Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 8 Sayı: 1.712

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 25 Aralık 2009 - Fincanın İçindekiler


  • KALAYCI -1 ... Seyfullah Çalışkan
  • Reklamlar : Biri ... Ahmet Şeşen
  • ŞİİRLİ MANİLİ FIKRALAR ... Erhan Tığlı
  • Kendine iyi bak ... Pınar Sezer
  • SOVYET ELÇİLİĞİNDE OYNANAN ZEYBEK ... Bertan Onaran


  • Dost Meclisi, Tadımlık Şiirler, Biraz Gülümseyin, Kıraathane Panosu, Damak Tadınıza Uygun Kahveler

  •  



     Editör'den : Neler oluyor Tayyar Bey?!..


    Merhabalar

    Neler oluyor anlayan beri gelsin. Pireyi deve yapma günlerindeyiz. Tam bir akıl tutulması yaşıyoruz. Biri bitmeden biri başlıyor. Araya serpiştirilen zamlar, işsizlerin dramı, işçilerin serzenişi güme gidiyor. Torba olmadığı için büzülemeyen ağzıyla ünlenen Manisa macunu beye hazırlanan suikast(!?)la ilgili haberlere bir bakın Allah aşkına. Üç gün sonra genelkurmayın yaptığı açıklama da evlere şenlik. Üstüne Arınç'ın yaptığı basın toplantısı ise tam bir komedi. Hep bir alınan bilgiden bahsediliyor. Bilgiyi almak için illa ki veren birileri de olmalı. Polis kaynaklı olduğu aşikar olan bilgide, konunun Arınç Beyle ilşkisi olduğunu gösteren tek şey "Yutulmak" üzere kağıda yazılmış ev adresi. Yutmaya çalışan, özel kuvvetlerde görevli bir binbaşı. Diğer şüpheli bir albay. Genelkurmay açıklaması, adamları doğruluyor ama hedef farklı diyor. Doğruysa, ihbarı yapan da, o izlenen, içeriden bilgi sızdıran askeri personel. İyi de bu nasıl bir özel kuvvet? İzlediğine yakalanacak kadar becerikli(!?). Polis ise pek cevval. İhbarı anında değerlendiriyor, failleri suç üstü yakalıyor. Suikastle ilgili tek bir bilgi yok, o zaman gelin evde bilgisayarlarlara yükleyelim oluyor. Olan biteni tekrarlıyorum diye kızmayın bana. Ben de sizin gibi sesli düşünüyor ve saçmalıklar silsilesini anlamaya çalışıyorum. İnşallah soruşturma adam gibi sonuçlanır, biz de sorularımızın cevabını alırız. TSK açısından kuşkum yok. Eğer varsa içlerinde mikrop, mutlaka temizlerler. Ama ya polis? Polis içinde var olan yapılanmaların kollarını nerelere uzatabileceğini tahmin etmek kolay mı? Amerikadan alınan fetva ile kıran kırana bir aksiyon filmi seyretmeyeceğimizi kim garanti edebilir?

    Şu meşhur davanın, dava açılmadan kitabını yazan müneccim gazeteci Tayyar, 1 yıl 8 ay hapse mahkum olunca; "Birileri düğmeye bastı." demiş. Bak sen. Düğmeye basan basana kardeş, sana o bilgileri sızdıranlara bir telefon et belki söylerler düğmeciyi. "Karardan herkes utanç duymalı." diye de devam etmiş Tayyar bey. Biraderim sen bir kitap yazdın, 2 sene yargılandın, yargılanırken gazetende şer yazıları yazmaya devam da ettin ama sonunda suçlu bulunup ceza aldın. Senin pek ehil olduğun davada, daha ne ile suçlandıklarını bile bilmeden tutuklu yargılanan meslektaşların varken, bu lafı etmek için vicdandan yana hepten fakir olmak gerekir. Sözüm meclisten dışarı Tayyar, sen eşine az rastlanır müneccim(!?) gazetecilerdensin. Eminim düğmeci de sana rüyanda görünür.

    İlgili herkesin Noel'ini kutlar, hiç olmazsa huzurlu bir haftasonu geçirmenizi dilerim. Esenkalın.

    Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

    Cem Özbatur








     


    Seyfullah Çalışkan

     Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


      KALAYCI -1

    Sonbahar her sene bohçasından çıkarıp ovaya serpiştirdiği birbirinden eşsiz tabloların acemisi değildir. Pastel renkleri büyük bir ustalıkla kullanıp kimseye aldırmadan işine koyulur. Fırçasını hangi renge batıracağını ve tuvalini nasıl boyayacağını çok iyi bilir. 1971 güzünde Gediz Ovasına uğradığında sadece sarı yapraklar, rüzgârlar ve yağmurlar getirmedi. Kırlangıçların gökyüzünü boş bırakmasına dayanamayıp kucağındaki bütün sakaları, isketeleri, bıldırcınları ovaya salıvermişti. Ekim sonlarında pamuk tarlaları beyaz gömleğini yavaş yavaş çıkarıp kahverengi çalılara dönüşüyordu. Karnabahar, pırasa ve ıspanak tarlaları yeşiller içinde olsa da zeytinler henüz morarmamıştı. Ben o zamanlar küçücük bir çocuktum. O kadar küçüktük ki henüz çocukluk aşkımla bile karşılaşmamıştım. Sevgili öte dursun kızlarla oynamayı de hiç sevmiyordu.

    1971 sonbaharında ben küçücük bir çocuktum. İhtimal ki, bütün küçük çocuklar gibi büyüme hevesiyle yanıp tutuşuyordum. Dokuz yaşındaydım ve Fatma Öğretmen'i canım gibi seviyordum. Henüz utanmayı bile öğrenmemiştim. Yalan söylemeyi, başkalarının ardından dalga dümen çevirmeyi, içimizde tilkiler dalaştırmayı da bilmiyordum. Fatma öğretmen "Sen, sen, sen, bir de sen. Çıkın bakayım tahtaya," dediğinde neden diye düşünmeden hemen fırlardım. Öğretmen ağzıyla Harman Dalı ezgileri döktürürken diz vurur. Dayılanır, efeler gibi oynardım. Kollarımız kartal kanadı gibi gergin, ellerimiz bileklerimizden bükük. Bütün sınıf alkışlardı. Fasulyeden efeler olduğumuzu, çok komik göründüğümüzü bile anlamazdım. Allah sizi inandırsın iyi çocuklardık. Mahalleden biri bakkala gönderse, oyunun en tatlı yerinde örneğin… İki etmez giderdik. Para üstünden yirmi beş kuruş avanta kalmayacağını bilsek bile ses çıkarmazdık.

