Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 8 Sayı: 1.696

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 13 Kasım 2009 - Fincanın İçindekiler


  • FIRAT SUYU BARAK OVASINA BAKAR ... Seyfullah Çalışkan
  • MUĞLALI OLMAK ... Hamdi Topçuoğlu
  • iki can'a ... Ebru Coşgun
  • Pasif Laiklik, Fatih Ürek ve Seren Serengil ... Kıymet Nadir Bindebir


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Muzlar tohuma kaçtı artık!..


    Merhabalar

    Muz Cumhuriyeti Gelin artık itiraf edelim. Çünkü artık işin dalgaboyu aklımızın hudutlarını aştı gitti. Otoyolda zincirleme kaza yapmış kısmetsizler gibiyiz. Hem de kısmetsizin çölde kutup ayısı bulanından.

    Bizler artık "Muz Cumhuriyeti"nin birer saf vatandaşlarıyız.

    Başımızda, son kullanma tarihi çoktan geçmiş, içi kof, tatsız tuzsuz çikitalar ve genetiğiyle oynana oynana kividen yerli muza yatay geçiş yapmış biz garibanlar.

    Olana biteni bir düşünün, hani düşünmeye yetecek kadar aklınız kaldıysa tabi. Boşverin herşeyi unutun. Alt yargı üst yargıyı dinliyor, bir onu hayal edin. Kendini savunmak için televizyonlara çıkan başkan, "Dinleyelim dedik ama hain santral izin vermedi, vazgeçtik." desin, siz de ardından kafayı yiyin. Bakan "Memlekette GDO'lu tek ürün yoktur." desin, işin profesörü 96'dan beri giren soya, mısır GDO'lu diye k.çını yırtsın, siz parmağınızı taktığınız donunuzdaki deliği büyütün. Baş muz, meclis başkanının makamına dalıp, başkanı danışma kurulu önünde azarlasın, meclis başkanı "Aman efendim, gerekli önlemi ivedilikle alacağım." diye dip yalasın, siz ekrana kafa atın.

    Padişahımız muzumuz ekranda "Yanlış tipler ayıklanmalı." diye fetva verdi geçen gün. Haklı, yerden göğe kadar haklı. Yanlış tipler, bozulmuş muzlar ayıklanmalı. Tabi en başta kendinden başlanmalı, henüz bunun ayırdında değil ama olacak. Bizi eşek yerine koyanların en azından bu kadar cezası olmalı.

    Bugün mecliste "Açılım" görüşülecek. Kuyruklarına basıldı mı, aslanlar gibi kükreyenlerin sesleri ile çınlayacak Meclis. 10 Kasım'da Atatürk'ten saygıyı esirgeyenler, açılım adıyla geleceği karartma planlarını açıklarken dinleyicilerden saygı bekleyecekler. Yağma yok, ne kâ köfte o kâ ekmek. Akıl sağlığınıza mukayyet olun, domuzdan uzak durun. Hoşçakalın.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      FIRAT SUYU BARAK OVASINA BAKAR

    Ayıntab'a akşam çöktü. Gün geceye kavuşurken bir grup yeni yetme sokakta itişip duruyordu. Kavga eder gibiydiler ama gürültüleri, vurma kırma işinden bir iki perde daha yüksekti. Hepsi o kadar. Karışmadım, yürüyüp gittim. Zaten uyarmışlardı beni, "Sakın kavgaya, gürültüye karışma ha... Buranın adamı ortada bir şey yokken cinayet işleyiverir. Sakın kendini… Sakınmam mı? Dersimin teoriğini daha önce almıştım. Bu gün de pratiğini yaptım. Yürüdüm, geçip gittim. Gittim gitmesine de içime de sinmedi. Ne dersimi sevdim ne de pratiğimi. Hadi diyelim bu gençler bu işin dozunu yükselttiler. Testiler kırıldı, pekmezler aktı. Yani bizim gibi birkaç saçı beyaza çalmış, durun otur gençler. Yapmayın etmeyin, deseler. Sular o anlığına bile biraz durulsa. Öfkeleri geçer keratalarınbelki. Ne çanak, çömlek patlar, ne ebe yanar. "Olmaz." dediler. "Burası koca şehir. Hırlısı var, hırsızı var. Bulaşmazsan kokmazsın, başın rahat olur. Şahit yazıverirler alimallah…

