|
|
|
Editör'den : Adam olabildik mi?!.. |
Merhabalar,
Adam olmak bir meziyet, devlet adamı olmak ise marifet. İyiliği rehber edinip "adam" sıfatı kazanmak mümkün ama devlet adamı olmak demek adam olmak demek değil. Marifetliysen, adam da olsan cudam da, devlet adamı olabilmen mümkün. Alın işte, İsrail'de adam olmadan cin olan bir dışişleri bakanı, iki ülkeyi birbirine düşürdü. Ciddiye aldığı "Kurtlar Vadisi" dizisinin intikamını bir Türk büyükelçisinden alarak saygısızlıkta tavan yaptı. Tek bir bölümünü bile seyretmediğim bu berbat dizinin yol açtığı saçmalıkları görüp sinirlenmemek elde mi? Savunmadan gıdaya her alanda işbirliği içinde olduğumuz bir memleket ile "Düşman kardeşler" filminde figüran olmak, gündemi sersem bir konuyla meşgul etmek akıllara ziyan. İsrail'li kafatasçı bakanın attığı taşı bir sürü aklıselim çıkarmaya çalışırken, bizim cenahta neler olup bitiyor bir bakalım hele.
Padişahımız gene kendisinden bekleneni yaptı, esti gürledi. Doz aşımına alışkın olduğumuz için artık rahatız. Kendisinden bekleneni layıkıyla yerine getirmekte üstüne yok. İyi de, bir dışişleri mensubuna gösterilen saygısızlığa cevap böyle mi verilmeli? Teammüllerin gereğini bizim Dışişleri zaten yapmış, bunun dışındakilerin, eğer amaç köprüleri hepten atmak değilse, ateşe benzin dökmekten öte bir anlamı olabilir mi? Gazze'ye yapılan saldırıları eleştirmek hatta lanetlemek başka, Türkiye İsrail ilişkilerini yok saymak bambaşka. İşte gerçek devlet adamlığı burada. Yıkıp dökmek, ağzından çıkanı duymadan konuşmak kolay, hatta bu durumda puan bile toplatır adama. Peki doğrusu bu mu? İşte adamlık ta burada başlıyor. Devlet adamlığının yanına gerçek adamlığı da ekleyebilenler kazanıyor, gerisi, İsrail'li bakan örneğinde, bizde ki muadillerinde olduğu gibi çuvallıyor. İşin en ilginç tarafı ise bu saygısızlığa sebep olan dizinin yapımcılarının takındığı tavır. “Dizi doğruları söylemeye ve yanlışları teşhir etmeye devam edecektir” buyurmuş hazretler. Mübarekler sanki belgesel çekiyorlar. Bu ne biçim bir dizidir ki, rol kesenlere bile diplomatik dokunulmazlık ve aymazlık bahşedebiliyor. Hayret ki hayret. İşin özeti, "Ben sana devlet adamı olamazsın demedim, adam olamazsın dedim be çocuk." diyen babanın beyin kıvrımlarında gizli galiba. Yarın ola harman ola, bakalım yarın hedefte kimler olacak? Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Café Azur : Suna Keleşoğlu GALETTE DES ROIS |
|
Başlık KRALLARIN TARTI ya da KRALLARIN PASTASI olarak dilimize çevrilebilse de, bir bütünlük içindeki bu kalıbı çevirmeden başlık olarak kullanmayı tercih ettim.
Kökeni yunancaya dayanan ve " görünüş " anlamına gelen Épiphanie, hristiyanlığın ayrı kilislerinde farklı şekillerde kutlanır. Hristiyanların, Hz.İsa'nın doğumunu kutlamaya gelen doğulu üç kralın gelişini kutlamak amacıyla yaptıkları bu bayram zamanında Noel'den bile önemliymiş. Fransa'da Yaklaşık 16. yüzyıldan beri " Galette des Rois " ile kutlanan bu gün, 1801 yılından itibaren 6 Ocak tarihine fikslenmiştir. Fransa'da bu gün tatil günü sayılmasa da, 6 Ocak'ı takip eden ya da bir önceki Pazar günü gelenekleri devam ettirmek için "galette des Rois" kutlamaları yapılır.
Eski zamanlarda galette davetli sayısının bir fazlası kadar dilimlere ayrılırmış. Bu ek dilim " Tanrının parçası " ya da "Bakirenin Dilimi" diye adlandırılırmış. Ve ilk görülen fakire verilirmiş.
