|
|
|
Editör'den : Bu kuyruk hiç bitmeyecek!.. |
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
İSTANBUL MACERALARI VARAN 2 - KIRMIZI MINI COOPER
İnsanların hayatında farklı hayalleri vardır. Benim hayalim bir Mini Cooper sahibi olmak. Hiçbir zaman çok yüksek hayallerim olmadı zaten. Genelde orta karar yaşıyorum her şeyi. Mini Cooper orta kararın biraz üstü evet ama, X5 de değil sonuçta.
18 yaşımda aldım ehliyetimi. Ondan kısa bir süre öncesine kadarsa babam araba kullanmama izin veriyor, yanımda oturup bana direksiyon öğretiyordu. Ne olduysa ben ehliyeti alınca oldu. Ehliyetimi aldığım gün, babam bana "bu ehliyeti ancak kimlik olarak kullanabilirsin, araba kullanmanı istemiyorum" dedi ve benim şoförlük hayatım daha başlamadan bitti. O günden sonra kim ne dediyse, nasıl yalvardıysa kar etmedi. Babam bir kere karar vermişti. Kızı araba kullanmayacaktı. Her gün gelip gittiği Aliağa-İzmir yollarında gördüğü kazalar bir şekilde içine korku salmıştı.
Gel gör ki, onda son derece güçlü seyreden bu korku, bende çok daha güçlü bir takıntı haline geldi. Öyle ki, geceleri rüyamda bile araba kullanmaya başlamıştım. Bir ara hırslanıp, tekrar direksiyon kursu da aldım ama, araba olmadıktan sonra bir faydası yoktu tabi. Sadece çalıştığım şirkette, birkaç kez bölge müdürlerine kendimi acındırıp, ara yollarda aldığım direksiyon hariç, benim araba kullanmam imkansızdı.
Günlerden bir gün, çalıştığım şirket bana yılbaşında prim verdi. Sonrasında ise, her sene olduğu gibi, bölge müdürlerinin kullandığı arabaları personele uygun fiyatla satmak üzere başvuru alındı. Hemen başvurdum. Ama benim prim, babamın bir borcu sebebiyle uçup gittiği için hevesim kursağımda kaldı. Herhalde, hayatım boyunca, organik kimyadan geçmek üzere hırs yaptığım lise 2 hariç, hiçbir zaman bu kadar hırslanmamıştım. Oturup para biriktirdim hayatımda ilk defa ve bir sonraki sene, kimsenin ruhu duymadan aldım şirket arabasını. 99 model bir Tipo slx idi. Arabayı alışım kesinleştikten sonra, babama "ben araba aldım" dedim. Şaşırdı. Arabayı teslim alacağım gün, erkek kardeşimi ofise yolladı. Güya kardeşim arabayı Foça'ya kadar kullanacak ve bana da orada kullanmayı öğreteceklerdi. Yaşım 32 idi. Yani ehliyetimi alalı 14 sene olmuştu. Bunca sene bekledikten, geceleri rüyamda araba sürdükten sonra, mümkün müydü benim o arabayı kardeşime vermem?
Kibarca uyardım onu. "Aykut'cum ya yanımda oturursun, ya da üzgünüm yürüyerek gideceksin Foça'ya". Allahtan anlayışlıdır benim kardeşim. Hemen yan koltuğa oturdu. Benim araba maceram başlamıştı. Önce Güzelyalı'ya gidip, teyzem ve eniştemi aldım. Onların yaptığı da iyi cesaret. Benim gibi bir aceminin arabasına bindiler. Arada eniştemin "Damla'cım bu araba en iyi 80'de gidiyormuş" uyarılarının dışında ise gık bile demediler. Ama Foça'ya girişim muhteşem oldu. Bana hafta sonu direksiyon dersi verme hayali kuran babamın, beni arabanın şoför koltuğunda gördüğündeki yüz ifadesi 14 yılın zaferiydi.
