Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 8 Sayı: 1.693

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 6 Kasım 2009 - Fincanın İçindekiler


  • AYINTAB BANA BİR BARAK AVAZLASANA - 5- (Son) ... Seyfullah Çalışkan
  • PANAMARA ESİNTİLERİ ... Hamdi Topçuoğlu
  • İÇİMİN YANGINI ... Nurten Karahasanoğlu
  • Olmalı mı Olmamalı mı ? ... Ahmet Şeşen
  • BENİM ANNEM BİR MELEK... Tİ ! ... Ayşegül Erden


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Bu aşıda domuz bulaşığı var!..


    Merhabalar,

    Milleti şaşkın ördeğe çevirdiler, etraflarında dansedip dönüyorlar. Milleti aydınlatmak bir yana içlerini daha da karartmaktan başka birşey becerdikleri yok. GDO'yu hormonla karıştıran karıştırana. Durum öylesine iç karartıcı ki, medya hangi birine inansın bilemediğinden herkesle yarenlik etmeyi sürdürüyor.

    GDO konusunda yetkili bakan ne diyecek diye pek meraktaydım, çıktı konuştu. Suratındaki o müstehzi ifadeyi görmezlikten geldiğinizde onun da kafasının bulanık olduğunu pekala anlayabiliyordunuz. Bugüne kadar yönetmelik olmamasını ballandıra ballandıra anlatıyor ama 2003 yılında başımıza sarılan bu beladan kurtulmak için altı senedir ne halt ettiklerini söyleyemiyordu. Dile kolay altı yılda 30 milyon ton GDO'lu ürünü ithal etmişiz bile. Yani bizler ayvayı çoktan yemişiz. Tartışmalar ülkenin geleceği dolayısıyla torunlarımızın yaşam hakkı ile ilgili. Altı yıl sonra birdenbire akla gelen yönetmelik ve ardından yasa ile ne yapılmaya çalışıldığını ise, en azından bana, anlatamadı. En tartışılan konulardan biri olan "GDO'suzdur." etiketleri için yaptığı açıklamaya ise kendi dahil herkes güldü. "Olmayanlarla ilgili bilgi olur mu, olanları yazmak lazım." derken de sanki yüzünü nur basmıştı. Bir Allahın kulunun aklına da neden hemen her malda "Ürünümüzde domuz yağı kullanılmamıştır." yazdığını sormak ya da "Yurtdışında pekala bu etiketler kullanılıyor." demek gelmedi. Hoş gelse ne cevap verecekti ki, "O başka bu başka" deyip gene sırıtırdı herhalde. İşin doğrusu şu, bu iş öyle yönetmeliğin veya yasanın altından kalkabileceği birşey değil. Tümüyle yasaklanması gerek. Başka yolu yok.

    Padişahımız efendilerinin fetvası yerini buldu. Olacağı varsa bile olmayanlar, zaten olmayacak olup ta neşelenenler, kızanlar sevinenler derken memleket bir kez daha kakma aşı niyetine cart diye ortasından ikiye bölündü. Düşünmek bile istemiyorum ama eğer padişah efendileri sırf içinde domuz geni var diye bu aşıya gıcıksa vay halimize. Hele bu memleketin insanları yan etkilerinden ziyade içindeki domuz bulaşığından, günaha girerim diye, korkmaya başladıysa, yandım gülüm keten helva. İyi haftasonları. Hoşçakalın.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      AYINTAB BANA BİR BARAK AVAZLASANA - 5- (Son)

    Ayıntab'ın sokakları barak söyler. Kaldırımları, ağaçları, caddelerden gün boyu akan kalabalıkları… Kırkayak, parkının heybetli ağaçları, Taş Han'ın nesiller eskitmiş beyaz duvarları… Bütün gece, yağmurların altında, sabaha kadar… Barak sözleri yüreği deler, oturur kederinden yağmur ağlar. Şehir sabaha uyanır. Bakarsınız ki iki gözü de kıpkırmızı, kan çanağı.

    Yine neler geldi garip başıma
    Kan karıştı gözlerimin yaşına
    Garip yazın mezarımın taşına
    Bu dünyada muradını almamış deyin

    Le le le le le le le le le le le le
    Ben öldüm aman yanasın tamam

    Karşıki dağlar boran olmuş erimez
    Zalim olan da yar kıymeti bilemez
    Çok söyledim o yar beni dinlemez
    Bu dünyada bir murada ermemiş deyin

    Le le le le le le le le le le le le
    Ben öldüm aman yanasın tamam

    Ayıntab'a tam beş gündür yağmur yağıyor. Hava birden serinleyip sonbaharın ılıman tadını kışa çevirdi. Ağaçlar sıcaklıktaki değişime henüz ayak uyduramadılar. Çınarlar hariç hepsi yapraklarla bezeli ve yemyeşil. Sokaklara erkenden akşam çöküyor. Tembel adımlarla sokakları turlayan insanlar artık evlerine çekildiler. Yolum Kargamış'a düştü. Oğuzeli, Nizip, Kargamış ve ötesi uçsuz bucaksız bir ova. Yer yer höyükler yükseliyor. Boş tarlalar yol boyunca fıstık bahçelerine dönüyor. Toprağın yüzü hep kil, hep kırmızı, bir türlü yeşille doyasıya kavuşamıyor. Kargamış yolu boyunca yağmur yağıyor. Arkadaşım; "Buralar kuraktır genelde. Antep'te an az yağış alan bölge burasıdır, Senin ayağın uğurlu geldi, bereketli geldi" dedi. Böyle şeylere kim inanır? Yağacağı varmış demek.

