|
|
|
Editör'den : Tuş olmak üzereyiz!.. |
İyi haftalar
Yılın son haftasına tatlı dille başlamak isterdim ama ne mümkün? Geçen hafta yaşanılan, hafta sonuna da taşan olaylar gösterdi ki, artık ipin ucu gerçekten kaçtı. Kaçıran da bizatihi iktidarın ta kendisi. Lafı ağızda döndürmenin kimseye bir faydası yok. BÖLÜNÜYORUZ! Sanmayın etnik bölünmeden bahsediyorum. Onu yapmaya kimsenin gücü yetmez. Benim kastim farklı. Ben, sadece kurumların bölünmüşlüğünden, hatta kurumların kendi içinde parçalanmışlığından söz ediyorum. İletişim eksikliği, olan iletişimin farklı yansıtılması, olandan ziyade olmayanla kurulan ilşkiler, en güvenilir olması gereken kurumları birer sirke dönüştürdü. Palyaçoların su savaşı yaptığı, akrobatların bu direkten o direğe atladığı, jonglörlerin 35 topu aynı anda atıp tuttuğu bir koca sirk olduk artık. Yargı parça parça. Öylesine baskıcı bir yönetimle yürütülüyor ki işler, haklı ile haksızı ayırt edecek güç kalmıyor insanda. Sivil darbeyi yedi yıldır ülkeye şırınga eden yönetim, insanları askeri darbe korkusuyla yatırıp, Ergenekonla kaldırıyor. Elinin uzanamadığı yerleri dinletmek için kurduğu birimi denetleyecek kurulu bile kendisi seçecek kadar işi ileri götürmüş bir faşist yönetim iş başında. Ağızlardan düşmeyen "ezber bozmak" tabiri anlamını yitirmiş, "yeniden ezberlemek" haline dönmüş durumda. Buna karşı gelenlerin "statükocu" diye damgalanması ise ayrı bir vâkâ. Statükonun ne olduğunu söyleyebilseler içimiz yanmayacak.
Ellibir yaşındayım, yetmişli seksenli yılların en zor dönemlerininde üniversitedeydim. Can güvenliğimizin olmadığı, akşam eve dönüp "bugünü de kazasız atlattık" diye sevindiğimiz günleri hiç unutmadım. Darbe sonrası tedirginlik ise cabası. Darbeyi dört gözle bekleyenlerin yanıldıklarını anlamaları da epeyce sürdü. Ama geriye baktığımda, hiç te bugünkü kadar içinden çıkılmaz, telafisi güç durumlarda kaldığımızı hatırlamıyorum. İktidarın zekâtı ile belini doğrultanlar bir kenara koyulduğunda, halkın, en temel konularda, geriye doğru seyri çok kaygı verici. O zor dönemlerde bile bizi ayakta tutan umudu yitirmeye başladık, o'dur korkum. Can güvenliğimin olmadığı dönemlerde, imkanım olmasına rağmen, yurtdışını kendim için düşünmeyen ben, şimdi çocuklarımı bir an evvel bu kargaşadan çıkarma telaşındayım. Eğer "ot"sanız, eğer "koyun"sanız, eğer cahilseniz yaşayıp gidersiniz, mutlu bile olursunuz. Ama biraz akıl yürütebilecek durumdaysanız haliniz harap demektir. Hakkınızı alacağınızı düşünmüyorsanız, Cumhuriyetin tartışılmasından rahatsız, tek adam rejiminde kulluk mertebesini içinize sindiremiyor reddediyorsanız, Türkiye'de yaşam sizin için kolay olmayacak demektir.
2009 yılı bitiyor. Yıl boyu yaşadıklarımızı şöyle bir gözden geçirin. Asıl gündemle, yapay olanı bir karşılaştırın. İktidar olanların, çokluk ile b.kluğu birbirine karıştıranların Türkiye'sinde ne kadar mutlusunuz bir sorun kendinize. İki sokak ötede bulunan şüphelilerin suikast(!?) şüphesi ile soruşturulmasının bile "ARINÇ SUİKASTİ" başlığına dönüşen haberleri midenizi bulandırmaya yetmiyorsa, bilin ki sizin için iş işten geçmiştir. Kırk fırın ekmek te yeseniz iflah olmazsınız.
