|
|
|
Editör'den : Benim kavgam şansölyeyle!!.. |
İyi haftalar
Son yazımda kullandığım nebati cumhuriyet tanımım için hepinizden özür diliyorum. Aslında bu özrü cumhuriyetin ta kendisinden dilemem gerekir belki ama nasıl bulurum da dilerim onu bilemem. Cumhuriyet yerine "IV.Reich" ya da "Cemahiriye" demek daha uygun olurdu galiba. Cuma günü "Açılım" vaadiyle Mecliste kopan vaveyladan sonra cumhuriyet tanımının bize bir beden büyük geldiğini anladığımda bu ruh haline büründüm. Dilinden demokrasiyi düşürmeyen ama en faşistinden daha hünerli bir şansölye tarafından yönetilmekte olduğumuzu görmek zaten fokurdamakta olan kimyamı ziyadesiyle bozdu.
Zamanın İngiltere Savunma Bakanı David L’loyd George Atatürk için "Yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki; o büyük dahi çağımızda Türk Milletine nasip oldu.” demiş. Şimdi şu sıradan egazetenin laf ebesi bendeniz de "İnsanlık yüzyılda bir cin çıkarır, ne yazık ki bu da Türklere nasip oldu." desem hiç te yalan söylemiş olmam herhalde. Bir cin ki, öyle böyle değil. İçi boş, arkası çürük, vodvil ağzıyla bir hamaset nutku atıp, küçük dağları ben yarattım edasıyla sahneden inebilen bir cinden söz ediyorum. Açılımı anlatır diye beklediğimiz sayın şansölye, şehit analarından girip nemadan çıkınca, aklıma ister istemez "Kim yahu bu mamacılar?" diye sormak geldi. Ama hemen ardından, Sezercik'in yeni tanıdığı amcaya doğru sesini titrete titrete söylediği "Amca sizi çok sevdim, size baba diyebilir miyim?" ses tonuyla, ayna önünde defalarca prova edildiği belli, "Sizin hiç çocuklarınız öldü mü?" repliğini duyunca şüpheye mahal kalmadı. Nemalanacak yükte hafif pahada ağır herşeyden fazla fazla aldıkları için kala kala bir kan kalmıştı, şimdi onu da şişeleyip satma telaşına girdiklerini ben şahsen anladım ve benim için film orada koptu.
Şöyle bir düşünün, motivasyon, provakasyon, ajitasyon kavramlarını tümüyle içinde barındıran, uyuyan her canlıya, müsbet ya da menfi dinamizm kazandırabilecek bir yazıya ihtiyaç duysanız ne yaparsınız? Ben söyliyeyim, hemen Meclis tutanaklarından sayın şansölyenin konuşmalarını bulmalısınız. Değişik tek bir şey söylemeden, pekçok şey söylüyormuş gibi görünüp, karşısındaki herkesi çıldırtabilen tek cindir bizim lamba cini. Eh bu cin kitap yazsa kapağı da yukarıdaki gibi olurdu herhalde.
...
Bir acı haber de biz kahvecilerden. Sevgili Teyzuşumuz Ferda Önler biricik babasını kaybetti. Babacığına gani gani rahmet, ona ve tüm geride kalanlara baş sağlığı ve sabır diliyor, kendisine iyi bakmasını istiyoruz. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
Kahveci : Ali Sarımehmetoğlu |
ilk anlar..
Sabah ilk işim ezandan önce uyanıp anneannemin abdest için çıkardığı takunya sesini duymak ve müezzinin başka dine mensup bir insanoğlunu bile Allahın en sevdiği kulları arasına katacak kadar güzel okuduğu ezanın iliklerime işleyişini hissetmekti. Sabaha karşı yağdığı belli olan yağmurun toprak kokusunu savurduğu, horozların daha ötmek için uyanamadıkları vakitlerdi bunlar. Namazını bitiren nenemin çayı demlemesini beklemeden, bütün gece küreğini sallayan fırıncının alnındaki una bakarak ekmek almaktı güzel olan. Alın teri bu muydu acaba. Ekmeğin sıcak halinin elime verdiği mutluluğu nenemle paylaşmak için evin yolunu bir nefeste bitirişimi ve karşıma çıkan ilk köpeğe ekmeğin guduğundan bir parça verişimi insanlık anlarımdan biri olarak hatırlarım hep. Olmayan dişleri ile sıcak ekmeğin yumuşak taraflarını çiğnemeye çalışan ve bunları yaparken de gülümseyen bir kadınla güne başlamak güzeldi.
