İyi Bayramlar



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 8 Sayı: 1.701

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 25 Kasım 2009 - Fincanın İçindekiler


  • ÖĞRETMENLER GÜNÜ ... Hamdi Topçuoğlu
  • Müptezel ... Sarahatun Demir
  • BİR ANI ... Beltan Göksel
  • Nancy Morejón ile Küba Edebiyatı üzerine ... Cüneyt Göksu
  • Öğretmen! ... Nuran Talay


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : İyi Bayramlar!..


    İyi haftalar

    Gene kime geldiği belirsiz bir bayramın arefesindeyiz. "Nerede o eski bayramlar?" lafını söylemeye bile mecalimiz yok. Çünkü o cümlenin bile içi boşaldı, kupkuru kaldı. Bayram etmekten geçtik, bayramlaşmaya korkar hale geldik. Farkındayım, gamlı baykuş haltetmiş yanımda. İyi de, içinizi açan bir haber varsa verin ben de açılayım rüzgara.

    Dersim'i sündüre sündüre iyice edepsizliği ele aldılar. Şu sıralar Libya'yı tavaf eden son padişahın son zırvası edepsizlik sınırlarını bile zorladı. Çocukken oynadığımız "kulaktan kulağa" oyunundaki gibi, kulaktan kulağa deforme edile edile, sonunda, altmış yıl önce yaşanmış acı olayları oya dönüştürebilme gayreti ile Dersim'i Kerbela ile aynı kefeye koyma cüretini bile gösterdi klon padişah. Bu nasıl bir aymazlıktır, nasıl bir kendini bilmezliktir Allah aşkına. Cem Evleri'ne "cümbüş evi" deyip kapısına dozer yığan sanki bir başkasıymış, Sivas'ta insanları canlı canlı yakanların avukatları kendi cihad arkadaşları değilmiş gibi, pişkin pişkin Alevi vatandaşlara yalakalık yapıyor ya, var başına bir gelecek, var. Bu dünyada değilse bile öbür dünyada mutlaka hakettiğine kavuşacak. Ak mı kara mı ona da 'Yaradan' karar verecek!

    Artık hiç etrafında dolaşmayalım, doğrudan söyleyelim. Haritada değilse bile kafalarda çoktan bölündük. Anlaşılmaz olan, bu bölünmüşlüğe rağmen hâlâ umut taşıyor olmamız. Kafası yanlış yere odaklananların bir gün doğru tarafa bakacaklarına olan inanç bu. Ve bu inancı canlı tutan da Mustafa Kemal Atatürk. Karalamaya can atanların bile durup düşündükleri, yaptıkları vicdan muhasebesiyle geri adım attıkları genetik bir yapının sonucu. Yoksa atı alan Üsküdar'ı çoktan geçmiş. Halk, cumhuriyeti devşirmek isteyenler ve korumak isteyenler olarak çoktan bölünmüş. Devlet kademeleri çoktan istila edilmiş. Bir bakıyorsunuz yargının başı, kıçları tarafından hukuk tanımaksızın, usulsüzce, düzmece kararlarla dinleniyor, bir bakıyorsunuz asrın davası denilen koca mahkeme herşeyiyle yalaka medyaya servis ediliyorken, pisliğe batmış deniz fenerinden tek söz bile edilmiyor, edilemiyor çünkü yasak, bir bakıyorsunuz üniversite öğretim görevlilerinin büyük çoğunlukla seçtikleri ilk sıradaki aday yerine üçüncü sıradaki aday YÖK tarafından cumhurbaşkanına gönderiliyor ve onaylanıyor. Bu nasıl bir soytarılıktır bilen var mı? Madem o koca üniversitenin öğretim görevlilerine güvenmiyorsun, ne demeye seçim yaptırıyorsun? Yayınla bir yönetmelik, ata istediğini, hiç olmazsa o koca üniversitenin saygınlığına gölge düşürme. Kimden neye saygıyı bekliyoruz ki Allah aşkına, bizimki de tam şaşkın ördek sendromu.

    Neyse, kantarın topuzunu fazla kaçırmadan bu haykırışlara bir son verip, bugün greve gidecek memurların sesine kulak verelim. Yaşamak için yarattıkları mucizeleri hatırlayalım. Daha da önemlisi, asıl gündem neymiş onu öğrenelim. Bizi, açılıp saçılacağım diye oyalayanların, dürüst insanlara kara çalarak pespayeliklerini unutturmaya çalışanların oyuncağı olmamayı becerelim. Eh bir de fırsat bulursak bayramı kutlayalım. İyi bayramlar efendim. Sağlıcakla kalın.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Hamdi Topçuoğlu

     Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


      ÖĞRETMENLER GÜNÜ

    Bilimin aydınlığına ulaşmada bize yol gösteren, en değerli becerileri kazandıran öğretmenlerimiz, bugün öğretmenler gününü kutluyorlar. Kendilerine daha sorunsuz eğitim yılları diliyorum.

    Biz, öğretmenler gününü eskiden 16 Mart'ta kutlardık. Çünkü o tarih, öğretmen okullarının kuruluş günüydü. 12 Eylül'den sonra 24 Kasım öğretmenler günü olarak kabul edildi.

    24 Kasım Yüce Atatürk'ün kendisine verilen başöğretmenlik unvanını kabul ettiği gündür. Öğretmenler gününün böyle bir günde kutlanması da elbette anlamlıdır.

    Atatürk, öğretmene dünyada hiçbir devlet başkanının vermediği değeri vermiştir. Çünkü o, silahla kazanılan zaferin eğitim zaferiyle taçlanacağına inanıyordu.

    "Öğretmenler yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.", "Ülkemizi gerçek hedefe, gerçek mutluluğa kavuşturmak için iki orduya ihtiyaç vardır: Biri vatanımızı kurtaran asker ordusu, diğeri milletimizin geleceğini yoğuran irfan ordusudur.", "Ordularımızın kazandığı zafer, sizin ve sizin ordularınızın zaferi için yalnız zemin hazırladı. Hakiki zaferi siz kazanacak ve devam ettireceksiniz ve muhakkak muvaffak olacaksınız. Ben ve sarsılmaz imanla bütün arkadaşlarım sizi takip edeceğiz. Ve sizin karşılaşacağınız engelleri kaldıracağız."

    Ne yazık ki zaman Atatürk'ün buyurduğu doğrultuda geçmemiştir. Devleti yönetenler, geçen zaman içinde öğretmenlerimizin önündeki engelleri kaldırmaktan çok, onlara engeller yaratmıştır.