Peki bu kadar laf ediyoruz da, biz ne istiyoruz söylüyor muyuz? Söylüyoruz tabi. En çabuk şekilde bu iktidardan kurtulmayı diliyoruz. Sanmayın darbe falan istiyoruz. Allah göstermesin. Bizim isteğimiz, bu adamların geldikleri gibi gitmeleri. Yani sandıkla. "Bu zor be dayı." demeyin, çok kolay. Son padişahın tahtan inmesi ya da cihan padişahlığına terfi etmesi bu saltanatın sonu olacaktır, böyle biline. Tahttan inmek pek zor ihtimal olduğundan, cevabı ikinci alternatifte aramakta yarar var. Padişah beyimizi Cumhurbaşkanı yapmanın bir yolunu bulup "Cihan padişahı" yaptık mı sorun çözülür. Benden söylemesi. Eğer kanun değişmez, Cumhurbaşkanını biz seçersek oyum padişahımındır. Ben seçerim, o kimin Cumhurbaşkanı olur, orasına hiç karışmam. Çankaya kurtuluştur, yoksa bu maçın sonu "tuş"tur. Haydi kalın sağlıcakla.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Kahveci : Alkım Saygın Lenin'in "Pratik Çözüm"ünün İflâsı Üzerine |
|
Marx ve Engels'in gerek felsefede, gerekse de ekonomi-politikte kullandıkları yöntem dialektikti; ama, yirminci yüzyılın başlarında ortaya çıkan ve daha sonra da öncülüğünü III. Enternasyonal'in üstlendiği "Marksist hareketler"de dialektiğin d'sinden eser yoktu. Bu hareketler, "sorunu yaratanlarla sorunun çözümlenmesi ilkesi"ne dayalı başka bir yöntem geliştirmişlerdi ki, sonraki kuşak Ortodoks Marksistlerin temel sayıltısı da bu olmuştu. "Sorunu yaratanlarla sorunun çözümlenmesi"ne çalışanlar, bizzat sorunun bir parçası haline gelmişler, "karşıtını kendi içinden çıkartma" potansiyellerini kaybetmişlerdi.
Bu meselenin çıkış noktasında ise elbette, "kapitalist olmayan toplumlara Marksizm'i yayma çabası" vardı ve bu çaba da en kapsamlı biçimde ilk kez Lenin tarafından formüle edilmişti: "Ulusların kaderlerini tâyin hakkı". Nitekim Marx, İrlandalıların ve Hintlilerin İngiliz emperyalizmine karşı ayaklanmalarının yanlış olduğuna inanıyor, bu ülkelerde emperyalizmin geleneksel yapıyı kökten yıkarak üretici güçlerin gelişmesine katkı sağlayacağını düşünüyordu. Yâni emperyalizmin, "târihsel gelişim"e katkı sağladığına inanıyordu.
Fakat, Lenin'e göre sömürge ve yarı sömürgelerde komünizmin gerçekleşebilmesi için, bu ülkelerde işçi sınıfının gelişmesi beklenemezdi. Mevcut durumda bu ülkeler, emperyalizmin elinde tutsaktı ve öncelikle millî kurtuluş savaşlarının başarıyla kazanılması ve millî devletlerin kurulması gerekliydi. Dahası, Lenin bu konuda, bu ülkelerdeki "millî burjuva"yla(!) birlikte hareket edilmesi gerektiğini düşünüyor ve şöyle söylüyordu:
"Bize şöyle deniyor: "Ulusların ayrılma hakkını desteklemekle, ezilen ulusların burjuva milliyetçiliğine de destek olmaktasınız." Rosa Luxemburg'un dediği budur ve likidatörlerin gazetesinde bu sorunda likidatörce görüşlerin biricik temsilcisi olmayan oportünist Semkovski ona yankı olmaktadır!