    Kargamış çok küçük bir ilçe… Nüfusu yaklaşık üç bin civarında. Suriye sınırına yapışık bu ilçe eskiden sınır ticaretiyle geçiniyormuş. Gümrük düzenlemeleri sıkılaşınca ortada ticaret falan da kalmamış. "Suriye'den gelen ucuz ne var?" diye sordum. Bir tek çay ve şeker dediler. İnsanın elinde değil. Suriye sınırına ulaşınca insan haritalarda gösterilen o kalın kırmızı çizgileri arıyor. Demiryolu'nun hemen sonrasında basit dikenli teller ile oluşturulmuş acayip bir sınır. Bir tel örgüye baktım, bir de çocukluğumdan beri haritalarda beynime kazınana o kalın çizgileri düşündüm. Gördüklerim ile aklımdakiler birbirine karıştı ve ortaya kocaman bir hayal kırıklığı çıktı. Gördüğüm tel örgü yüzlerce, binlerce bahçe korumasından daha farklı değildi. Aralarındaki tek fark tel örgüden sonra uzayan mayınlı araziydi. Demir yolunun kesip geçen asfalt yol üzerinde gümrük kapısı vardı. Oradaki tel örgüler daha yüksekti. Gümrük sessiz öylesine bir konut gibi kendi dinginliğinde sıradan bir gün yaşıyordu. Ne öteye geçen vardı, ne de bu yana geçmek için bekleyen birileri. Kargamış'ın doğusunda demir yolu kıyısında neredeyse ilçeye bitişik gibi görünün Suriye'ye ait bir yerleşim yeri görünüyordu. Orası bayağı büyük dediler. On beş binden fazla insan yaşıyormuş, Acaba kasaba ile tel örgü arasın da da mayınlar var mıydı?

    Suriye sınırında en çok aklıma takılan şey bu mayınlı saha oldu. Mayına düşmüş kaçakçıları, binek hayvanlarını, koyunları, keçileri hatta köpekleri düşündüm. Ağabeyim İlhami köyün birinde bacağı kopmuş köpekler hatta kediler bile gördüğünü söyledi. Mayınlı sahaya, sapsarı otlarla kaplı boşluğa bakınca Fikret OTYAM ustanın Mustafa'sı aklıma düştü.

    "Mustafa mayına düşmüş. Gelemezsin mayına. Mustafa bitik, Mustafa perişan. Mustafa iniler, Çoluk çocuk ana ağıda dururlar. Mustafam nidelim şimdi nidelim. Nidecek Mustafa? Hiçbir şey edemez. İniler sade, kurtarın beni kurtarın. Köy halkı dizilir hane hane, mayınlı toprakların sınırına. Mustafa'ya bakarlar. Ve haber salarlar ilgililere ve ellirin ağızlarına götürerek bağırırlar. Dayan Mustafa, dayan. Haber saldık hökümata, dayan Mustafa. Mustafa bu dayanır, dayanır inileyerek. Öyle bir inileme ki, ne taş dayanır ne de toprak. Yürek mi? Töbee de dayanamaz. Akbabalar, kuzgunlar ileş kargaları kan kokusunu çoktan almış. Halka halka çizip dönerler Mustafa'mın üzerinde. Gagalarını açıp kaparlar. Su su yandım aney, su su…Dayan Mustafa, dayan ha hökümata haber saldık. Dayanır Mustafa bir gece bir gündüz daha. Sonra dayanamaz. Mustafa, Mustafa Mustafa! Mustafa ha, Mustafa'm çoktan öldü. Bir acı ağıt yükselir, tüm köy halkı hane hane. Çoluk çocuk karı koca, genç ihtiyar çoluk çocuk. Ne can dayanır ne yürek. Mustafa'm kuru kan içinde. Akbabalar sağılır sağılır, biri bir gaga atar Mustafa'm eksilir. Köyü bir koku alır deme gitsin. Taş olsa dayanamaz arkadaş, burun ne menem? Köy halkı hane hane gerilere çekilir. Duyulur Mustafa'nın kokusu inilerce. Pır pır uçakları gelir akbabalar gibi sağılır sağılır. Kese kağıtlarıyla kireç atarlar. Derken Mustafa'm kireçten mezarına gömülür. Mustafa'm koyun güdüyordu. Koyun mayına kaçtı, böyle düştü mayına. Bir sabah üç öksüzlü Mustafa'mın kapısı önünde ulur Mustafa'nın köpeği. Bakarlar ki Mustafa'nın köpeği. Mustafa'nın dul karısı açar kapıyı. Mustafa'nın köpeğinin ağzında Mustafa'nın tek bacağı. Tuttururlar ağıdı tuttururlar. Böyle mi gittin Mustafa'm , böyle mi gelecektin? Sonra gömerler törenle Mustafa'nın bacağını tüm sayarak. Ve namaza dururlar tek bacağa. Mustafa'yı nasıl bilirsiniz? İyi biliriz. Gömerler tek bacağını Mustafa'nın fakir köy mezarlığına hüvelbakisiz…