    Ayıntab'a akşam çöktü. Bana da yine yalnızlık. Kederden geberdiğimi düşünmeyin sakın. Aynalara da koşmuyorum bi cana hasret. Şarkı söylüyorum bazen. Kendimle konuşuyorum hatta. Kimse de görmüyor ya, deli bu adam diyenim bile yok. Birazdan televizyonu açarım. Bilgisayarım da var. Kitaplarım öyle sıralarını bekliyorlar. Küçücük masamın üzeri sanki bitpazarı…

    Barak Ovası'na gidiyorum iki haftadır. Ayıntab'ın doğusuna. Nizip, Karkamış, hatta Birecik'e bile gittim. Fırat, zaman zaman Nizip ile Birecik sınırını gönlünce çiziyor. Birecik'in Şapıt Balığı şişi ünlü mü ünlü. Benden başka herkes duymuş. İnternetlerde dolandım, aradım taradım bu balık hakkında doğru dürüst bilgi de bulamadım. Şişi yapıldığına göre iri bir balık olmalı. Birecik denince herkesin aklına kelaynaklar geliyor. Oysa Fırat havzasında kaplumbağadan kuşa kadar birçok yöreye özgü tür yaşıyor. Birkaç tür baykuş, bir tür yalıçapkını, ibibik dâhil yaklaşık on beş çeşit var. Fırat öyle az buz değil. Kocaman bir ırmak... Karkamış kıyılarında göllenip havzası yer yer genişliyor. Sazlıklar ovadan görüntüsünü genellikle engelliyor. Fırat'ı görünce, burada yüzerim ben dedim. Mevsim uygun değildi, bırakmadılar. Zaten takım elbiseyle de yüzülmez ki. Fırat Barak ovasını sulamıyor. Suriye'ye akacak su miktarı için yapılan anlaşmalar gereği koca ova yıllardır kuraklıkla boğuşuyor. Gap var gup var dediler ama Barak Ovası'nda hiçbir şey yok. Çiftçiler kurakla baş edemeyince işi zeytinciliğe çevirmişler. Devlet baba da bunu teşvik ediyormuş.

    Ayıntab'a akşam çöküyor. Bazen çığlık çığlığa bir ambulans geçiyor. Kanım çekiliyor, sokaklar irkiliyor. Yine kim bilir kimin başı dertte diye düşünüyorsunuz. Birkaç dakika sonra tanımamanın, görmemenin rahatlığına dönüyorsunuz. Kendirli Ermeni Kilisesi'nin bahçesinde tatlı bir akşam, arada bir süzülerek düşen yaprakların insanı uysallaştırıveren o canım etkisi… Bir çay içiyorum, ardından bir sigara. Dumanlı açık hava sahasından sonbahara üflüyorum. Güzel bir akşam bu diyorum. Bulunmaz güzellikte bir akşam. Ülke coğrafyamın çoğunun bu saatlerde ayazla koyun koyuna olduğunu bilmek akşamın değerini arttırıyor. Bütün telaşını, koşturmacasını bohçasına doldurup giden bir günün ardından bu sükûnet insanı düşüncelere salıyor. Bizim gibilerin anıları gelecek kaygısından her zaman daha baskındır.

    Böyle bir akşam, yani uslu ve ılık bir sonbahar akşamı Karşıyaka'da Çorçil Çay bahçesinde oturmuştuk. Bu akşamdan tek farkı üzerimize arada sırada yapraklar döken ağaçların yokluğuydu. Her şeyimiz vardı. Çayımız, deniz manzaramız en önemlisi kabına sığmayan gençliğimiz vardı. Saatlerce akrabalarından söz etmiştik ve benimkilerden. Senin baban okumuştu, anlayışlıydı, benimkisi ise cahil ve anlayışsız. Kırılan kol yende duracak gibi değildi. Ben o akşam aramızda incecik bir çatlak görmüştüm. Ve zamanla bunu iyice genişleteceğini de. Sahilin az gerisinde mandalina ağaçları vardı. Sokak aydınlatmasının ışığında turuncu gülücüklerle bize bakıyorlardı. Gecenin yarısına kadar oturduk. Oturmaktan kaba yerlerime kramplar girmişti. Sen hem haklı olmayı istiyordun, hem de beni buna inandırmayı. Mandalinalar, kauçuk ağaçları, palmiyeler ve ılık akşam öylece ziyan olup gitmişti. İlk kez orada can sıkıntısından böyle bir akşamı ve sonbaharı ömrümün sonuna kadar kaç defa yaşama ihtimalim olduğunu hesaplamıştım. Akşamların sayısı çoktu ama sonbaharların sayısı tadına doyulacak kadar kalabalık değildi.