    Öğretmen, bir topluma yön veren en önemli güçtür. Günümüzde inanların ortalama yirmi yıllık ömrü okullarda geçmektedir. Bu bakımdan çocuklar ve gençler, kişiliklerinin oluşum yıllarında hep öğretmenlerin yönlendirmeleriyle yaşarlar. Ne yazık ki siyasetçilerimiz bu durumu en kısa yoldan militan ya da taraftar kazanmada bir fırsat olarak görmüş; fırsatı gerçeğe dönüştürebilmek için de militan öğretmen yetiştirmeyi, onları yönetici yaparak okullarda baskı kurmayı ilk hedef olarak seçmişlerdir. Bu tutum, okullarda kutuplaşmalar yaratmakla kalmamış, öğretmen kalitesinin de hızla düşmesine yol açmıştır. Çünkü öğretmenliğini bir siyasi partinin ya da oluşumun emrine vermeyip devletin öğretmeni olma bilinciyle görev yapan nitelikli öğretmenler horlanmış, dışlanmış ve küstürülmüştür. Demokrat Parti iktidarıyla başlayan bizden, bizden olmayan ayrımı özellikle milliyetçi cephe iktidarlarında doruğa tırmanmıştır. Bu dönemde binlerce öğretmen karakuşi hükümlerle oradan oraya sürülerek susturulmaya çalışılmıştır. 12 Eylül ihtilali, öğretmen yetiştiren kurumlardan Atatürkçü, demokrat öğretmenleri uzaklaştırarak, bu kurumların, bugünkü siyasal oluşumların kalesi olmasına zemin hazırlamıştır.

    Her zaman örneklerim. Ben 30 Haziran 1970'te Eğitim Enstitüsünü bitirdim. Devlet 1 Temmuz'da da atamamı yaptı ve cebime maaşımı koydu. Bugün Eğitim Fakültelerini bitiren binlerce genç öğretmenimiz hazindir ki güya üniversitede alamadıkları öğretmenliğe atanma hakkını dershane köşelerinde elde etmeye çalışmaktadır. Ne zaman bu genç meslektaşlarımdan biriyle karşılaşsam utanıyorum. Türk Milli Eğitiminin en önemli ayıplanırdan biri için ise yetkililerden kimsenin kılı kıpırdamıyor. Ama Türkiye'nin ilerlediğini, zenginleştiğini geliştiğini savunmaktan da geri durmuyorlar. Kim bana bu devletin öğretmenine 1970'ten daha çok değer verdiğini söyleyebilir?

    Her devletin varlığını sürdürebilmek için dayandığı temel değerler vardır. Bu değerlerin vazgeçilmez mimarları öğretmenlerdir. Eğer öğretmen devletin temel değerlerine inanıyorsa o devleti yıkmak olanaksızdır. Bunun aksi bir durumda ise ne kadar güçlü olursa olsun o devletler yıkılmaya mahkûmdurlar.

    Türkiye Cumhuriyetinin devlet nitelikleri bellidir. Bu nitelikler cumhuriyet kurulurken Mustafa Kemal ve onun çalışma arkadaşları tarafından belirlenmiştir. Bu nitelikleri aşındırmak isteyenlerin temel hedefi elbette öğretmenler olacaktır. Ancak ışığını Atatürk ilke ve devrimlerinden alan Türk öğretmenleri uygarlık savaşının galibi olacaklardır Çünkü onların elinde tuttuğu meşale müspet ilimdir.

    Sahip olduğumuz değerlerin birçoğunu öğretmenlerimizin gösterdiği yolda yürüyerek elde ettiğimiz, bir gerçektir. Ancak kimi öğretmenlerimizin bizim üzerimizdeki etkisi daha büyüktür. İlkokul öğretmenlerimiz bunların başında gelir. Onları asla alımızdan çıkarmayız. Bu, benim için de böyle. Kırk yıldır bu meslekteyim; hâlâ Hüseyin Alp, Hüseyin Yörük, Mehmet Özcan ve Meral Turankaya öğretmenlerimden aldıklarımın etkisini hissederim. Elbette Arif Ersöz, Hüseyin Seçmen, Özbek İncebayraktar gibi bana dil ve edebiyat sevgisini, yazma tutkusunu aşılayan öğretmenlerimi de saygıyla andım hep. Aşağıdaki dizeler onlara duyduğum saygının bir dökümünden başka bir şey değildir.

    KILAVUZ KUŞ
    " Bana öğretmenliği öğreten öğretmenlerime"

    Ben bir sevgi ustasıyım,
    Can suyumla sularım çöl güllerini.
    Dokurum yüreklere seslem seslem
    Acılar yalımından kapıp
    Direnç imbiklerinde damıttığım sevgiyi.

    Ben bir direnç ustasıyım,
    Sabrın çarmıhına gerilidir öfkem
    Varsın en hayın gecelerden essin rüzgâr
    Yarılıp akça çınarlar gibi
    Duldalarım kuşu kuzuyu
    Korkum yok, ölüm necedir bilmem!
    Mührüm vuruludur tellim tellim yağan yağmura,
    Gülümseyen güne;
    Topuma, toprağa ve geleceğe.

               Ben bir gelecek ustasıyım.
    Işığım yanar dağ başlarında,
    Yansır gözden göze,
    Aydınlık olur.
    Sözüm söylenir alanlarda,
    Yankılanır kulaktan kulağa,
    Bilinç olur.
    Kavgam yazılıdır kitaplarda,
    Okunur dilden dile,
    Eşitlik olur, kardeşlik olur, barış olur.

    Ben bir barış ustasıyım.
    Bilirim savaşların hasını
    Sonsuz minnet!
    " Bağımsızlık ve özgürlüğü karakterim" kılan ustaya.
               Şimdi yüzümün bir yanı siyah, bir yanı beyaz;
               Çekik gözlerimde kızıl saçlarımın perçemi,

    Ben bir insan ustasıyım.
    Çağ bahçelerinde
    Düşünce üretirim, dokusu barıştan.
    Yürek yetiştiririm, rengi sevgiden.
    Açar zemheride gündönümünde,
    Ve kozasını örerim geleceğin dirençle.

               Öğretmenim ben, kılavuz kuş
               Umarsızlıkların kök saldığı her yerde
    ( Atayol Dergisi, İzmir, Şubat 1982)

    Hamdi Topçuoğlu
    egerem@yahoo.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Sarahatun Demir

     Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir


      Müptezel

    "Üç türden insana has kayıtsızlık; ya umutsuzca saf, ya umutsuzca içe kapanık ya da umutsuzca umut dolu insanlara…"

    Çarpmış. Paramparça etmiş. Kıldan incelen, kalbi yerine boynu olabilseydi. Kan karası tadında bir damga. Anadan doğma olmasa da o gittiği andan bu yana bana hatıra…

    Papatya… Severdim…
    Mevsimin soğuğa durduğu zamanlarda bilhassa, iyi gelmez miydi bir bardak taze, demli, limonlu çayı. Sebepsiz mutlu edecek denli kudret sahibi değil miydi üstelik. Ben, yaz aylarında da güneşe sıcağa inat papatya içmekten vazgeçmedim. İç üşümesine yaz mevsiminin bir tesiri yoktu. Ben de bunu zaman sonra yaşadım da öğrendim.