Günümüzde hala devam eden gelenek de ise, ilk başlarda bir adet bakla saklı olan, şimdilerde onun yerine saklı porselen küçük figürlerin aldığı galette dilimlendikten sonra en küçük davetlinin yönlendirmesiyle dağıtılır ve bu figürü bulan günün kralı olur . Böylece galette ile birlikte satılan karton tacı başına geçirmeye hak kazanır.
Günü kral gibi geçirmek ve karton tacı takmak çocukların hala çok hoşuna giden eğlencelerden biri. Biz her sene topladığımız küçük figürlerin büyük bir kısmını kırsak, karton taçlarımız yırtılsa bile büyük kızımla bu dönemde her fırsatta "galette des rois" kutlamaları yapıyoruz. Bizim bu bölgede milföy hamurları arasına badem ezmesi harcı konularak yapılanı yaygın olsa da, tatlı hamurdan kabartılmış ve taç şekli verilmiş, üzeri de meyvelerle süslenmiş olanı da mevcut. Biz tercihen frangipane denilen bademli harçlı olanı yemeyi seviyoruz.
Tüm bunları anlatmamın nedeni ise gazetelerde gördüğüm haber. Aslında çok uzun zamandır Fransa'nın gündeminde olan sorun ve sorulardan biri de "sans-papier" diye adlandırılan ve resmi bir kalış ve çalışma belgesi olmayanlar. Yaklaşık üç aydır grevde olan bu çalışma izinleri olmadan çalışanları destekleyen CGT (1895'den beri var olan maaşla çalışanların sendikası)"Galette des Rois" kutlamalarına ünlü isimleri ve gazetecileri de davet ederek seslerini bir kez daha duyurmak istediler. Sesini duyurmaya çalışan Afrikalı bir hizmetçi "Patronlarımızın evlerinin giriş şifrelerine sahibiz, anahtarlarımız var, gerektiğinde kredi kartlarıyla alışverişlerini yapıyoruz ama kimliksiziz" diye başlamış sözlerine. Gerçekten de fakir ve güçsüz ülkelerden gelip burada çalışmaya ve yaşamaya gelen insanlara kulak verme zamanı artık. Her tür şartlarda çalışmayı göze alan bu insanların işverenlerinin de çoğunlukla çok zengin insanlar olduklarını da göz önünde bulundurursak tıpkı eski zamanlarda olduğu gibi "galette des rois" kutlamalarından fakirlerin de payını almasını düşünmeden edemiyorum.
"On travaille ici, on vit ici, on veut rester ici ! Régularisation !"
"Burada çalışıyor, yaşıyor ve kalmak istiyoruz. Yasallaşma"
Aylardır bu basit cümle ile seslerini haykırıyorlar. Ama bunların sorununun çözümü, devamında gelecek yeni göçler ve yabancıların ülkeye uyumu gibi bir biri ardına sıralanan engeller var. Gün geçtikçe büyüyen bu sorunun ve ekonomi içinde varlık gösteren belgesizlerin akıbetiyle beraber kimlik sorunu, burkanın yasaklanması, ekonomik kriz ve son olarak da grip aşılarının iadesi gibi birbiri ardına gelen tatsız meselelerle yıla başlayan siyaset ve onu takip eden medyayı da zorlu günler bekliyor.
Kısaca bu sene Kralların Pastası'nın tadı eksik. Ekonomik kriz bademinden, siyasi sorunlar tereyağından, grip aşısı fiyaskosu şekerinden çalsa da, kızım kafasına karton tacı geçirmeye ve bir dilimi de sizlere vermeye hazırız. Ben de bu vesile ile uzun zamandır zorlu günler geçiren memlekete uzaklardan farklı bir ses duyurmak istedim.
SunA.K. Grasse
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Hasan Tülüceoğlu |
ABD VE TUTMA
Bir dönem adeta pamuk ovası olarak ülkenin pamuk ihtiyacını karşılayan Çukurova, bilindiği üzere yurdun en verimli topraklarına sahiptir.