Bizim buna yanıtımız şudur: "Hayır, bu sorunda "pratik" bir çözüm, burjuvazi için önemlidir. İşçiler için önemli olan, iki akımın ilkelerini ayırt etmektir. Eğer ezilen ulusun burjuvazisi, ezen burjuvaziye karşı savaşırsa, biz, her zaman ve her durumda, herkesten daha kararlı olarak bu savaştan yanayız. Çünkü biz, zulmün en amansız ve en tutarlı düşmanlarıyız. Ama ezilen ulusun burjuvazisi, kendi öz burjuva milliyetçiliğinin çıkarlarını savunuyorsa, biz ona karşıyız. Ezen ulusun ayrıcalıklarına ve zulmüne karşı savaşırız, ama ezilen ulusun kendisi için ayrıcalıklar sağlama yolunda çabalarına destek olmayız."" (Lenin, Ulusların Kaderlerini Tâyin Hakkı, Sol Yayınları, 10. Basım, Ankara 2007, syf: 69)
İşte Lenin, tam da eleştirdiği şeyi yapmakta; "işçi sınıfının lehine" olacağını -ki Lenin için bunun anlamı, "burjuvanın aleyhine" olmaktı- düşündüğü bir "pratik çözüm"ü temellendirmeye çalışmaktaydı. Ne var ki, dialektik bu değildir. Dialektik, radikal bir değişim stratejisidir, bu tür bir "pratik" alternatifler geliştirme stratejisi değildir. Dahası, Lenin şunu varsaymıştır: "Sömürge ve yarı sömürgelerde millî burjuva o kadar "ahmaktır" ki, diğer sınıfların kendisini niçin desteklediğini anlayamaz(!), millî kurtuluş savaşlarında kendisine verdikleri desteği savaş sonrasında geri çekip sınıfsız bir toplum kurma çabası içine gireceklerini öngöremez(!)."
Lenin'in buradaki "taktik-stratejik hatâ"sı şu ki, "ezilen uluslar"da burjuvanın çıkarları, hiçbir zaman ve hiçbir durumda diğer sınıfların çıkarlarıyla örtüşmez. Üstelik, sınıflaşmanın ortaya çıkmadığı toplumlarda bu tür sınıfsal bir "analiz" ise abesttir! Ve bunun içindir ki, bu ülkelerde burjuva, millî kurtuluş savaşları sırasında dâimâ emperyalistleri desteklemiştir. Lenin ise bu "pratik çözüm"üyle dialektiği elinin tersiyle itmiş ve metafizik bir görüş geliştirmiştir.
İmdi eğer kapitalizm, gerçekten de bir "emek hırsızlığı" ise -ki Marksizm'de "emek-sermâye çelişkisi" böyle anlaşılır- sömürge ve yarı sömürgelerde burjuva, çıkarları açısından, ülkede A kişinin mi, yoksa B kişisinin mi iktidârda olduğuyla ilgilenmez; burjuva için önemli olan, bu "emek hırsızlığı"nın devâm etmesidir ve çıkarları gereği, diğer sınıflarla birlikte hareket etmek yerine, emperyalistlerle hareket eder. Hem bu durum, "sermâyenin organik bileşimi"nin de doğal bir sonucudur.
Ve fakat, Lenin'in burada çok daha büyük bir "taktik-stratejik hatâ"sı var. Nitekim, sömürge ve yarı sömürgelerde zâten "millî burjuva" diye birşey yoktur. Bu ülkelerde burjuva kompradordur. Ve bunun içindir ki, Kemalist Devrim'in millî burjuva tezi gerçekten de dikkatlice incelenmelidir. Çünkü Kemalizm, tam anlamıyla bir millî burjuva yaratma tezidir. Bu o kadar öyledir ki, "sermâyenin organik bileşimi"ni anti-emperyalist ve tam bağımsızlıkçılık ilkeleri çerçevesinde sürekli kontrol altında tutmak ister.