    Sonrası malum hikâye, ezber bozacak bir şey yok. O şimdi nerededir, kiminle yaşıyordur, ne yapıyordur? Hiçbir fikrim yok. Yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyorum. Onun da benden haberi olduğunu sanmıyorum. Geriye birkaç şiir kaldı. Mandalina ağaçları ve Çorçil'in yeri. O çay bahçesine yıllardır hiç gitmiyorum. Zaten Karşıyaka iskelesine de çok uzak. (Bostanlı iskelesine yakın diyenlerin kulaklarını çekerim.) Geride kalanlar içinde tek bir şeye kızıyorum. Sallamadan, daldan düşürmeden, hırpalamadan, sündürmeden, bahanelerle allayıp pullamadan bitirmek dururken uzatmalarla, molalarla ne kadar eziyet etmiştik yaşama. Su akıp yolunu buldu.

    Ayıntab'a akşam çöktü. Birazdan bir kuru yerim, bir de pilav. Üstüne de demli bir çay çektim mi keyfim anında yirmi dört ayar. Ezo Gelin barak ovasında ağlarmış durmadan. Varsın ağlasın. Her akşam da kederlenilmez ki.

    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Hamdi Topçuoğlu

     Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


      MUĞLALI OLMAK

    Geçen yıl bu zamanlarda "Hacı Yaşar Efendi " başlıklı bir yazı yazmıştım. Eski mankenlerden Yaşar Alptekin hacdan dönmüş, gazeteciler de çevirmiş sormuşlar. Yaşar Efendi hacca vergi cezası yüzünden gidemediğini yana yakıla anlattıktan sonra bir de fetva vermişti: " İnsanlar, Bodrum'a gideceklerine, hacca gitsinler."

    Ankaralı, İstanbullu kimi aklıevveller nedense Bodrum'u, Marmaris'i safra gibi görüyor olmalılar ki geçenlerde de sözüm ona Prof'un biri "Apo'yu Türkbükü'ne gönderelim." deyiverdi.

    İlginçtir, geçen yıl Yaşar Efendi'nin fetva verdiği günlerde Bodrum Gümbet'te tarlalarda çalışarak elde ettiği servetini bu millet için harcamayı alışkanlık haline getirmiş Türk anası Ayşe Gülsevim Kaynak, rahmetli eşi ve kendi adına 12 derslikli bir lisenin temelini atıyordu. O lise, bu ders yılı başında gençlerimizin daha aydınlık yarınlara ulaşabilmesi için hizmet vermeye başladı.

    Bu yıl da Prof, Apo'yu buralara göndermeyi önerirken basının kıyısına köşesine yine bir başka haber düştü:

    Bugüne dek eğitime beş okul kazandıran Datçalı, Yılmaz kardeşler 16 derslikli bir Anadolu lisesi yaptırmak için valilikle bir protokol imzalamışlar. Bu kardeşlerden Kazım Yılmaz'ın törende Sayın Valimiz Ahmet Altıparmak'tan minik bir dileği olmuş: Bir ilkokul diploması. Bunca okul yaptıran Kazım Bey'in bir ilkokul diploması bile yokmuş. Daha doğrusu İstanbul'da okuduğu okulun arşivi yandığı için diplomasını alamıyormuş. Değerli valimiz elbette Kazım Bey'in diplomasının bulunması için gerekli girişimlerde bulunacaktır. Çünkü Kazım Bey o diplomayı üniversitelerden fahri doktorluk unvanı alanlardan ve Prof. cübbesini iktidar yağdanlığı için kullananlardan daha çok hak etmektedir.

    Bodrum'da çok değerli bir komşum var. Kendisi doktor. Yetmişli yaşları yarılamış. Kalp rahatsızlığı olduğu için kesik kesik konuşur. Ama aklı fikri hâlâ eğitime katkıda.

