Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 8 Sayı: 1.706

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 11 Aralık 2009 - Fincanın İçindekiler


  • HER YARA KABUK BAĞLAMAZ -3 ... Seyfullah Çalışkan
  • "Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz" ... Sarahatun Demir
  • Gezdim gördüm öğrendim; Kıyıköy, Kırklareli ... Nevriye Hamitoğlu
  • GDO ... Ahmet Şeşen
  • ÇİÇEKLER DE DİRENİR ... Mete Çağdaş


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Herkes barış istiyor!?!..


    Merhabalar

    Ahmet Türk'ü dinledim 2 saat kadar. Her ne kadar sorulması gereken sorulara muhatap olmadıysa da, verdiği mesajlar yabana atılır gibi değildi. Aslında DTP için bir şans Ahmet Türk. Fakat onun da kafası karman çorman. Örneğin, "Çocuklar neden molotoflarla saldırıyorlar?" dendiğinde, "Çektikleri zulmün, eski refah içinde hayatlarına özlemin etkisiyle." diye cevap vermeyi seçti. İnandırıcı olamadı tabi. "pkk da barış istiyor" diye birkaç kere yineledi. "Barış istiyor da neden 7 askeri taradı 2 gün önce." diye sormadı Birand. Veya, "Olaya AKP sadrazamları gibi Ergenekon menşeli komplo diye bakıyordunuz, pkk ben yaptım deyince ne hissettiniz?" diye de soramadı.

    Türk, arkadaşlarının aksine "Açılım"ın bitmediğini ısrarla söylüyor. "Açılım bitti." diyenlere de kızıyor. Sürekli bir ezilmişlik duygusuyla konuşuyor. Ezilen, hor görülen bir halkın temsilcisiymiş gibi söze başlıyor ama "Biz pkknın siyasi tarafı değiliz." diye de üstüne basa basa devam ediyor. Dedim ya onun da kafası karışmış durumda. Terörist başı muhatap alınmadan bu iş olmaz diyor ama ardından "Alınamayacağının da farkındayım." demeyi ihmal etmiyor. İyi niyetli olduğuna inanmak istiyorum ama görüntüsü pek te berrak değil. Yalnız bir dileğine canı gönülden katılıyorum. DTP KAPATILMAMALI. Çünkü çözüm değil. Birtakım akıl yoksunlarını daha da azdırmaktan öteye gitmeyecek bir yaptırım. Ağzından kaçırdı, DBP (Demokratik Barış Partisi) kurulmaya hazır bekliyormuş. Yani kıyafet değiştirmeye hazırlar ama sine-i millete dönme gibi bir şeyi pek düşünmüyorlar bana göre.

    Türk ve arkadaşları ile yapılan her söyleşi de aynı durum söz konusu. "Biz neler çektik biliyor musunuz?" "Bizim yerinize kendinizi koyun." gibi tek taraflı cümleler kuruyorlar. "Peki sana karşı infial gösteren bu insanların yerine sen kendini koymayı hiç denedin mi?" diye bir soruya muhatap olmuyorlar. Yalnız bir konuda çok haklı. Öylesine bir tarih sansüründen geçmişiz ki, kapı komşumuzda olan biteni öğrenememiş, yok farzetmişiz. "Eğer karşılıklı çekilen acılar açık açık anlatılsaydı her iki tarafa da, şimdi bu noktada olmazdık." diyor Türk. Bence çok haklı. Meclis'te telaffuz edilen "Dersim" kelimesinin yol açtığı olayları bir düşünün. Oysa, yakın tarihimizi adam gibi okuyabilseydik, düğümleri çözebilseydik, bugün sorunlarla boğuşacağımıza, belki gelecekteki hayatımızı anlamlandırmak uğruna, çevre ile doğa ile uğraşıyor olacaktık. Su kaynaklarını verimli kullanma konusunda yol bile almış olabilirdik kimbilir.

    Bugün arkadaşımdan bir sunum aldım. Su kaynaklarının akıllıca kullanılması yönünde hazırlanmış kısa ve öz bir sunum. Sizlerle paylaşmak istedim. Aşağıda film olarak izleyebilirsiniz. Hepinize ılıman, güzel bir haftasonu diliyorum, hoşçakalın.