Başka deyişle Mustafa Kemal Paşa, aslında Lenin'den çok daha radikaldir; "sorunu yaratanlarla sorunun çözümlenmesi"ni önermez. Zîrâ, önce Berlin Konferansı'nda, sonra da Pâris'teki 1902 Jön Türk Kongresi'nde azınlıkların ve komprador burjuvanın neler yaptığına bakarak, ileride ne gibi işlere kalkışabileceklerini çok önceden anlamış, bunun önüne geçmek için güçlü bir millî devlet ve millî burjuva kurmak istemiştir. Kezâ bu iki ilke, Mustafa Kemal Paşa'nın anti-emperyalist ve tam bağımsızlıkçılık anlayışının da özünü oluşturur.
Peki Lenin ne yapmıştır? Başta Kautsky ve Luxemburg olmak üzere, dönemin önde gelen sîmâlarıyla bir yığın demagoji yapmış ve düşünsel yetilerini bu demagojilerde köreltmiştir. Bu o kadar öyledir ki, şöylesine metafizik bir görüş bile öne sürebilmiştir: "Doğu Avrupa'da ve Asya'da burjuva demokratik devrimler dönemi, ancak 1905'te başladı. Rusya'da, İran'da, Türkiye'de ve Çin'deki devrimler, Balkan savaşları… İşte, "Doğu"muzdaki, bizim dönemimizin dünyâ ölçüsündeki olaylar zinciri böyledir." (Age. syf: 63)
Lenin diyor ki, Türkiye'de Mustafa Kemal Paşa ve millî kurtuluş savaşı hareketi, "kendilerinin" organize ettiği, "kendilerinin" yönettiği "dünyâ ölçüsündeki olaylar zinciri"nin halkasıdır. Hâlbuki, bizim millî kurtuluş savaşımız -Moskova'dan destek görmekle birlikte- hiç de Lenin'in anladığı türden bir "millî burjuva desteği"ne dayanmadığı gibi, bizzat bu savaşın ardından millî burjuva yaratma yoluna gidilmiştir. Ama ne yazık ki Lenin, bunların farkına varamadan hayâta gözlerini yummuştur.
Diğer taraftan, Lenin'in Luxemburg'la olan "kuyruk acısı"nı da unutmamak gerekir. Nitekim Luxemburg, Ekim Devrimi ardından Sovyetler'de kurulan yapının sosyalizmle hiç alâkasının olmadığını, bunun devlet kapitalizmi olduğunu, siyasî elit oligarşisinin tüm demokratik mekanizmalar üzerinde baskı ve tahakküm kurduğunu, bunun ise en kötü burjuva demokratik toplumundan bile daha kötü bir yapıyı ortaya çıkarttığını çok önceden fark etmiş ve "Sovyet sosyalizmi"ni "sosyalizm ucubesi" olarak tanımlamıştır.
İşte, Lenin'in bütün "kuyruk acısı" da buradan gelir. Bu o kadar öyledir ki, Sovyetler'in gerçek bir "halk demokrasisi"(!) olduğunu göstermek için(!) ona buna sataşmış, Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin kendisine sunduğu imkânlardan yararlanarak elindeki güçlü propaganda silâhlarını sonuna kadar kullanmış, öteye beriye broşürler yollayıp durmuştur.
Gerçi, bu yaptıkları yalnızca kendisiyle sınırlı değil; tüm "manifesto solcuları" da Lenin'in bu takıntısından muzdariptir. Oysa, Komünist Manifesto'ya "kutsal kitap" muamelesi yapacakları yerde oturup da dialektiği; bunun temelindeki felsefî çözümlemeleri, değerlendirmeleri çalışsalar, hiç değilse daha sağlam argümanlar geliştirebilirlerdi!
Bu bakımdan, Sovyetler Birliği'nde tâ 1960'lara kadar El Yazmaları'nın ve Alman İdeolojisi'nin bırakın basımını, adının konuşulmasının bile yasak olması; üstelik, Moskova'daki Marx Enstitüsü'nde bunların kayıtlarının bile olmayışı acabâ tesadüf müdür? Yoksa, Marx'ın felsefî değerlendirmelerle dolu ve dialektiği ustalıklı bir biçimde kullandığı bu iki temel kitabının yasaklanması da Lenin'in "pratik çözüm"ünün bir uzantısı mıydı?