Tarım, teknoloji de kullanılsa her zaman insan iş gücünü gerektirmiştir. Teknolojinin olmadığı yada pek az kullanıldığı tarım üretiminde gereken insan gücünü düşünün. Çukurova'da çalılık alanların açılıp bataklıkların kurutulmasıyla genişleyen tarım alanları, teknolojik aletlerin pek kullanılmadığı o günlerde büyük bir insan emeğine olan ihtiyacı ortaya çıkarmıştı. Bu ihtiyaçtan dolayı tarımın pek yaygınlaşmadığı komşu bölgedeki insanlar iş gücü olarak Çukurova'ya gelmeye başladılar. Bu iş gücü genelde mevsimlik olmakla birlikte pek az sayıdaki insan içinde kalıcı olabiliyordu. Bölge dışından gelip kendi diyarında kazanma imkanı bulamadığı hayatını kazanmaya muhtaç bazı kişiler, 'ağa' diye isimlendirilen zengin ve varlıklı kişilerin yanında aileden biriymiş gibi karın tokluğuna çok cüzi bir ücret karşılığı çalışmışlardır. Gönüllü olarak yarı kölelik benzeri bir uygulamaya razı olan bu kişilere 'ağa'nın dışındaki yoksul Çukurova insanı 'tutma' adını vermiştir.
Herkesin aynı aileye mensup olduğu mahallemizde ailenin en varlıklısı ve 'Hacı Ağa' diye isimlendirilen akrabamın Adıyaman Besnili böyle bir tutması olduğunu çok küçük yaşlarda iken yakın aile çevremden işitirdim. Adıyaman Besni'ye tayinim çıktığında teyzem komşusu olan bu tutmayı hatırlamış onu bulup ziyaret etmemi istemişti. Bu kişinin Besnili değil Tut'lu olduğunu öğrenmiş; yeni ilçe olan bu yere ulaşım güçlüğünden gidememiştim. Genç yaşında geldiği Hacı Ağa'nın kapısında yıllarca sadık bir köle benzeri çalışmıştı. Yıllar sonra kendi memleketinde kendi hayatını kazanma imkanı oluşması üzerine 'Hacı Ağa'nın yanından ayrılmıştı. Teyzem, bu tutmaya giderken çok cüzi şeyler verdiklerini hatırlatmıştı.
İtiraz dilebilir ancak ABD-Türkiye ilişkilerini hep bu Çukurova'daki ağa-tutma ilişkisine benzetirim.
Kurtuluş mücadelesi yıllarında başlayan ABD-Türkiye ilişkileri ellili yıllarda partner aşamasına gelmiştir.
Milli Şef dönemi savunucuları Menderesli yıllar için "hak ve özgürlükler verilirken maddi olarak ülke ABD'ye bağımlı hale getirilmiştir" eleştirisini yaparlar. İyi bir solcu olan Yaşar Kemal'in ilkokul öğrencisi ortaokul Türkçe öğretmenim Coşkun Seyhanlı, İnönü dönemini "biraz daha dişimizi sıkmayı bilseydik şimdi ABD ve Avrupa'ya muhtaç olmayacaktık" şeklinde savunurdu.
Varlık içinde yoklukların çektirildiği asgari düzeyde hak ve özgürlüklere sahip ülke insanı, ellili yıllarda ülkeye getirilen küçük hürriyetler ve bunun doğurduğu günümüze göre kısıtlı refahla harika bir şekilde rahatlamıştı.
Bu dönem 27 Mayıs darbesiyle kesintiye uğratılmasaydı biz tutma konumundan kurtulup her şeyiyle kendi olabilen bir ülke olabilir miydik? Tartışılır!
Burada Karaoğlan Ecevit'in ağaya baş kaldırı benzeri gibi ABD'ye rağmen başta Kıbrıs çıkarması olmak üzere bağımsız bazı uygulamalar yapması ve bunun sonunda ağa tarafından cezalandırılırcasına ülkenin getirildiği konumu düşünmek gerekir.
Ancak Cumhuriyet dönemi ABD-Türkiye ilişkilerinde kendi özel konum, güç ve kozlarını doğru şekilde fark edip ilişkilerde denge sağlamak amacıyla kullanmak isteyen ve kullanan tek siyasetçi Özal olmuştur. Onun bu siyaseti darbe zemini oluşmadığından hayatıyla sona erdirilmiştir.