    Bazen anın içine karıştırır kendini. Bir koku çok mutlu bir zamanda tutar vazgeçer gelecekten. Ya da çok hüzün yüklü bir türkü kanlı revanlı gecede sonsuza dek teskere bırakmaya meyleder o köşeye. O koku o şarkı kalır artık. Ötelenemez. İkna kapıları kapalıdır. Kabullenmek en akıllıca olanıdır.

    Çok gereksiz birinin dilinde şarkınıza denk gelirsiniz. "bir yabancının dilinde işi ne şarkımızın" öfke midir tesadüf mü karar veremezsiniz. Bu, hayatın cilvesi dedikleri şeydir.

    Kirpiklerinin gölgesine sığınmak dururken çıplak bir yalnızlık ikliminde yüzüne hasret büyüten bir âşık. Günahkâr belki. Öyle ya, böylesi bir ceza ancak büyük günahları işlemiş günahkârların diyeti…

    Zaman çabuk yorulur. Bakmayın siz her şeyin üstüne ilaç olabilme kabiliyetine. Zaman, çabuk yorulur. Sırtına verdiklerinizi ilk hamlede indirme istediği doğurur. Bu doğum genelde normal doğumdur ve doğan nur topu Allah bağışlarsa bir yetimlik duygusudur.
    Zaman, öyle susuz yorgun çaresiz kimsesiz ve terli ki omzundan indirmek istediklerini hışımla atıyor yere. "kırılacak örselenecekler var" diye inledim üzüle harcana ama zaman beni ciddiye almadı bile…

    Suya yazdım. Evet suya. Bu alfabeyi o kadar imkânsız bir zamanda buldum çıkardım ve cesaret ettim ki dile getirmeye. Suya yazdım içimdekileri bu sebeple. Kâğıt topaklarına yazmaktan sakındım. Korktum. Zaman hırpalardı. Alıştırır. Sonra sırtından en olmadık zamanda aşağı fırlatırdı. Dayanması güç olurdu. Katlanması çok sancılı zamanları bulurdu. Suya yazdım içimi. Yazmamalıydım, tutamadım kendimi.

    Rüyaların tabirli bereketine sığındım sonra. Bir başka yolum olmadığını içim kavrularak anladığımda.. Tanrım dedim; Tanrım, bana yüzünü göster; yüzün suyu hürmetine. Ya da gaflet uykularının en derinindeki umarsız kullarından kıl beni. Bu terbiye biçimi ağır Tanrım. Beni bağışla. Ya da yüzünü göster bir kez olsun onun. Hiç değilse riyasız rüyalarda…


    Sancılı. Şaşkın. Dermansız derdin en ortasında. Çare yok bu yaraya. Kırık kanatlı. İncinmiş. Örselenmiş. Bir masada uzağa bakmış. Karşısında oturan adamın uzun kirpiklerinin kıyısından son kere çok uzağa. Yalnız birkaç yudumunu içebildiği papatya çayı keyif değil keder vermiş bu defa. Üstelik limonluydu da.

    Kahramanlar, insanlardan ayrıdır. İnsanlar yalnızca kendilerini kendilerine adamak için yaratılmış mahlûklardır. Oysa kahramanlar, onlar çok başkadır.


    Başarılı dönem filmleri vardır. Aniden kararan perdeye öz bir cümle düşülmüştür tek kalemde; "10 yıl sonra…"
    Şimdiki zamanın sadece dakikalar arasındaki farkıyla şahit gösterilirsiniz hayatların on yıl öncesi ve on yıl sonrası arasındaki bütün çalkantılarına… Her yönü her yanıyla bu zamandan başka zamana tek kalemde akıp geçmeye gücü yeten sadece perdede akan o kurgudur oysa. Hayatlarımız kaç sivri kalem ucuyla yontulur on yıl sonrasına varabilmek maksadıyla.


    Ne on yıl ne on gün ne on dakika… Döne yana düşe kalka güle oynaya kanırta kanıra bir şekilde bir vesile… Ama her ne şekilde olursa olsun yaşayarak öğreniyoruz şimdiki zamandan sonrasını.

    Bir bardak papatya çayı. Keyfi lezzeti kayıp. Tadı da…
    Masadan kalktıktan hemen sonra ihtimal lavaboya döktüler. Papatya çayı istemsiz ziyan oldu. O da benim gibi. İçilmek istenirken en lezzetli yerinde gereksiz bir telaşın kurbanıydı. Döktüler. Günah oldu…

    Perde kararmıyor. Aralarda gizlenemiyor arada yaşanılanlar.
    Gerisi, her "biz arkadaşız" gayretinde bir merhaba daha uzaklaştırmış yanılgılar…

    "..Kafamı duvara vurmadan tanıyabilmek seni
    Beyninin içindekileri anlayabilmek
    Ve yitirmeden yüzündeki anlık tebessümü
    Bütün saatleri öylece dondurabilmek için
    Çıldırasıya paraladım kendimi" tadında bişey
    Buruk…
    Yahut bir bakmışsın ki;
    "Dualarım var duvarlarım var yazarım söylerim ismini yana yana
    Yarıda kaldı türküler aman bu yaraya deva değil zaman
    Ateş düştüğü yeri yakar bu düzeni bozuk dünya yalan…" kıvamında bir tat. Daha kekremsi ince sızılı.
    Ya da başka bir ifade biçimiyle
    "acıtmaya başlamıştır gül bahçesini dikenliklerden atılan taşlar"
    Çünkü,
    " Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun
    Başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun
    Ey makamı var ile yokun üstünde olan
    Sen,
    Varlık sahasını terk ediyorsun…"