    1971 yılı sonbaharında bir cumartesi günü öğleye doğru sakalar diken kafalarına beşer onar yığılıp didiklerken top oynuyorduk. Naylon topumuz patlaktı. Bu gün gibi anımsıyorum. Lacivert çizgili mavi topumuz bazen ezilip yamulunca tozuna, çamuruna bakmadan ağzımızla şişirip yine ortaya atıyorduk. Sonra peşinden koş babam koş. Tutabilene aşk olsun. Neresinden bakarsan bak güzel günlerdi onlar. Gerçek ve masal, yaşam ile oyun birine karışıp kayboluyordu.

    Biz yedi, sekiz çocuk patlak topun peşinden koştururken meraya Yörük Cemal'in Skoda kamyoneti girdi. Ayrık otuyla kendiliğinden çimenlenmiş bu geniş alana genelde araba girmezdi. Traktörler bile kenarındaki toprak yoldan geçerdi. Çünkü top koşturduğumuz merada Yağlı güreşler, kasabımızın amatör futbol takımının maçları yapılır, Gençlik ve Spor Bayram'ları kutlanırdı. Mavi Renkli yuvarlak burunlu kamyoneti görünce topun peşini bırakıp hemen oraya koştuk. Yörük Cemal ve en az onun kadar kara bir adam kamyonetten indi. Yanlarında bizim yaşlarımızda bir çocuk da vardı. Kamyonetten çuvallar, ufak tefek kap kacak ve bazı küçük aletler indirdiler. Başların toplaştığımız için Yörük Cemal bize kızdı; " Ne bakıyonuz lan, ayı mı oynuyo burada," Yaylanın bakim hadi, gidin topunuzu oynayın,"dedi. Gider gibi sırtımızı döndük, birkaç adım öteden yine onları izlemeye başladık. Kara adam Cemal'a " İlişme çocuklara, baksınlar, bakmaktan ne çıkar," deyince yüz bulup yine kamyonetin başına toplaştık. Hiçbir zaman çocuklar "Hadi gidip topunuzu oynayın," demekle oyuna başlamazlar. Allah'ın yörüğü bunu ne bilsin? İçimizden gelmiyorsa, hevesimiz kaçmışsa olay bitmiştir. Başkası istiyor diye top mu oynanır?

    Bütün eşyaları, kap kacağı kamyonetten indirdikten sonra Yörük Cemal parasını alıp cebine koydu. Bize dönüp " Atlayın lan arkaya. Kahveler önüne kadar götüreyim," dedi. Arabaya binmek geri çevrilecek bir teklif değildi. Kamyonetin arkasında rüzgâr saçlarımızın arasından savrulurken gördüğümüz herkese el sallayarak, bağırarak kasabanın ortasına kadar gittik. Yörük Cemal kalkınma kooperatifinin köşesinde bizi "Dökülün lan bakayım. Bu kadar yeter," diyerek kamyonetten indirdi. Kahveler Önünden yürüyerek meraya geri döndük. Haliyle gidişimiz muhteşem ama dönüşümüz çok sıradan oldu.

    Biz döndüğümüzde kara adam ve oğlu çoktan konik bir çadırı meranın kıyısına kurmuşlardı. Adam çok karaydı ama oğlu göçmenler gibi çakır çukurdu. İçimizdeki en pervasızlardan biri ; " Amca ne yapçan bu çadırda? Niye geldiniz buraya?" diye yırtık dondan çıkar gibi soruvermişti. Adam kesinlikle öfkeli biri değildi. İşini bırakıp bize döndü. "Çadır bizim evimiz. Biz oğlumla kalaycıyız. Bakır kapları kalaylarız. Kasabanıza bunun için geldik." Diye yanıtladı. Adam işin içine oğlunu da katında küçük çocuk bize doğru baktı. Sanki birden büyümüştü. Ellerini beline taktı. Havalı bir tavırla bize dayılanır gibi durdu.

    1971 yılının sonbaharında Hacırahmanlı Kasabası'nın demir yolu kenarındaki küçük merasına kalaycı geldi. Sonbahar kalaycıyı koyu kurşun kalemle çizdi, dişlerini beyaz bıraktı. Oğlunun gözlerini ise yeşile boyadı. Ardından trenler çizdi. Bacalarından gökyüzüne yükselen kara dumanları da… Öfkeli trenler, akşamüzeri nefes nefese Akhisar'a doğru gidiyorlardı. Günler ilerledikçe sonbaharın bütün sıcak renkleri tükendi. Sarılar üşümeye başladı, turuncular kahverengiye döndü. Kanal boyundaki kındıralara bir akşamüzeri öfkeli marşandizden bir kıvılcım düşüverdi. Geriye kapkara kalın bir çizgi kaldı. Demiryolu boyunca uzayıp gitti.


    Not. Bu modelin kamyonetini aradım ama bulamadım. Ama sözünü ettiğim araba bununla aynı modeldi.

    Seyfullah
    seyfullah@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    3 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Ahmet Şeşen

     Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


      Reklamlar : Biri

    Reklamlara takıntılı olduğum Kahve Molası okurlarınca iyi bilinir. Bu günlerde de iri birinin oynadığı "Biri" reklamlarına takıldım. Gerçekten işi biliyor bu reklamcılar, normal birinin bu reklamda işi ne ? Edi gibi hem diri hem iri birinin oynaması pek hoş : diri-iri-biri...

    Komşunu aramadın - Komşuluk öldü...