O gün bugündür inmedim o arabanın üzerinden. 6 senedir aynı arabayı kullanıyorum. Zavallım İzmir ve Bodrum'da gayet iyiydi de, İstanbul ona pek iyi gelmedi. Dur kalk trafikte, ciğerleri su topladı. Bir haftada 3 kere hararet yaptı. Olsun ama sayesinde, E5 üzerindeki trafik polisleri, çekiciler ve hatta yol servisleri bile artık çok tanıdık. Akşamları iş dönüşü selamlaşıyoruz. Hatta bir tanesi beni baya bir avuttu. "Sen yüreğini ferah tut abla, bu yollarda 2009 model arabalar kalıyor en çok" dedi.
Şimdilerde ilk göz ağrımı satmaya çalışıyorum. Ancak, yenisini alacak yerlerim ağrıdığı için biraz zor görünüyor. Kıyamam, öyle de bir bağ oluştu ki aramızda, biri almaya kalksa verebilir miyim bilmiyorum. Öyle ya, hayatta bir şeyi istediğim zaman elde edebileceğimin en canlı kanıtlarından biri o. İstanbul'a gelmemin 20 yıl, araba kullanmamın ise 14 yıl sürdüğünü düşünürseniz, hayallerime ulaşmak konusunda biraz beceriksiz olsam da, araba konusunda biraz daha azimli olduğum kesin.
Oturduğum sitede, yanıma sürekli mavi bir Mini Cooper park ediyor. Kullanan kişinin benim hayallerimden haberi yok tabi. Olsa belki sevabına, arabasını bana verebilirdi. Tek sorun benim renk tercihimin kırmızı olması. Araba kullanma hayalimi gerçekleştirebildiğime göre, sanırım Mini Cooper için de aynı başarıyı gösterebilirim. Yıl konusunda henüz bir kestirimde bulunamıyorum. Yine de bir gün, kırmızı ve damalı bir Mini Cooper'ımın olacağı kesin. Aldığımda, aşkımızı ve maceralarımızı tüm açıklığıyla yazacağıma söz veriyorum.
Damla Erarslan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Ne anlatıldı, ne anladık... sadece ezberledik
Bizim zamanımızdaki dayatmacı,ezberci eğitim sisteminden geriye kalan.... Atatürk ve Atatürk hakkında bildiklerimizi, aklımızda kalanları yazmaya çalışsam sanırım tek sayfayı geçmeyecek tarihlerle bezeli kısa duygusuz bir yazı olur.Çünkü.........
Her sabah asker gibi dizilenir soğuk,yağmur, çamur demez andımızı okurduk.EZBERİM kuvvetli olduğu için 2-3 günde bir ben okurdum.Arkadaşlarımdan aldığım tembihler "ya çabuk oku çabuk geç,donuyoruz bitir de gidelim olurdu" .. son "Ne mutlu türküm diye-nee" de bir acelecilikle,sıralar bozuluverirdi.....e bende bozulurdum,kalakalırdım bi başıma....
İstiklal Marşı...12 kıtayı bilen,ezbere okuyan çok iyi öğrenci olurdu öğretmenlerin gözünde.EZBERİ kuvvetli çocuk denirdi,yıldızlı pekiyi....12 kıta içinde yazan onlarca anlam bilinmeden.......
Kurtuluş savaşları.....tarihleriyle, an'ı anına hepsini bilmek zorunluydu.Sınavda soruların nerden çıkacağı bilinmezdi çünkü...sayfalar dolusu savaşlar....sadece ezbere dayalı olarak sular seller gibi bilinirdi....gerçek manası nedir vatan,ülke bu kavramlar daha öğretilmeden ........
10 Kasım 9:05 ..... vınnnnnnnnn (sirenler)..... hazırolda bekler.Atatürke ezbere saygı da dururduk. Gövdemizi oynatmamamız,yürümememiz gerekirdi.Saygısızlık olurdu çünkü.Ata'ya gerçek saygıyı hiç bilmeden....öğretilmeden.....
