyor zahir. Ben şimdi bir sivri zekalık daha yapayım ve ıslak imzalı belge ile yanındaki edebi yorumun da bu paşa tarafından yazılmış olabileceğini söyleyeyim. Haydi gelin siz de itiraz edin. Sanki çok umurumdaydı.
Peki şu Tayyip Bey'in erken seçim itirazına ne diyorsunuz? Birader, ekranda duyduk ne dediğini, şimdi ben öyle demedim diye nasıl inkar edersin? "Onu demek istemedim"i bir yere kadar anlamak mümkün de, "Demedim" demek zekamızla dalga geçmeye girer, cezası 25 şınavdır, böyle biline. Haydi gelin şimdi, Baykal'ın "İlla da kamera" dayatmasına kızın bakalım. Adam yerden göğe kadar haklı işte. Vahim olan, zat-ı şahanelerinin kamera kaydını bile delil olarak kabul etmemesi. Bu durumda bize tek bir şey kalıyor, zil takıp oynamak. Adam Fawer bize "ZEKİ" demiş. Bak hele Adamın dediğine, aynı lafı Atatürk te demişti, şimdi onu ödül olarak pastadan çıkartıyorlar. Adam'a da striptiz yaptırtmayacaklarını kim iddia edebilir. Haydi kalın sağlıcakla.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
BİR ARAŞTIRMA ÜSTÜNE
Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Sınıf Öğretmenliği Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Yücel Kabapınar ın IV. Sosyal Bilimler Eğitimi Kongresi nde sunduğu "Öğretmen Adaylarının Kronoloji Becerilerinin Saptanmasına Yönelik Bir Çalışma " isimli araştırması şaşırtıcı sonuçlar çıkardı. Katılımcı 229 öğrencinin 78.2 si yakın Türkiye tarihindeki olayları, 61.4 u Osmanlı padişahlarını, 64.6 sı dünya tarihinde ki önemli olayları, 71.6 sı Kurtuluşu sırasındaki olayları tarihsel olarak sıralayamamış. Bu araştırmada bir 3. sınıf öğrencisi "Ay a insanın ilk kez ayak basmasının, Amerika nın keşfinden önce olduğunu belirtmiş.
Yukarıda araştırma Türkiye de bütün üniversitelerde yapılsa aynı çıkarma bilmiyorum. Fakat büyük köklü üniversitelerden biri olan Marmara da böyle bir tablonun çıkmasının çok vahim olduğunu düşünüyorum. Amacım bu sonuçları eleştirmek değil. Yalnız bu çıkan sonucu göz ardı etmem mümkün değil. Bir nevi geçmişten yola çıkılarak geleceğe yön verme felsefesini savunan birisiyim. İyi güzel söylüyorum da çözüm önerim ne diye merak ediyorsanız hemen söyleyeyim. Bu önerileri şöyle sıralayabilirim
1. Öğrenciye temel eğitim-öğretim hayatı boyunca kafasını gereksiz bilgiler ile doldurulmamalıdır. Bir örnek verecek olursak Türkiye de herhangi bir nehrin uzunluğunu ezberletmek yerine bu nehrin geçtiği yerlerde ne gibi etkilerinin olduğunu tartışmacı bir yolla öğretmenin öğrencini beynini yormayacağını düşünüyorum.
2. Türkiye de maalesef üniversitede dâhil olmak üzere bütün eğitim kurumlarında ders anlatıcıların öğrenciler yokmuş gibi davranması tabiri caiz ise ben paramı alır dersimi anlatırım ve anlayıp anlamadıkları mantığı var olması öğrencileri o dersten ve öğreticilerin vereceği bütün derslerden soğumasına neden olmaktadır. Buda öğrencide koşullu bir tepki oluşmasını neden olmaktadır.
Bütün nedenlerin ana kaynağı eğitimcilerdir. Elbette öğrencilerinde bu durumda payları vardır. Fakat şunu da hatırlatmak isterim. Ülkemizde zamanında "Çalıkuşu" romanından etkilenen çoğu insanımız kızlarının adını Feride koyması örneğinde açıkça anlaşılacağı gibi çok çabuk etkilenen bir toplum olduğumuz aşikardır. O halde öğrencilerimizi bugün idealist ve yarının öğretmenleri olarak öğrencilerine doğru bilgi aktarmaları sağlamak eğitimcilerin elinde olduğu için en başta belirttiğim tablo da o yüzden eğitimcilerin suçudur.