    Haydi ordan ! Eskiden komşu telefonla mı aranır idi ? Yooo..! Evin küçüklerinden birini gönderirdin, git sor bakayım derdin :
    Akşama bir maniniz yoksa annem-babam(giller) size gelecekler..
    İşte bu kadar basit ..! Aslında burada anlatılmak istenen komşuluk değil. Zira komşu dediğin sen arkanı dönünce sana kurşun sıkmaz. Sen tek yürek olamazsan, gerçek dostlarını aramazsan olanlar olur. Konuyu "açalım" açmasına da önce "etrafa kurşun saçalım" hususunu kapatmamız gerekiyor. Bııırrack yahu, dost diye seçtiğin, mazlum ülkeleri tost eden buştun teki değil mi ?
    Asıl mesaj;
    Dostunu aramadın - Gencecik fidanlar öldü...

    şeklindeydi..

    Umut dolu ocaklar söndü..
    Anaların gözyaşı dinmedi..
    Dostunun kimliğini alt-üst ettin..
    Hadi be, ne dostu ?
    Onların asıl derdi :
    Ne zaman sereceğim şuralara postu ?

    Bakkalı aramadın - Bakkal göçtü...

    Aslında söylemek istediği gerçekten bakkal değil. Bakkal neden göçsün ? En azından toparlamak için veresiye defteri şansı var. Hatta; ilerleyen yıllarda birileri sakız satarak bakkalları göçmekten kurtaran ve fakat geri planda 1 kg. kaşar satıcısı rolünü bile oynadı be ! Buhran'ın dediği gibi;
    "Bakkal mı göçer, Ferhat mı ?"
    Sel yıktı, maden ocağı göçtü..
    Tavan çöktü, borsa rekorlara uçtu..
    Taban zaten aç..
    Kimbilir işsiz sayısı kaç ?
    Gizli mesaj;

    Ay-em-eF'e kafa tutamadın - Ekonomi göçtü...

    olacaktı..

    Yok yok, çatı uçtu, kiriş güçtü..
    O da değil, ne idi yahu ?
    Hah ..!
    Teğet geçti...

    Sevgilini aramadın - Sevdiğin küstü...

    Öyle sanal dünyalarda felan değil, harbiden gidip sevgilinin kapısını çaldın mı ? Yooo ..! Öyle eMeSeN'den 3-5 satır, Feysbuk'tan birkaç hatır sorma ile olmaz elbette ! Karaöke tarzı şiir okumalar, salya-sümük tarzında gak-guk edebiyatı ile sevgilinin hali hatırı aranmaz. Küstürürsün işte böyle. Hakkını vermezsen bütün bunlar müstehak sana.
    Eskiden cek-cak edebiyatı var idi şimdi yerine cuk oturdu. Hemen her konuda gak-guk ile didik didik edildi hukuk. Arkaya dolan, biraz orandan, biraz burandan, olmazsa şurandan, öyleyse farkı kalmadı guguk kuşundan. Oysa; herkese lazım o sevgili...
    Açık mesaj;

    Hakkını aramadın - Hukuk da küstü...

    idi..

    Biri seni kurtarsın artık ..!

    şeklinde bitiyor reklam..

    Eee, kaldıysa etrafta herhangi biri...
    İri biri... Diri biri...
    Kurtarır inşallah ..!

    asesen@kahveciyiz.biz


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    8,208,208,208,208,208,208,208,20
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Erhan Tığlı

     GÜL-DİKEN YAZILAR : Erhan Tığlı


      ŞİİRLİ MANİLİ FIKRALAR

    AYDINDAN KİM GELMİŞ?
    Dağ köylerinden birinde yaşayan Ali Er, Aydın'a çalışmaya gitmiş, bir yıldır evine gelememişti. Sonunda hasret bitti, köyüne döndü. Onu özleyen karısı kendisini sevinçle karşıladı ama hayal kırıklığına uğradı. Çileli bir yolculuk yapan ve çok yorulan Ali hemen yattı. Kadın sütünü sağmak için ineğinin yanına gitti. İnek huysuzluk yapınca kızdı, bağırdı. Meraklı komşusu ne olduğunu sordu. Kadın içini çekerek, "Daha ne olsun" diye konuştu:
    "Aydından dayı geldi
    Dayı değil ayı geldi."

    Ertesi gün Ali dinlenmiş, yorgunluğunu gidermişti, karısını yanına çağırıp özür diledi, yatağa çekip onu memnun etti. Kadın ahırda süt sağarken şarkılar söylüyor, neşeyle gülüyordu. Meraklı komşusu, "Hayrola, pek neşelisin, bu sefer ne oldu?" dedi.

    Kadın ağzı kulaklarında cevap verdi:
    "Aydından kadı geldi
    Ağzımın tadı geldi!"

    ...

    BAHÇELERDE KAYISI

    Kız çiftlik sahibi zengin bir delikanlıyla nişanlanmıştı. Nişanlı genç onu görmeye geldi. Kız nişanlısını heyecanla karşıladı. Genç, getirdiği paketi masaya koydu, gülerek:

    "Sana kendi ellerimle kayısı toplayıverdim bahçemizden" dedi.

    Onun çiçek getireceğini sanan kız bozuldu ama belli etmedi. Bizimki tatlı sözler edileceğini uman kıza tarla bahçe işlerinden, havadan sudan söz etti. Kız onun için süslenmiş, kuaförde saçını yaptırmıştı ama delikanlı bunları ya görmedi ya da görmezlikten geldi.

    Biraz sonra nişanlısı gitmek için ayağa kalktı. Kız bir şeyler yazdı, delikanlıya verdi, "Bunu evde aç" dedi. O da "peki" deyip sevinçle evine gitti. Evde annesi babası ne olduğunu sordular. Delikanlı sevinçle, "Buluşmamız çok güzel geçti. Kız beni çok beğendi, hatta bana şiir yazdı" diyerek cebinden kızın yazdığı yazıyı çıkardı.

    "Aç oku" dediler. Delikanlı açıp okudu. Notta şunlar yazılıydı:

    "Bahçelerde kayısı
    Haber verdi dayısı
    Hiç mi ağız bilmezsin
    Be Allahın ayısı!"

    ...