    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      HER YARA KABUK BAĞLAMAZ -3

    Asker dönüşü ağabeyim evlendi. Düğün falan yapacak durumda değildik. Uzaktan akrabamız Hayri Ağabey'in lokantasında bütün komşular toplanıp bir akşam yemeği yedik. Ve aynı mekânda nikâh kıyıldı. O gece ilk kez çok fazla akrabamız olduğunu öğrendim. O güne kadar hiç görmediğimiz, bir kere olsun kapımızı çalmamış akrabalarımız. Annemin kocaman bir sülalesi varmış. Oldukça varlıklı süslü püslü onlarcası. O gece ağabeyimi bir sahiplendiler akıllara durgunluk. Kıskanmamak elde değildi. Ben görmedim ama o gece babam da çıkıp gelmiş. "Oğlumun düğünü değil mi? Bana kimse mani olamaz," diye bağırmış. Büyük dayım onu içeri sokmamış. Hatta kavgalar bile olmuş. Yerlerde yuvarlanıp toza toprağa bulanmışlar. Karakolluk olmuşlar bizim ruhumuz bile duymamış.

    Evlendiği gece ağabeyimi tamamen kaybettik. Böyle olacağını biliyordum zaten. Ağabeyim önceleri eşini de alıp akşam yemeklerine geliyordu. Allah için her gelişinde elleri kolları dolu doluydu. Önce gelinimiz seyrekleştirdi gelmeleri. Ağabeyim yalnız gelmeye başladı. Zamanla haftalık gelmeler iki haftalık, aylık hatta bayramlık görüşmelere döndü. Annem; "Karı kılıklı ne olacak? Kopardılar aldılar onu bizden," deyip kızıyordu.

    Sana daha komik bir şey anlatayım mı? Düğün gecesi babamla dayım karakolluk olmuşlardı ya, işte o gece babam beni dövdüler diye mahkemeye vermiş dayımı. Biz düğünü falan çoktan unutmuştuk. Dışarıda olan bitenden de zaten haberimiz bile olmamıştı. Anneme mahkeme celbi gelince şaşırıp kaldık. Meğer babam annemi ve bazı akrabalarımızı tanık olarak göstermiş. Annem mecburen mahkemeye gitti. Gitmese polisler götürecek. Babam mahkeme bahanesiyle annemi görmenin bir yolunu bulmuş, hatta onu kendi ayağıyla gelmeye mecbur etmişti. O sahne gözümün önünden ölsem gitmez. Annem sinirinden kıpkırmızı olmuştu ve eli ayağı titriyordu. Babam ise pişkin pişkin sırıtıyordu. Bu olay zaten babam için kapılarını yıllar önce sımsıkı kapatmış olan annem için ona duyduğu öfkenin bir kez daha katmerlenmesini sağladı. Yaşamı boyunca bir daha onunla hiç görüşmedi.

    Her yara kabuk bağlamaz. Hafif bir rüzgâr eser. İkindi üzeri, İzmir'in imbatı gibi yalar sokakları. Görmediğiniz uzak bir sokakta bir dal kırılır. Meyve yüklü boynu bahçe duvarından sarkıverir. Gevrek ağacın kırılırken çıkardığı sesi kimse duymaz. Körfeze uzanmış güneş bile olan bitenden habersizdir. Meyveler buruşur, yapraklar kurur. Birkaç gün sonra başka bir esintide beton kaldırıma düşer. Kimse aldırmaz. Artık görünür olmayı yitirmiştir. Geçip gidersiniz.