    Geçiyordu. Ama geçmesin istediğimiz bazı duraklar oluyordu bazen ve bu duraklara ömür yolunda hep aynı sıklıkta rastlayabilemiyordu insan. Kapatılıp tedavisi tamamlanmış bir hastalık duygusu. Galibiyetin yine zamanın ellerine bırakıldığı mağlup bir kuytu kuyu. En sevdiği yapbozun parçasını tek seferliğine konuk olduğu evde unutmuş bir çocuk kadar cezasını kendi kesenim ben. Sırf bu halden ötürü yapboz yapmaktan artık cayan.. En büyük yarayı en güvenilir sandıklarından aldıkça dehşete kapılan…
    Uzun, güzel, kıvrık bir çift kirpikten yüreğine atılmış onulmaz kesiklerden sonra yitirdi bütün evren samimiyetini; artık hiçbir şey eskisi kadar temiz değildi… Gözümü karartalı çok oldu
    Ben artık eksik bir resmin kenarlarını uydurur muyum diye uğraşmayacağım
    Sen galipliğin şehvetine esaret
    Manasız hırsınla başa çıkmak için üzmüyorum ismimi
    Hükmen galip sayabilirsin kendini
    Özgür bıraktım seni
    Dilediğince kutlayabilirsin zaferini
    Abartarak
    Yahut gösterişsiz şölenler içinde
    Kımızlar şaraplar eşliğinde
    Atların dağların silahların mağaraların gölgesinde
    Okunan şiirler çalınan sazlar ve söylenen türkülerle birlikte
    Dilediğin biçimde kutla bu hali
    Ve
    Özgürlüğün şerefine şerefe kaldır elindeki kadehi
    Hükmen galip bir şehvetin poyrazına kaptırmışsın kendini
    Öyle bir ağır delilik bu sendeki


    Papatya, ne çay ne umut ne mutluluk ne tebessüm şimdi. Papatya, renk çeşitliliği fazla olan ve hızla paketlenmesi gerektiğinde saplarıyla avuçlarımı kanatan bir çeşit çiçek cinsi.


    Benim ellerim eskisi kadar yarasız güzel ve yumuşak değil...
    Senin yüzün masumluğuna hangi iklim arasında düşürdü bu gölgeyi
    Kirpiklerinden taraf yüreğime onulmaz yaraları saplandığın günde mi…

    Gözlerinden Öperim.

    Sarahatun Demir
    sarahatun@mynet.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Beltan Göksel


    BİR ANI

    14. Kasım. 1950 tarihinde talihsiz bir kaza sonucu hayatını kaybeden Orhan Veli'nin tüm yurtta anılma günleri yapılırken , Aydın Lisesinde 5. B sınıfında Edebiyat Öğretmenim Rahmetli Ahmet Kabaklı ile 957/958 yılında geçen anımı sizlerle paylaşmak istedim.

    Öğretmenim, okulun giriş bölümünde bir Duvar Gazetesi çıkarmamı söylemiş idi. Bu gazetede Türk şairlerinden seçme şiirlerin yanı sıra isteyen öğrencilerin de yazdıkları şiir-hikaye gibi yapıtlarının da tarafımdan değerlendirilmesi yapılıp Duvar Gazetesine konulmasını salık vermişti.

    Sn. Ahmet Kabaklı anımsadığım kadarıyla , güzel olan herşey de şiirin oldu-ğunu, mana-renk-koku ve içtenliklerin mısralarda tecelli etmesi ile şiirin oluştuğunu vurgular, sanki bir ressamın tuvaldeki resmine bakarken hissetiklerimizi mısralarda duyabilirsek doyuma ancak böyle varılabileceğini anlatırdı.

    O yıllarda bir Orhan veli rüzgarı ortalığı kasıp kavuruyordu. Varlık yayınları ''Tüm şiirleri-Orhan Veli'' kitabının belki de 10. baskısını yapmıştı. Ben de O'nun etkisinde kalarak bir iki mısra kaleme almıştım. Karar verdim ve Duvar Gazetesini ''Orhan Veli şiirleriyle donatacaktım. Ancak öğretmenimizin şiir anlayışı ile O'nunki birbirine zıt idi, bu yönde acaba kızarmı diye endişelenmedim değil. Orhan Veli, şiirde ölçü-uyak-ve sanatsı söyleyişlere karşı olup, herşeyin şiire konu olabileceğini -hayal, süs ve zeka oyunlarının dışında şiiri oluşturmak gerektiğini düşünen -şiirin insanın duygularına değil akla hitap eden bir sanat olması gerektiğini savunmaktaydı.

    Karar verdiğim üzere Cumartesi ve pazar ince redis uçlarıyla aşağıdaki şirleri kağıtlara döktüm, üstüne de''Bir garip Orhan Veli'den seçtiklerim ''diye kalın redisle başlık attım:

    BEDAVA

    Bedava yaşıyoruz bedava
    Hava bedava bulut bedava
    Dere tepe bedava.
    Yağmur çamur bedava
    Otomobillerin dışı
    Sinemaların kapısı
    Camekanlar bedava.
    Peynir ekmek değil ama
    Acısu badava.
    Kelle fiatına hürriyet
    Esirlik bedava.
    Bedava yaşıyoruz, bedava. .

    CIMBIZLI ŞİİR

    Ne atom bombası
    Ne Londra konferansı
    Bir elinde cımbız
    Bir elinde ayna
    Umurunda mı dünya. .

    EFKARLANIRIM

    Mektup alır, efkarlanırım
    Rakı içer, efkarlanırım
    Yola çıkar, efkarlanırım
    Ne olacak bunun sınu sonu bilmem
    Kazım'ın türküsünü söylerler
    Üsküdar'da,
    Efkarlanırım. .

    DELİKLİ ŞİİR

    Cep delik cepken delik
    Kol delik mintan delik
    Yen delik, kaftan delik
    Kevgirmisin be kardeşlik. . .

    DEDİKODU

    Kim söylemiş beni
    Süheyla'ya vurulmuşum diye?
    Kim görmüş ama kim
    Eleni'yi öptüğümü.
    Yüksekkaldırım'da güpe gündüz
    Melahat'ı almışımda sonra
    Alemdar'a gitmişim öyle mi?
    Onu sonra anlatırım, fakat
    Kimin bacağını sıkmışım tranvayda?
    Güya birde Galata'ya dadanmışız
    Kafaları çekip çekip
    Oralarda alıyormuşuz soluğu.
    Geç bunları anam babam , geç
    Geç bunları bir kalem
    Bilirim ben ne yaptığımı.

    Ya o Mualla'yı sandala atıp
    ''Ruhumda hicranını söyletme'' hikayesi?

    VATAN İÇİN

    Neler yapmadık şu vatan için
    Kimimiz öldük
    Kimimiz nutuk söyledik. .

    DALGACI MAHMUT

    İşim gücüm budur benim
    Gökyüzünü boyarım her sabah
    Hepiniz uykudayken,
    Uyanır bakarsınız ki mavi.

    Deniz yırtılır kimi zaman
    Bilmezsiniz kim diker,
    Ben dikerim.