AKP iktidarıyla birlikte gelinen ABD-Türkiye ilişkisini Çukurova'daki uygulama benzeri düşünüyor ve değerlendiriyorum. Karaoğlan'ın çıkışı sonrası pamukovası Çukurova'ya halkın isimlendirmesiyle 'beyaz sinek' belası musallat edilip pamuk tarımımızın nerdeyse bitirildiği gerçeğini de burada hatırlatalım.
Bakalım, Ergenekonlu, telekulaklı, açılımlı bu sürecin sonunda tutmalıktan kurtulup kendimiz olabilecek miyiz?
Hasan Tülüceoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Sütlü Kahveci : Deniz Marmasan Serinliği. |
|
Dön diyememem sulardandır... Akşam güneşi gerdanından doğarken, kirpiklerimle sevişen rüzgâra emanet dalga dalga heyecanı gecenin...
Üçe epey vardı, kamçılı yalnızlığımın avucumda kök salan sürgün tellerinde öleyazan kan-dır, rengim...
Sol omzumda ağırlaşan dudak izli uyuşukluk, renk sıyrılmasına hasta... Refakatçim göz pınarlarımdaki yağmur olsun...
Sokaklardan akmamış dudağıma değen kızıl şerbeti cansunun...
Gamzesiz bahar gelmez.
Güzümün donuk olduğu yanda sandık kokusu bu akşam...
Kasımpatılar arasından üflüyorum gecenin yıldızlarına.. Yastık iziyle ilerlediğimiz haritaya bir de kimliğimi ekliyorum; kızıl düş, yaldızsız öpüş, gökkuşağı...
Kanat çırpmayan özgürlükle doluyor ciğerim, gözlerim kapanıyor mayıs esintisi dolunaylara... İşaret parmağımın ucunda gezen menekşe kokusuyla kadifeleniyor dişi mevsimlerim...
Ve bir dans şimdi, senden imzalı tebessüm, dudak kenarı, şiir dizesi derbederliğim...
Tutamadığım kalemlere saklıyorum uğuldayan varlığını iklimlerimin. Seni sayıklayan renkleri katıyorum adımlarıma...
Ah geçmiyor kahve kokusu, şarap kızılı, bir de serinliği özleminin...
Deniz Marmasan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Mete Çağdaş ÜMMETÇİ DEĞİL,ZİMMETÇİ! |
|
Haberlerde izledim...
İki çocuk bir olup,başka bir çocuğu
öldüresiye dövmüşler.
Yine Manisa da roman vatandaşlara saldırmışlar
ve sürgüne gitmelerine neden olmuşlar.
Ne oluyor bizlere?
Çıldırıyoruz!
Cinnet geçiriyoruz!
Vampirleşiyor,
katilleşiyoruz!
Böyle değildi bu ülke
Suç vardı,
ama...
bu kadar artmamıştı
Kürt ,Türk ne bilmezdik
kavgadan aklımız çıkardı!
Hırsızlık görmezdik,
tecavüzleri duymazdık,
ve de
Cinayetlere tanık olmazdık...
Ne olduysa,
AKP iktidarında oldu!
Bu hükümetin işi güçü
varsa yoksa askerle!
Memlekette kan gövdeyi götürmüş
hiç umurlarında değil.
Onun için vatandaş olarak rahatsızım bunlardan
Biran evvel seçim olsun da kurtulalım
Yemin olsun Sarıgül'e bile razıyım
Gerci onun Erdoğan'dan bir farkı yok ya
Biri tarikatcı,diğeri mafyacı!
Al birini vur ötekine
Bahçeli denenmiş
Baykal'ın ise ahı gitmiş vahı kalmış!
Kim kaldı geriye?
Pamukoğlu paşa...
Sadettin Tantan...
Numan Kurtulmuş...
Var mı daha başkası?
Var olmasına var da
yüzde 0.3 bile olamazlar
Şimdi Masum Türker ile DSP ne yapar ki?
Genç dinamik Cem Uzan vardı
O da iki seksen uzandı Avrupaya doğru
Anladınız mı şimdi AKP neden iktidar?
Adam yok memlekette!
Yüzde 47'den 26'ya kadar düştü oyları
Ama buna rağmen
Muhalefet yüzde 17 ile 20 arasında halen
Niye birleşmezler ki?
CHP MHP gibi oldu zaten
MHP'de CHP'leşti!
6 ok ile 9 ışık birleşsin
15 ilke yapar!