Serdar Çevik
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
KAHVE-TUR : Cem Polatoğlu |
GÜRCiSTAN ve TAMADA
Nazım Alpman; O eski tüfek değil güncel mitralyozdur. Senelerce Cumhuriyet ve Milliyet gazetesinde yazdı. Halen internetin en çok okunan yazarı. internethaber.com, Birgün, sansursuz.com, Bizim Gazete, National Geographic Dergisi, İz TV'de haberleri, ropörtajları, belgeselleri, makaleleri ile Türkiye'nin en çok ses getiren gazetecilerinden biridir. Sıkı bir karikatürist, eski bir sendikacıdır. Alpman'ın Çingeneler hakkında 3, Beykoz hakkında 3, ve Sınırda Yaşayanlar, Anadolunun elleri ve Gazetecilerin Şakası Olmaz isimli kitapları var. Tavşanlar grubu* üyesi (Nazım Alpman gazeteci, yazar, Duygu Asena-gazeteci, yazar, İnci Asena-yayın evi sahibi, Bilge Egemen-program yapıcısı, sunucu NTV, Sabati Karakurt (Carlos) Hürriyet fotoğrafçı, yazar, Utku Kırdemir-spiker Star TV, Can Uluğ-turizm, Ali Onaran-turizm, Cem Polatoğlu-turizm)
*Tavşanlar grubu hikayesi bir başka zamana.
20 senelik dostum, idolüm Nazım Ağabeyim bana telefon edip; "Haydi toparlan, Gürcistan'a gidiyoruz, Acara Başbakanı Levan Varsalomidze çağırdı" dediğinde boğazım düğümlendi. Alışık değilim ben öyle resmi davetlere. Ancak bir başbakanın davetlisi olarak ülke ziyareti oldukça havalı bir şey olsa gerek. Nazım abi, İz TV ekibi ve bendeniz İstanbul'dan çıktık yola. Bir buçuk saatlik uçuştan sonra Batum'dayız. Uçağın yarısı Hopa'lı. Onları hemen bir otobüs aldı ve vizesiz, gümrüksüz, pasaportsuz geçişle Hopa'ya yol aldılar.
Batum havaalanında beni şaşırtan ilk şey kocca bir afiş ve üzerindeki "rüşvet vermenin cezası ölümdür" yazısı. Eski doğu bloğu ülkelerine gelirken gerekebilen pasaportumun bir kenarına sıkışmış! 20 dolarımı derhal cebe aktarıyorum.
Alandan çıktık. Bekliyorum ki siyah takım elbiseli bürokratlar ve kara gözlüklü iri kıyım korumalar gelsin, sırayla dizilsin, bizde ellerini sıkalım. Birde folklör gurubu. Sonra da bizleri tepesi yanar-döner ışıklı dadi-dadi siyah arabalarla alsınlar... da... alanda bizi karşılayan Nazım abiye sarılıp öpen tek bir kişi var. Adı Nukzar. "Epinuz hoşceldinuz" dedi. Tam Laz. Elinde koca bir gül demeti. O da gruptaki kameraman kızımız için. (aşağıdaki resim soldan sağa Nazım, Nukzar, Cem)
Denize nazır otelimize yerleştikten sonra Başbakanımızı ziyarete gideceğiz. Herhalde o zaman gelir arabalar, korumalar. Giydim en efendi kıyafetlerimi, saçlara da jöle, indim lobiye.
Nukzar beklemede;
- Haydin cideyruk.
- E nerde bu millet, nerde bu devlet ve devletin dadi-dadi siyah arabaları, korumaları?
- Haydi cel daa. Başbakanlık şuracıkta, yürüyerek gideceğuz.