Yağmurun iyice çamurlaştırdığı derenin azgın gürültüsü hemen yanı başımızda şarkısını çalarken, sonbaharın gelişini bağırır gibi yüzümüze vuran yapraklarla nenemin ilginç hikâyeleri güzel bir harman oluşturuyordu. Bağ bahçe zamanlarını bitirmiş kendini sadece ibadete vermiş nenem sadece iyilerin olduğu hikâyeler değil kötü insanların başrollerdeki hayatlarını da anlatır. Ve bütün sene boyunca dinlemediğim derslerdeki ilgisizliğin nereye kaybolduğunu düşünerek nenemi can kulağıyla dinlerdim. Farkında mıydı bilmiyorum ama bana hayat dersleri veriyordu.
Kahvaltı bitip kaldırmasına yardım ederken sürekli başına dert olan kalçasının attığı yarım adımların yanından hızlıca koşup terasa çıktım. Derin bir nefes alıp her zaman oturduğum küçük taburenin üstünde, karşıdaki dağın sağ yamacındaki mezarlık kapısına bakıp, dedemi ve hiç görmediğim dayımı düşündüm bir an. Koynumda sakladığım ince uçlu kalemim ve bir iki tane bulduğumda sevindiğim boş kâğıtlarımda yanımdaydı tabi. Anlamını anlayamadığım kelimeler döküyordum zorla bulduğum bir iki defter yaprağına ve üzülüyordum saçmaladığım her cümle ve onların kapladıkları yerler için. Şiire benzer ama kafiyeleri uydurdukça şarkı gibi duran, hikâye gibi ama uzadıkça romanın çekilmezliğine karışan bir şeyler yazıyordum. Yeşil dağın, kahverengi derenin içindeydim yani aklı başında bir yazarın arayabileceği bütün doğal imkânlara sahiptim ama bir sevgili yaratma endişesi içinde savruk kelimeler üretip dalgın dalgın bakmak ve bekleyen biri var beni evet diye kendimi kandırmak adet olmuştu. Hayatı anladığım kadarıyla yazmaya çalışmak. Hayata anlamadığım ölçüde tutunmaya çalışmak kadar zordu.
''Karanlık iyice çökene kadar oturduğum yerden kalkmaz ve bütün günü böyle huzurlu bir şekilde geçirmenin keyfiyle kafamı yaslandığım duvara koyar ve gökyüzüne paralel bir şekilde bakardım''. İşte romanın derin anlatımına ve kalabalık cümle kurmaya böyle başlamıştım.
Ali Sarımehmetoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Seda Su Aral Sen'den Sonra... |
|
İçeri girerken gözüme çarpan karşı masadaki yakışıklı, tanıyor muyum seni? Hatırlıyorum sanki. Senle geçen sensiz günler... Bu surat, bu gülüş... Evet, o sensin. Ne kadar uzun zaman oldu, diil mi? Gözlerin hala bir girdap, bakamıyorum kaybolucam sanki. Ellerin hala sıcak. Benim yokuluğumda kim ısıttı onları söylesene. Kalbimin bu atışı niye? Neden soğuk soğuk terliyorum adımlarını duydukça? En güzel, en saf yıllarım yüzünde canlanıyor adeta. Sana baktıkça görüyorum. Hiç değişmemişsin, hiç değişmemişiz...
Yanıma gelip bana seslenmek zorunda mıydın? Nasıl bir ses bu böyle, huzurun ta kendisi. Benliğimin yankılarıyla bana ulaşıyor sesin. Dönüp bakmaya çekiniyorum. Önce yüzünde gezdiriyorum gözlerimi, sonra gözlerine değiyor bakışlarım. O anda dünya yok, evren yok, sadece ikimiz varız, sonsuzlukta hayat buluyoruz. İçine çekiyor beni simsiyah gözlerin, o anda öylece kalıyoruz sanki. Sen ve ben...
Sana sarılmayı ne kadar özlemişim! Bu koku başımı döndürüyor. Bir süre öylece kalıyoruz. Seninle kelimelerin olmadığı bir yerdeyiz. Bana o kadar çok şey anlattın ki o saniyelerde... Yaşadığın ölümü kalbimde hissediyorum. Sana bi daha, bi daha sarılmak, defalarca öpmek... Acını sevgimle dindirmek istiyorum.