    Dalga geçerim kimi zamanda
    O da benim vazifem;
    Bir baş düşünürüm başımda
    Bir mide düşünürüm midemde
    Bir ayak düşünürüm ayağımda
    Ne haltadeceğimi bilemem. .

    BENİ BU GÜZEL HAVALAR MAHVETTİ

    Beni bu güzel havalar mahvetti
    Böyle havada istifa ettim
    Evkaftaki memuriyetimden.
    Tütüne böyle havada alıştım
    Böyle havada aşık oldum.
    Eve ekmekle tuz götürmeyi
    Böyle havalarda unuttum
    Şiir yazma hastalığım
    Hep böyle havalarda nüksetti,
    Beni bu güzel havalar mahvetti. .

    Duvar gazetesine bir köşe de kendim için açtım. ''Bir garip Beltan'dan'' diye: Tabii bu dizeler hep Orhan Veli'nin etkisinde kalarak yazılmış idi:

    GAZ OCAĞINA ŞİİR

    Ben ,
    Kötü arkadaş
    Pis çocuk
    Seni bile yaktım bak. . .

    HAYAT ÇİZGİSİ

    Kafa çekerdi Servet beyefendi
    Ah çekerdi Ali bey
    İç çekerdi Murtaza
    Küçük Hayri burnunu çekerdi.
    Bir diğeri
    Hem dizer, hem sayar
    Tespih çekerdi. .

    FANTAZİ

    Elinde transsistörlü radyo
    Ayağında tokyo.
    Karnı soğan ekmeğe fit
    Yiğitmi yiğit.
    Akşam olunca avrat yanında
    Gündüz olunca kahve yolunda
    Laf yapar , gaf yapar yine çıkar üste
    Bidi iseniz bu kim?
    Adam olmuş sayılırsınız
    Anlaşılan herifçioğlu sırf siyaset
    Hay babana rahmet. . .

    MAAŞALLAH

    Sarı kızın göğüsleri
    Beş nüfuslu aileyi besliyor. . .

    Duvar gazetesinin çıktığı günün öğle arasında Rahmetli Ahmet Kabaklı beni çağrttı, korktuğum başıma gelmişti:

    ''Bilmezmisin benim size öğrettiğim şiir sanatı bu değil. Tamam Orhan Veli'yi severim , ama o yağlıboya tablolar yapan ressamları inkar ediyor. Hani Yunus Emre'den dizelerle duvar gazetesini bezesen neyse de , sen bunu benim zıttıma yaptın. Onun için bu Duvar Gazetesi işini senden alıyorum. Bir de kalkmış O'na örnek şiirler yazmaya kalkıyorsun!''

    Hani derler ya, dünya başıma yıkılmıştı. Odadan çıktım ağlamaklı. Kendi kendime ''Tamam hocam sen Yunus'u çok seviyorsun, ben bir Yunus şiiri yazayım da gör!''diye mırıldandım.

    . . . Ve günlerce yaza çize ''Çağır Yunus'u İçten' 'şiirimi tamamladım Bittiğinde duvar gazetesinde çıkardığımı göremedi, çünkü İstanbul'a tayin olmuştu. , Tercüman gazetesinde köşe yazarı idi. Şiiri kendisine gönderdim, alıp almadığını bilmiyorum.

    Beltan Göksel


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Cüneyt Göksu

     Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu


       Nancy Morejón ile Küba Edebiyatı üzerine

    Küba Yazarlar Birliği Başkanı Nancy Morejón ile Küba Edebiyatı üzerine bir söyleşi.

    Nancy Morejón, Küba'nın ulusal lideri, edebiyatçı, şair, Jose Marti'yi yetiştiren topraklarda, Küba'da, 1944 Ağustos'unda dünyaya geldi. Küba'da devrimin olduğu yıl henüz 14 yaşındaydı. Devrimden iki yıl sonra da ilk şiir antolojisi yayınlandı. Karaiblerin ilk siyahi kadın edebiyatçısı olduğunu vurgulayan Nancy, bunun devrimle gelen önemli bir fırsat olduğunun da altını çiziyor. Şanslıyız ki, Nancy'nin bu özellikleri onu İstanbul'a Tüyap Kitap fuarına kadar getirdi.

    Nancy, tütün işçisi bir babanın ve terzi annenin tek çocuğu olarak Havana'da dünyaya geldi. Anne tarafı köklerinin Çin ve Avrupa'ya kadar uzanması, babasının da Afrika kökenli olmasının getirdiği çok kültürlülük onun bütün edebi eserlerine, özellikle şiirlerine yansıdı. 14 yaşında tanıştığı Devrim, ona daha önce hiç ulaşamadığı ve onun gibilerin dışlandığı, eğitim, kültür ve sanatsal faaliyetlerin kapısını araladı. Havana Üniversitesi'nde Fransız Dili ve Edebiyatı eğitimi aldı. Arthur Rimbaud, Paul Éluard, René Depestre gibi birçok Fransız edebiyatçının eserlerini Küba'ya kazandırdı. Küba Komünist Parti'sinin aktif bir üyesi olmamasına rağmen, hem devrimin onun entellektüel hayatına kattıklarının hem de kendisinin ülkenin entellektüel birikimine yapacağı katkıların farkındaydı. Küba'yı terk eden meslektaşlarının aksine, o köklerine, özellikle de Afrikalı geçmişine bağlı kaldı.

    Bugün gelinen noktadaki durumu "Yeni Dünya'da artık öz İspanyol ya da Afrika denilen birşey yok; biyolojik ve kültürel olarak yaşanan birleşmenin sonucu her ikisinin de özelliklerini taşıyan yeni Afro-Hispanik kültürden bahsedilebilir." diyerek anlatan Nancy'ye göre, kendinden önceki dönemde, Afro-Hispanik kadınlar ırk, cinsiyet ve sosyal sınıfları nedeniyle zaten yokmuşcasına yaşıyorlardı, edebiyat alanında olabilmeleri de söz konusu bile olamazdı. Devrim'in Karaiblere yayılmasıyla seslerini duyurmaya başlayan kadınlar, Nancy'nin öncülüğünde ilk edebiyat ürünlerini de vermeye başladılar. İlk kitabı 1962'de yayınlandı. Bunu 12 koleksiyondan oluşan bir şiir serisi, 3 monografi, 1 oyun ve 4 ciltlik Küba ve Karaibler tarih ve şiir antolojisi izledi. Yazdığı birçok şiir antolojilerde, edebi dergilerde ve medyada yer aldı. Eserleri 10 dile çevrildi.