    EV SAHİBİYLE KONUK

    Eve konuk gelmişti ama bir türlü gitmek bilmiyordu. Ev sahibi yüzüne karşı söylemeye çekindi. Bir kâğıda şunları yazıp onun görebileceği bir yere koydu.

    "Konuk birinci gün baldır
    İkinci gün olur şeker
    Üçüncü gün gitmezse
    Odur eşekten beter"

    Bir süre sonra konuktan şöyle bir yanıt geldi:

    "Ey eşekten olma katır
    Hiç bilmezsin gönül hatır
    Konuk, gittiği yerde
    İstediği kadar kalır."

    ...

    KAHVECİYLE MÜŞTERİ

    Kahveci kahveye zam yapacaktı ama bu kararını onların yüzüne karşı söylemeye çekindi. Bir kâğıda şu dizeleri yazıp duvara astı:

    "Kahve Yemenden gelir
    Geldiği yol çok ırak
    On lira yetmiyor
    On beş lira bırak"

    Bir süre sonra müşterilerden bir yanıt geldi. Orada şöyle yazılıydı:

    "Kahve Yemenden gelir
    Yolları çok sapa
    On lira yetmiyorsa
    Kahveni hemen kapa!"

    Erhan Tığlı
    erhantigli@mynet.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    2 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Kahveci : Pınar Sezer


    Kendine iyi bak

    "Kendine iyi bak" bir veda değil elveda cümlesidir çoğıu zaman. O üç kelimeden çok daha fazlasıni gizler içinde...

    "Kendine iyi bak." Çünkü bundan sonra ben yanında olmayacağm. Olamayacağım. Istesem de istemesem de. Sevdim bir zamanlar seni, hala seviyorum ve benden sonra da mutlu olmanı istiyorum. Olur da bir gün dönersem seni iyi bulmak istiyorum."

    "Kendine iyi bak. Çünkü bundan sonra kendinden başkası olmayacak yanında sana bakacak. Ben olmayacağım. Kendine iyi bak ve beni düşünme. Çünkü ben de seni düşünmeyeceğım artık. Arama sakın beni, yazma, çünkü ben yazmayacağım. Sil beni yüreğinden, çünkü ben sileceğim. Fakat, yaşanılan, paylaşilan güzel şeyler hatırına sana yürekten mutluluklar diliyorum. Ve ben bir daha dönmemek üzere gidiyorum."

    "Kendine iyi bak. Aramızda geçen herşeye rağmen benden sonra iyi olduğunu bilmeyi tercih ederim. Aslında bilmem çok önemli değil, iyi olduğunu varsayacağim ben. Seni bir daha asla görmemek üzere gidiyorum ben, seni kendinle başbaşa, yapayalnız bırakıyorum ben. Biliyorum kendini bırakacaksın benden sonra, o yüzden iyi bak diyorum. Aslına bakarsan, çok da fazla umursamıyorum."

    "Kendine iyi bak derler ve giderler. Tutkuyla sevenler, bazen birden fazla söylerler bunu. Çünkü onlari ayırmak, eti tırnaktan ayırmak gibidir. Kolay kolay kopamaz onlar, süreç çok aci vericidir, yürek parçalıyıcıdir. Her seferinde azalan umutlarla geri döner ve yine "Kendine Iyi Bak" gözleriyle ayrılırlar. Ta ki umut da, sevgi de tükeninceye kadar…Ta ki son elveda mezar sessizliğine bürününceye kadar…"

    Tutkunun ötesinde sevenler, bir kez "Kendine Iyi Bak " derler ve giderler. Onlar eti tırnaktan ayırmak yerine ölümü yeğlerler. Onlar bu acıyı bir kezden fazla kaldıramayacaklarını bilirler.

    "Kendine iyi bak" derler ve giderler. Bu sözlerin içinde ihanet yok, hiç bir zaman olamaz derler ve giderler. En büyük ihanet değil midir aslında seni seveni, ihtiyacı olanı yüzüstü bırakıp gitmek. "Kendine iyi bak" derler ve giderler. Seni suskunluğa mahkum edip giderler. Seni parçalara ayırıp, en büyük parçayı yanlarına alıp giderler. Seni senden alıp giderler.

    Daha kötüsü suçlayamazsın onları tüm bunlar için. Kendine iyi bak deyip gidenin geçerli bir nedeni vardır elbet. Suçlatmaz kendini. Savaşmadıkları için kızarsın ama suçlayamazsın. Savaşmışlarsa, yenildikleri için kızarsın ama suçlayamazsın. Yenildiğin için kızarsın ama suçlayamazsın… Ayrılığın kaçınılmazlığına inandırır seni, kendine iyi bak derler ve giderler. Elinden umutlarını, düşlerini, sevgilerini alıp giderler. Bir tek anıları bırakırlar geride, bir de hatırladıkça gözyaşlarına boğulasın diye unutulmayan nağmeler.

    Arkalarina bakmadan çekip giderler eğer yalniz kalmışsan, çünkü insafsızlıklarını görmek istemezler. Herşey o saniye orada bitsin, kapansın bu sayfa isterler. Bitti diyemedikleri için, kendine iyi bak derler. Kırıldım ve affedemiyorum; diyemedikleri için kendine iyi bak; derler. Seni istemiyorum artık, hayatımdan çıkaracağım ama bil ki hiç unutmayacağım; diyemedikleri için kendine iyi bak derler. Biliyorum çok kanayacaksın ama daha iyisini yapamıyorum; diyemedikleri için kendine iyi bak derler. Vicdanlarını rahatlatmak için kendine iyi bak derler, çünkü o kan uzun süre akacaktır ve o yara asla kapanmayacaktır, bilirler.

    "Kendine iyi bak" bir noktadır çoğu zaman. Kendine iyi bak deme bana, sadece kötülükler noktalansin isterim ben. Oysa sen iyisin… Sen gözümdeki ısık, dudağımdaki tebessüm, sen içimdeki sevinçssin. Sen hayatıma renk katan, sen yüreğimdeki çarpıntı, sen hayatımdaki neşesin. Sen yolumu aydınlatan, sen dert ortağım, sen gönül yoldaşım, sen bir tanesin. Kendine iyi bak deme bana. Nokta koyma.