Ama hiç değilse, Marx'ın şu sözlerini olsun, dikkatlice düşünmeleri gerekirdi: "Biz, dünyânın alacağı biçimi kendi dogmalarımıza göre tasarlamıyoruz. Bunun yerine, yeni dünyâyı, eskisinin eleştirisinden elde ediyoruz. Bizi, eleştirimizi, siyâsetin eleştirisiyle tamamlamaktan, siyâsette tavır almaktan; yâni, gerçek mücâdelelere girmekten alıkoyan hiçbir şey yoktur. Ama bu, dünyânın karşısına yeni doktrinel ilkelerle çıkarak; "İşte hakîkat!", "Bunu kabûl edin!" diyeceğimiz anlamına gelmez. Dünyânın var olan ilkelerinin içinden yeni ilkeler geliştireceğimiz anlamına gelir." (Marx'ın, Eylül 1843'te Arnold Ruge'ye yazdığı bir mektup.)
"Dünyânın var olan ilkelerinin içinden yeni ilkeler geliştirmek"; işte, dialektiğin en özgün tanımlarından biri! Şu hâlde Lenin'in, III. Enternasyonal'in dialektikle ne ilgisi var? Zîrâ III. Enternasyonal, "dünyânın alacağı biçimi kendi dogmalarına göre tasarlamıştır"; kapitalizmi gerçekleştirememiş toplumlarda komünizmin gerçekleşebileceği sayıltısını; "İşte hakîkat!", "Bunu kabûl edin!" diye ortaya koymuştur. Bu yapının Marx'la ne ilgisi olabilir?
Daha da trajikomik olanı ise bugün bile birtakım sol hareketlerin, içlerinde barındırdıkları dogmatik unsurlardan kurtulup yeni iktidâr dialektikleri geliştirmeyi başaramamalarıdır. Kezâ, Lenin'in bu "pratik çözüm"leri, siyasî elit oligarşisinin ve komprador burjuvanın güçlenmesine neden olmakta ve bu ülkelerde "millî irâde" iktidâra gelememektedir. 80 öncesi radikal sol birtakım grupların; şu "Leninist öncü parti"lerin bizzat derin devlet tarafından kullanılması, bu örgütler mârifetiyle darbeye giden yolun taşlarının adım adım döşenmesi, tam da bu "pratik çözüm"lerin bir ürünü değil midir?
Bugün de AKP'nin şu "demokrasi mücâdelesi"ni(!) ve mâlûm (s)açılımlarını alkışlayanlara ya da "Kürt Sorunu"nun(!) çözümünde PKK'nın (veya DTP'nin) "muhatap alınması"(!) gerektiğini savunanlara şaşarım! Ne zaman anlayacağız ki, "sorunu yaratanlarla sorunun çözümlenmesi olanaksızdır"!
Alkım Saygın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu Yaşasın Özgür Yazılım! |
|
Linux işletim sistemi Dünya'da özgür yazılımın simgesi olduğundan beri, bu yazılımın çevresini donatacak ek "açık" yazılımların gelişmesine ve yaygınlaşmasına da ciddi önayak oldu. Bu konu çoktan bir avuç yazılımcının cevval çalışmasını aşmış, Dünya'ya mâl olmuş ve bir çok yerde uygulamaya geçmiştir. Birçok ülke özellikle kamu kurumlarında Microsoft'a ödenen lisans paralarından kurtulmak için Linux ve OpenOffice çözümlerini kullanmaya başladı. Ülkemizde Pardus olarak adlandırılan ulusal işletim sistemimiz de vardır ve kullanılmaktadır. Her yeni bilgisayar alan bilir, içinde MS Windows işletim sistemi de beraberinde yüklü olarak gelir. Bunun lisans parası da aslında bilgisayara ödediğiniz paranın içindedir. Ama her bilgisayarcının da bildiği üzere, hiç bir bilgisayar işletim sistemi olmadan iş görmez ama MS Windows'da tek ve yegâne işletim sistemi değildir!