    Nancy Morejón Nancy 7 yıl boyunca Latin Amerika Edebiyat Birliği - Karaibler Bölümü'nün yöneticiliğini yaptı. Küba ve ABD arasındaki seyahat olanaklarını neredeyse imkansızlaştıran Bush Yönetimine kadar da ABD'ye sık sık giderek üniversite ve enstitülerde ders ve seminerler verdi. Çalışmalarının büyük bölümü 2003 yılında, ABD'de "Wayne State" Üniversite Yayınları adlı yayınevince basıldı.

    Halen "Küba Yazarlar Birliği Başkanı" olan Nancy Morejon ile Jose Marti Küba Dostluk Derneği'nde buluşup konuştuk. İstanbul'a yaptığı bu ziyaretin ona Nazım Hikmet'i hatırlattığını söyleyen Nancy'ye göre, Küba ve Türkiye arasındaki ilk kültür bağı Nazım. Nazım'la hem Küba'da, hem de Arjantin'de karşılaşma fırsatı bulmuş. Nancy'nin Türkiye ile ilgili ilk düşünceleri de bu dönemde ortaya çıkmış. Türkçe'de ilk duyduğu kelime "Mehmet" olmuş, Nazım'ın oğlunun ismi!

    - Küba Kültürü nedir, nasıl tariflersiniz? Nasıl ortaya çıkmıştır, tarihçesi nedir? Bu kültürün oluşumu ve gelişiminin sizin üzerinizdeki etkileri neler?

    Küba Kültürü, çok kültürlü olarak tanımlanabilecek Karaib kültürünün bir parçası. Nikolas Gianni'de bu köklü kültürün en güzel temsilcilerinden biri. Çok kültürlü olunmasının bir temel nedeni bu bölgenin yüzyıllar boyunca, İspanyollar ve batılılar tarafından sömürge olarak kullanılmış olması. Sadece İspanyol kaşif Kristof Kolomb'un değil, Fernando Ortiz ve Alman Alexsandar Rumbo'nun da bu çok kültürlülüğe katkıları büyük. Kolomb'un bu bölgeyi, Küba topraklarını, keşfedip keşfetmediğine dair Küba'da, 1992'de büyük bir tartışma oldu, öyle ki sonuçta, Kolomb'un aslında adayı ziyaret eden bir turist olduğuna karar verdik. Şimdi İstanbul'da bulunduğum için kendimi kentinizi keşfetmiş biri sayabilir miyim? Ya da İstanbul'un hepsi benim dersem mantıklı olur mu? Bir yeri keşfetmekle, işgal etmek arasında önemli bir fark var. Kolomb yalnızca bir kaşifti ve işgalcilerden biri değildi. Zaten öldüğünde de çok fakirdi. Kolomb'dan sonra adaya Vali olarak gönderilen Velasquez gerçek bir işgalciydi. Toprklarımızda bulunan ikinci önemli kaşifse Rumbo adlı bir Almandı. Antil Adalarının antropolojisini, arkeolojisini keşfederek önemli bir hizmette bulundu. Yazdığı kitap sayesinde kendimize ait bilinmeyen birçok konuyu öğrenmiş olduk. Antropolog, Avukat ve Dilbilimci üçüncü kaşif de Ortiz. İki yıl kaldığı Küba'da, bizim gözümüzde, Küba'yı gerçekten keşfeden bir kaşif oldu. Ortiz'in keşifleri Afrika kültürünün Küba kültüründe edindiği yeri betimlemesi açısından çok önemli. "Köle Siyahiler" adında yazdığı bir kitabı var. Bu kitaptan kölelik tarihiyle siyahilerin dini inançlarının değişimi arasındaki bağı ele alınıyor. Baskıcı kölelik sistemi, Afrika kökenli inanç sistemlerini de zorla değiştirmeye çalışmıştı. Nikolas Gianni de bu karmaşık yapının çözümleyicisi ve Ortiz'in takipçisi oldu. Alberto Gomez de Jose Marti'nin yakın arkadaşı olarak Küba tarihinde yer alıyor. Dolayısıyla, Ortiz, Gomez ve Marti Küba Kültürü'nün temelini oluşturan isimler olarak karşımıza çıkıyor.

    Küba Kültürü, İspanya ve Afrika kültürlerinin bir arada olduğu çok güçlü bir birleşimdir ve melezdir. Dışardan bakıldığında bazen İspanyol, bazen de Afrika'nın baskın olduğu düşünülürse de aslında herhangi birinin ötekine baskın olması kesinlikle söz konusu değil. Irkların ve kültürlerin harmanlandığı tam bir bileşim. Ülkemizde en batıdaki Pinar Del Rio'dan en doğudaki en uzak köşeye kadar herkes İspanyol'ca konuşuyor. Sadece Sierra Maestra farklılık gösteriyor. Orada Haiti'den kaçan göçmenlerle şeker kamışı hasadında mevsimlik çalışmaya gelenler farklı bir dil konuşuyorlar. Santiago De Cuba'da Haiti anadilinin konuşulduğunu da görebilirsiniz ama bunlar anadillerinin yanı sıra İspanyolca'yı da iyi bilirler. İşin özü, Küba'da doğan herkes Küba'lıdır; ikinci, üçüncü nesil gibi ayrımlar yoktur. Bu yüzden Latin Amerika edebiyatıyla doğrudan ilgimiz var çünkü aynı dili konuşuyoruz. Giani Afrika ve İspanya köklerimizi en iyi sentezleyen bir ulusal şairimizdir. O, İspanya'dan gelen Avrupa kültürünü de hiç reddetmedi. Ama eserlerinde asıl odaklandığı nokta Afrika-Köle kültürü. Küba Kültürü tarihine yakından baktığımızda, bütün bir 19. yüzyılın kölelikten kurtuluş ve ulusal mücadele için harcandığını görürüz. Babası Kanarya Adaları'ndan gelen bir polis olan Jose Marti adaya geldiğinde henüz 8 yaşında bir çocuktu. İlk gördüğü şey kamçılanan siyahlar oldu ve bu gördüklerini hayatı boyunca hiç unutmadı. Zaten ilk kitabı da bununla ilgili. 1800'lerin sonundaki savaş dönemi aslında Küba Ulusu'nun temellerinin atıldığı dönem olarak adlandırılır. Jose Marti ve Antonio Maceo bu dönemi niteleyen iki önemli figürdür. O dönemde köle ticaretini İngilizler yapıyordu. O dönemde görülen birçok karşı hareket kölelik düzenine değil, aslında kölelerin getirilişine karşı çıkmak üzere yapılıyordu. Asıl Devrimci hareket köleliğe topyekün çıkanlar tarafından başlatıldı. Jose Marti'nin bir sözü bu hareketin tam anlamını ortaya koyar: "Bir Kübalı, bir beyazdan, siyahtan ve melezden daha üstündür." Bu sözle Marti, Küba'nın bütün bu ırkların karışımından oluştuğunu ve birbirine üstünlük sağlayamayacağını vurgular. İşte tüm bunlar Küba ulusu ve kültürünün de oluşum temelleridir.