    Keşke böyle yaşanmasaydi bazi şeyler, keşke affedebilsen beni, keşke ben de affedebilsem… Keşke döndürebilsek zamanı geriye. Keşke bugünkü aklımızla yaşasak herşeyi baştan. Nafile... Ama yine de, gitmesen olmaz mı? Bitmesek olmaz mı? Sen eksikken, ben nasıl tam olurum? Senden kalan boşluğu kimlerle doldururum? Savaşsak, aramıza giren şeytanla olmaz mı? Hani büyük aşklar her türlü engeli aşardı, hani gerçek dostluklar her sınavı geçerdi, hani sevgi eninde sonunda kazanırdı? Hani hayatta hiç kirlenmeyecek değerler vardı? Hani en büyük zaferler, en kanlı savaşların ardından kazanılırdı? Bunların hepsi yalan mı? Sahiden..., gitmesen olmaz mı? Bitmesek olmaz mı?……….

    Peki o zaman... Senin istediğin gibi olsun... Öyleyse...Sen de Kendine Iyi Bak.

    Pınar Sezer


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    9,809,809,809,809,809,809,809,809,809,80
    5 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


    Bertan Onaran

     Güzelin Ardında : Bertan Onaran


      SOVYET ELÇİLİĞİNDE OYNANAN ZEYBEK

    Gerçek sanatseverler biliyordur, bu ara İstanbul'da geniş boyutlu bir belgesel film şenliği sürüyor: 1001 Belgesel Film Festivali.

    Bu şenlikte, Küba belgeselleri de yer alıyor; filmleri gösterilenler yönetmenlerden Rigoberto Lopez Pego İstanbul'da; Karaköy'deki eski tarihi Sümerbank yapısında, Kadıköy'deki Nâzım Hikmet Kültür Merkezi'nde gerçekleştirdiği söyleşilerin ardından, İstanbul José Marti Küba Dostluk Derneği'ne konuk geldi, derneğin çalışkan yöneticisi sevgili Oğuz Kavala'nın girişimiyle. Belgesel Film Şenliği'ni yürütenlerden, aynı zamanda Denek üyesi Mustafa Temiztaş'ın katkılarıyla, önce şimdiye dek çektiği filmlerin en çarpıcılarından, Afrika'daki korkunç açlık sırasında gözleyip saptadıklarını yansıtan filmden kısa bir bölümü izledikten sonra, Yiğit Günay'ın çevirisiyle söyleşiye geçildi.

    Rigoberto Lopez Pego, Havana Üniversitesi'nde siyaset bilimi okumuş; sonra gazeteciliğe başlamış; ilk kez Fidel Castro, çok çarpıcı bir tanımla, "Afrika'ya borcunu ödemek üzere" bağımsızlık savaşı veren Angola'ya uçaklar dolusu gönüllü asker yolladığı zaman gitmiş Afrika'ya, ve ülkelerinde almakta oldukları alçakgönüllü aylığın dışında kimseden tek kuruş yardım görmeyen, her uğraştan uluslararası dayanışma savaşçılarını; sıradan kahramanlıklarını; yüzlerce yıllık sömürgeci sülükleri de, her türlü doğal zorluk ve engeli de yenmelerini unutulmaz bir filmle, "Kızıl Toprak" ile insan kardeşlerine armağan etmiş.

    Aslında gerçek sevdası şiir; 15 yaşında, Nâzım Hikmet'in şiirlerini ezberi bilir, genç kızların gönlünü çelmek için okurmuş; kendisi de şiir yazıyor elbet. Benim gibi bir ozanın belgesel sinemayla ne ilgisi olabilirdi, diye sordu olanca sevimliğiyle.

    İlgisi şu: tıpkı geçende başka bir yazıda değindiğim Küba balesinin yöneticisini daha Havana'ya gelişlerinden birkaç gün sonra görmeye gelişi gibi, Fidel Castro ve yoldaşları, gerçek Devrim'in bir yıkma işi olmadığını, tam tersine yeni bir yapı kurma; binlerce yıllık ataerkil zorbalıktan, üç yüzyıllık anamalcı saçmalıktan sonra, gerçek uygarlık yolunu açma; yalnızca bilime dayanan eğitimle yepyeni kuşaklar yetiştirme sorunu olduğunu çok iyi bilmeleri ve bunun gereğini, hem de en aykırı, en güç koşullarda, belki karınları doyurmaktan bile önce yerine getirmeleri.

    Böyle olunca, ozan ruhlu bir gazeteciye, günün birinde Angola'ya gitme; oradaki insanlık savaşını insan kardeşlerine asıl nitelikleriyle anlatma çağrısı kendiliğinden geliveriyor. Üstelik savaş haberciliği, yaşananları belgesel filme geçirme işi, özü gereği, önce o savaşa katılmayı, canlı kalmayı başarmayı gerektiriyor.

    Angola'ya giderken, lise döneminde katıldığım zorunlu askerlik eğitimi dışında, doğru dürüst silah tutmayı da, ateş etmeyi de bilmiyordum, dedi bütün Kübalılar gibi başta kendisi, her şeyle ince ince, saygılıca dalga geçmeyi bilen Rigoberto.

    Çarpışmalar sırasında, aranızda madalya kazanmış bir kahraman var mı, diye sormuş, 18 yaşlarında bir oğlanı göstermişler. Kahramanlık madalyasını nasıl kazandığını, en sıradan günlük olayı anlatır gibi aktarmış delikanlı:pusuya düşürüldük, komutanımız vuruldu, yardımcısı da öyle, o zaman iş başa düştü, birliğimi vuruşa vuruşa o cehennemden kurtardım.

    Peki, yaşarken en çok istediğin şey ne? sorusuna genç kahramanın yanıtı: Dilerim sevgilim beni aldatmaz!

    Angola'dan dönerlerken uçakta bu kahramana, seninle birlikte evine gelebilir, karşılanışını filme alabilir miyim, diye soruyor; yanıt elbette olumlu; gidiyorlar o alçakgönüllü eve; karşılanışın çeşitli sahneleri; sıra anayla oğlun karşılaşıp kucaklaşmasına gelince, görüntü yönetmenine dur diyor Rigoberto, "bundan sonrası aktöreye sığmayacaktı, çok özeldi".