Bu gerçekten yola çıkarak Pardus Kullanıcı Derneği Başkanı ve aynı zamanda Linux Kullanıcıları Derneği üyesi Av. Nihad Karslı'nın Kasım 2008?de satın aldığı bilgisayar ile birlikte MS Windows'u istememesi nedeniyle açtığı dava 14 Aralık 2009 saat 10.25?te sonuçlandı. Ankara 1.Tüketici Mahkemesi'nin verdiği karara göre MS Windows'un ederi olan 140 TL faizi ile birlikte kullanıcıya iade edilecek.
Karslı, davayı "işletim sisteminin bilgisayarın ayrılmaz bir parçası olmadığı ve tüketicinin tercih etme hakkı olduğu" üzerinden yürütmüş ve "dayatılarak satılan işletim sisteminin ederinin iadesi"ni istemişti. Özellikle linux gibi özgür yazılıma dayanan işletim sistemlerini kullananlar için, bilgisayarlara yüklü olarak gelen Windows için boş yere para ödeniyor ve mağduriyetlere yol açıyordu. Kararın uygulanması durumunda bilgisayar fiyatlarında 100-200 TL arası düşüşler görülebilecek.
Microsoft, Windows işletim sistemleri için hazırladığı Son Kullanıcı Lisans Sözleşmesi'nde, "kullanıcıların sistemi kullanarak sözleşme şartlarını kabul etmiş sayılacağını, eğer şartları kabul etmiyorlarsa sistemi kullanmayarak üreticiden ürün parasını geri isteyebileceği"ne yer veriyor. Pratik kullanımda ise donanım satıcıları böyle bir şey talep eden tüketicilerden, donanım ve işletim sistemi beraber tüm ürünü geri iade etmelerini isteyerek bu şartı geçersiz hale getirebiliyorlardı. Microsoft'un daha önce çeşitli davalara sözkonusu olan, kendi işletim sistemini yüklemeyen donanım üreticilerine, sistem lisans maliyetini arttırma yönünde yaptığı baskılar da lisans sözleşmesinde bahsedilen hakkın fiilen kullanılmasını engelliyordu.
Linux Kullanıcıları Derneği, davanın kazanılması üzerine yaptığı basın açıklamasında kullanıcıları, "satıcı firmanın zorluk çıkarması durumunda, mahkemenin verdiği örnek karar ile tüketici heyetine başvurarak, masrafsız bir şekilde istemediği işletim sistemini iade ederek ederini geri alabileceği" konusunda bilgilendirdi. Dernek basın açıklamasında davanın sonucuyla beraber beklentilerini " özgürlüğünü kullanan bilinçli bilgisayar kullanıcılarının oluşması, ülkemizde uluslararası firmaların kendi ülke hukuklarına göre hazırladığı son kullanıcı sözleşmelerinin değil, Türkiye Cumhuriyeti yasalarının geçerli olduğunun bilinmesi" olarak belirtti.
Özetle, "Tüketiciler Bilgisayar Alırken İstediği İşletim Sistemini Almakta Özgürdür." ve"MS Windows için Para Ödemek Zorunda Değildir!"
Cüneyt Göksu Cuneyt.Goksu@Gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Sütlü Kahveci : Deniz Marmasan Öpüşünde. |
|
"..Güneş var..." dediğinde, tenimde buzlu yalnızlığın ürpertisi kol geziyordu...
Varlığımı titreten kadifeliğin, adım başı papatya mevsimi... Dün düşündüm, yeşiller arasında uzanan bileğinde metal, parmağındakine akar, parmak uçların seher rengi... Doğumsuz günlerin çizgili zanlarından sıyrılagelen tebessümün, bileğinin dansından dökülen çizgilerle şehvet mimarîsi..