    Ayıntab her zaman barak söyler. Yazın kızgın güneşin, kışın doğudan esip gelen ayazların altında. Buraların insanı yemeğin de türkülerin de acılısını sever. Fırat binlerce girdapla akıp sınırı geçer. Suriye topraklarına bir yandan kocaman bir ırmak akar, öte yandan dinmeyen barak ezgileri…

    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Hamdi Topçuoğlu

     Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


      PANAMARA ESİNTİLERİ *

    Girme Deresi'ni tırmanırken ardı arkası kesilmeyen serçelerin güz uçuşlarını izliyorum. Birden göz ufkuma girip müthiş bir cıvıldaşmayla ağaçlara, çalılara kona kalka geçip gidiyorlar.

    Dere, uzun süren yazla coşkusunu yitirmiş. Kayalardan kayalara seken su, ninniye benzer bir şıkırtı çıkarıyor. Kavak dallarının arasından yükselen sesi dinleyebilmek için iyice kulak vermek ve serçe ötüşlerinin kesilmesini beklemek gerek.

    Sevgili Kardeşim Sakin, yine sözümü kırmadı, önüme düştü. Bu kez Bozüyük Belediye Başkanı Yaşar Gencel ve coğrafyacı arkadaşım Hüseyin Ünlü'yü de sürüklüyoruz maceramıza.

    Buraları "Şehre Kaçış" romanımın bir bölümünde anlattığım yerler. Dereyi tam arkamıza aldığımız an yüksek ağaçlar bitiveriyor. Artık belleğime kazınmış görüntülerden eser yok. Yamaçlar kömür çıkarmak için kazılmış, tepeler tersyüz edilmiş.

    Bir zamanlar döne dolaşa ulu çamların arasından tırmandığımız köyde birkaç eski ev kalmış. Evler, tarlalar istimlâk edilince herkes bir tarafa dağılmış. Kalanlar gidebilecek gücü olmayan yoksullar ve yaşlılar.

    Köyün dar sokaklarından güneydeki dereye iniyoruz. Oralarda bir yerlerde bir melengiç ağacına aşılanmış fıstık olmalıydı. Göremedim, yıkımlar onu da vurmuş olmalı. Dereyi geçer geçmez bizi, çocukluğumuzda tanelerinden boncuk, kolye yaptığımız tespih çalıları selamlıyor.

    Arabamız döne dolaşa tepeyi tırmanıyor. Yol dar ve bozuk. Çalılar, top top, küt. Belli ki keçilerin hışmından filiz bile verememişler.

    Rehberimiz İzzet Saral dışında Panamara'yı daha önce görenimiz yok.

    Bir dönemeci daha dönerken:

    - Burada duralım. Bundan sonra araba için zor olabilir. Yürüyelim, diyor.

    Çalılar buralarda seyrekleşiyor. Dev bir testerenin gökten inerek dilimlediği kurşun renkli kayalara basa basa tırmanmaya başlıyoruz. Yokuş dik. Küme küme püren çiçeklerinin her biri ayrı bir arı kovanı gibi. Ovadaki ağır ve yorgun havadan burada eser yok. Durup bu duru havayı derin derin solumak istiyorum. Ama Sakin adının yanlışlığını, başkan da soyadının gerçekliğini kanıtlarcasına çoktan tepeyi tırmanmışlar.

    Karya'da Zeus'a adanmış birçok tapınak var. Zeus Panamaros da onlardan biri. Buralara bir tapınak yapılmasının gerekçelerini anlamaya çalışıyorum. Dönüp gerilere bakıyorum. Stratonikeia nerelerde acaba? Şu tepenin ardında, ama o tepelerin ardında da başka tepeler var. Kuş uçumu en az 9km olmalı. Hekate de Stratonikeia'ya o yaklaşık o kadar uzakta. Bir kentin, güney ve kuzey doğusunda iki tapınağıyla oluşturduğu ikizkenar üçgenin ezoterik bir anlamı olabilir mi acaba diye geçiriyorum içimden. Biri ovada, öteki tüm ovaya hakim tepenin üstünde. Ovadaki karanlıkların Tanrıçası Hekate'nin, bu da Zeus'un. Panamaros "Çok nazik", Panamarios ise "tüm gün ışığı" demekmiş.