    Küba gibi 11 milyoncuk bir ulusun, 50 yıldır, anamalcı kürenin büyük zorbası, 200 milyonluk ABD'ye nasıl kafa tuttuğunu, amansız acımasız kuşatmaya karşın nasıl ayakta kalabildiğini, üstüne yaşamın ve bilimin her alanında nasıl bütün insan kardeşlerine örnek olacak başarıları sürdürdüğünü anlayabilmek için sevgili ozan Rigoberto Lopez Pego'ya bakmak; anlattıklarını dinlemek; filmlerini izlemek yeter.

    Bu yönde başka bir kanıt da, Cumhuriyet'ten geldi hemen ertesi gün: Havana'da insan haklarının çiğnendiğini öne sürerek yürümeye kalkan yaklaşık 30 kişilik kümenin çevresinde bitivermiş yörede yaşayanlar; üstelik itiş kakış, bağırıp çağırma, hakaret falan yok; yalnızca bağırmışlar: "Haberiniz yok mu, sokaklar Fidel'indir!"

    Dünyamızın dört bir yanındaki yurttaşlar bu bilince, bu düzeye kavuşturulduğu gün, Havana köşelerinden birini süsleyen Sarı Saçlı Mavi Gözlü'nün yontusundaki özdeyiş egemen olacak: Yurtta Barış, Dünyada Barış.

    *

    Daha önce size Mustafa Kemâl Atatürk'ün Sovyet elçiliğinde Stalin'e gösterdiği tepkiyi aktarmıştım; şimdi aynı olayın başka bir anlatımını paylaşalım; bu kez Prof. Herbert Melzig'in ağzından:

    "Rus İhtilâlin 1935'teki yıldönümünden az evvel, Moskova'daki Türkiye Büyükelçisi Atatürk'e, Stalin'in Rus Komünist Partisi murahhasları önünde verdiği nutkun bir özetini bildirmişti. Bu nutukta Stalin Türkiye, İran, Yakın ve Orta Doğu'nun bütün memleketlerini 'Rus bölgesi' olarak vasıflandırmıştı. Her zaman çok ihtiyatlı olan Stalin nasılsa ağzından bu tehlikeli tâbirleri kaçırıvermişti.

    Rus İhtilâlinin yıldönümünde Sovyet Elçiliğinde verilen suvare intikam almak için Atatürk'e en mükemmel fırsatı veriyordu.

    Atatürk Büyükelçi ile evvelâ ehemmiyetsiz şeylerden bahsettikten sonra birdenbire sordu:

    - Karahan Yoldaş ,şu Sovyet Rusya'da işleri kimin idare ettiğini bana söyler misiniz?

    Karahan şaşırdı:

    - Rusya'yı kim mi idare eder? Sovyet Rusya'da Proleter diktatörlüğün hâkim bulunduğu Eselanslarınızca malûmdur.
    - Canım bırak bu saçmaları şimdi. Proleter diktatörlük maskeden başka bir şey değildir. Türkiye'yi idare eden Şef benim. Rusya'da kimdir?

    Karahan buz gibi soğuk bir sesle cevap verdi:

    - Sovyet Cumhuriyetleri Birliği'nin Başkanı yoldaş Kalinin'dir.

    Atatürk sinirlendi:

    - Canım bırak şu kuklayı… Söylesene bana bakayım?

    Karahan suratını astı. Kısık bir sesle:

    - Stalin Yoldaş, Sovyet Rusya Komünist Partisinin Politbürosunun sekreteridir… derken yan gözle Atatürk'ün hakaret dolu sözlerini tercüme eden ve bir saat sonra Moskova'ya şifreli raporunu bildireceğine şüphe bulunmayan sefaret tercümanına baktı. Elçinin endişesi yerinde idi. Çünkü tercüman GPU'nun, yani Sovyet gizli istihbaratının adamı idi. Karayan Atatürk'ü büfeye davet ederse konuşmanın başka bir cereyana varabileceğini sanıyordu. Telaşla:

    - Bir bardak şampanya almaz mısınız Ekselans? dedi.
    - Hayır…
    - Bir kadeh votka?

    Atatürk yüzünü ekşiterek:

    - O Rus içkisinden hoşlanmam, ben Türküm, rakı içerim.

    Büfedeki garson elleriyle yok işareti yaptı.

    - Maalesef büfemizde rakı yok Ekselans.
    - Türk misafirinize Türk içkisi ikram edemeyeceğinizi zaten biliyordum. Onun için kendi rakımı beraber getirdim.

    Atatürk yaverine işaret etti. Uşaklar hemen büfeye bir sandık rakı getirdiler. Nihayet Karahan Atatürk'e susuz rakısını uzatabildi. Atatürk kadehini kaldırdı ve:

    - Elçi beyefendi, dedi, buna Türk rakısı derler. Moskova'da Kalinin midir, Stalin midir, yok ne karın ağrısı ise o herife söyleyin, biz Türkler asırlarca Rusya'nın göbeğinde rakı içmiş bir milletiz, icap ederse yine içmesini de biliriz. Bu kadehimi Türk milletinin hayrına ve hiçbir zaman 'Rus bölgesi' derecesine düşmeyecek olan istiklâlinin şerefine içiyorum.

    Atatürk kadehini bir yudumda boşalttıktan sonra, Sovyetler Birliği ve Stalin hakkında ağzına geleni söyledi. Rus mütercim bu sözleri aynen tercüme etmeye cesaret edemiyor, tahrife çalışıyordu. Atatürk sözlerinin kâfi derecede tesir etmediğini elçinin suratından anlayınca tercümanın vazifesini lâyıkıyla yapmadığına kanaat getirerek herifi kovdu ve su gibi Rusça bilen maiyet zabitlerinden birini çağırdı. Yeni tercüman Atatürk'ün Stalin ve Sovyetler Birliği hakkında sarfettiği tahkir edici sözleri Büyükelçiye bir bir tekrar etti.