Başbakanlık, arka sokaklarda arada bir bina. Ne üst-baş araması, ne kimlik yoklaması.. Tak tak vurduk kapıyı girdik içeri. Allahtan bir sekreter var. İçerideyiz. Aaaa ama bu adam bir delikanlı.. Olamaz! Başbakan benden genç. 30'lu yaşlarında biri. Samimi, güleryüzlü, sıcak, içten. Hani şööle bi elense çekip "Levan, N'aber lan?" diyesim geliyor ancak Nazım abime ayıp olur. Ama; "Hocam, akşam beraber takılalım şöyle neşeli bir yerlere" diyorum. Olur diyor.
Nazım abi ropörtajını yaptı, İz TV çekimlerini bitirdi. Benim görevim ise Gürcistan turizmini kurtarmak! Kendimi ve Türk turizmini kurtardım ya,
sırada burası var. Şaka bir yana, sebeb-i ziyaretim; Türkiye ile Gürcistan arasında turizmi canlandırmak. Bunun için neler yapabiliriz? İrdeleyeceğim.
Verdiler bize bir arazi aracı, yanımızda kardeşimiz Nukzar. Bir bileniz ya, allah Gürcistana ne verdiyse dağ-taş, dere-tepe, çayır-bayır, bina, köprü görülecek ne yer varsa hepsini gezdik. Akşam pestilimiz çıkmış vaziyette Başbakanın verdiği yemeğe katıldık. Levan bizi kapıda karşıladı. Çok açız. Sofra göründü. İçimden bir an evvel yemeklere saldırmak geliyor. Yok yok sofrada. Yemeklerden adını öğrendiklerim; Gürcü Kavurması, Shavi Lobyo, Porçi, Lobyo Cadi (Fasulyeli Mısır Ekmeği), Lobyo Phali - Phal Lobya (Fasulyeli Lâhana), Koraveli Phali (Ekşili Lâhana), Malahto dedikleri Cevizli Fasulye, ayrıca Cevizli Patlıcan, tatlılardan Kiraz Kavurması (Salamura Kiraz), Gürcü Lokması
Bu kadar yeter. Haydi başlayalıııımm. Bismillah...
- Yok dedi Nazım abim. Bekle..
- Neyi?
- Tamada'yı
- O kim ya?
- Sofra başı.Sofrayı yöneten kişi.
- Yani Başbakanı?
- Hayır, Tamada sofra lideri demek, illa başbakan veya sofranın en kıdemlisi, yaşlısı olması gerekmiyor. Herkesi tanıyan, iyi konuşma yapan, bilge biri sofra başıdır ve Tamada bir açılış konuşması yapar. Tamada konuşmasını bitirmeden yemeğe geçilmez, o bir yudum içmeden ağza kadeh götürülmez. Ayrıca elindeki kadehi havaya kaldırırsa sende kaldırmak, ayağa kalkarsa sende kalkmak ve onun sözü bitene kadar gözüne bakarak dinlemek, içerse içmek zorundasın. (Bu ne yaa.. askerde miyiz?)
- Peki, Tamam ama sonra yemeğe ..
- Hayır. Tamada, sözü bir başkasına verebilir, onu da sonuna kadar dinleyeceksin. Bu fasıl böyle tüm masayı dolanabilir.
- Nazım abi.. Bak. Açım abi ben... Ayççç!. Tüm gün gezdik. Ayaklarıma kara sular indi. Akşam yeriz diye ağzımıza tek bir lokma atmadık. Masada 10 kişi var. Herkes on dakka konuşsa bittim ben.
Ve herkes birbirine söz vere vere 2 saat geçti. Hala tek bir lokma ağzıma atmadım. Sadece her konuşmacının ardından mecburen bir yudum içki aldım. O da bana aç karnına yetti.. Derken söz sırası bana geldi. Ağzımdan şöyle bir "ses" çıktı;
- Ğörrkhh!
Nazım abinin dürtüsü ile kendime geldim. Konuşmamı 5dk ile sınırlayarak orada olmaktan duyduğum memnuniyetimi dile getirdim... ve.. ben öldüm...