    Vakti zamanında burada her yıl Panamaria; dönüşümlü olarak da her iki yılda bir Hera için dört gün süren Heraia şenlikleri ve iki gün süren Komyria şenlikleri düzenlenirmiş. Komyria şenliğinde Zeus'un eşi Hera'yı ziyareti temsili olarak anlatmak amacıyla kült heykeli tören alayı eşliğinde Panamara'dan çıkıp Stratonikeia'ya gider ve on gün sonra "kutsal evlilik" olayının gerçekleşeceği Panamara'ya dönermiş.

    Tepeye vardığımda ulu çamların uğultusu dinliyorum bir süre. Höyük orada. Yüksek gerilim hattı direğini tam da höyüğün tepesine dikmişler. Öfkelenmemek mümkün mü; ama kime? Buraya bu direği diken gariban işçi ne bilsin Panamara'yı? Ne var ki mühendisler bilmeli; bilmiyorlarsa da bilenlere sormalılar.

    Sakin kardeşimin adından eser kalmamış. Öfkeyle bağırıyor.

    - Yazık, yazık! Talan etmişler buraları.

    Gerçekten her taraf köstebek yuvasına dönmüş. Define arayıcıları kazıyı belli ki burada da arkeologlardan önce üstlenmişler. Çevrede bir sürü yazılı taş var. Hiçbir yerde görmediğim kadar da keramik kırığı. Bu taşlarda yazılanlar, yağdanlık, bardak, testi parçaları ne olabilir ki?

    Burada, Karialılar saç adama törenleri yaparlarmış. Bu törenlerde adakta bulunanlar saçlarını keser, içlerinde nişler bulunan küçük stellere veya altarlara koyarmış. Kendine bir stel alacak durumda olmayanlar ise tapınağın duvarına bir delik açıp saçını oraya yerleştirirmiş. Onlar, saçlarının Tanrı ile aralarında bağ olduğuna, kutsal mekânı terk ettikten sonra da bu bağın süreceğine inanırlarmış.

    Aklıma bir süre buralara hükmetmiş III. Ptolemy'nin eşi Berenis 'in öyküsü yerleşiyor. Catullus'un:

    O ki sonsuzluğu alev alev varolan tesellinin
    Bir sönüp bir doğduğu gökyüzünde gözlemlemiştir
    Nasıl karardığını hızlı güneşin yakıcı güzelliğinin
    Belli bir anda nasıl yitiverdiğini takımyıldızların.

    dizeleriyle şiirleştirdiği Berenis'in Saçı (De Coma Berenices) gibi kim bilir kaç aşkın tanığı saç bırakılmıştı bu tapınağa. Şimdi saçların gökyüzünde yıldız olduğu eskil aşklar yok.

    Gözümü ufka dikiyorum: Karşıda Göktepe. Ben oraya Karia'nın çatısı derim. Ne zaman oraya çıksam, bir kayanın üstünde kendi çevremde bir daire çizer; renkten renge giren ovaları, yemyeşil yamaçları ve gümüş zirveli dağlarıyla Karia'yı belleğime nakşederim. Bilirim deniz, orada dağların arkasındadır. Çünkü içime çektiğim meltemler deniz kokuludur.

    Panamara'nın denizden yüksekliği olsa olsa 600-650 metredir. Ama çevredeki vadiler ve küçük ovalar kendisinden yüksek dağları ötelere atıyor. Sanki Karia'nın zirvesindeymişim gibi bir duyguya kapılıyorum. "Kendine öyle bir yar seç ki Dünya yıkılsa bile başına yıkılmasın." sözünün buranın tapınak yeri olarak belirlenmesindeki önemini bir kez daha kavrıyorum.

    Bir büyü var sanki burada. İnsan, birden kendinden uzaklaşıyor; ta aşağılarda Belen Kahvesi'nin oralarda bir hiç uğruna ölümlere yakılmış türkülerle buluşuyor. Geçmişten an'a zirve tutkusuyla, gökyüzüne yakın olma duygusunu ilişkilendirmeye çalışıyor; sonra güneşi sırtına alıp içi dışı umut geleceğe yürüyor.

    - Gidelim, diyor, Yaşar Başkan.

    Kalsam mı acaba buralarda. Hani şu çam kozalaklarının arasında bir ağustosböceği yumurtası olsam, insem köklere ve an'la sonrayı bağlayan bir köprü niyetine beklesem yılları. Ağustos böceği yumurtası olmak zor… Ama kimselere çaktırmadan saçlarımdan birkaç tel koparıp bir taş kovuğuna bırakıyorum. İnanç bu. İnsan nerede varsa orada inanç da var. O, ilkçağlardan günümüze gelecek umudunun suyu havası gibi bir şey.