Bi şimşek gibi sarsıyor beni arkadan birinin dürtmesi. Bu büyüyü bozduğundan ona lanetler yağdırıyorum içimden. Gözlerimi senden ayırdığımda varlığın okşuyor beni yanıbaşımda... Ruh ikizlerine inanmam ben, eğer öyle birşey varsa da emin ol o sensin benim için. Olmadığın zaman bile, hep, benimleydin. Bana ilk ihanet ettiğin gün, o kara gün , hissettim, emin ol hissettim bunu. Bedenim buz kesti, çok üşüdüm o gece...
Sonra sen sahne aldın. Seni dinlemiyordum, yalnızca izliyordum. Elinin hareketi, onu saçlarına götürüşün, inanırmısın bilmem ama mikrofonu tutuşun bile aynı. Eskiden de bi gitarın vardı hani. Ne çok beste yapardık beraber. Aahh! Ne günlerdi, ben yazardım, sen onlara ritm tutturmaya çalışırdın. Yine birinin dürtmesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. "Bak bu şarkı sana". Hatırlıyorum, evet... Bana yazmıştın bunu, daha doğrusu yazmaya çalışmıştın...
...Gözlerin meleğim o gözlerin
Bir cennet bahçesi
Perilerden çalınmış...
Gülümseyişlerimiz tekrar birleşti...
Senaryosunu bizim yazdığımız bi filmde başrol oynamak ne güzel olurdu seninle...
Vaktimiz kısıtlı olmasa,
Terketmek zorunda olmasam seni,
Aldatmak zorunda olmasam yine yalnızlığımla...
Sahile iniyoruz birlikte. Ay ışığı, binlerce yıldız, deniz ve biz. En çok sevdiğim insanla en çok sevdiğim mekanda.Yürümüyorum uçuyorum adeta. Tekrar o mistik hava, girdap, döngü. Bi şezlonga geçip oturuyoruz. Gün boyunca yalnız kaldığımız tek an, ellerimi tutuyosun öylece kalıyoruz...
Zaman kavramını yitirmek seninle
Buluşmak rüyalarda, gözlerinle hürce
Ellerimi bırakmasan kalsak hep birlikte
Ölüm bile güzel gelir, hissizce...
Daha sonra şezlonglara uzanıyoruz. Yıldızlar battaniye, ellerin elimde, başım göğsünde, bana bi yıldız seçiyosun. O saatlerde o kadar çok şey konuşuyoruz ki seninle, birlikte olmadığımız zaman paylaşmadığımız herşeyi. Konudan konuya atlıyosun. Bi söylediğine ağlayacak gibi olurken diğerine gülmekten yaşlar geliyor gözümden. İkimizin de aklından çıkmayan tek gerçek sabah uçağıyla gitcek olmam. Yine de sezdirmeye çalışmıyoruz birbirimize. Ama bakışların durgunlaşıyor yavaşça...
"Lütfen uçaktaki yerlerinizi alınız." Gözlerin gözlerime düşüyor ama hissiz, besbelli ağlıycaksın, ama dayanamam ben senin ağlamana deniz. İlk aşkım, çocukluk arkadaşım, sırdaşım, dostum, herşeyimsin benim. Gözlerinden bir damla yaş düşüyor. Önce burnuna değiyor sonra ağzına doğru akıyor, en sonunda yerde. Devamını engellemek istercesine elini gözlerine götürüp siliyorsun ama nafile yaşlar boşalıyor gözünden işte. 2dk içinde ikimiz de aynı haldeyiz; kıpkırmızı gözler, şişmiş dudaklar... "Vedaları sevmem, bilirsin deniz." Deniz, "Bilmez miyim!" dedin ve sarıldın bana. Kulağıma eğilip "Veda etmene gerek yok zaten" dedin. O anda hıçkırıklarla ağlamaya başladım işte. Lanet olsun gitmek zorundaydım. Sarıldım, öptüm... Bi sefer de sen gel dedim, gülmeye çalışarak. İlk fırsatta yanındayım meleğim. İstemeyerek elini uzattın uçağı göstererek, sensiz gitmesini dilerdim ama öyle bi şansımız yok. Gülmeyi denedin, dudakların tekrar büzüldü. Belki bin defa arkama dönüp bakarak, uçağa ulaştım, sana bakıcam derken az daha merdivenlerden düşüyodum biliyo musun?