Sandım.. ama başaramadılar demek. Kimse bana artık soru sormasın, kulaklarım duymuyor, gözlerim görmüyor, bişi hissetmiyorum. Galiba aç ve sofra başında olmak kötü. Attım topu, verdim sözü bizim genç kameraman arkadaşlara, kaş-göz de ettim ki uzatmasınlar lafı. Ohooo, başlangıçta kem-küm eden delikanlımız bir gaza geldi ki, sanırsın küçük Sülü (Demirel). Ne politikası, ne halkları ve hakları, ne savaşı ne diyon sen akşam akşam?. Susturana aşkolsun. Bacağımda ulaşmıyor oraya. Kafasına çatal atsak ve bunun bir Türk adeti olduğunu söylesek susar mı acep?
Bitti nihayet konuşmalar.. Hücuuum. Protokol sofrasıymış. Hiç çatal ve bıçağa ihtiyaç duymazdım eğer Nazım Abi'm bana dik dik bakmasaydı.
Sırası gelmişken masada anlatılan bir efsaneyi nakletmek istiyorum; Tanrı insanlara yaşayacakları toprakları dağıtıyormuş. Ancak malumunuz o sırada Gürcüler yemek ve içmekle meşgul, Tamada'da da lafı uzatmış ve dağıtıma geç kalmışlar. Nihayet toparlanıp iki yemek arası huzura çıktıklarında Tanrı onlara tüm toprakların alındığını, boş yer kalmadığını söylemiş. Gürcüler bu duruma pek aldırış etmemiş. "Sizin sağlığınıza içiyorduk, hadi gelin siz de bize katılın" demişler. Tanrı bu ziyafette öyle iyi vakit geçirmiş ki, kendine ayırdığı toprağı Gürcülere vermiş. İşte bu yüzden Gürcüler Gürcistan'ın tanrının ülkesi olduğuna inanıyorlar.
Gürcülerin şarapları bir harika. 521 üzüm çeşidi olan Gürcistan, dünyanın en eski şarap ülkesi. 'Muzukani' bence en kaliteli Gürcü şarabı. Son yüzyılda çok savaşlar gören Gürcistan'da ilk kadeh "Barışa" kaldırılıyor. Sağlığa veya Şerefe değil. İkinci kadeh ülkeye: "Sakartvelo gamarjos!" (Çok yaşa Gürcistan) Ardından misafirlere, ev sahiplerine, çocuklara, dostluğa kalkıyor kadehler. Gürcistan'ın sadece şarabı değil, kaplıcaları ve doğal kaynak suları da ünlü. Gürcüler dansı, şarkıyı ve operayı çok seviyor.
Gezimize devam edelim, Ertesi günkü gezimize başbakan da eşlik ediyor. Tek bir koruması var Levan Varsalomidze'nin. Halkın arasında özgürce geziyoruz. İsteyen sarılıp öpüyor, dileyen hatıra fotoğrafı çekiyor. Bazıları dertlerini anlatırken, genç kızlar bekar başbakanlarına kur yapıyorlar. Levan Varsalomidze yurt dışında okumuş 3 dil bilen ve Gürcülere göre asil, politik kökenli bir aileden geliyor. Bu nedenle herkes ona saygı duyuyor. O da tüm yurtdışı birikimlerini son derece itinalı bir şekilde halkına sunuyor. Başbakan, şehrin dört bir yanını sarmış olan inşaatlardan yol çalışmalarına, limandaki sorunlardan havaalanına kadar her şey ile ilgileniyor ve haberdar.
Sokaklarda ilgimi çeken şey kadınların sigara içmemesi. Ayıp sayılırmış. Bunun dışında, restaurantlar'da veya caddede müzikli, eğlenceli, şık giysili gruplar gördük. Birbirine de çok benzediği için sorduk "bu düğün mü?" evet dediler. Hemen alt salondakini sorduk.. Cenaze yemeği dediler. Düğün ve Cenaze. Aynı yerde. Farkı ne bu seramonilerin dedik? Farkı pek yok dediler. İkisi de "cennete yolculuk" muş.. (sorsalar ikisinin de ucunda ölüm var derim.)
Bu yemek fasılları Gürcistan gezimiz boyunca devam etti. Ör. Bir öğlen yemeğine 14:00 civarı oturduk. Yine Tamada faslı başladı, konuşmalar sıra ile devam etti.. Sofradan kalkarken saat 20:00 idi ve bir saat sonra, (rakkam ile -1-) akşam yemeğine oturduk.