Kısaca içlerinde hep Atatürk geçerdi.kendi kendimize de hep ne kadar çatık kaşlı derdik.Asker disiplini olsa gerek gibi...çocukça yorumlar yapardık.Anlamazdık,bilmezdik o zaman sertliğin altında yatan merhametini,sevecenliğini...ilkelerini,vatanseverliğini.....bize tek öğretilen,ezberletilen tarihler,satırlar,sayfalar,olaylardı çünkü........
Ezberlediğimiz ne varsa düne dayalı hepsi uçup gitti.Geriye tek kalan Atatürk adı.Şimdi çok geç olmadan bu adın arkasındaki gerçekliği,ATATÜRK'ü AN'lamak ben ve benim neslim ve diğer nesiller için.Önemli olanda bu.Çok geç demeden,ezberlemeden....sadece ANLAMAK gerekli......
Öznur Çekinmez
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Temirağa Demir Oyuncak bebek |
|
Artık anlatılacaklar, yeni bir çatı altında kalan ve hiç durmadan ciyaklayan bir kuşun anlaması kadar güç ve bilgi gerektiren şeylerdi…
Ortalık sis bulutu, hatta toz, hatta duman…
Herkes kaçışıyordu…
Kimi anasından, kimi babasından, kimi kardeşinden,
En çoğuda kendinden kaçıyordu, kendi bile farkında olmadan…
Neleri yüklüyorlar valizlerine görseniz gülersiniz…
Ama sizin için komik olan şeyler onlar için manevi birer türbe kadar önemli…
Kiminin bez bir bebeği var çantasında, yirmi yıl öncesinde babası almış, dört yıl boyunca onunla uyumuş ilk ergenlik hikayelerini o cansız bebeğe anlatmış, sevdiği çocukları ona söylemiş…
O bezden içi elyaftan bebek onun için gerdek gecesinde kullanılan çarşafı kadar önemli…
En üstüne onu koyuyor valizinin…
Sonra evin kıyısında kalmış bilyelerini, eşarbını, kitaplarını almıyor bu kez…
Sadece gidiyor…
Kocasını da bırakıyor…
Bebeği var birde kendi…
Evet belki doğuramadı kendi bebeğini, ancak bu dışı bez içi elyaf olan bebeğin anlamı büyük…
Yine yoldaşı o oluyor…
Biniyorlar trene…
Ürkek aslında…
Herkesten gitmek istiyor…
Ama önce kendinden…
Belli etmiyor kimseye bu ürkekliğini aksine bir iş kadını edasıyla, alımlı, çalımlı adımlarıyla yürüyor…
Yol bitiyor, iniyor trenden ablasının yanına yerleşiyor…
Ablası evli bir kadın…
Her şeyini bırakıp oda sevdiği adamın ardından gelmişti bu büyük şehre…
Film olsun diye değil, izlediği bir filmden etkilendiği içinde değil…
Kendinden gidesi vardı da ondan…
Göçtü geldi, ya da geldi göçtü…
Valizini boşaltıyor kadın…
Ablası ona yardım ediyor…
Bebeği alıp vitrinin tepesine bırakıyor…
Sonra gözlerini ovuştura ovuştura uykuya dalıyor…
Yorgun…
Gece boyu yollarda yanan ev ışıklarını izledi durdu…
Verilen çayı kahveyi içmedi, çantasından öncesinden koyduğu bisküvide birkaç tanesini yemişti hepsi o kadar…
Canı bir şey istemiyordu…
İşte böyle uykuya daldı…
Yorgun zihni onu diyar diyar gezdirdi rüyasında…
Dolaştı durdu…
Bebeği ablasının kızı aldı…
Sıradan bir oyuncakmış gibi oynuyordu…
Yırttı bebeği…
Kadına malum olmuşcasında bebek yırtılırken kadın rüyasında ızdıraplar içersindeydi sanki…
Kıvranıyordu…
Ablasının küçük kızı bebeğin içindeki elyafları dağıttı ağzını gözünü boyadı…
Darmadağınık etti bebeği…
Kadın ter içersinde uyandığında geç olmuştu ablasının küçük kızı bebeği yırtalı çok olmuştu…