    İnsanoğlu bu dal misali. Ne zaman içimizde bir dalın kırılacağını bilmeyiz. Yaşamın bin bir yüzü içinde hangi fotoğrafı içimizde böyle bir etki yapar. Kimin, ne zaman, nerede kanadının kırılacağını kestirmek imkânsızdır. Kocaman bir camı çerçevesinden yere indiren bazen küçücük bir çakıl taşı değil midir? Yine de yaraları göz göz olmuş birine yanmak başka bir şeydir. Yaralarına deli divane tutkun birini sevmek bambaşka… Ben işte böyle birini tanıyorum. Acılarını ve öfkesinin yüreğinin kapılarına kadar büyütmüş bir kadını sevemezsiniz. Çünkü o yürekten içeri sızmak imkânsızdır. O hiç kimseyi sevemez, annesini bile…

    Anneme eğer hâkim bağırmasaydı, "Susun! Yerinize oturun, edepsizliğin lüzumu yok. Gözünüzün yaşına bakmam atarım ikinizi de içeri," demeseydi mahkeme salonunda babamı çiğ çiğ yiyecekti. Onlara bakıp gülüyordum. Çünkü çok eğlenceliydi. İki küçük çocuk gibiydiler. Ve birden aklım başıma geldi. Benim bütün çocukluğum başkalarının ailelerine özenerek geçmişti. Bu iki insan yaşadığım yoksunluğun temel nedenini oluşturuyorlardı. Annem ve babam bir kere olsun bir sorunlarını konuşabilmiş miydiler? Bir kerecik olsun konuşarak anlaşıp fikir birliğine ulaşabilmiş miydiler? Bence hiç büyümemişlerdi. İkisinin de gözlerinde sokakta oynayan iki küçük çocuğun hasedi vardı. İnadı ve rekabetçiliği… Sanki uzun zamandan beri oynadıkları bir oyunda yenilmemeye çalışıyorlardı. Ebe olmaya gönüllü yoktu. Acılarımızın ve yetimliğimizin nedenlerinin heykelleri gibi önümde duruyorlardı. Hâkim bıraksa, devlet babadan çekinmeseler kavga edeceklerdi. Ben hiçbir zaman evlenmeyecektim. Ve hiçbir zaman anne olmayacaktım. Bu acıları başka çocukların da yaşamasına izin veremezdim.

    Dava iki celse sonra bitti. Annem sadece birinci celsede ifade verdi. Dayım birkaç ay hapis ile cezalandırıldı ve hapis cezası bir iki yüz lira para cezasına çevrilip ertelendi. Bu suçu tekrar işlerse hapse girecekti. Bu karara öylesine öfkelenmişti ki babamı eline geçirse oracıkta linç edecekti. Hapis falan umurunda değildi. "Bizi bütün mahalleye rezil etti deyyus. Düğünün tadını kaçırdığı yetmedi sanki," diyordu. Babam yaşamımıza bu kısa süreli dokunuşundan sonra yeniden kayıplara karıştı. Adeta sır oldu. Annemin zaten buna aldırdığı yoktu. Ağabeyim ve ben belli bir mesafede kalmaya özen göstersek bile bir araya geldiğimizde ondan söz ediyorduk. Annem duyacak diye de ödümüz kopuyordu. Zamanla yine azaldı, azaldı ve babam tümüyle konuşmalarımızdan bile uzaklara çekip gitti.

    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Sarahatun Demir

     Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir


       "Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz"

    Halimi düşünmediğini düşündükçe içimdeki sızıltının geçmesi gerektiğini anlatmaya çalışıyorum kendime. Yüzünü gördüğüm hayatın astarını eskittikçe, babasının omuzlarında yoldan geçen küçük kız çocuklarına rastlıyorum. Ya da bir Pazar sabahında eli babasının avuçlarında öğretmenine çiçek almaya gelen yorulmamış gözlü çocuklara…

    Senin omuzlarına hiç çıkmadım ben. Kucağında şımarmadım. Elimi tutup bir Pazar sabahında nazıma katlandığın olmadı. Hayatın nazı ve yükü seni yoruyordu belli ki. Bize hiçbir zaman seni yorma lüksü belki de bu sebeple verilemedi.

    Artık az konuşuyorum. Bu bir küskünlük hali değil. Pişkinlik gerçekleri kavramak alışmak falan da değil.. Ama kapının önünden babasıyla mutluluk bölüşen kız çocukları geçtikçe hala ciğerime zeval veren bir boşluk. Ki kapanmaz en iyi ihtimalle bir kılıç ucu keskinliğidir. Hep ize mahkûmdur yani. Belki ıslak kanı dinebilir hatta kuruyabilir nemi ama kılıç yarasıdır. Eskiye dönmesi beklenmemelidir.