Bir sonraki gün, Türk girişimcileri izlemek üzere şehre çıktık. Tüm büyük inşaat işleri, oteller Türkler tarafından yapılıyor. Marketlerde Türk gıda ürünleri baş köşede, Disco'larında ise Türk pop müzik parçaları hit olmuş. Bazı tekstil firmalarımız ise iş gücü ucuz olduğu için burada konuşlanmışlar. 450 Gürcü kadın işçinin çalıştığı bir Türk tekstil fabrikasını gezme şansımız oldu. Gurur duyduk.
Gürcistan resimler için. http://picasaweb.google.com.tr/baracudacem/GURCISTAN
Detaylar;
Başkent Tiflis, Resmi dil Gürcüce, Güney Kafkas-Kartuli dil ailesinden gelen Gürcüce yaşayan en eski dillerden biri. 5. yüzyılda geliştirilmiş Mkhedruli alfabesi kullanılıyor. Yarı başkanlık sistemli Cumhuriyet, Devletbaşkanı Mihail Saakaşvili, Bağımsızlık SSCB'den ayrılma 9 Nisan 1991, Yüzölçümü 69.700 km², Nufus: 5 Milyon, Para birimi Lari (GEL), GSMH Kişi başına 2,200 $, Gürcüce'nin dışında güney bölgelerde Lazca, Acarca, Ermenice; güneydoğuda Azerice, Batsça; kuzeyde Osetçe, Svanca, doğuda Megrelce, Abhazca da yoğun olarak nüfusun %30 kadarı tarafından konuşulmaktadır. Ülke nüfusun yaklaşık % 83,8'ini Gürcüler, Acaralar, Lazlar, Megreller, Svanlar oluşturur. Diğer gruplar Azeriler (% 6,5), Ermeniler (% 5,7), Ruslar (% 1,5), Abhazlar ve Osetler. Gürcistan Yahudi cemaati, yeryüzündeki en güçlü Yahudi cemaatlerinden biridir. Gürcistan'nın kuzeyinde Rusya, güneyinde Azerbaycan, Ermenistan ve güneybatısında Türkiye yer alır. Gürcistan, iki özerk cumhuriyet ve on idari bölgeden oluşur.
Özerk cumhuriyetler ise Abhazya ve Acara, Sovyet döneminde kurulmuşlar ve bugün Gürcüstan Anayasası'nca da tanınmaktadırlar. Hukuki açıdan özerk olmasına karşın Abhazya fiilen ayrıdır. Abhazya'nın başındaki yönetici, anayasal açıdan Yüksek Konsey başkanı olarak tanınmakla birlikte, fiilen devlet başkanı sıfatını taşımaktadır. Acara özerk cumhuriyetinin başındaki kişi Levan Varsalomidze ise, 2004'teki iktidar değişikliğinden sonra Bakanlar Kurulu başkanı sıfatını taşıyor.
Tamada hakkında detaylı bilgi; Gürcü sofrasının bir akademi olduğu söylenir. Burada tam bir düzen vardır, herkesin hak ve görevleri, rolleri belirlenmiştir. Bütün bunların denetiminden tamada sorumludur ve bunun yanı sıra tamada sohbetin ahlak sınırları içinde sürmesini sağlar. Yeni kuşaklar, sofrada herhangi bir konu hakkında yapılan konuşmaları (sadğerdzelo) ve tamadanın belirlediği konuları dinleyerek yetişiyorlardı. Bu sofralarda küçüklere ulusal değerler, gelenekler aktarılıyordu; küçükler davranış biçimlerini, söz söylemeyi burada öğreniyorlardı.
Farklı sofralarda (düğün, doğum, doğum günü, ölü yemeği) sadğerdzeloların nasıl olacağına dair belirlenmiş kurallar vardır; tamadanın ustalığı da işte burada başlar, sadğerdzolaları birer şablon olarak değil de daha yeni ve ilginç sadğerdzelolar olarak söylemesi beklenir. Bundan dolayı tamadanın iyi eğitimli biri, iyi hatip, geniş hayal gücüne sahip biri, gelişmeleri görüp izleyen, iyi bir mizah duygusuna sahip, iyi bir organizatör, herkesi önem veren biri olması gerekir.