Dikmeye çalıştı olmadı…
Eski haline gelmedi…
Akşama kadar ağladı…
Bir hafta içersinde evlenmeye karar verdi…
Sonra evlenilecek ideal sayılacak bir adam buldu…
Evlendi…
Sevişti…
Hamile kaldı…
Doğurdu…
Meğer yıllarca bebeğini varsaydığı için doğurmuyormuş…
Canlı bebeğini emziriyor şimdi…
Kocasının evinde…
Daha mutlu…
Oyuncakların, bazen orjinallere ulaşmak için engel olacağını anlamak bazen yıllar alabilir…
Temirağa Demir temiragademir@temiragademir.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Eski Dost : Ayşegül Erden Kimsin Sen? |
|
Sabahları televizyon kanallarından birisinde, daha önceleri o sanatçı nerede, öbürü kiminle, bir diğeri kimin yuvasını dağıtmış, geceleri kim nerede görülmüş tarzı bir programın sunucusunun, galiba daha sonraları bu programı bir diğer magazin yazarı ile biraz daha bilimsel (!) bir şekle dönüştürmüştü, programlarını dinlemek zorunda kalıyorum!
İzlemiyorum, sadece dinlemek zorunda kalıyorum, çünkü bu programı kaçırmadan izleyen kızım.
Arada söyleniyorum; "Sabah sabah neden bu programı izleyerek güne kötü başlıyorsun, anlamıyorum?" diye, ama alternatifleri düşündükçe içime daral basmıyor değil hani yani! Ne izlesin? Habire çalkanan borsa haberlerini mi? Yoksa, sadece karamsar gerçeklerle dolu haber programlarını mı? Ya da, "Ben güzelliğimi böyle koruyorum... vs vs" tarzı, yuvarlak bir nesne üzerinde salınan, diplomasız güzellik uzmanlarını mı? Veya, ömrünün yarısı geride kaldığı halde idealinde ki eşe bir türlü rastlayamamış, ama bir günde televizyon programı sayesinde bulabileceği ümidiyle yaşayan insanların saçma sapan bir programla muratlarına erebileceği ümidiyle katıldığı "evleniyoruz" tarzı programları mı?
Kendince haklı...
Bu program hiç olmazsa karanlıkta kalmış cinayetleri aydınlatmayı, evinden kaçan çocukları bulmayı, vs vs , düstur edinmiş, ciddi bir program!
Sunucunun sesi, eğer televizyon karşısında değilseniz, insanı son derece rahatsız eden bir tonda. Ya da benim kulaklarımda bir sorun var, örneğin; kahkalarıyla nam salmış sunucumuzuda lütfen bir kez görüntü olmadan dinleyin, abartının böylesi 10 dakika içinde sizi rahatsız etmezse, gelin bana, "sen zevksizsen bize ne?" diye bir yorum yapın, söz veriyorum özür dileyeceğim.
Ama benim için asıl sorun, şu cinayetleri çözmeye soyunan hanım.
Tamam,
kaybolan çocuklarını bulamayan aileler için çözüm olabilir yaygın kitle araçları, buna tek bir itirazım olamaz.
Ancak, programda uzman kişiler bulunduğu halde, sunucumuzun bir dedektif, bir polis müfettişi, bir yargıç edasıyla kişileri sorgulaması, rencide etmesi... İşte benim dayanamadığım bu!
Bunu o kadar ustalıkla yapıyor ki üstelik; "Hepimizin evladı var..." duygu sömürüsüyle başlayıp, "bu konuda tek bir yorum yapılmasını istemiyorum!", diye sürdürüp, "suçlu" gördüğü kişiye/kişilere bir de güzel giydirmeleri, dolayısıyla kışkırtmaları var ki, işte burada aslında hayran olmak gerek belki, işini bu kadar profesyonelce yaptığı ve ratingleri tavan yaptırdığı için!