    Benden ve senden geçti, biliyoruz ikimiz de. Ben, kendi doğacak kızım için iyi dileklerde bulunuyorum. Babasıyla geçireceği güzel anları olsun diye dua ediyorum. Ve belki sen de bana hiçbir zaman veremediğin sevgini, zamanını gün olup torunlarınla bölüşeceksin. Bu da mutlu eder bizi. Bu da temize çeker geçmişin ağır acılı günlerini…

    Yaralanmıyorum gidişlerden. Biliyorum ki hep kendince haklı sebepleri oluyor giden adamların hayatlarımdan. Sevdiğim adam da giderken haklıydı kendince. Hayat, içinde tesadüfleri krediyle barındıran ilik sömürücü bir banka. Sen gittikten sonra hiçbir faturanın gününü geciktirmedim. Hayatın tesadüflerine engel olamayacak kadar o adamı sevmiştim ama zamanında…

    Sevdiklerim sıkılır oldu dünyadan. Başka evrenlere alıp başını gidenler oluyor. Ben de merak etmiyor değilim gidilen o hiç görmediğim yerleri ama benim sanırım biraz daha vaktim var. Dünyada büyük acılar var. Hepimizin acıları diğerininkiyle kıyaslanamayacak kadar büyükçe de aslında. Yine de yalnızlık oluyor geceleri. Hiçbir ampulün deva olamadığı karanlıklar. Boğazımda garip bir kesikle giriyorum yatağa. Sus diyorum kendime. Sus da gözlerini kapat. Uyu sadece. Rüyamda konuştuğumu söylüyor annem. Bazen gelip uyandırıyor. Birbirimizi kolluyoruz birbirimize hissettirmeden annemle. Sen de söylemedin ama aslında beni anneme annemi de bana emanet ettin gittikten sonra…

    Sabahları yılgın uyanıyorum. İçimden gelmiyor yataktan çıkmak. Kardeşimin uyuyan yüzüne bakıyorum. Abimin gözlüklerini çıkardığında daha bir belirginleşen gözaltı yorgunluklarına. Kalkıyorum yataktan. Biraz buruk sana kırgın sana yarım sana söylemek istediklerimle birlikte…

    Hayat akıp gidiyor işte. Anlatmak istediklerim biriktikçe bir kuytuluk köşede, ben türkülere sığınıyorum. Sen de başını alıp gitme ne olur türküsüyle bir başka efkârlanıyorum her seferinde. Bu yıl doğum günümü otobüs terminalinde kutlarken dolan gözlerin geliyor aklıma. Diyorum ki o halin her gözümün önüne dikildiğinde; "hiçbir şey babamın suçu değil."

    Mutlu olabilirdik. Daha doğurgan bir hayatın tam içinde, bize yaraşacak biçimde yaşayabilirdik. Senin omuzlarında gezmeyi hak edecek kadar sevimli bir kızdım. Beni omuzlarında taşıyacak kadar güçlü bir babaydın. Zamanı geri döndürecek kadar olgunlaşamıyoruz. Bu da hayatın cilvesi işte. Aldığımız dersler belirli bedellerden geçmek zorunda hep. Artık ne ben senin omuzlarına sığarım şimdi, ne sen beni omuzlarında taşıyacak denli eski gücüne ulaşabilirsin.

    . Sabahları yılgın açıyorum gözlerimi. Geceleri dokunuyor yalnızlık. Annem kardeşim abim hepsi bana emanet. Ve fakat beni sorarsan kime emanetsin diye onu bilemiyorum. Bildiğimden emin olduğum bişey varsa o da şu; özlemek adam akıllı olgun kılıyor insanı…


    Bir geceliğine "baba"lık vasfını omuzlanan Noel, gelip sırtında taşıdığı kırmızı çuvalın içindeki armağanlardan bir pay da bana biçtiğini söyleseydi ona derdim ki "soba, pencere camı ve iki ekmek" istiyoruz.