    Dr. Mete Ersoy, yokluklar içinde okumuş. Okurken aynı zamanda annesine de bakmış. Meslek bilgisini emeğiyle birleştirmiş, biriktirdikleriyle Milas'ta kendi adına çok güzel bir ilköğretim okulu yaptırmış. Okulu Milli Eğitim'e devretmiş; ama işini bitirmemiş. Şimdilerde çok amaçlı bir salon yaptırmayı planlıyor. O da benim gibi Behçet Necatigil hayranı. Üstelik Necatigil, Kabataş Lisesinde onun öğretmeniymiş. "O büyük şairi, öğretmenimi unutmadım. Okula Necatigil adını verdiğim bir de kütüphane yaptırdım." diyor.

    Benim saygım duyacağım kişiler Ayşe Sevim Gülkaynaklar, Kazım Yılmazlar, Mete Ersoylar… İstanbul'dan bu topraklar için ahkâm kesen aklıevveller değil.

    Kısa bir internet öyküsü:

    Her yıl yapılan 'en iyi buğday' yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmış. Çiftçiye bu işin sırrı sorulmuş. Çiftçi:

    - Bu işin sırrı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmak, demiş.

    - Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? diye sorulduğunda,

    - Neden olmasın, demiş çiftçi.

    - Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır.

    Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir.

    Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor.

    Paylaşmak en yakınınızdan başlar. Yakınımızdaki aç yatarken, karnı tok gezmemiz; komşumun çocuğu eğitimsiz gezerken, çocuğumuzu özel okullarda, Avrupalarda okutmamız bizi huzura kavuşturmaz; hele hele bu milletten kazandığının vergisini vermeyip hacca giderek vicdan gargarası yapmakla ermiş hiç olunmaz.

    Hep diyorum ya Muğlalı olmak bir ayrıcalık. Kızan kızsın. Benim insanım, kendi yağıyla kavrulmasını bilir. Aç kalsa da devletten dilenmez. Üretmeyi, var etmeyi bilir; yakmayı yıkmayı değil. Benim insanım devlet kesesinden saltanat sürmez. Haramdan arınmanın yolunun hacca gitmek, namaz kılmak olmadığını, harama el uzatmamak olduğunu bilir. Biz Muğla'yı sevdiğimizi söylerken hiçbir zaman yalnızca taşından toprağından, denizinden havasından söz etmedik; deniz dediğin hava dediğin insanla anlam kazanır, güzelleşir. Bizim Muğla sevdamız insanından kaynaklanır. Bu topraklara gelip Muğlalı olabilenleri de asla kendimizden ayırmayız. Muğla üzerinden gargara yapanlar bunları çok iyi bilmeli.

    Hamdi Topçuoğlu
    egerem@yahoo.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Ebru Coşgun

     Kahveci : Ebru Coşgun


      iki can'a

    Bugün , içime ağrılı bir sen koydum ; yap-bozumda gelip ansızın kendi boşluğunu dolduran sen, bölmeden acıtmadan kanatmadan boşluklar biriktirerek gölgelerde suretleri takas ediyorsun. söylesene kaç şehrin rüzgarı sıyırdı tenini, kaç küflü şiirden çocukluğun sesleniyor , kaç aşk öldürdün içinde - ki her ölüm bir aşkın izahı değil mi?…
    bir ten, bir gece, dört duvar ; sen ki Duygunun çerçevesinden kurtulmuş çıplak bir ruha benzer gibi sessizliğe bürünüyorsun.
    Sen ki Fırtınadan sonra gelen dalgalı bir denizsen eğer, Dudaklarımdan dökülen ünlem de öfkenin köpüğü…
    bir kadın düşün, düşün ki adımı hiçbir çıkmazda arama, lal olmuş sözcüklerde , karşılığını bulamamış sevdalarda arama..zamanki çetin yaraları saramıyor çoğu zaman..
    söz kırıldı, şehir de isyan. Gece de siyah. söylemi ile yaşantısı bir olan içli bir şarkı besteliyorum sana
    nasıl ki bir nehir yatağını tanımlayamıyorsan aşkı da tanımlama bırak !
    aşk biraz da budur zaten ;sevmenin mim hali..