Gözbebeklerini dolduran yaş, deniz kokulu...
Defterini tutmadığın buğularında camların, kelebek öpüşü.. Yıldızların sıralandığı pencerenden akan yağmur, pamuk mevsimiyle dirilir. Döner gece... Gündüze varamadan canının cananına süzülür.. Gecedir. Üçtür.
Başlarsın yeniden dumanında boy vermeye sevdanın, dudağının kenarından tütün kokusu havalanır...
Tenini sarmalamayan beyaza karışır yanık şeker dokunuşu.. Kalbinin ağırlığında kağıttan gemiler yüzdürür yel değirmeni bekleyişler...
Fikrinden tomurcuk veren hayat, gözlerinden taşar mevsim mevsim...
İncecik ipliğe sarılı nefesin duvarlarımı yıkar...
Dokunamam saatsiz yelkovanlara, bakışını gözlerim kıskanır...
Deniz Marmasan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
AZ
Şöyle bir söz vardır. "AZ yoktu heceden , bir de düştü bacadan" Bu sözü deyiveren sanki dert yok ta, bir de bu sorun-dert çıktı başımıza mı? demek istemiş. Yoğusam sap saman birbirine karıştırılarak -demokrasi garabetlerini ortaya koyarak, adını koymak çabalarını genişletilerek figürler mi yerleştirilmek istenmektedir?Hele zihinlere bir ayrımcılık-onlar ve biz fikrini sokmak için çaba harcayanlar AZıcık ağızlarını kapasalar iyi olmazmı ?yanikine birde bacadan düşürmeseler. AZ bilemiyecek gibiyim, o ka fikri ve vicdanı hür fikir eleştirmenleri ve inatla dediğim dedik söylemleri olanlar var ki benim naçizane bilgiçliğime yer yok. Ben, AZ hecesini işleyeyim. Beni siyaset denilen çarktan AZad ediniz. Farzı misal örneğin "Alıcı kuşun ömrü AZ olur" derler. Başkalarına saldırmak bizim işimiz değil.
AZ gittik uz gittik, dere tepe düz gittik. Şöyle geriye doğru bakıyorum da düz yolda çok şeyi kaybetmişiz. O zaman derede tepede düz gitmedik, aslında dere tepe düzdü. Bizim yanılgılarımız işte burada oluştu. Çektiğimiz AZaplar yanımıza kar kaldı.
Bilirsiniz AZ ateş çok odunu yakar. AZ sayıda kötü insan çok sayıda iyi insanı yoldan çıkarır, başını derde sokar. AZıcık aşım ağrısız başım deyip kenara çekilmekte olmuyor. AZ beğenmediğimiz bir konu olsa bile , gibi gibilerin AZınlıkta kaldıklarını da vehmetmek uygun değildir. Asgari müşterekte birleşme yerine AZami müşterekte birleşilse AZ (ağız) birliği olsa kıyametmi kopar?Hukukta genel prensip, çoğun içinde AZ da vardır. O zaman çoğun içindeki AZları dışlamayalım. Söz temsil, AZa sormuşlar"nereye?"Cevap vermiş"Çoğun yanına. "
Ne ise ne. Bir çuval açılım lafı yapmaktansa tek tek cümle kuraraktan , biraz da bade süzerekten iki sözü bir araya biz de getirdik. Sürç-ü lisan eyledikse af ola!Anlayana sivrisinek saz , anlamayana davul zurna AZ.
Yurdumun geniş görüşlü , temiz ve her türlü sorunu bir kılıf içine sokmakta mahir insanımızın Bankamatik hakkında yaptığı derin yoruma dikkat çekerim:
"Tamam işte o bankamatik var ya, ona gidir bir kart sohirsan. sonra birgaç numara yazirsan. Eğer daha önce para yatırmışsan maçina hemen istediğin parayı verir. Yoh daha önce para yatirmamişsan maçina sana deyir ki:-Ula gavat, sen ne parasi yatırdın ki şimdi benden isdirsen?İşte sevap da buna benzer. Eğer bu dünyada sevap yaparsan, öbür dünyada garşan gelir. Yapmazsan, heç bir şey bekleme. . . "
Siz yine TV. lerdeki ustaları dinlemeye devam edin. Sevaba girersiniz!…
Beltan Göksel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Mete Çağdaş SANDIKLA VURACAKLAR! |
|
Ne olmuş?