    Noel Baba senden daha önce mi gelecek peki


    Sarahatun Demir
    sarahatun@mynet.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,789,789,789,789,789,789,789,789,789,78
    9 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Nevriye Hamitoğlu

     Kahveci : Nevriye Hamitoğlu


      Gezdim gördüm öğrendim; Kıyıköy, Kırklareli

    Yağmurlu bir sabah. Bir çocuğun kalbi gibi heyecanlı atıyor kalbim. Ne zaman bir yolculuğa çıkacak olsam hep böyle hissederim. Heyecanlı, gizemli, gideceğim yerlerde göreceklerime yüzde yüz meraklı… Bu sabah da öyle, yağmura inat hazırlandım ve benimle birlikte birkaç kişi. Macera değil mi gideceğiz işte. Yağmur bizden korksun. Piknik malzemelerini de aldım mı tamam, iyi ki akşamdan hazırlık yapmışım. Sabah dokuzda aldık arkadaşlarımızı ve yola koyulduk Çatalca'ya doğru. Yollar ıslak, yollar kaygan, iki kaza gördük daha çıkmadan İstanbul'dan. Biz inat, yağmur bizden inat, herkes mışıl mışıl rüyaların içinde uyurken bir Pazar sabahı biz deliler, maceraperestler, çıkmışız yollara. Ben de hazırlıklıyım, termosa koyduğum kahveyi ikram edeceğim arabadakilere. Topu topu dört kişiyiz zaten, almıştım porselen kahve fincanlarını torbaya. Kırılırsa kırılsın, hiç de umurumda değil, cana sağlık olsun. Yenisini alırız alimallah. Hiç de üzülmem ben ev eşyalarının kırılmasına, hani derler ya nazar çıkmıştır diye. Aslında bu bir bahanedir insanlar üzülmesin, kırılan sevilen eşyaların ardından ağlanmasın diye. Bir de sakarlığı örtbas etmek için söylenmiş olabilir. Bazıları da hem ağlar hem de yapıştırırlar kırılan eşyaları.Bir ton da söz söylerler kıran kişiye. Belki de ne kavgalar ne kıyametler kopar, kırılan yüzünden? Ben derim ki ne hacet var? Kime kalmış bu dünya? Benim söylediklerimi daha iyi anlamak için gitsinler, Beyoğlu'ndaki Çukurcuma sokağına, görsünler antikacılardaki eşyaları; vazoları, bardakları, lambaları, neler yok ki? Nerde sahipleri? Onlar da ağlamışlar mı bir zamanlar kahve fincanının takımının bozulmasına ya da kavga etmişler mi kırılanlar için? Boşunaymış, boşuna… Şimdi ise duruyor onların eşyaları vitrinin önünde, terkedilmişlik hallerine üzülerekten. Bana göre boş iş. Ben de bir sürü lakırdı ettim, döneyim konuya.

    Saray ilçesine vardığımızda, bitti yağmur çıktı güneş. Çocuklar gibi sevindik ama hay Allah tabelaları karıştırıp köy yoluna girdik. Asfalt yol bitti, toprak yoldan gittik. Issız ormanlar… Çukurlu, çamurlu, gizli kalmış köy yolları… Köye gelince, kahvehane önlerinde muhabbet eden, sigara tüttüren köylüler gördük… Biz onlara bakmaya meraklı, onlar da bize meraklı? Buralarda zaman hep aynı kalmış; aynı yol, aynı evler, aynı insanlar… Giysileri bile aynı. Yolumuza çıktı öküzler, inekler, eşekler… İşte köy çocukları… Yüzleri bir güleç, bayramlık elbiseleri var üzerlerinde. İyi ya bugün zaten bayramın üçüncü günü, toplasınlar şekerleri, öpsünler bayramlık elleri.