Daha önceleri tanık olduk; mahkemeler kuruldu stüdyolarda, hatta İsmail Türüt kurulan bir mahkemede jüri üyesiydi! Yani Amerikan Mahkemeleri modeli baz alınmış, tarafsız kişiler jüri üyesi filan olmuşlardı, sonradan yapılan yanlışlık anlaşıldı ve bu tür programlar, "ehli kişilerin" duyarlığına bırakılarak sonlandırılmışlardı.
Ben şimdi, bu programları kınarken, gerçekten sormak istiyorum sizlere?
Yüce Adalet dediğimiz mekanizma geç işliyor olabilir, ama doğru ama yanlış, bu okulu okumuş kişilerce işletiliyor sonuçta. Yani hukuk kurallarını iyi bilen, yineliyorum yanlış kullanıldığınada tanığım, ama sonuç olarak bu mesleği icra eden kişilerce işletiliyor. İtiraz hakkımız saklı!
Peki, hukuk kurallarını sadece kulaktan duyma bilgilerle sade bir vatandaş kadar bilen, ve kendisine göre yorumlarla yargılama/yargılanma sürecini etkileyebilecek "çok bilmiş" beyanatlar veren, uzmanları beş dakika konuşturup, kendisi beş dakikalarca konuşan, stüdyodaki konukları ağlatan, bayıltan (ve bu arada rating yükseldiği için ellerini ovuşturan) bu tip sunuculara hiç kimsenin itirazı yok mu?
Ben gerçekten üzülüyorum! Çaresiz insanların, çareyi bu tip kişilerde aramasından.
İyi niyet farklıdır, dert dinlemek farklıdır, derdi olanı stüdyoya çağırıp dinlemek farklıdır, arada elbet, biraz araştırdıysa konuya "insanca" yaklaşmak, fikirlerini dile getirmek farklıdır, ama bir dedektif gibi açığını yakalamaya uğraşmak, insanları rencide etmek, ki zaten kameralar karşısında tedirginlik duyan insanlardır çoğu, hatta neredeyse yargılamak farklıdır.
Oldu ki, açıkları yakaladın, oldu ki deliller elde ettin, bunları rating uğruna harcamasınlar, izleyenler bilirler, bu tip sunucular anonsları şöyle yaparlar; "Bu konuda bilgisi olanlar için telefon numaralarımızı veriyorum, hemen bizi arasınlar.", "Lütfen bildiklerinizi ilgili makamlara hemen aktarın.", diyerek ilgili karakol numaraları versinler, ve canımı yesinler!
"Kimdin yahu sen?" diye sormazlar mı adama?
Ayşegül Erden
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
Sessizce
Yıl 1938...
Hatırdan silinmeyecek bir sonbahar..
Sallanıyor 7 Tepe
Ağıtlar, yaslar ve ağlayan bulutlar...
İnliyor Dolmabahçe...
Bir Dev uğurluyoruz Boğazdan
18 milyonun omuzun da..
Bir yıldız kayıyor Dünyadan
60 milyonun gözyaşında...
Canımız yanıyor ama uğurluyoruz yine de..
Sessiz bir senfoni oluşuyor etrafta
Yaralı milletin yürek iniltileriyle sallanıyor yapraklar ağaçlarda..
Acıyla nidalar atıyoruz isyan edercesine sessizce..
Ve artık
Ne sonbahar, bahardı
Yaslı İstanbul kaldırımlarında
Ne Cumhuriyet, Cumhuriyetti
Başında sahibi olmayınca..
O yoktu artık ve biz yine
Çaresizliğin sancısını hissediyoruz
Kaybetmişliğin acizliğinde..
Rıhtımda kalanlarla giden geminin tesellisinde buluşuyoruz..
Her 10 Kasımda suların tenini hissediyoruz ..
Elif ÖZDURAN
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.18.4762 Released [2009 06/09] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.0.1 / 17 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|