    bugün, içime ağır bir sen koydum ; sen eski bir düştün, nasıl ki yara almış bir gemi suyun ortasında onarılamıyorsa bizde senle onarılamıyorduk. biz acıya sustuk, sustukça dağıldık. Sen korktukça ben pencere önlerinden ölü erkek kuşlar topluyordum. Günlerse geçiyordu hiç durmadan , asit demiri nasıl eritiyorsa günlerde bizi öyle eritti, Geriyeyse sadece ağlayan yüzümüzün acılı ve yarından umutsuz sancıları kaldı. Hiç aklımıza gelmezdi bütün bunlar değil mi? hani Gelse de güler geçerdik. Çünkü ben böyle sevmiştim seni olduğun gibi her şeyinle böyle kabul etmiştim kavuşmasız..oysa hiç belli etmedim içimdeki imdadı. Ne eriyip akardı yüzümüzün kırıklığı sana ne de çarpardı penceremizin kıyısına kör şarkılar. öylece her gün karşı pencere ve biz Acıya sustuk. Sustukça dağıldık.
    Korkularının ardında büyük tuvallere resmedilmiş hayat artıklarıyla idare ettik hep. Katline seyirci kaldığımız yaşanmışlıklarımızı elimizden almak isteyenlere öfke bile duyamazken bir gece anladık, içimizden biri oyunu bozuyordu. İçimizden biri aslında yoktu..var olan isyanlarımızın mora çalan duvarlarında şişeler kırıp, kırıkları sağa sola fırlatıyorduk. Oysa aşk Kapımıza sessizce bırakılmış o kalp vurgunlarının en tatlı yerinde uykumuzdan uyandırıyordu bizi. O güne dek fark etmemiş olmamız bile korkunçtu, Yaşamıyorduk biz. Hiçbir şeye yetmeyen bir ruh eşiğinde yalancı bakışlarla dolanıyorduk.
    Her şeyde ve her yerde yarım…

    Bugün , içime ağrılı bir sen koydum ; yani aşk dediğin gündüzleri gecelere bağlayan uzun köprülerin üstünden elindeki mumu söndürmeden geçebilmek mi? Yani aşk dediğin O mumun alevini biraz hazanla, biraz özlemle, biraz da tutkuyla katıştırılmış bir inatla yakalayabilmek mi?.
    Bir yalanı bir kaçışla ört pas etmeye kalkışırken elimizden kayıp gidenlerin peşine düşmeye fırsatımız olmuyordu malesef. Gerçeği gören gözlerimizi yolundan edecek ne çok bahanemiz vardı. İnadına masallar uyduruyordum aşkımıza kılıf, Kirlettiklerinin üzerini örtecek kadar temiz, biriktirdiklerini bir gecede harcayabilecek kadar kısa, tüm şehirleri kurduğumuz düşlerin olma ihtimalinden vazgeçirebilecek kadar ucuz bir masal.
    Beni kırıp döktüğün bir hayatın orta yerinden , bakışları silinmiş bir gözle sesizce dinliyorsun. Oysa biz iki masal kahramanı bu aşka inandık sanmıştık. oysa biz hoyratlığından dem vuran acıyı inadına eski bir sandığa kapatmıştık. Ruhumuzun içten içe dağıldığını daha erken fark edebilseydik, daha erken düşerdik yola yada daha erken dönerdik yoldan, yol dediğimiz ne ki; Daha erken susturabilseydik içimizin kış çığlıklarını elimizde yaralanmış bir aşk öyküsünden fazlasını tutabilirdik belki.

    bugün, içime ağır bir sen koydum ; kazandıklarımızla kaybettiklerimiz arasındaki tuhaf denklemde yittik ve biz Acıya sustuk. Sustukça dağıldık, Masallarımızsa inat etti inandıklarımızı yüzümüze vurmaya. Taş duvarlar önünde direnen gölgelerimiz aşk için çiçek ölülerini toplamaya bile razıyken ,koyu bir karanlığın içinde biraz canımızı yakarak ve çokça kendimizi alıştırarak bu bataklığa Dağıldık.
    oysa eksik olan Köklerimizi kesip atacak bir bıçaktı ; cesaretti acıya ! bir kadın düşün ki bir düş tutulması ortasında hayatını alıp önüne koyduğunda anlıyor ki bütün hayatı seninle birlikte küçülen zavallı bir edat! Bir kadın düşün ki hangi kente kaçsa sinsice dönüş yoluna sızıveriyorsun.bir kadın düşünki hikayesini kime anlatsa aşk sanıyorlar. Oysa bu yalnızca daha birleşmeden yitiriliş öyküsü, iki ırmağın aynı denizde buluşma hali, iki kayıp kıtanın aynı hiçliğe gömülme hali. Trajikomik değil mi ? şimdi bu saatte sana hiçliğin içinden satırlar döşüyorum.. Darmadağın hayatımdan parçalar taşıyorum. Bu gün birkez daha yüzüm yüzümün arasına karanlık bir duvar indirdi. aşk duvarın altında kaldı, hayallerim ise ayazda. Duvarın önü soğuk ve önünden geçen tüm yollar anlamsız.
    oysa aşk ; sessizce geçtiğimiz yollarda örselenmekmiş aslında.