    Geçen yıl Küba Edebiyatının 400. yılı kutlandı. Bu süreçte Jose Marti'nin, Nicholas Giani'nin, komünist birçok şairin bugünkü beni oluşturduğunu söylemek mümkün. Şiir bizim için bir bayrak gibidir. Örneğin Marti'nin şiirleri Moncada Kışla Baskını'nın tetikçisidir.

    - Babanız gemici olduğundan ABD'ye gidip gelirmiş ve Jazz müziği çok severmiş. Jazz'ın yaptığınız edebiyata etkisi oldu mu?

    (Gülüşmeler) Hayır hayır olmadı… Babam bir zamanlar Luis Armstrong'la çaldığını da söylerdi. Nat King Cole da dinlerdi ama Jazz'ın edebiyatıma etkisi olduğunu söyleyemem. Küba Kültürünün özünü Küba Müziği belirler. Küba Müziği, Jazz'ı etkilemiş olabilir. Örneğin; ABD'de kullanılan Konga vurmalı çalgısının da, Küba Tamburu'ndan geldiği söylenebilir. O enstrüman da Afrikalı kölelerle Küba'ya ulaşmıştı. Giani'nin şiirlerinde sokak çalgılarının motiflerini görüyoruz. Aslında "Kübanidad" denilen bir bileşimden sözedilebilir, Tambur Afrika'dan, Gitar İspanyollar'dan, Ud Araplardan… Bunların tamamının çalındığı bir ülke düşünün.

    - Jose Marti ve Maceo'nun 19.yy edebiyatına etkisini görüyoruz. Peki Che, Fidel gibi çağdaş liderlerin edebiyata etkileri nedir?

    Küba edebiyatının da bugünkü çağdaş yaşamı yansıtan bir edebiyat olduğunu düşünüyorum. Hikayecilerimizin Hamingway'den ve Marquez'den etkilendiğini söylemek mümkün. Casa De La America'nın (Amerikan Evi) bu konuda oldukça fazla çalışması var. Buradaki belgelerde ve kolajlarda Küba edebiyatının etkilendiği olguları görmek mümkün. Che ve Fidel sadece edebiyatımızı değil bütün hayatlarımızı etkilemiştir. Che bir efsanedir ve bugün bile dünya için yaşamasına ihtiyaç vardır. Edebiyat ve resim sanatında 1960'lardan beri, Che ve Camillio konulu çok fazla eser verildi, veriliyor. Onlar birçok sanatçıya esin kaynağı oldular, olmayı da sürdürüyorlar. Örneğin, ben Camillio'nun bağımsızlık savaşında Pinar Del Rio'da bulunmasından oldukça etkilenmiştim. Bu nedenle, anma etkinliklerinde onun şiirlerini okumayı hâlâ sürdürüyorum.

    - Bush yönetimine kadar ABD'ye kültürel etkinlikler için gidip geliyordunuz. Fakat Bush'un seyahat yasaklarından sonra bu yolculuklara önemli sınırlamalar getirildi. Yeni Başkan Obama'nın Afro-Amerikan kökenli olmasının Küba'lı edebiyatçıların ABD'ye yapacakları yolculuklara bir kolaylık getireceğini düşünüyor musunuz ?

    Irak savaşı süreci neo-faşist bir süreçti. Bush diolog için bütün olanakları yıktı. Irak savaşında zaferini ilan ettiği tarihte Teksas'taydım. Savaş ilan edildiğinde ve Bağdat'a bombalar yağmaya başladığında, Miami'de sokaklarda "Bağdat - Havana - Bağdat - Havana …." sloganları atıldı. Bu sloganları atanlar, Bağdat'a atılan bombalardan Havana'ya da atılmasını istiyordu. 2003'de yaşanan bu olay, Bush'un neleri yıktığını gösteren güzel bir örnektir. Barış ödülü alan Obama'nın Bush'dan bir farkı olması için, farklı birşey yapması gerekir, ablukanın hafifletilmesi, Guantanamo hakkındaki düzenlemeler gibi… Ama henüz böyle birşey yok! Ne olacağını da sadece Tanrı bilir.

    - Şiir sizin için nedir ?

    Bir ateştir. İlhama çok inanıyorum ama sezgilerime de güveniyorum. Şiir sözcüklerle yazılır. Öte yandan şiir yazmak için felsefeden, günlük olaylara kadar çok şeyin okunması gerekir. Tam o yaratım anında, sadece beyaz bir sayfa vardır ve o beyaz sayfa korkusunu yenmek gerekir. Birkaç satır yazdıktan sonra şiiri biraz bekletmek ve geri döndüğünüzde kelimelerle dolu olan sayfada tekniğinizi konuşturmak gerekir. Hiçbir zaman programlı olarak şiir yazılabileceğine inanmıyorum. O yüzden sone yazmak için belli bir maaşın verildiğini tahmin etmiyorum. Her gün şiir yazamazsınız. Şiir ya oluşur ya da oluşmaz, bunun bir zamanı olamaz. Yazarken kendinizi küçük bir tanrı gibi görmenizde yersizdir; şiiri her yerde yazabilirsiniz. Gördüğünüz her şeyden bir şiir çıkartabilirsiniz. Duygusallığın ve düşüncenin şiirin oluşmasında ayrılmaz iki bileşen olduğunu düşünüyorum.

    Küba Devrimiyle gelen değişim süreci Nancy'ye değişik penceler açma fırsatı sunmuş. Nancy'nin şiirleri tarihi bir bellek hizmeti görüyor ve Nancy'nin kişiliğinde, siyahların geçmişte yaşadıklarının günümüze aktarılmasına aracılık ediyor. Nancy'nin ulusalcılık ve kimlik anlayışı da önemli. Afro-Kübalılığı kültürel bir kimlik olarak algılıyor. Şiirlerinde zamansallık hakim; geçmişe gidiş günümüze geliş ve insanın, toplumun dönüşümü…

    Söyleşi: Cüneyt Göksu
    Cuneyt.Goksu@Gmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,679,679,679,679,679,679,679,679,679,67
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Nuran Talay

     Kahveci : Nuran Talay


      Öğretmen!

    Öğretmen…

    Anne kollarından sonra bizi aynı sıcaklıkla saran, sevgiyle bakan gözlerin sahibidir. İlk harfi yazmayı, resim yapmayı, kitap okumayı öğretendir.