Kimse Cumhuriyetci, ya da ulusalcı falan değil
Milliyetçi de yok,libarel de
Demokrat olan kim?
Öyle olsa herkes birleşir
vatan için tek ses, tek yürek olur değil mi?
Hiç birine inanmıyorum.
bunlar içinde ümmetçi diyorlar ya
Sanmıyorum
Zimmetçi bunlar zimmetçi
Ülkeyi Amerika'ya zimmetlediler!
Mete Çağdaş mettecagdas@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Alkım Saygın Harvey ve Yeni Emperyalizm II |
|
Harvey'e göre Soğuk Savaş'ın bitmesiyle, Amerikan kamuoyunda 1990'lı yıllar boyunca açık bir rahatlama görülmekteydi. Artık savaşılacak bir düşman kalmamıştı; ancak, "yeni ekonomi"nin ortaya çıkarttığı bâzı durumlar, çok ciddî ekonomik ve siyasî sorunların gündeme gelmesine yol açmıştı. Rekâbet en korkunç düzeyine ulaşmış, hîle ve kandırma esâsına dayalı ekonomik yapı iyice çürümüş, yolsuzluk ve rüşvet skandalları alışılır olmuş, toplumsal sağduyu yitirilmişti. (syf: 14-6)
Bu bakımdan, Harvey'e göre Irak savaşı, ABD hegemonyasına katkı sağladığı gibi, içeride de toplumsal barış ve sağduyu ortamının güçlenmesine de katkı sağlamış ve "Şer Ekseni"ne karşı ittifak çağrısı, bütün bunların nirengi noktası olmuştu. (syf: 14-6) Soğuk Savaş'ın ardından ABD, liderlik rolünü korumakta güçlük çekmeye başlayınca ve "imparatorluk gücü"nün sorgulanmasından rahatsızlık duyunca (syf: 36), "küresel teröre karşı küresel mücâdele stratejisi"ne yapışmak zorunda kalmıştı. (syf: 4)
Böylelikle, Irak'ta ve bölge ülkelerinde "demokratik rejimlerin"(!) kurulmasının, bölge insanlarının çıkarlarına olduğunu savunan ABD, hegemonik bir güç olarak petrol kaynakları üzerindeki denetimini sağlamlaştırdı. (syf: 9) Murdoch gibi medya baronlarının desteğiyle ABD, büyük ekonomik, siyasî ve askerî hezimetlere uğrasa da bu hegemonyasını sürdürmeye devâm etmektedir. Oysa ABD, tüm târihinin en zayıf dönemindedir ve dikkatleri dış politika konularına çekerek gündemi saptırma gayreti içindedir. (syf: 12)
İmdi, Harvey'e göre Irak Savaşı, ABD'nin yalnızca petrol kaynaklı paylaşım stratejisi olarak görülemez; ABD hükümeti, petrol mafyası değildir. Bu savaş ekonomik, siyasî ve askerî sonuçları îtîbârîyle bir bütün olarak değerlendirildiğinde imparatorluk tezinin kurulmasına katkı sağlamaktadır. ABD, yalnızca kendi enerji ihtiyacını karşılamak peşinde değildir; aynı zamanda rakiplerinin üretim kapasitelerini belirlemek ve rekâbeti kendi kontrolü altına almak için de bu kaynakları ele geçirmek istemektedir. (syf: 17)
Harvey'in zaman-mekân sâbitesi teorisi ise kapitalizmin niçin çökmediğini açıklama iddiasındadır. Harvey'e göre bu teori, kapitalizmin kendi içindeki bir eğilimin ifâdesidir ve Marx'ın krizler hakkındaki görüşünün yeni bir formülasyonudur. Zîrâ krizler, işgücü fazlalarının kâra dönüştürülememesi sonucu çıkar ve coğrafî genişleme, uzun dönemli altyapı yatırımlarını gerektirdiği için, üretim-mekân ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi krizleri dizginler. Kamusal istihdâmı amaçlayan yatırımlar, krizlerden çıkmayı sağlar. (syf: 76)