Sevgilerimle
Cem Polatoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Eski Dost : Ayşegül Erden BEN UTANIYORUM! |
|
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi'nin tek bir gerçeği vardır; Mustafa Kemal Atatürk!
Dünyanın kabul ettiği, tartışmasız gerçektir bu.
Çökmüş bir imparatorluğun yerine, pırıl pırıl bir Cumhuriyet kuran ve bize emanet eden Atatürk'ü, O'nun yoluna baş koymuş atalarımı Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında aramaktan ben utanıyorum!
Sadece bayram kutlamalarında değil, öncesinde, sonrasında Cumhuriyetimizi ve Ata'mızı "Kaç Kişiyiz Biz?" "Apo'nun bile bilmemkaç hayranı var, biz Atatürk'e hayran kaç kişiyiz, gelin burada birleşelim, gücümüzü gösterelim...", vs vs gibi açılan başlıklardan utanıyorum!
Kime, neyi ispat etme çabasındayız?
Ve bu arayışlarımızla kimleri kendimize güldürüyoruz?
Ben, ülkemde tek parti AKP kalsa, oy vermek zorunlu olsa, cezası ne olursa olsun bu partiye oy vermeyecek kadar, çiğnenen Cumhuriyet İlkeleri'ne sadık bir vatandaşım.
Ama nasıl AKP denen partiye tek bir oyum yoksa, özellikle internet ortamında açılan bu, bana göre saçmasapan, Atatürk hayranlarını, Cumhuriyet'e sahip çıkma anketlerine tek bir oyum, katılımım yoktur!
AKP ve benzeri inkarcıların, "çağa uyma" mentalitesine sığınarak, ki bu mentaliteye asla karşı değilim, ancak zamanında çok büyük, yutulmaz, affedilmez sözlerle "laiklik, Cumhuriyet, Atatürkçülük" kavramlarına neredeyse sövmüş bu zihniyetin, bugün bu bahaneye sığınarak döneklik etmelerine, ne kadar güvenilmez olduklarına işaretle, Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet'in kendilerine sağladıkları olanaklarla istedikleri gibi at oynatmalarına karşı bir hareket olarak kabul ettiğim "Kaç Kişiyiz Biz?" gibi anketlere katılım yaptıramazsınız!
Utanırım!
Atam'a, laikliğime, Cumhuriyet'ime sahip çıkmak adına yapılan her hareketten, taraftar toplama gösterilerinden utanırım!
AKP ve yandaşlarının; "Zavallılar... telaşa düştüler, Atatürkçüler'i arıyorlar." diye bıyık altından gülmelerine izin verdiğim için utanırım!
İktidarlar gelip geçicidir, denenirler, kabul görürler ya da görmezler, halk özgür iradesiyle kendisini yönetmesini istediği partiye oyunu verir. Ne yazık son dönemde halkımın özgür iradesi, bir torba kömüre, bir küçük altına, bir iş vaadine (bedeli ne olursa olsun) vsvs... mahkum edilmiştir. Şikayetler bitmiş midir? Mutlu ve refah bir Türkiye yaratılabilmiş midir?
Karşılaştığım her 2 kişiden 2'si şikayet ediyorsa, burada büyük bir yanlış var mıdır, yok mudur?
Ve şimdi biz? Neden bu saçmasapan anketler, sayfalarla Atatürk'ü anmıyoruz da arıyoruz?
Neden kaç kişinin Cumhuriyet taraftarı olduğunu imzayla belgelemesini istiyoruz?
Gerçekten yapılması gereken bu mudur?
Atatürk'e ve Cumhuriyet'e sahip çıkmak imzayla olmaz, eylemle olur!
Ülkem satılıyorken, "Ben Atatürk'çüyüm.", diye imza atmak ve üstüne yatmak beni sadece utandırır!
Ayşegül Erden
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Bâki Selamlar : Kıymet Nadir Bindebir |
Hamdullah Efendi'nin Amerika Sergüzeşti
Gördüm. Arabasını beyaz bir brandanın içine saklamışlardı. Etraftaki Siykrıt Sörvis elemanlarına aldırış etmedim. Yürümeye devam ettim. Onunla başbaşa görüşmeden, eli elime değmeden, kendimi o kalabalıkta bîçâre ve müdâfaasız hissedecektim.