    Çıkınca köylerden, Kırklareli yolundan doğruca Kıyıköy istikametine… Sonunda geldik, karşımızda bir deniz, bir orman. Sonbahar, çıkarmış suluboyalarını, bir ressam gibi kızıl ve maviyi karıştırmış doğada. İlk önce Kıyıköy'ün Bizans'dan kalma kapısından girdik. "Gelin, buyurun, hoş geldiniz!" dedi. Eski evlerin, dar sokakların arasından geçtik ve işte liman, işte fener ve işte Karadeniz… Tepede kurulmuş bu köy, öyle güzel, öyle kimsesiz… Vardır belki de hüzünlü bir hikayesi. Sevgilisini bekliyor uçurumlarında. Her gece yaktığı fenerinin ışıkları, karanlığı yırtıyor denizin üzerinde, kendisini fark ettirmek ister gibi. Gemiler yanaşmıyor, kayalıklara çarpmaktan korktukları için. Karadeniz'in hırçın dalgaları, kıyıdaki kayaları oymuş durmuş, derin mağaralar oluşturmuş. Bir zamanlar da korsanlar bu koylarda, bu mağaralarda saklanmış. Mağaraların dili olsa da konuşsa? Acaba bir yerlerde gizli bir hazine var mıdır merak ettim?

    Uçurumlar, kayalar, köpüklü beyaz dalgalar… İnsan, kollarından kanat yapıp kendisini mavi sulara atası geliyor. "Kuşlar ne kadar şanslı" dedim. Onlar özgürlüğü doya doya yaşayabiliyorlar maviliklerin üzerinde.

    Öğrendim ki Mağara manastırı varmış. 9.yüzyılda Bizanslılar tarafından kayalara oyularak yapılmış. Ziyaret edelim dedik. Bizi bir adam karşıladı, siyah takım ceket vardı üzerinde. Oranın asılsız bekçisi olmalı; küçük bir masaya el fenerlerini koymuş. Gönlümüzden ne koparsa attık bir iki kuruş, kırık çanak içine, aldık elimize fenerleri ve girdik manastır içine. Çok büyük değil, çok da küçük değil… Ama belli ki bir zamanlar görkemliymiş. Günümüze kadar küçük bir bölümü kalmış. Bir mezar şapeli, duvarlara oyulmuş haçlar, çeşitli kabartmalar… Duvar ve tavan işlemelerinin bir kısmını fark ettim. Asılsız bekçi anlattı hikayesini, meğersem çok büyükmüş manastır. Ama orada yol yapmak için, yıkmışlar hiç acımadan. Büyük surlar da yıkılmış zaten. "Ne yazık!" dedim içimden. "Neden koruma altına alınmamış bu yer?" Tabelası da var, gidenler okuyup bilgi alabilir. Gidip görmek lazım böyle yerleri, iyice yok olmadan. Yaz vakti otobüs dolusu turist gelirmiş, sırf bu manastırı görmek için. Bizden çok değer veriyor tarihimize şu yabancılar.

    Kıyıköy'de piknik alanları var. Denize akan derelerde kayıklara binince, bir tatlı huzur dolarmış yüreklere. Çadır kurularak, kamp yapılınca hele, havasına aşık olunurmuş. Bizim gibi günübirlik gidenler, Karadeniz'i seyrederek restoranlarda balık yiyebilir. Üstüne de içilir bir kahve… Bir de Kıyıköy'den çıkınca yolun solunda kalan "Kastro" piknik mekanına gidilirse, hem deniz hem orman, inanılmaz güzel manzaraya doyum olmaz.

    Kıyıköy, yeşil ve mavinin buluştuğu yer… Bilmeyenlere büyük tavsiyem.

    Nevriye Hamitoğlu
    nevriye.h@hotmail.com



    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    8,808,808,808,808,808,808,808,808,80
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Ahmet Şeşen

     Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


      GDO

    "Naber GDOsını yidiğimin Edi'si ?"
    "Buyrun benim o tonton gıdısı olan Edi ..! Lakin genetiği doğduğum gün gibi.."

    "Diyelim ki gıdıdan kurtardın, göbeeenin genetiği de mi değiştirilmedi yani ? Basketbol topu genleri katılmış gibi"
    "Sen kendi göbeğine bak İhtiyar, kaşınma..."

    "Frankeştayn felan diyorlar ama sevdim ben bu genetiği değiştirilmiş organizmalar işini"
    "Yine neler zırvalayacaksın merakla bekliyorum konuya girişini.."

    "Diyorum ki; bazı organizmaların genetiğini değiştirsek nasıl olur acaba ?"
    "Neyin içine ne katacaksın mesela ..?"