Harvey'e göre sermâye birikiminin moleküler süreçleri, mekânda özgün bir gelişim sergiler. Diğer unsurları, girift bir kapitalist ağ örmek için kullanırlar. Kapitalizmin hâlâ ayakta kalması, birikim süreciyle ilgilidir. Birikim, hiçbir zaman pürüzsüz olmaz, kesintiler kaçınılmazdır. Sermâye birikiminin önündeki engeller ise hiçbir zaman mutlak değildir. Kapitalizmin yeni bir dönemi için geçici niteliktedir. Fakat konu hegemonyaya gelince devletin, küresel kapitalizmin dinamikleri arasında ön plâna geçmesi kaçınılmazdır. (syf: 79)
Kezâ, Harvey'e göre mal mübâdelesi, dâimâ yer değişikliklerini gerektirir ve mekânın düzenlenişi, insanlar arasındaki etkileşimi belirler. Kapitalist faaliyet, coğrafî gelişimi belirler ve dâimâ mâliyetin düşük, kârın yüksek olacağı coğrafyalara yönelir. Bunu yaparken mekânın dengeli bir gelişimini gözetmek zorunda değildir; kendi ihtiyaçlarını gözeterek mekânı belirler. Bu bakımdan küreselleşme, sermâyenin önündeki mekânsal engellerin kaldırılması süreci olarak da görülebilir. (syf: 79-84)
Harvey'e göre mekândaki dolaşım, fizikî altyapıları mekâna sâbitleyerek sağlanır. Demiryolları, limanlar, kablo ağları, vb. sâbit sermâyeyi oluşturur. Sâbit sermâye, diğer sermâye türlerinin dolaşımını kolaylaştırır. Ancak, mâliyeti kurtarması için mekânsal etkileşimin sürdürülmesi gerekmektedir. Bu konuda herhangi bir engel ortaya çıkarsa, bu sefer de devlet gücünün katkısıyla bu engel aşılır. Kapitalizm, kendi faaliyetlerini sürekli olarak kolaylaştıracak mekânlar arar, bulamayınca da yok etmeye başlar. (syf: 84-5)
Harvey'e göre sermâye birikiminin zaman ve mekân içindeki moleküler süreçleri, bölgesel ekonomilerin oluşumunda da esastır. Mekân içinde birbirine bağlanan sermâye yapısal bir uyuma gereksinim duyar. Bu uyum, üst-yapıyı da içine alacak geniş tabanlı bir uyumun parçasıdır. Fakat devlet, bu süreçleri izlemekle yetinmez; bu süreçlerden etkin bir şekilde yararlanmaya çalışır ve elindeki gücü, bölgesel farklılaşmayı ve dinamikleri yönetmek için devreye sokar. (syf: 86-9)
Harvey'e göre sermâyenin dolaşımı, kaçınılmaz olarak jeo-politik çatışmaları da doğurur. Aynı şekilde, sermâyenin dolaşımı, bâzen emek fazlasını, bâzen de sermâye fazlasını ortaya çıkartır ve daha kârlı yatırım olanağı bulamayan sermâye, krizlere yol açar. Böyle durumlarda ya sâbit sermâye yatırımlarına önem verilmeli, ya sosyal harcamalar özendirilmeli, ya da uzun dönemli sosyal altyapı yatırımlarına veya kamu hizmetlerine öncelik tanınmalıdır. (syf: 90-7)
İmdi, Harvey'e göre kapitalizmde birikim artık ilkel değil; el koyarak birikimdir ki bu, özelleştirme ve piyasa liberalizasyonuyla açığa çıkar. Ortak mülkiyet nesnelerinin çevrelenmesi devlet politikası hâline getirilir ve aşırı biriken sermâyenin krizleri bu yolla çözülür. IMF, el koyarak birikimin, genel bir krize yol açmadan çözülmesine katkı sağlar. Özelleştirme süreçleri, kapitalist emperyalizmin büyüme şeklidir ve IMF ile Dünyâ Bankası bunları desteklemeye yarar. (syf: 150-1)
Kezâ Harvey'e göre, genişlemiş yeniden üretimden doğan kronikleşmiş aşırı birikim sorunlarının çözüm yolu olarak bu yöntem, 1970'lerden sonra yayılmaya başlamıştır. Ancak, "İngiliz burjuvazisinin on dokuzuncu yüzyılın son otuz yılında keşfettiği olguyu Amerikan burjuvazisi yeniden keşfetmiştir. Arendt'in anlatımıyla bu, "birikimin motoru aniden durmasın diye" ilkel sermâye birikimini mümkün kılan "âdi hırsızlığa nihâyetinde yeniden başvurulmak zorunda kalınmasıdır." Eğer durum buysa, "yeni emperyalizm", eskisinin tekrârından başka birşey değildir; tek fark, değişik bir yer ve zamanda ortaya çıkmasıdır." (syf: 151)