    Bugün , içime ağrılı bir sen koydum ; bugün birbirimizi tekrar görebileceğimiz herhangi bir günün tekrarı gibi. Bugün tekrar ölebileceğimiz bir şarkının ilk dizesi tam karşımda duruyor. bugün gözlerimi açıp Yürüdüğün yolları görüyorum ve Bir kâğıdı buruşturup ayakuçlarına fırlatıyorum. Bir kadın düşün ki Nasıl da aykırı aynadaki yansısına, bir kadın düşün ki gülüşünde çatlaklar, bir kadın düşün ki "gerçek" , bir heyecan anında alınan ve o an hissedilmeyen bir yaranın acısı gibi geri gelip dikilmiş karşısına. oysa aşk dediğin katı gündelik gerçeklerin arasından filizlenir sevgili o yüzden bugün içime ağır bir sen koydum.

    İki can'a

    Ebru Coşgun


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Bâki Selamlar : Kıymet Nadir Bindebir


    Pasif Laiklik, Fatih Ürek ve Seren Serengil

    Diyanet İşleri Başkanı'nın konuşmalarını hiç kaçırmam. Çoğu zaman, AKP hükümetinin açıktan söylemeye korktuğu şeyleri o dillendirir.

    Diyanet'in başkanı, üç Mercedes makam arabası, üç villa lojmanı olan, lojmanlardan birinin restorasyonuna 150 milyar harcayabilen, Hac için Arabistan'a ev kiralamaya gittiğinde emlakçılardan yüzde 15 komisyon aldığı ileri sürülen, 'derin' ve güçlü bir muhteremdir.

    Şüphesiz ki; Bardakoğlu'nun 17 Ekim Din Şurası'nda "Din kamusal hayatı kuşatmalı" diyerek verdiği "Kuşatın" talimatını, laiklik karşıtı faaliyet odakları ve tarikatlar almıştır.

    Diyanet'in 'Kamu dairelerini kuşatın' emri, kısa süre önce tedavüle sürülen 'pasif laiklik' kavramıyla direkt bağlantılıdır.

    "Pasif ve Dayatmacı (assertive) Laiklik : Tarihsel Koşullar, İdeolojik Mücadele ve Dine Dair Devlet Politikaları" adlı kitapta, Türkiye, ABD ve Fransa'daki laik sistemlerin bir karşılaştırması yapılır ve Türkiye ile Fransa 'dayatmacı', Amerika ise 'pasif laik' bulunur.

    ABD'nin diğer iki ülkeden farkı; 'dinin görünürlüğüne -public visibility- hoşgörüyle yaklaşması' olarak açıklanır.

    Pasif Laiklik kitabının yazarı Ahmet Kuru, Amerika'daki çiftliğinde 50 milyar dolarlık minderin üzerinde oturan Ebu Dallama Hazretleri'nin 'hareket'ine güzelleme mahiyetinde bir kitaba da, Hakan Yavuz'la birlikte katkıda bulunanlardandır. Ilımlı islam, medeniyetlerarası diyalog martavallarının bir neferi.

    Yani, 'pasif laiklik' kavramını tedavüle süren de Ebu Dallama Hazretleri ve tabii onun patronları CIA-Pentagon'dur.

    Diyanet'e de, AKP gibi, talimatlar direkt Amerika'dan gelir. Terminoloji, teori ABD'de üretilir.

    Bardakoğlu'nun, ısrarla, altını çizerek "Hiçbir siyasi projenin parçası değiliz" demesi ABD bağlantısını saklama gayretidir. Ebu Dallama Hazretleri tarikatı, dolayısıyla ABD ile olan ilişkilerini inkar çabasıdır.

    Diyanet; tarikatların ve AKP'nin ABD projeleri olduğunun açığa çıktığının farkında, araya bir mesafe koyup kendisini ABD projelerinden soyutlamaya çalışıyor.

    Bardakoğlu'nun "Kuşatın" talimatı verdiği kamuda, aslında 'kuşatılamamış' tek kurum kaldı; TSK.