    Soluk soluğa çıktığımız yamaçtan şimdi yuvarlana yuvarlana iniyoruz. Yeşille morpembenin bu kadar uyumlu olduğunu daha önce hiç görmemiştim. Onca bal arısının arasına elimi sokup bir dal püren koparıyorum. Bunca vızıltı, uğultu, çağıltı ve cıvıltıya karşın ruhumu sağaltan bir dinginliği geride bırakıyorum.

    Umut bu: "Panamara, ölü toprağını atmış üstünden, bütün ihtişamıyla ayaklanmış; bol gök gürültülü, şimşekli yağmur ardından Göktepe'yle arasına bir gökkuşağı çekmiş. Yaşanası aşklar için saçlarından bir tel olsun adayabilenler "Berenis'in Saçı" dizelerini bir ağızdan okuyor.

    * Panamara : Muğla- Yatağan'a bağlı Bağyaka köyü yakınlarında Zeus Panamaros için yapılmış bir tapınak ve ören yeri. İlgilenenler Belen Kahvesi ve Bozüyük Pınarbaşı yoluyla da buraya ulaşabilir.

    Hamdi Topçuoğlu
    egerem@yahoo.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    7 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Nurten Karahasanoğlu


    İÇİMİN YANGINI

    Dışarıda yağmur yağıyor, havanın kasveti üzerime yapışmış, camdan bakıyorum. Öyle donuk ki bakışlarım, baktığımı göremeyecek kadar. Pencerenin pervazında duran kül tablası utandırıyor, ama bir sigara daha yakıyorum. Başımı kaldırıp gökyüzüne bakmamın iyi geleceğini düşününce gülümsüyorum. Ne kadar zaman? Kısacık bir iki dakika sadece. İnsan gökyüzüne bakınca ağlayamazmış istese de. Lâf, ben ağlamak isteyeyim yeter ki. Yeryüzü, gökyüzü söz mü geçirebilir gözyaşlarıma?
    Akşam olmakta yine. Bir günlük ömrüm tükenmekte yine yavaş yavaş. Erken gelen kış akşamları. Sabahki coşkumun yerini bezginliğe bırakan.
    Her akşam aynı seremoni. Tekrarına kayıtsız kalamadığım.
    İçimde bir yerlerde, bir torbada tıkılmış sözcüklerim. Torbanın ağzı açık, ama çıkaramıyorum, çıkmıyorlar, çıkmak istemiyorlar. Korkuyorlar, ölesiye. Kimden, neden?
    Bilmekten mi? Neyi?
    Bilmeze gelip sürdürmek mi doğrusu?

    Radyoda hâlâ alaturka.
    Kalkıp kendime bir kahve yapayım. Yemekten sonraki hakkımı şimdi kullanmak istiyorum. Kalkarken dizimdeki kitap yere düştü, hay Allah unutmuşum kitap okuduğumu.
    Ah, eskiden; neyse…
    Mis gibi kahve kokusu, her zaman beni baştan çıkartan. Bolca da köpük, harika.
    Bu pencerenin önü ne kadar güzel. Her gün gelip geçen binlerce insan. İşte tekrar oturdum koltuğuma. Şimdi tam hayal etme vakti: Bir yalının penceresindeki berjer koltukta, yüzüm denize dönük oturuyorum. Sade kahvem elimde, önümdeki sehpada da suyum. Sehpanın üzerindeki beyaz gipür dantel çeyizimden. Rahmetli öldüğünde ne var ne yok vermişim konu komşuya, bir bunu bırakmışım. Annemin yadigarı, kıyamamışım.
    Güneş henüz batmış, sönük ışıkları dağılıyor ufukta. Bir yük gemisinin ardında iyice kayboluyorlar.

    BEKLERİM HER GÜN BU SAHİLLERDE MAHSUN, BÖYLE BEN,
    GÜN BATAR, KUŞLAR DÖNER DÖNMEZ BU YOLDAN BEKLENEN.

    Aslında hep keyifli zamanlarımda kurduğum bu hayal geldi kuruldu karamsarlığımın orta yerine bu akşam. Belki bir mesaj, bir uyarı: "Yeter artık, çık içinden, dön yüzünü dünyaya"

    Yalnızım…
    Hayatımda ilk defa bu kadar yalnızım.
    Bunu ben istedim, asla pişman falan da değilim. Bir boşluk hissediyorum, bir fazladan rahatlık. O kadar alışmışım ki rahatsız olmaya, nasıl bir şey bu, henüz algılayamadım. Hele son beş altı ay, çıldırmanın eşiğinden dönüş.
    Şimdi koskoca boşluk, hissettiğim sadece bu.
    Ve ağlamak isteği.
    Ve içimin yangını.

    Nurten Karahasanoğlu


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Ahmet Şeşen

     Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


      Olmalı mı Olmamalı mı ?