Mektuplara son yazmaktan hoşlanmam. Her ne kadar okumuyacak olsan da... Sadece bilmeni isterim ki, ben hala her gece rüyamda seni görüyorum. Yastığıma ismini verdim. Hala, hayatıma giren insanlarda senin bakışlarını arıyorum. Benzese de senin gibi olmadığını görünce ayrılıyorum. Bi taraftan seviniyorum, senin gibisini bulamadığım için. Ve Tanrı'ya şükrediyorum bana böyle güzel bir aşk verdiği için. Her ne kadar yanımda olmasan da, hatta aramızda okyanuslar bile olsa, ruhum her gece okyanusu aşıp yanıbaşına geliyor. Bu genç kız, hala seni seviyor...
Seda Su Aral
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Domuz Gribi Günlerinde Ankara
Domuz gribi günlerinde Ankara'da öğrenci olmak zor. Zor, çünkü; arayan ailenizin sizi bir karantina bölgesinde yaşıyor zannetmesi ve size 'aman oğlum/kızım ellerini güzel yıka, kalabalığa girme ve en güzeli de maske tak' uyarılarına katlanmanın gereksizliğini onlara anlatamamayı başaracaksınız. Bunun dışında ilk ve orta öğretimler tatil yaparken sizin okula gitmeniz ve gelen vizelere hazırlamanız gerekmekte.
Ama bunlar hiçbir şey! En zoru eğer grip geçiriyorsanız ,yandınız!!! Kendi iç sesiniz sizi en zorlayan madde olacaktır bu saydıklarım arasından. 'Acaba?' sorusu her aklınıza geldiğinde ardından küfür kendiliğinden çıkacaktır. Grip geçene kadar bu böyle sürer gider ve siz bunu hiç kimseye açmazsınız. Tabi bu arada telefonda sesinizin kötü olduğunu anlayan anneannenize de dert anlatmak durumundasınız. Hele bir de 'Kimseyle yakın ilişkiye girme oğlum' diyen bir anneanneniz varsa ne ala; durumu çözmek gerçekten zor.
Ha bu arada ticari zekanın tavan yaptığı günler yaşıyoruz. El dezenfektanları, sabunlar kapış kapış.Alanlar da, satanlar da ellerini ovuşturuyor...
Bir de ben memlekete gittim bu 29 Ekim'de yıllardır tanıdığım insanların bana yaklaşırken ne kadar soğuk davrandığını fark ettim. Her an bulaşabilme ihtimali var tabi. Ee onlara da hak vermek lazım bu kadar haberlerden sonra...
Aşı olayına hiç girmeden yazımı bitiriyorum ve belki eksik olacak ama Ankara'da şu ana kadar izlenimlerim bunlar ama devam edecek...
Fırat Korkmaz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Bâki Selamlar : Kıymet Nadir Bindebir |
Neo-Osmanlıyla bostan ekenin kıçı hıyardan kurtulmaz
Amerika da, çoğu batı ülkesi gibi yabancıların mal varlığını denetim altında tutuyor. Office of Foreign Assets Control {Yabancı(ların) Malvarlıklarını Kontrol Bürosu} ABD Hazine Bakanlığı'na bağlı bir birim.
Malvarlıkları kontrol altına alınan yabancı şahıs, dernek, vakıf listesi burada (*), bakarsınız. Çoğu islami dernek, çoğu Arap ismi olmak üzere 428 sayfalık liste.
Vietnam'dan askeri uçaklarla uyuşturucu nakleden,
Afganistan'da afyon tarlalarının başını bekleyen Amerika, PKK'nın -yani bölücü terörün- uyuşturucu kaçakçılığı nedeniyle ipini çekmişmiş de, Amerika'daki malvarlığını dondurmuşmuş da...
Geçeceksiniz bir kalem!
ABD, AKP ile PKK arasında bir seçim yapmak durumunda kalmış ve önümüzdeki 3-5 yıl daha hizmetlerine ihtiyacı olduğu cihetle AKP'yi seçmiştir.
Bildiğimiz kadarıyla, AKP henüz açıktan 'beyaz' işine girmedi. Şimdilik, arazi/imar rantı, ihaleden komisyon, medya, altın, elmas, enerji, her türlü pazarlama işi, yardım toplayıp cebellezi etmek gibi faaliyetlerden ekmeğini çıkartıyor (çoh ekmeh yir bunnar). Dolayısıyla, AKP, henüz uyuşturucu pazarında ABD'ye rakip değil.