    Atatürk dans müziği çalan Balalayka orkestrasını susturdu, beraberindeki saz takımına işaret edip bir zeybek çaldırmaya başladı. Başta kendisi, bütün Türkler zeybeğe kalktılar. Rus ihtilâlinin yıldönümünde Ankara'daki Sovyet Elçiliğinin büyük salonu bir Türk şölenine tanık oluyordu.

    Ertesi gün Karahan, Stalin'in emriyle Türk Hariciye Vekâletine sert bir nota tevdi etti. Hariciye vekili Tevfik Rüştü Aras elçiyi teskin etmeye çalışıyordu.

    - Canım, Cumhurreisimiz şaka etti. Politbüro Sekreterini tahkir etmek aklından bile gezmezdi.

    Stalin, Büyükelçi Karahan'ı geri çağırdı. Elçi, vaziyeti idare edemediğinden ceza görecekti. Atatürk'ün hakaretlerini dinlemeyip Türkiye Cumhurreisini sefaretten kovması gerekirmiş.

    Atatürk, Karahan'ın vedasını arkadaşlarına şöyle anlatırdı:

    - Kendisini veda için kabul ettiğimde ölü gibi idi. 'Gitmeyeceğim' sözünü söylemesini dört gözle bekliyordum. Kendisine bunu ben telkin edemezdim. Fakat kalsa idi, Türkiye'de ona melce (sığınak) verirdim.

    Karahan başına gelecekleri biliyordu. Giderken 'Aurevoir' (görüşmek üzere) değil, 'Adieu' (elveda) dedi."

    Mustafa Kemâl Atatürk öldüğünde, Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı'dan kalan borçların büyük ölçüde ödemişti; kimseden artık tek kuruş almıyordu; Türk lirası dolara hemen hemen eşitti. 15 yılda yurdunu demir ağlarla örmüş, belli başlı üretim alanlarını diriltmiş, bağımsız bir işleyim kurmuştu; yaptığı uçakları sömürgeci Avrupa ülkelerine bile satıyordu; ve gerek Balkanlar'da, gerek Ortadoğu'da yalansız, sağlam dostluklar, dayanışmalar yaratmıştı.

    Ama 1919'da ona Amerikan korumasını kabul ettiremeyenler, hemen koşup dünyamızın baş belalarından İngilizlerle, Fransızlarla anlaşmalar imzaladılar; sonra gidip asıl buyurgana, ABD'e teslim oldular.

    Çekmekte olduğumuz, çekeceğimiz acılar hep bu yüzden.

    Bakalım halkın okumuş sivil-asker çocukları bunun ayrımına ne zaman varacak?

    *

    Şimdi de size, ortalığı kasıp kavuran domuz gribi konusunda Küba'nın aldığı önlemleri duyurayım:

    Küba, pandemik AH1N1 konusunda benzersiz önlemler alıyor. Sağlık personeli ve diğer sektörlerden görevliler ülkedeki tüm gebe ve loğusa kadınları günlük olarak ziyaret etmeye başladılar. Günlük ziyaretlerin amacı, gebe ve loğusa kadınlarda solunum sistemiyle ilgili bir hastalık belirtisi görülüp görülmediğini saptamak. .

    Küba'nın domuz gribi salgını ile mücadele programı kapsamında gündeme gelen bu uygulama, hamile ve loğusa kadınların tehlike altında olmaları ve hastalığın bu kesimde beklenmeyen önemli gelişmelere yol açabilmesi nedeniyle başlatılmış durumda.

    Küba Sağlık Bakanlığı birinci basamak sağlık hizmetleri ulusal sorumlusu Dr. Doris Sierra Pérez'in Granma Diario'ya verdiği bilgiye göre, söz konusu uygulama, virüsün birkaç saat içinde akciğerlerde önemli örselenmelere yol açması , bu durumda hastaların hemen yoğun bakım birimlerinde tedavi altına alınması gereği gözetilerek geçen Eylül ayında başlatılmış.

    Eylül ayından başlayarak, yerel sağlık görevlileri, sağlık durumlarının iyi olduğunu teyit etmek üzere hamile ve loğusa kadınları günlük olarak evlerinde ziyaret ediyorlar. Grip belirtilerinin görülmesi durumunda hastane yönetimleri durumdan haberdar ediliyor ve hemen tedaviye başlanıyor.

    Granma Diario'ya verilen tahminlere göre ülkedeki 65,456 hamile ve 16,507 loğusa kadından yüzde 96'sı günlük olarak ziyaret ediliyor ve bunlardan 12,065 tanesi ise hastanelere yönlendirilmiş.

    Programa sağlık çalışanlarının yanısıra tıp öğrencileri de katılıyor. Ayrıca, kitle örgütleri ve toplumun diğer kesimleri de çalışmaları destekliyor.

    Toplum sağlığını başlıca insan haklarından biri olarak değerlendiren devrimci bir hükümetin varlığı, sınırlı kaynakları olan bir ülkede sağlık alanında büyük başarıların sağlanmasını mümkün kılıyor. İlk parti aşı henüz ülkeye ulaşmamış olmasına rağmen, Küba şu ana kadar pandemik AH1N1 nedeniyle ölenlerin sayısını 32'de tutmayı başarmış durumda.

    Bunu başaran toplumun durumunu da kısaca özetleyelim yeniden: 50 yıldır amansız, acımasız ABD kuşatması altında yaşıyor; en temel ürünlerini satması yasak; 1991'de Sovyetlerin çökmesiyle, gelirinin %85'ini bir gecede yitirmiş; nüfusu yalnızca 11 milyoncuk; 6,5 milyarlık gizli ya da açık anamalcı okyanusun ortasında ufacık bir nokta.

    Ama erkeğin kadını ve çocuğu ezmesi kesinlikle önlenmiş; kadınlar aydınlığa çıkarılmış; dolayısıyla binlerce yıllık ataerkil zorbalık sona ermiş. Toplum çocuklarına, onları doğuran analara baş köşeyi vermiş; en uzak dağ köyünde tek bir öğrenci varsa, onun başına bir öğretmen göndermiş; evinin çatısına güneş biriktireçleri yerleştirilmiş okulda, bilgisiyar başında, gönderilmiş cd'lerle, Havana'daki kardeşleriyle eşzamanlı olarak tıpatıp aynı eğitimi alıyor. Eğitimin hiçbir anına doğaötesi masallar giremiyor.