    Bunca yaşadıklarımızın üstüne bir de "Aşı" rezaleti gelince Bülent Ortaçgil'in bu güzel şarkısını hatırlamadan edemedim. Son yıllarda; bu tür ikilemlerden çektiğimiz kadar hiç bir şeyden çekmedik desek yalan olmaz yani ..!
    Son günlerde herkes birbirine soruyor :

    Olmalı mı, olmamalı mı ..?

    Aşı olmalı mıyız, olmamalı mıyız ? Yararlı mı, zararlı mı ? Biri oluyor da, diğeri neden olmuyor ? Elbette arkasından;

    Yoksa hiç güvenmemeli mi ..?


    sorusu yakamıza yapışıyor. Hiç bir şeye "Güvenemez" olduk. "Kimbilir bu sefer bunun altından ne çıkacak ?" şeklinde paranoyak bir millet haline dönüşüyoruz. Bu vesile ile şu aşının içine biraz da anti-depresan karıştırsalar hiç fena olmaz yani ..!
    Son günlerde herkes birbirine soruyor :

    Görmeli mi, görmemeli mi ..?

    Yapılanları görmeli miyiz, görmemeli miyiz ? Bir yanda ayaklar altına serilen açılımlar, diğer yanda ayaklar altına alınan kapanımlar. Biri oluyor da, diğeri neden olmuyor ? Elbette arkasından;

    Yoksa hiç bakınmamalı mı ..?

    sorusu yakamıza yapışıyor. Hiç bir yere "Bakmaz" olduk. "Kimbilir bunun arkasında ne var ?" diye bakmaya üşenen kör bir millet haline dönüşüyoruz. Bu vesile ile şu aşının içine biraz da anti-skotoma karıştırsalar hiç fena olmaz yani ..!
    Son günlerde herkes birbirine soruyor :

    Sevmeli mi, sevmemeli mi ..?

    Etrafa gülücük saçanları sevmeli miyiz, sevmemeli miyiz ? Bir yandan sahte kahramanlık nutukları atan, diğer yandan her fırsatta vatanı karış karış satan. Biri seviliyor da, diğeri neden sevilmiyor ? Elbette arkasından;

    Yoksa hiç beğenmemeli mi ..?

    sorusu yakamıza yapışıyor. Karizması yoksa hiç bir şeyi "Beğenmez" olduk. "Şu kalıbın altında gerçekten ne var ?" diye burun kıvıran bir millet haline dönüşüyoruz. Bu vesile ile şu aşının içine biraz da anti-hipnozite karıştırsalar hiç fena olmaz yani ..!
    Son günlerde herkes birbirine soruyor :

    Bilmeli mi, bilmemeli mi ..?

    Yapılanları bilmeli miyiz, bilmemeli miyiz ? Bir yandan alkışlanacak ekonomik göstergeler, diğer yandan da para babalarından borç dilenmeler. Bir şeyleri biliyoruz da, diğer şeyleri neden bilmiyoruz ? Elbette arkasından;

    Yoksa hiç öğrenmemeli mi ..?

    sorusu yakamıza yapışıyor. Hiç bir şeyi "Öğrenmez" olduk. "Nedir bunun aslı-astarı acaba ?" diye merak etmeyen ezberci bir millet haline dönüşüyoruz. Bu vesile ile şu aşının içine biraz da anti-hurafe karıştırsalar hiç fena olmaz yani ..!
    Son günlerde herkes birbirine soruyor :

    Olmalı mı, olmamalı mı ..?
    Yoksa hiç değişmemeli mi ..?

    Üç kuruş zamla denkleştirenin gözü şaşı,
    Oysa açılmadık ne kıçı kaldı ne başı,
    Hala çatlamadı gitti ya şu sabır taşı,
    Kurunun yanında elbet yanacak yaşı,
    Gözü "Evet" derken "Hayır" deyince kaşı,
    Normal akıl sordu : Olmalı mı, olmamalı mı ?
    Deli cevapladı : Aşı, aşı.. Gel beni biraz kaşı ..!

    Ama ben değişmezsem, ben olamam ki...

    asesen@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,869,869,869,869,869,869,869,869,869,86
    7 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Ayşegül Erden

     Eski Dost : Ayşegül Erden


      BENİM ANNEM BİR MELEK... Tİ !

    Dün benim annemin yaşgünüydü, Aralık ayında kaybettiğimin dördüncü yılı olacak.

    Aslında benim memleketimde illa ki bir kriz her an vardır, ama bu aralar sanki biraz daha mı yoğunlaştı nedir, domuz gribi, GDO'LU yiyecekler, açılım, açmayalım boşverin kaçalım, ÖTV ayarlamaları, ve "ne olacak Milli Takım'ın hali?", Ercan Saatçi'nin okkalı küfürleri falan filan derken, kısacası saat başı gündeme düşen bombalara yetişmeye çalışırken... dün sadece annemi düşündüm. Benim, elbette herkesin annesi dünya birtanesidir, dünya birtanesi, saf, temiz, melek annemi ve onunla yaşadığım, üstünden yıllar geçsede hala beni ve paylaştıkça çocuklarımı güldüren anılarımızı...