Bir kelime İngilizce bilmiyordum, lâkin lisan uzmanım yanımdaydı ben hâlimi Osmanlıca arz edecektim, o İngilizce diline tercüme edecekti.
Başkan'la sevişirdik, ama bugün ön sevişmeyi kısa tutmak niyetindeydim. Toplantıdan evvel ikindiye yetişmekliğim lâzımdı.
Lakin ne olduysa o dakikada oldu. İzbandut cüsseli korumalar yolumuzu kesti. Bizim âdemleri itip kakmaya başladılar. Bir tanesinin elini tutup arkaya büktüm; "Van minüt lann!" dedim "Van minüt!". "Şunun şurasında iki kelâm edip, bi resim çektirip gideceğiz."
Kısmetten çıkmış göte uçkur neylesin! Nasip, kısmet değilmiş, Başkanla toplantıdan önce muhavere edemedik.
Toplantıda, orada bulunmaktan bahtiyarlığımı beyân eden bir nutuk irâd eyledim. Lâkin havuç suyunu fazla kaçırmışım, üzerinize afiyet bağırsaklarım mülâyemet çayı içmiş gibi idi. Nutkumu kısa kestim.
Neyse ki toplantıdan sonra O... O... bana el etti, "Yaklaş" dedi, "What is your problem buddy?"
Başbaşa görüşmemiz kısa sürdü, lâkin verimkârdı.
Sırasıyla; Kürt Açılımı>Demokratik Açılım>Ulusal Birlik Projesi>Kardeşlik Projesi dediğimiz poroceyi sordu. Dedim "Adını "Biz Varken Son Osmanlı Ölmez ve Amerika Kanka Porocesi" olarak değiştirirsek, kapsama alanı genişler." Başkan "Münâsiptir" dedi.
Geçende yaptığım hissî, ahâlinin gönül tellerini titreten konuşmamdan bir pasaj arzettim. Heyecandan ezberim şaştı, bazı hatâlar yapmışım. Şöyle demişim;
"Biz artık Botan Çayı'nı da satmak, Zap suyunu kurutmak, Dicle, Fırat gibi barışa kalleşliğe akmak istiyoruz. İstiyoruz ki Munzur dağlarında hep birlikte altın çıkaralım. Cudi Dağı'nda yedi cüceleri, Ağrı Dağı'nda Ermeni çiğdemleri dermek istiyoruz. Ülkemin yedi coğrafyasından derilmiş çiçekleri…" derken "Okey…okey!" dedi, susturdu.
Dedi "İmralı Kuşcusu'nun bile şüpheleri var. Açılım mı satış mı tuzak mı sahtekârlık mı emin değilim diyor. Ne iş?"
"Merak buyurmayınız" dedim. "Ona da, herkese de hazmettiririz. Siz Güneydoğu'ya 100 bin, Sabiha Gökçen Havaalanına da 42 bin Amerikan askerini yığdınız mı kimsenin gıkı çıkamaz."
Dedi ki "Nasıl hazmettireceksin 142 bin Amerikan askerini?"
Dedim "Telâşa mahal yok. Ahaliye; Askerlerin psikolojisi bozulmuş. Tatile gönderileceklermiş. Nereye gitmek istersiniz diye oylama yapılmış, Türkiye çıkmış dedik."
O mübârek Başkan "Aferim" dedi, bâş-ı âlimi okşadı. Adana Havaalanını 'Kentsel Dönüşüm' numarasıyla nasıl genişlettiğimizi, tapulu evleri bile yıktığımızı anlattım. "Güzeeel" dedi, "İncirlik'e 13 kilometre o havaalanı."
Dedim "Medeniyetinizin âşık ve hayrânıyım. Osmanlı'ya sadrâzam olacağıma şurada keten helva, mesir macunu satsam razıyım."
Dedi "O da olur, sabret."