    "Ağzı bozuk bir sürü adam var mesela, hemen her beğenilmedik olayda zart-zurt demeç veriyorlar. Diyelim onlara acı biber geni enjekte etsek ..?"
    "Olabilir elbette ama ar damarı çatlamış bu adamların dilleriyle konuşmaları gerektiğini nasıl öğreteceksin ..?"

    "Mesela; sütü bozuk olanlar var, onlara da diyorum; Holstein gibi süt verimi yüksek inek geni şeyttirsek bir faydası olur mu ?"
    "Bunlar yine yattıkları yeri beğenmez, öküzün altında buzağı var diye ekşimiş sütleriyle vıdı vıdı yaparlar A'da B'de D'de, hatta AB'de, hatta hatta ABD'de ! Geçiniz canım, başka ?"

    "Hani şu yağdanlıklar var bir de, aslında öyle demedi, böyle dedi, yok canım daha neler, o fevkalade böyledir, çok mümtazdır, kadirşinasdır, vır vır da dır dır gibi hemen her gün sütünlarında kalemşörlük yapanlara kağıt peçete veya havlu geni aşılasak ..."
    "Fil hortumu geni bile aşılasan nafile ihtiyar ! Vıcık vıcık olmuşlar bir kere !"

    "Sana da değiştirilecek genetik yapı beğendiremedik yani GDO'sunu yidiğimin Edi'si ! Sakın kalkıp malum kişiye uyum geni, öbürüne dolar kuru üzerinden çimento geni, daha da olmadı tersine tersine Köşe-geni enjekte etmeye kalkma ! Bir hayrı olacaksa kendine Sıfır Beden Geni enjekte et ..!"
    "Hayrına asıl sana gençlik geni vurdurmalıyım ihtiyar. Her neyse, daha başka ?"

    "Ben sorayım sen cevap ver en iyisi : Obama'ya ..?"
    "Bırrack allasen..!"

    "İsviçre'ye ..?"
    "Az davul tozu, az da minare gölgesi.."

    "AB'ye ..?"
    "Hade hade hadeeee.."

    "DeTePe'ye ..?"
    "Yurtta sulh.."

    "ABD'ye ..?"
    "Dünyada sulh geni.."

    "İran'a ..?"
    "Elim sende.."

    "Arap Dünyası'na ..?"
    "Gözüm üstünde geni.."

    "İsrail'e ..?"
    "Hasterix ve Hopderix.."

    "Muhalefet edenlere ..?"
    "Aba altından sopa geni.."

    "Hukuk'a ..?"
    "Telgrafın tellerine kuşlar konar haa.."

    "Koyunlara ..?"
    "Sabır geni.."

    "Çobanlara ..?"
    "Akıl fikir.."

    Haydi diğerlerini geçelim, sonuncuyu nereden bulacağız ..? Zaten GDO dediğimiz de;

    G elmişi, geçmişi
    D idiklenen
    O rganlar

    değil mi ?

    asesen@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Mete Çağdaş

     Kahveci : Mete Çağdaş


      ÇİÇEKLER DE DİRENİR

    Annesine asker harçlığını yolluyormuş
    O kadar çok etkiledi ki beni
    Yüreğim cız etti,içim ürperdi
    Demek ki o kadar çok ekonomik sıkıntı varmış ailede
    Ve işte bu evladımızı,
    kahpe bir pusu ile şehit ettiler.
    Ne şimdi bunun adı,kader mi?
    Sosyete çocukları askerden kaçmak için
    elli çeşit manevra çevirirken,
    Bu şehit evladımız gibi asker harçlığını ailesine gönderen
    yiğit vatan evlatları ise
    " En büyük asker bizim asker"
    sloganları eşliğinde,
    vatan nöbetine koşmak için can atıyorlar.
    Bir türkü de olduğu gibi
    Bizim " Askerimiz fakirdendir..."
    madem öyle
    Bu türkü de benden olsun
    "Kaçanlarıysa zengindendir..."
    Kaçakcılık ve hileli yollarla sermaye yapanların
    saygı gördüğü toplumumuzda
    zaten başkası da beklenemezdi.
    Yine 7 şehitimiz için yapılan tören fotoğraflarına bakarken
    birşey dikkatimi çekti.
    Şehitlerimizden birinin annesinin
    ayaklarında kara lastik vardı.
    Yemin olsun bütün bedenim ürperdi
    beynime kan fırladı!
    Öfkem üçe,yetmedi beşe katlandı...
    Bu kader olamaz yahu!
    Bunun adı başka birşey olmalı
    Bir ülkede vatandaşlar arasında bu derece de
    uçurum olur mu?
    Kapitalizm sömürü düzeni olabilir
    Ama bu sömürü düzenini koruma altına alan
    mecburi savunma
    vatan bütünlüğüne yönelik saldırılar karşısında
    kara lastikli fadime anaların çiçeklerini
    yok edecekse,
    sonunda o çiçekler de direnir
    haberiniz olsun...