    Biraz uzaklaşalım memleket sıkıntılarından, aman çok uzaklara asla gitmeyelim de, kısacık bir ara verelim diyerek, sizinle bu anılar demetinden bir kaç tanesini paylaşmak istedim. Bu kısacık notlar, bir zamanlar, annemi konu alan bir kitap yazacağıma söz verdiğim, ama bunu bir türlü gerçekleştirme fırsatı bulamadığım rahmetli mizah ustamıza olan borcumun bir kısmını öder umarım.

    80'li yıllar...
    Henüz üniversite öğrencisiyim ve Kuzey Kıbrıs'a Ayşe çıkmış, KKTC başarıyla kurulmuş, ve kapılar Türk'lere ardına kadar açılmış!
    Annem durur mu?
    Türk Askeri'nden sonra adaya ilk ayak basacak Türk kafilesine katılıp, kutsal topraklar ziyaretinden dönmüş duyarlı bir vatandaş edasıyla, memlekete dönünce fetvayı verdi; "Bundan sonra yaz tatillerimizi Kıbrıs'ta geçirelim!" Ben, bu fetvanın ardında kesinlikle, bir ufak valizle gittiği Kıbrıs'tan, "bedava, bedava..." diye toparladığı eşyalarla, nerdeyse on valizle dönmesinin etkisi olduğuna inanmak istemiyorum!
    Her neyse... Babam hayatta ki tek aşkını kırar mı hiç?
    Ve biz yaz tatillerimizi Kıbrıs'ta geçirmeye başladık.
    Bilenler vardır belki, Salamis Bay Oteli'nin bungalowları vardır olimpik havuzu çevreleyen, içinde her türlü konfor barındıran, ama ne yazık televizyonu olmayan evler.
    Sabahları, tesisin marketinden ekmek ve gazete almak benim görevim.
    O sabahta çıktım, görevimi yerine getirdim, eve döndüm.
    Anneciğim kahvaltı sofrasını hazırlamış, her zaman ki mutlu haliyle güne başlangıç safhasında. Annem ne kadar safsa, ben bir o kadar muzurum o yıllarda.
    "Anneee" diye girdim eve, yüzüme çok üzgün bir ifade yerleştirerek;
    "Bak, şimdi sana bir şey söyleyeceğim ama bana söz ver, ağlayıp, dövünme yok!"
    "Nolmuşşşşşş?"
    Allahım, daha ağzımı açmadım, annemin yüzü kireç! Ama başladım ya bi kere...
    "Annem, bak üzülme ama..." sözün burasında duralayarak, olayın vehametine daha bir anlam yükleyerek;
    "Çok seversin ama, anne... Türkan Şoray dün akşam bir trafik kazası geçirmiş!"
    "Neeeeeeeeeee?" "e" lerin sayısını asla abartmıyorum, çünkü tam bir Şoray fanatiği!
    "Anne... o ölmüş.:("
    Ben kahvaltı yapmam, bu haberi verdim ve evden denize gitmek üzere çıktım.
    İki saat kadar geçtikten sonra eve dönüyorum. Havuzun çevresinde bir hareket? İngiliz turistlerde dahil olmak üzere herkes bişeyler yemekte? Ve ortalarda, önünde mutfak önlüğü ile dolanan annem! Yaklaştım... herkesin elinde, marketten alınmış piknik tabaklarında helva! Ve yaz tatilinin eğlence ruhuna aykırı bir şekilde, insanların yüzünde bir hüzün!
    Annemi yakaladım hemen;
    "Noluyo burada annem?"
    "Ahhh ahh Ayşem, rahmetlinin ruhuna helva kavuruverdim, ruhuna değsin inşallah..."
    O havuzun etrafında en az 150 kişi var! Ve hepsinin elinde bir tabak!
    Şimdi sanırsınız ki, ben gerçeği açıkladığımda annem bana kızdı, hatta dövdü!
    Yok.:)
    O bir melekti!
    Bu kezde, Türkan Şoray yaşadığı için herkese kahve yapmak istedi!

    ****
    Telesekreterli telefonlar, yine 80'li, ya da 90'lı yılların başında piyasaya sürüldü memleketimde. Aman ne güzel, ne rahatlık. Evde yoksam bile, kim aramış, kim ne söylemek istemiş, hepsini öğrenebileceğiz.
    Önümüz yılbaşı, ve ablam anneme hediye olarak bu telefonlardan aldı bir tane.
    Yılbaşı gecesi hediyeler verildi, telefon annemin evine bağlandı.
    İki üç gün sonra, her sabah ki kahve keyfimizi yapıyoruz, telefon çalmaya başladı, "bakın sizde görün, bu telefon bozuk!" dedi annem bir telaşla.
    "Nasıl bozuk?"
    "Bakın ben bakmıyorum ama sekreterde bakmıyor!"
    "Saçmalama anne, kayıt alıyordur?"
    "Ama ahize hiç kıpırdamıyor ki?"
    "Nasıl yahu? Ne ahizesi? Ne kıpırdaması?"
    "Eee açmıyor işte sekreter? Bakın, hiç kaldıran yok ahizeyi?"