"Bir manzûme okuyayım, çok güzel okurum" dedim. "Kısa olsun" dedi. Vakti yokmuş. Bir kıt'a okudum;
Bu kârhanede bir nebze itibârım yok benim
Ne varsa cümlesi senindir bu Gülistan'da
Ne kudret-i iktidâr, ne ilâhî şefaat
Bu kârhânede senden başka hâmim yok benim
Bizim tercüman (maaşallah) manzûmeyi pek güzel tercüme etti. Sanırsın lisân-ı mâderzâdı İngilizcedir. Başkan önce mütebessimâne, efsûnlanmış dinledi, sonra oturduğu yerde büküldü, katıla katıla gülmeye başladı, gözlerinden inci dânesi yaşlar döküldü. Hislendi vesselâm.
Akşam yemekte, perhizkârlığımızı bildiklerinden, şarap kadehim leb â leb elma suyu doluydu. Lâkin, ihtiyâtı elden bırakmayıp kadehe ağzımı değdirmedim. O kalabalıkta alkol değmemiş bardak istemek münasip olmazdı.
"Hey yavrum Hamdullah!" dedim kendi kendime, "Sen ki tarhananı içip, delik pabuçları sürüyerek mektebe giderdin, şimdi altınların, elmasların üzerinde kuluçkaya yatmaktasın. Kimlere neleri hazmettirdin yedi yılda. Şu oturduğun sofralara bak, gidinin Hamdullahı! Nerdeeen nereye!"
Memlekete avdet edince, Amerika seyahatinin sûretlerini (görsel mi diyorsunuz?) getirdiler. Rûhevâz eşim; Misis Obama, Madam Bıruni ve sâir eşlerin yanında Kafkas folklor ekibinden fırlamış gibiydi. Entarisinden kumaş esirgenmemişti. Diğer hatunlardan farklıydı. Farklılığımız zenginliğimizdi nihâyetinde. Hiç bir siyasetçi, şahsi servet konusunda elimize su dökemezdi nitekim.
Yalnız, bugünlerde birşey nazar-ı dikkatimi celbetmeye başladı. Yurtdışında "Acaba burada da bir Türk var mı" diye düşündüğüm zaman, bir anda bir vatandaşımız karşıma çıkıyor. Lâkin, insan Türkiye'deyken bu kadar çok Türk'e rastlamıyor.
Laz var, Boşnak var, Arnavut var, Kürt var, Ermeni var... Türk yok!
Acaba diyorum, olmayan bir halkın adını şeytsek mi yani... Hani yeni bir açılım, devletin adından Türk kelimesinin şeydilmesi felân... Erken mi olur?
Tuh! Oradayken aklıma geleydi sorardım Başkana.
Kıymet Nadir Bindebir kiymetnadirbindebir@gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
BEKLEMEK...
Birbirini kovalayan, akrep ile yelkovan
Uzayıp giden günlerde, kaçırdığın bir an
Tuttuğun takvimler, kaybolduğun bir zaman
Beklemek, hepsine yetebilmektir...
Sevdiğin bir sözü, şiiri,
Şairi,
Okuduğun bir hikayeyi,
Kitap sayfalarında sana benzeyen adamları,
Kadınları,
Kaybolduğun şarkılarda,
Ve gömüldüğün nakaratlarında
Aramaktır beklemek
Sokaklar, kaldırımlar,
Yürüdüğün toprak,
Soluduğun hava,
Kendini aradığın gözler,
Kendini gördüğün aynalar,
İçinde senin olduğun herşey
Beklemek hepsine yetebilmektir
Kaybolduğun satır aralarında,
İçinde sana dair bir şey olana,
Cevabın olmadığında,
Mutlu mutsuz hallerinde,
Hayatın dili geçmiş halinde
Ve yalnızlığın kuytusunda
Susmaktır, beklemek
Sevdiğinde uğruna bir ömür vermek,
Sevilmediğinde uğruna ölmektir, beklemek..
Beklemek; yalın halde, dili geçmişte ölmektir...
Sırf bu yüzden zorumdur ben
Aklım Sükutu, yüreğim kuytuyu sever
Beklemekle ölür, sabretmekle dirilirim ben.
Mustafa Murat Kaygusuzer
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.18.4762 Released [2009 06/09] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.0.1 / 17 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|