Evde krokiler falan bulunmuş
Arınç'a suikast yapacaklarmış!
2 tane üst düzey ordu mensubuymuş
Sadece güldüm
Hem de popomla güldüm!
Dünya'nın üçüncü
Avrupa'nın birinci güçlü ordusu olan,
Türk ordusunun 2 değerli mensubu
Bu kadar acemice bir işe kalkışmışlar yani öyle mi?
Ya gidin işinize be!
Arınç'ı bulmak için krokiye ne hacet
Mahallenin muhtarına sorsalar gösterir
Sonra Arınç'ı vursalar ne
vurmasalar ne?
Hatta Abdullah'ı ve de Erdoğan'ı
Niye vursunlar ki?
Vursalardı Osman'ı vururlardı!
"Ha...rin..."demedi mi bize?
Bu iş, başka iş arkadaşlar...
Bu iş,ordu ile polisin soğuk savaşı!
Fethullah'ın derin devleti
ile Cumhuriyet'in devleti arasındaki gizli savaş
Senin ordu'n,benim polis'im kavgasının
güç gösterimi...
Bu yeni değil sonra
Polis ilk havasını, Saadettin Tantan'ın
içişleri bakanlığı döneminde atmıştı!
Sokaklara dökülüp silahlar havada yürümüşlerdi
Unuttunuz mu?
Ne idi o?
Ben söyleyeyim...
"Senin ordu'n var ise
benim de polis'im var" mesajıydı.
Diyeceğim,senaryo bütün bunlar
Biz Arınç suikastı ile uğraşırken,
ne geçti arkamızdan?
Elektrik akımı geçti
Elektrik akımı!..
Zam geldi elektrik faturalarına
Hissettiniz mi?
Size ne kardeşim
Arınç muhabbetinden
Siz önünüze baksanıza
Esas yeni yılda yanacak ortalık!
Sigara dan beyaz eşya ya
herşeye zam geliyor...
Yok Arınç'a suikast
yok Osman " Ha...r" dedi
Kaptırdıklarına yürütüyorlar ülkeyi!
He!
birşey çıkar mı bu işten?
Bence binanem olmaz!
Seçime kadar gider bu terane
Kroki, ordu mordu istemez
Esas Suikastı da millet yapar
Sandık başında vururlar Arınç'ı!..
Mete Çağdaş mettecagdas@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
SÖYLE İSTANBUL
Ne umutlar taşır devasa gemilerin,
Bir limandan başka bir limana,
Oysa hayal kırıklıkları dolu tüm caddelerin,
Bilirsin gurbet senin diğer adın,
Biz kalırız bir yanda, sevdiklerimiz bir yanda,
Sende yaşamak neden zor söyle İstanbul?
Ne sevdalar yaşar senin insanların?
Leyla ile Mecnun'dan ötedir ayrılıkların,
Geceleri boğar hıçkırıkları sokakların,
Bilirsin hasret senin diğer adın,
Çünkü kavuşamaz sende sevdalıların,
Sende sevda neden zor söyle İstanbul?
Seni görüp de sana olan hasretlerin,
Peşinden gelip de sonra dönmeyenlerin,
Gönlünü fethettiğin koca Fatih'in,
Şimdi nerede sana aşık o yürekler?
Kendini kime saklıyorsun söyle İstanbul?
Otuz beşindeyim, tam yolun yarısında,
Seni tanıdığım gün, dün gibi aklımda,
Şimdi yüzümde çizgiler, aklar dolu saçlarımda,
Bir sen eskimedin İstanbul,
Sende yaşlanmak neden bu kadar zor söyle İstanbul?
Mehmet Şeylan
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.0.3 / 17 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|