    Tıp alanında dünyanın en ileri ülkeleriyle yarış içinde; ürettiği 38 aşının patentini küresel tekellerden kurtarmayı başarmış; üstelik,. İsterseniz, gelip ülkenizde bu aşının nasıl üretildiğini gösteriyor, üretimliğin açılmasına yardım ediyor.

    Tarımda, besin sağlamada hiçbir yapay yola başvurulmuyor; çevre tertemiz, hava, su pırıl pırıl. Çünkü bunları size gittikçe artan ederlerle satan yok. Son bir ayrıntı: milletvekilleri seçildikten sonra eski aylıklarını alıyor; emeklilik hakları yok; ek ödenek yok; Fidel, 50 dolar cep harçlığı alıyor, bir hekim de 30 dolar.

    Kimse de çıkıp ödenek yok, altyapıya yatırım yapamıyoruz diye halkını kandırmıyor.

    Dünya televizyonları, boyalı basını bunalım atladı, atlamak üzere; yakında her şey eskisinden daha iyi olacak demeyi sürdürdüğü için, kimse bu sözlerimize kulak asmıyor; oysa ANAMALCILIK BALONU PATLADI, BÜTÜN İNSANLARIN KÜBA'DAKİ GÖNÜLLÜ DAYANIŞMAYA, YARDIMLAŞMAYA GEÇMESİ GEREKİYOR!

    Bertan Onaran
    bertanonaran@hotmail.com


    Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


    10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
    4 Kahveci oy vermiş.

     


    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Dost Meclisi


    YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
    Yorumlarınız için bekleriz.

    Fotograf : Gülendam Oğuz


    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
    dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

    <#><#><#><#><#><#><#>

    Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
    Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
    Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
    Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
    Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


     


     Tadımlık Şiirler


    Gittin ya Yedi Tepeli şehrimden

    Gittin ya Yedi Tepeli şehrimden
    Ben kayboldum Beyoğlu sokaklarında
    Dilencilerle konuştum,çalgıcılara eşlik ettim
    Ne aradığımı bilmeden, dolaştım durdum
    ARJİN'e gittim
    Bir anda herkes sen oldu
    Kaçtım oradan ,çıkmaz sokaklara girdim
    Tinerci çocuklarla ağladım
    Ateş yakıp oturduk etrafına
    Hayat hikayelerimizi anlattık birbirimize
    Onların gözlerinde acıyı,isyanı,çaresizliği gördüm
    Hikayelerini anlatırken içlerine akıttığı gözyaşlarında..
    Onlarda görmüş müdür bendeki seni
    Onları tanıdıkça kendimden utandım
    Hayata karşı bu kadar zayıf oluşumdan
    Sarıldım tinerci çocuklara, ben ağladım
    Onlar poşetlerine sarıldı
    Ben ağladıkça onlar hayata tutundu
    Sen gittin ya bu şehirden
    Sen gittiğinden beri ben tinerci çocuğum
    Elimde poşetim içinde senin kokun
    Ateşin etrafına oturmuşum seni çekiyorum içime

    Dilber Korur

    Yazdırmak için tıklayınız.

     


     Biraz Gülümseyin



    KMTV Sunar...

     


     Kıraathane Panosu



    Polygon Web Studio


    Yazarlarımızın Kitapları


    Merih Günay
    "Martıların Düğünü"

    Nesrin Özyaycı
    "Işık -II-"


    Temirağa Demir
    "Her kardan Adam Olmaz"


    Şadıman Şenbalkan
    "Şehit Analarımızın Çığlıkları"

    Hatice Bediroğlu
    "Düş Kuruyor Gece"

    Cüneyt GÖKSU
    Serpil YILDIZ

    "KÜBA - SARI SICAK BİR PENCERE"

    Merih Günay
    "HİÇ"

    Feride Özmat
    "Yanlış Zaman Hikayeleri "

    C.Eray Eldemir
    "Uzak İklimler"

    Temirağa Demir
    "Edepli Fahişeler"

    Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu
    Feride Özmat
    "Ellerin Söylüyor Sonsuzluğu"

    Nesrin Özyaycı
    "ÖLMESEYDİ"

      Yitik Ada Günceleri
    Feride Özmat
    "Yitik Ada Günceleri"
     


    İstanbul için Son Hava Durumu
    ISTANBUL ISTANBUL
    Ankara için Son Hava Durumu
    ANKARA ANKARA
    İzmir için Son Hava Durumu
    IZMIR IZMIR
    Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


     


     Damak tadınıza uygun kahveler






    http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
    Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

    GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE
    Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

    VLC media player for Windows / V.1.0.3 / 17 MB
    http://www.videolan.org/
    İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.

    7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB
    http://www.7-zip.org/
    Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.

     


    KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

    ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
    KM-abone+unsubscribe@googlegroups.com
    (Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

    ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
    Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
    E-posta:


    Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


    Uygulama : Cem Özbatur
    2002-09©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

     






    Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

    Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



    SON BASKI (HTML)

    KAHVE YANINDA DERGi

    Hoşgeldiniz
    Arşivimiz
    Yazarlarımız
    Manilerimiz
    E-Kart Servisi
    Sizden Yorumlar
    KÜTÜPHANE
    SANAT GALERiSi
    Medya
    İletişim
    Reklam
    Gizlilik İlkeleri
    Kim Bu Editör?
    SON BASKI (HTML)
    YILDIZ FALI
    DÜNÜN
    ŞARKILARI





    ÖZEL DOSYALAR

    ATA'MA MEKTUBUM VAR
    Milenyumun Mandalı
    Café d'Istanbul
    KIRKYAMA
    KIRK1YAMA
    KIRK2YAMA
    KIRK3YAMA
    ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
    11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
    Teröre Lanet!
    Kek Tarifleri
    Gezi Yazıları
    Google
    Web KM




    Rebecca
    Demis Roussos









    Fincan almak ister misiniz?
    http://kmarsiv.com/sayilar/20091225.asp
    ISSN: 1303-8923
    25 Aralık 2009 - ©2002/09-kmarsiv.com