Oysa PKK, en az 25 yıldır 'beyaz' işiyle iştigal ediyor (de mi le kirvo?). ABD bu cihetten, PKK'yı piyasadan silmeye niyet etmiş-niyet eylemiş olabilir, biiiir!
ABD, Kuzey Irak'tan asker çekip, bölgeyi XE (eski adıyla Blackwater) denilen katil ordusuna emanet edeceğinden, askerini de Türkiye üzerinen geri çekeceğinden, şimdiye kadar kendisine hizmette kusur etmeyen AKP'nin hizmetlerine eskisinden fazla ihtiyaç duyacağı bir döneme giriyor, ikiii!
Normal ahvalde 7 hükümeti yıkmaya yetecek yolsuzluk, hırsızlık, hukuksuzluk, ekonomik ve sosyal çöküntü varken, ABD, AKP hükümetini ayakta tutmak için kaynağı belirsiz milyar dolarları TIRlarla Türkiye'ye sokuyor.
Eh, PKK'yı -yani terörü- ortadan kaldırırsa, bu da AKP'nin başarı hanesine yazılacak ki, 'açılım' olayını patlatıyor.
ABD, neo-Osmanlıyla bostan ekenin kıçı hıyardan kurtulmaz veciz sözünü bilmediğinden, hesaplarını AKP üzerine kurmaya devam ediyor.
Yalnız ve güzel ve haczedilmiş ülkem öylesine cahil, ehil olmayan ve görev sınırlarını keyfi düzenleyen adamların eline düştü ki, kediyi yıkarken sağ korlarsa sıkarken mutlaka öldürüyorlar.
'Görev sınırı' deyince, Macaristan'da şahit olduğum bir kavgayı anlatacağım. Buna 'kavga' demek ne kadar doğru olur emin değilim.
Genç bir adam marketin kapısından koşarak çıktı, kaçıyor. Arkasından marketin üniformalı güvenlik görevlisi fırladı. 20 metre sonra adamı yakaladı, birlikte yere düşüp kaldırımda yuvarlanmaya başladılar.
Güvenlikçi, adamın cekedinin içine sakladığı neyse onu almaya çalışıyor, hırsız da o şey neyse onu vermemeye çalışıyor. Birbirlerine asla vurmuyorlar. Bırak vurmayı, küfür bile etmiyorlar. Biri almaya çalışıyor öbürü vermemeye...
On dakika yerlerde yuvarlandılar. Sonunda güvenlikçi hırsızın cekedinin içinden bir şişe şarap çıkarttı, hiçbirşey söylemeden üstünü başını düzeltip dükkana döndü. Hırsız da kalktı, yürüdü gitti.
Güvenlikçi de hırsız da yaptıkları işinin ehliymiş, görev sınırlarının içinde kaldılar. Hırsız sadece hırsızlığını yaptı, çaldı ve geri vermemeye çalıştı. Güvenlikçi de dükkanından çalınan malı geri almaya. Birbirlerine zarar vermek, hakaret etmek, öldürmek gibi niyetleri yoktu.
"İşinin ehli olmak" işte böyle birşey. Büyük ölçüde, işinin sınır çizgilerini ihlal etmemeyi ve insan onurunu zedelememeyi gerektiriyor.
Bir de AKP adamlarına ve kadınlarına bakıyoruz;
"Bilmemne teknolojisi cep telefonu ithaliyle teknolojinin de ebesini halkımıza sunmuş bulunuyoruz" diyorlar, oysa ülkenin Genelkurmay Başkanı dahi cep telefonu kullanmaya çekiniyor.
"Aile bizim için çok önemlidir, üreyin" diyorlar, ev kadınları kerhaneye sermaye olmaya sıraya girdi, bebek cesetleri çöpten toplanıyor, hergün 13 yaşındaki kızını pazarlayan bir başka ailenin haberi medyada...
Herhalde 'Kürtlerle Dans' espirisinden hareketle Kevin Costner'ı siyasetlerine malzeme etmeye kalktılar, her zaman kırmızı halıyla karşılanan adam konserini iptal etmek zorunda kaldı.
"Ankara'yı nasıl modern bir şehir haline getirdik" diyorlar, 1950'lerin Ankarası bal dök yala, şimdiki Ankara köhne, yoksul, derme çatma bir şehir. Melih, Ankara'yı batırıp İstanbul'u başkent yapmaya destek misyonunu yerine getirmiş...