    Diyanet, TSK'yı hedefe koyarak vuruşların artırılmasını, sıklaştırılmasını istiyor. Bundan böyle TSK ile ilgili çıkacak her olumsuz haberde, Diyanet'in hiç de azımsanmayacak bir payı vardır.

    Diyanet ve tarikatlar, hernekadar pasif laikliği, 'dinin kamuda görünür kılınması' olarak tanımlıyor iseler de, 'laik pasiflik' olmadan 'pasif laikliği' gerçekleştirip 'dini kuşatma'yı tamamlamaları mümkün değil. Bu yüzden, Diyanet'in, geçmiş yıllarda kamuya yansıtılan takiyyeci yüzü 'laik, Atatürkçü' olan Başkanı devreye giriyor. AKP "Kuşatın" dese gösterilecek tepkinin Bardakoğlu'na gösterilmeyeceği hesaplanıyor.

    Kuşatma bitmedi, sürüyor. İnsan aklını ve ruhunu dinle öyle bir kuşatıyorlarlar ki; ülkede değil hayatın, intiharın psikodinamikleri bile değişiyor.

    Dört kız kardeş siyah elbiseler giyip, elele ölüme gitmek,

    iki ağaca iki tüfek bağlayıp tetikleri iple çekerek kendini öldürmek,

    bebeğini emzirip iki çocuğuyla birlikte dereye atlamak,

    hele hele kıçına soda şişesi sokup intihar etmeye kalkmak, zaten olağan bir ölüm olmayan intiharı daha da olağandışılaştırıyor.

    Türk milletinin, yaratıcı zekasını intihar yöntemlerine yansıtması, AKP eliyle yedi yıldır süren 'çözülüş' travmasının sonucudur.

    Kadını ve erkeği toplumsal hayata eşit düzeyde katmazsan, erkek toplumsallaşır, istekleri, ihtiyaçları ona göre belirlenirken kadını seyirci koltuğuna oturtur, ihtiyaçlarının sadece bedensel ihtiyaçlar olarak kalmasına izin verirsen, ailede-toplumda denge erkek lehine bozulursa intiharlar artar.

    İntiharlar bir de toplum kendisini ağır tehlike altında hissettiği zamanlarda, savaş sırasında ve hızlı toplumsal değişim dönemlerinde artar.

    Birey, kendisinden önceki ve sonraki kuşaklarla kendisini bütünleşmiş, toplumla birlik-dayanışma içinde hissetmek ihtiyacındadır.

    Bu birlikte olma ve dayanışma ihtiyacını; insanları birbirinden korkutarak, birbirine düşman ederek, ulusal tarihini, kültürel birikimini gelecek kuşaklara gururla aktarma hakkını elinden alırsan, bireyi savunmasız, tek başına bırakmış olursun ki, dengesini kaybeder.

    Toplumsal dokuyu ilmek ilmek çözüp, insanları birbirinden kopartıp, kardeşlik projesi gibi cafcaflı isimler altında aslında topluma husumet tohumları eker, ayrıştırırken,

    birlikte olma-dayanışma ruhunu ortadan kaldırırken,

    bireyleri savunmasız, yalnız ve 'işe yaramıyorum' hissiyatıyla başbaşa bırakıp, toplumsal hayattan kopartırken amaç bellidir: bireyleri tarikatların içine çekip, 'güvenlik', 'aidiyet bağı kurma' ihtiyacını din şemsiyesini altında sunmak.

    Ve elbette bu takva satışını milyarlarca dolar paraya tahvil etmek.

    'İslami kuşatma'ya direnen son kalenin TSK olması tesadüf değildir. Askeriye'de, devlete, millete bağlılık, güven öğretilir. Askeriye'de birey, disiplinli bir hayatı, kalabalık bir topluluğun içinde, güçlü bir aidiyet ve zorunlu bir dayanışma duygusuyla yaşar.

    26 gün askerlik yapmış adamın 76 yıl askerlik anılarını anlatması, o güçlü aidiyet ve dayanışma duygusunu, askerden önce ve sonra hiçbir zaman yaşayamamış olmasındandır.

    Bireyleri 'toplumdan kopuş' melankolisine kapılmayan bir kurumun, din tüccarlarının sunduğu 'tarikat çatısı altında güvendesin' tuzağına düşmesi mümkün değildir.