    Öğretmen…

    Politikacının oğlu da Sanatçının kızı da birdir onun için. Şefkatle yaklaşır ayırt etmeksizin.

    Öğretmen…

    Ödevlerini yapmayan öğrenciyle de uğraşır, kendisine saygısızlık yapanla da. Çoğu kez onu küçük düşürücü şakalar yapan öğrencilerin yaptıklarına karşılık yine sevgiyle yaklaşır.

    Öğretmen…

    Aile terbiyesi almamış öğrenciler ise bazen çok zorlar onu. İnatları, sınıf düzenini bozucu hareketleri üzer onu. Ve birçok kez ailesini bu konuda uyarmasına rağmen ailenin "çocuğumu özgür yetiştiriyorum size ne" tepkileri ile şaşkınlık yaşa da o yine doğruları öğretmeye devam eder.

    Öğretmen…

    Bazen sırdaş olur. Anne baba ile paylaşılamayan sorunları dinler. Çare bulmaya çalışır.

    Öğretmen…

    Çoğu kez onun da bir anne, bir baba, bir kadın, bir erkek olduğu unutulur. Her şeyden önce o bir insandır. Onunda sevinçleri, mutlulukları, umutsuzlukları, çözemediği sorunları vardır. Ama o bunları hiç yansıtmaz. Kimse sormaz ona nasıl geçiniyorsun, ne yiyip ne içiyorsun. Tüm sorunlarını evinde herkesten çok bırakması gerekendir. Sorunlarını çözelim diye kimse yaklaşmaz ona.

    Öğretmen…

    Ek iş yapar, oradan oraya koşuştur, yorgunluğunu belli etmez.

    Öğretmen…

    Kimi zaman Milli Eğitim Bakanlığının uygulamaları sonucu kadro dışı kalır, kimi zaman haklarını kaybeder buna rağmen sesini duyuramaz.

    Öğretmen…

    Birçoğunun ilkokul sıralarındayken başlar öğretmen olma isteği. Uzun yıllar okur emek harcar, bütün zamanını öğrencilerine verir ama ne hak ettiği saygıyı alabilir ne de hak ettiği ücreti. Manevi olarak da hak ettiğini bulamaz, maddi olarak da. Oysa ne büyük sorumluluk yüklenmiştir omuzlarına. Bir baba, bir annedir evine ekmek götürmesi gereken, çocuğunun isteklerini karşılayamadığında ise yinede isyan etmeyendir. Çocuklarımızı okutsun, arsızlıklarını görmezden gelsin, düzeltsin diye bakılan emekçidir.

    Öğretmen…

    Göreve gittiği yerde bazen hoş karşılanır, bazen "çocuklarımızı eğiteceksin, gözlerini açacaksın" diye, çocuklarını köle gibi çalıştıran babaların hiddetine maruz kalır. 13-14 yaşlarında olan öğrencisi öğretmenim ben evleneceğim/evlendiriyorlar beni dediğinde çaresiz kalandır.

    Öğretmen…

    Işıl ışıl gözlerle gururla gittiği görev yerinde birçok kez terörün hedefi olmuştur. Acımasızca katledilmiştir. Oysa tüm amacı kedini ifade edebilen, sorgulayabilen, anlayabilen bireyler yetiştirmektir.

    Öğretmen…

    Okumak yerine dilenciliği, hırsızlığı öğrenen çocuk da incitir, Üniversite sıralarında siyasi karmaşaların içinde taşı sopayı tercih edende, sokaklar da polise taş atmak için azmettirilen çocuk da.

    Öğretmen…

    Başöğretmen, Mustafa Kemal Atatürk'ün "Öğretmenler yeni nesil sizin eseriniz olacaktır" sözleri ile güvendiği inandığı değerli insandır.

    Öğretmen…

    Adı üstünde öğretmen… İyi bilgiyi, doğruyu öğreten, bugünün politikacısını, sanatçısını, doktorunu, hemşiresini, mühendisini, işçisini, aşçısını kısacası hepimizi yetiştirendir.

    İyi ki varsınız değerli öğretmen, sabrınıza, azminize, sevginize, şefkatinize, emeklerinize sağlık.

    Her şeye rağmen öğretmenler gününüz kutlu olsun.

    Nuran Talay
    Nuran.Talay@PolitikaDergisi.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Tayfun Avınca


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


     


     Tadımlık Şiirler


    Müfredat Sürprizleri Yazsın…

    ''Belediyede kaydı olmayan şüpheli bir hayat'' değildi yaşadığım
    Nefes aldığım duyuluyordu
    Herkesçe biliniyordu varlığım

    Yaşadığım şehirlerde beni gören herkes biliyordu ismimi
    Delilerden, akıllılara
    Çocuklardan adamlara ve de kadınlara kadar
    Bilmeseler de anımsıyorlardı kanımca cismimi

    Belki de ben bunun böyle olmasını istemiyordum
    Tıpkı lisede, bize sorulmadan hazırlanmış müfredat öğretirken
    Benim bir türlü öğrenmek istemediğim organik kimya ve tümevarımı
    Kendi kimyamın ve varlığımın tümünün farkında bile değilken.

    Aslında yaşadığım şüphesi olmayan hayat,
    Bize sorulmadan hazırlanmış bir müfredat gibiydi belki de;
    Kimi zaman bir felsefe kadar anlaşılmıyor ya da sosyoloji gibi derinleşiyor
    Bazen her şey inadına rasyonel
    Ama çoğu zaman irrasyonel
    Bazen bir çember çiziyor önüne, içinde mi dışında mı diye soruyor
    Yâda bir labirentte seni kaybediyor
    Yâda bazen bir deney tüpünde görüyorsun kendi halini de, insanların sahte homojenliğini de
    ''Biz onu planlarken karşımıza sürprizler çıkaransa'' tanımı hayatımızın
    Bırakın bu müfredat sürprizlerimi yazsın
    Ben istemesem de, herkes bilsin ismimi
    Ve hatırlayacak nede olsa cismimi
    Ama hiçbir teleskop veya mikroskop göstermeyecek
    Ve bir tek ben bileceğim kendi içimi;
    Acılarımı, sevdalarımı,
    Korkularımı, umutlarımı
    Kimse bilmeyecek.

    Mustafa Murat Kaygusuzer

    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"


    İstanbul için Son Hava Durumu
    ISTANBUL ISTANBUL
    Ankara için Son Hava Durumu
    ANKARA ANKARA
    İzmir için Son Hava Durumu
    IZMIR IZMIR
    Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.0.3 / 17 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-09©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Elbette
    Candan Erçetin









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20091125.asp
    ISSN: 1303-8923
    25 Kasım 2009 - ©2002/09-kmarsiv.com