    ****
    Vizontele filminin unutulmaz repliği; "Zeki Müren'de bizi görecek mi?" değil mi? Hepimiz güldük bu sahneye.
    Oysa ben bu filmin gösterime girmesinden çok önceleri o kadar çok yaşadım ki bu sahneyi annem sayesinde.:)

    O yıllarda televizyon herkesin evinde yok, telesafirlik çok moda. Biz televizyonu olan şanslı (!) bir aileyiz, haftanın üç günü yayın ve bizim evde üç gece süreyle telesafirler. Ama gerçekten mutluyduk, bu ayrı. İzletilen programlar o kadar dandik ki, ama kimsenin umru değil, herkesin gözü ekranda! Yurttan Sesler Korosu, şimdilerde bu koro yokedildi, hüzünlü bir şarkıya başladı, ve ön saflarda oturan kalorifercimizin küçük oğlu çit çit çekirdek çitlemekle meşgul!
    Annem hemen bastı azarı, ama neredeyse fısıltıyla;
    "Mustafaaaa, oğlummm sanatçılara saygısızlık etme!"
    Gazino kültürünün, hakiki kültür olduğu zamanlar işte... :)

    ****
    Ağabeyim evlendi ve karşı dairemizde oturmaya başladı.
    Ben de muzurluk tavan o sıralar.
    Anneme dedim ki; "Bak, sesini hiç çıkarma, yengemi nasıl kafaya alacağım, izle, eğlen." Annem elinde örgüsü, ilmek sayıyor. Alnıma bağladım beyaz bir kumaş parçası, üstüne dolaptan bir parmak salça... güya kafamı vurdum, alnım kan revan içinde!
    Karşı dairenin kapısını çaldım, yeni gelin yengem açtı;
    "Yenge, annem biraz kahve istedi, bizde kalmamışta..."
    Kahve?
    Yengem, alnımdaki kanlı bezi görünce bastı çığlığı;
    "Nolduuuu sanaaaa??"
    Bu çığlığa ilk koşan kim?
    Annem!
    "Ayşeeeee..." dedi sadece ve asansörü bile çağırmadan beni kolumdan tutup, merdivenlere itti. Alt katta oturan doktorun kapısını çaldı ve nasıl bir bağırmak;
    "Ayyy Ayşe başını vurmuşşş! Allaşkına bi bak Ali Bey!"

    ****
    Benim annem bir melekti, sizin anneleriniz gibi.
    Arada kızardım ona, ama yaşamımın değişmez tertemizliği, saflığıydı. Onu kaybettiğimden bu yana, kızlarım hariç, neden bilemem, sanki dünya kirlendi!
    Tertemiz anneciğimin sevgili anısına hürmetle...

    Ayşegül Erden


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Tayfun Avınca


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


     


     Tadımlık Şiirler


    ARTIK VAKİT GELDİ GÖMLEĞİ

    "Artık vakit geldi! Gömleği
    giydirelim, ha, ne dersin?"

    Deniz'in ardında bıraktığı geçmiş
    Hüseyin'in inancı
    Yusuf'un aslanı
    "ve bir gün mutlaka"
    Hepsi o!

    Yusuf'un ardında bıraktığı aslan
    Deniz'in geçmişi
    Hüseyin'in inancı
    "baba, her biri oğlun sayılır"
    Hepsi o!

    Hüseyin'in ardında bıraktığı inan
    Deniz'in geçmişi
    Yusuf'un aslanı
    "ben şimdi savaşmasam,
    ilerde kimse..."
    Hepsi o!

    Artlarında bıraktıkları
    Ben sen o biz siz onlar
    Yaşayan
    Yok kimse başka
    Yok kimse artık

    -Duydum Deniz'in sesini:
    "Türkiye'nin üç tarafı denizlerle çevrili"

    Yanıtladım ben de:
    "Türkiye'nin üç tarafı..."
    Hepsi o!

    Tuğrul Asi BALKAR

    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Biraz Gülümseyin






    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"


    İstanbul için Son Hava Durumu
    ISTANBUL ISTANBUL
    Ankara için Son Hava Durumu
    ANKARA ANKARA
    İzmir için Son Hava Durumu
    IZMIR IZMIR
    Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.18.4762 Released [2009 06/09] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.0.1 / 17 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-09©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Kalbim
    Fikret Kızılok









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20091106.asp
    ISSN: 1303-8923
    6 Kasım 2009 - ©2002/09-kmarsiv.com