    Bu sebepten, ABD, kuşatılmamış son kurum TSK'ya, tarikatlar, Diyanet ve laiklik karşıtı odaklar eliyle saldırı üstüne saldırı düzenlemektedir. TSK'yı kuşattıkları takdirde, ruh sağlığı en yerinde Türk vatandaşının bile, karşı devrime, psikolojik olarak direnmesi mümkün olamayacaktır.

    Tüm yıpratmalara rağmen yüzde 87 gibi bir rakamla 'en güvenilir kurum' olan TSK, bu ülkenin kuruluşunun da simgesidir, şimdilerde çözülmeye direnişinin de.

    Ey Diyanetler, tarikatlar, laiklik karşıtı faaliyet odağı partiler!

    Ey Kevin Costner'a bile "Türkiye'de siyasi gelişmeler konusunda söz söyleme hakkı" tanıyıp da, Genelkurmay Başkanı konuştuğunda "Siyasete karışmasın" diye yellenen meczuplar!

    Bakın, siz TSK'yla uğraşırken dininizi savunmak kimlere kalıyor. Bir yandan Seren Serengil "Çocuğumu müslüman mezarlığına gömün" diye tutturuyor, bir yandan Fatih Ürek "Hacı olacağım" diye...

    Hadi canım dinciler Diyanetçiler, bırakmayın dininizi savunmayı şarkıcıya türkücüye mankene! Tabii 'asli' işiniz din diyanetse...

    Kıymet Nadir Bindebir
    kiymetnadirbindebir@gmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Tayfun Avınca


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


     


     Tadımlık Şiirler


    yağmur ol yağ tenime

    ruhunda yürür gibiydim
    çırılçıplaktım ,yağmur değiyordu bedenime
    gözlerim kapalı ıslanırken bedenim her yağmur tanesi dokunuşun oldu
    yağan yağmurla toprak koktu her yer , ben senin kokunu hissettim
    çıplak tenime değen damlalar Parmak uçların oldu
    saçlarımdan boynuma süzülen ıslaklık nefesin,
    ıslak tenimi saran rüzgar kolların,
    uzandığım çimler bedenin ,
    yağmur sen oldun üzerime yağdın
    ben içinde yürüdüm hissettim ruhunun her zerresini
    yalınayak çırılçıplak
    yağmur sen oldun ben seninle seviştim
    esintini her zerremde hissettim
    nefesim düzensizleşti damlalar değdikçe tenime
    damlalar okyanusa damlayan su gibi dalgalar yarattı ruhumda
    seni bu denli hissetmek sarstı bedenimi
    buldum ...
    ruhum orgazm oluyor seninle
    sevişiyorum ruhunla
    sevgim arttıkça bedenimde sarsıntılar oluyor
    zirveye çıkıyor sevgi
    ruhumun yaşamadığı orgazm ,ilk kez yaşanıyor seninle
    çıplak ruhum çıplak ruhuna değdikçe daha çok seviyorum seni
    anlaşılmasını bekleyemem hislerimin
    anlayamazlar ki
    aç bedenler sevgisiz kalmış ruhlar
    yarım kalan ihanetler
    tenlerinde sayısız parmak izleri
    ruhları kör sağır dilsiz
    hiç biri anlayamaz
    çırılçıplak yalınayak
    işte böyle yaşıyorum
    bedenimle duvar oluyorum dünyaya
    sadece hissediyorum
    gözlerimi kapatıyorum
    mest oluyorum
    yağmur ol yağ tenime sadece seni istiyorum
    seni yaşamak istiyorum
    sana seni seviyorum demeyeceğim
    sevmiyorum çünki
    aşığım demeyeceğim değilim çünki
    kelimeler hislerin yanında anlamsız kalırmış
    ruhumun hasta yanıyla seviyorum seni
    ruhum kendimi senden alamıyor
    ve ...
    nefesimi tutup avazım çıktığı kadar susuyorum

    Sultan Karaahmetli

    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Biraz Gülümseyin






    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"


    İstanbul için Son Hava Durumu
    ISTANBUL ISTANBUL
    Ankara için Son Hava Durumu
    ANKARA ANKARA
    İzmir için Son Hava Durumu
    IZMIR IZMIR
    Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.18.4762 Released [2009 06/09] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.0.1 / 17 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-09©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Senden Başka
    Göksel









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20091113.asp
    ISSN: 1303-8923
    13 Kasım 2009 - ©2002/09-kmarsiv.com