    Mete Çağdaş
    mettecagdas@hotmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Tayfun Avınca


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


     


     Tadımlık Şiirler


    Kaç Ömür Önceden Bizi Bekledi Aşk

    kûfi bir ihaneti taşır eski bir rahlede uyuyan parşömen
    kûfenin alnında binyılların damgası gelir
    Babil sokaklarında fahişeler ve rahibeler
    sülüs bir gülüşü pörsütürken
    tıpkı dokunulmadan kurumuş bir göğüs gibi
    kum ve ateşten
    kan ve zulüm ikliminden
    insanın en kadim sevdası gelir

    gecedir
    ve karanlık kuytu bir bedevi çadırıdır
    sakallardan aşağıya süzülen ak ırmak
    bakışlara çizilmiş bir haritada kendine seraplar yaratır
    ve dirilir ölümlü dünyanın en zor yerinde
    kalbimde biriken vaha
    gecede
    yıldızların akılalmaz sedası gelir

    belki de birer yanılsamayız ki kürenin bağrında
    kendi yanlışlarımızla oyalanarak köreldik gittik
    gülüşünden sonbaharlar geçti geçmişle hesaplaşırken sen
    benim saçlarımda zemheri
    at ılgarladık
    sevişmelerden sürgün gecelerde zamanlar aştık
    ekmeğimiz çalındı
    düşlerimizden para yaptılar
    umutlarımız sokaklara döküldü
    bana bir cigara ver arkadaş
    kafam çöl harbi
    yitik ömürler akar aklımın kuru yataklarından
    insanın ne varsa yakıp gidesi gelir

    Irak veya Afganistan
    Asur Babil ve İç Frigya
    zamanın önemi kalmaz dem olur
    işgalciler yağmacılar
    bütün haritalar kan
    bütün zamanlardan
    kahredilmiş halkların ağlaması gelir

    ne insanın kardeşliği
    ne aynı rabbe inanmak
    kurtarmadı çocukları
    yamyamların elinden
    aşklar hançerlenmiş
    emek linç edilmiş binlerce yıldır
    aynı tevekkülle susmaya devam et sen
    ama dinle susarken binyıllardan
    sayısız ana ve çocuk sesi gelir

    bak bana
    bütün bulutların yaprakların.. tayların
    yağmurların güzelliğiyle arındırarak
    bak
    kaç ömür önceden bizi bekledi aşk
    kaç ömür sonraya kalbimdeki ürpertiden hüzünler taşır sahi
    bir ırmak ve gökkuşağı olarak
    elleri ayrık yolmuş yorgun bir köylü
    ve gülüşüyle mutluluk kaftanları biçen sevdanın terzisi olarak
    bak
    bakışından
    aşkın derin
    ve tükenmeyen nefesi gelir

    bütün uzakların ötesinden
    kalbimin sesi gelir

    Adnan Durmaz

    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

      Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"
     


    İstanbul için Son Hava Durumu
    ISTANBUL ISTANBUL
    Ankara için Son Hava Durumu
    ANKARA ANKARA
    İzmir için Son Hava Durumu
    IZMIR IZMIR
    Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.0.3 / 17 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-09©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    In my secret life
    Leonard Cohen









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20091211.asp
    ISSN: 1303-8923
    11 Aralık 2009 - ©2002/09-kmarsiv.com