Bir yandan "İnternet hızlanacak, şöyle uçacak böyle konacak" diyorlar, ülkenin Cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden zat ekip kurmuş, gazeteyi internetten okuyan yorumcunun IP'sini-adını tesbit ettirmeye çalışıyor.
TÜİK çalışanlarına 'gizlilik yemini' ettirdiler, rakamlarla istedikleri gibi oynayıp "Kişi başı gelir 10 bin dolar, enflasyon yüzde 9" yalanı söylüyorlar, oysa yoksul insanlar artık 75 milyonun gözü önünde, televizyon stüdyolarında, yalvararak dileniyor (Bkz. Show Tv- "İhtiyacım Var"). En fazla acındıranın sadakayı kapacağı, yalvartan, insanı küçülten, insan onurunu paspas etme konusunda "Yardım edin Mem'dali Bey"i fersah fersah aşmış rezillikler.
AKPlilerin ne ahlakları ahlak, ne hukukları hukuk ve ne de bir vicdanları kaldı.
AKP Genel Başkanı'nın oğlu Burak Sevim Tanürek'in katili.
Eski Bakan yeni muhalif Kemal'in oğlu Abdullah Unakıtan'ın kullandığı arabanın ezdiği dört kişi trafik şehidi (!) istatistiklerinde bir rakam.
Adam aklınca Yahudilere iltifat etmeye kalkıyor, ülkedeki Yahudi azınlığı rahatsız edecek, anti-semitizme cesaret verecek laflar ediyor.
Futbol maçı oynanıyor, 20 bin seyircinin 15 bini seyirci değil, asker-polis.
İSKİ, Teşvikiye Caddesi'ni atık su kanalını rehabilite etmeye kazıyor, yeraltında bin 200 kabloyu kopartınca elektrik, telefon şebekesi çöküyor.
Islah ettikleri her dere yine...yine...yeniden taşıyor.
Sağlığımın Bakanı kızamıkçık aşısı kampanyası açıyor, yanlışlıkla aşılanan 60 hamile kadın küretaj olmak zorunda kalıyor. Meğer; kullanım süresi bitmek üzere olan aşıları bitirmek istemişler.
AKP Genel Başkanı'nın karısı "Haydi Kızlar Okula" kampanyasıyla kadınları okula gitmeye değil, kadınlara mahsus, kısa dönem okuma-yazma kurslarına gitmeye teşvik ediyor.
Aslında "Okuma-yazma bil yeter"deyip, kadınları okuldan uzaklaştıran bir proje.
İnsan hayatının hiç önemi yok gözlerinde. Her sözleri yalan, her icraatlarında 'sahte', 'beceriksiz' ve 'yıkıcı-öldüren' birşeyler var. Hepsi hırsız, ama işinin ehli bir hırsız bile yok içlerinde.
ABD de AB de AKP'yi kullanıyor, AKP her sahtekarlığını, beceriksizliğini, yıkıcılığını, AB'ye tam üyelik ham hayaliyle kılıflıyor. İş geldi Atatürk'e küfretmenin serbest bırakılmasına dayandı.
AB'ye göre "Atatürk'ü Koruma Kanunu" ifade özgürlüğüne aykırıymış.
Mustafa Mutlu'nun (saygılarımla) bir cümlesini alıntılıyorum: "Alın tam üyeliğinizi kulak deliğinize sokun, biz Atamıza küfrettirmeyiz".
Alın tam üyeliğinizi, münasip her deliğinize sokun. Bu cümlemi de 'ifade özgürlüğü' kapsamında değerlendirin bitte, please, s'il vous plait.
Kıymet Nadir Bindebir kiymetnadirbindebir@gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
GECE YARISI
Dizilir ince ince, alnına bir soğuk ter!
Gâvur mahallesidir evimin yukarısı,
Rüzgârın salladığı bir çan durmadan öter.
Bu ses aynı şekilde uzayacak yarın da!
Bazan bir ışık gezer, tamam gece yarısı,
Karşıdaki bir evin pencere camlarında...
Şimdi gözyaşlarımla karanlığı delerim;
Bana hatırlatıyor uzun uzun her akşam
Simsiyah servileri bembeyaz perdelerim!
Korkudan büzülürüm usulca bir kenara;
Yatmak için yerimden azıcık kımıldasam,
Gölgem bir hırsız gibi tırmanır duvara.
Cevdet KUDRET
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.0.3 / 17 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|