Harvey'e göre ABD, sermâye hareketlerini yeniden düzenlemek sûretiyle, emperyalist yörüngesinden sıyrılmasa da biraz olsun sapabilir. Eğitim reformu ve altyapısını yenilemesi bu konuda başlangıç olabilir. Bu süreç, ülke içindeki güç ilişkilerini yeniden düzenleyebilir ve bu da toplumsal ilişkilere olumlu katkılar yapabilir. ABD, bunları içinde barındıracak yeni bir "Yeni Anlaşma" programı uygulayabilir. 1930'larda Roosevelt'in "Yeni Anlaşma" programı ekonomik durgunluk ve çöküşün üzerinden gelmelerini sağlamıştı, bugün de bunlar başarılabilir. (syf: 63-5)
Harvey'e göre sivil toplum örgütleri, 1970'lerden bu yana gerek ekonomik, gerekse de siyasî bakımdan önemli bir düşünsel odak hâline gelmiştir. Bunlardan bir kısmı sermâyenin çıkarları doğrultusunda hareket etse de demokratik katılımı içlerinde barındırmaları, bu örgütlerin bütünüyle sermâyenin çıkarları doğrultusunda hareket etmekten alıkoyar. Bu örgütlerin en önemli özelliği ise diğer örgütlenmelere oranla daha dinamik bir yapıyı ortaya çıkartmalarıdır. (syf: 138-140)
İmdi Harvey, ABD'de Neo-con'ların küresel ekonomik sistem için tam bir tehdit oluşturduğunu düşünür ve Amerika'da sivil toplumun örgütlenerek bu yapıyı iktidârdan tasfiye etmesini önerir. Petrol şirketleriyle, evanjelist ve siyonist güç odaklarıyla, mâlî piyasalarla, medya kuruluşlarıyla, vb. kurdukları yakın ilişkiler sonucu Neo-con'lar tüm dünyâyı felâkete sürüklerken, anti-emperyalist bir direnişin gerçekleşeceği zemin de ABD olmalıdır. (syf: 162-175)
Nitekim, "sorunun üretimin kapitalist kurallarına göre tek çözümü, küresel çapta bir çeşit yeni bir "Yeni Anlaşma"dır. Bu "Yeni Anlaşma", sermâye dolaşım ve birikimini neo-liberal zincirlerinden kurtararak özgürleştirmek; devlet gücünü daha müdahâleci ve paylaştırıcı yönde düzenlemek, mâlî sermâye gücünü frenlemek, uluslararası ticaretle ilgili görüşleri medyaya dikte ettiren oligopol ve monopollerin ezici gücünü (özellikle askerî endüstri kompleksinin gücünü) demokratik yollardan denetlemek demektir. Sonuçta, Kautsky'nin çok önceden öngördüğü gibi, kapitalist güçlerin koalisyonuyla ulaşılan daha yararlı yeni bir "Yeni Anlaşma" emperyalizmine dönülecektir." (syf: 173)
Böylelikle, Harvey'in "yeni emperyalizm" hakkındaki bu çözümlemeleri, emperyalizmi "insancıl"(!) hâle getirme ve bu yolla sürdürme çabasına dönüşmektedir. Gücün iki farklı mantığı arasında yaptığı bu kategorik ayrımla birlikte Harvey, gücün ülkesel mantığını, kapitalist mantığı üzerinde bir denetleme/düzenleme mekanizması hâline getirmek ister ve emperyalizmin "yumuşatılması" arzusunu ortaya koyar. Ne var ki, dünyâ ekonomik ve siyasî sisteminin sorunlarının kaynağı tam da emperyalizmin kendisidir ve emperyalizm ortadan kaldırılmadıkça, bu sorunların çözümüne olanak yoktur. "İnsancıl emperyalizm" ise bizzat bu sistemin ürettiği boş bir yanılsamadır.
Her ne kadar, gücün ülkesel mantığı, belirli konularda kapitalist mantığından bağımsız olarak hareket edebilse de sonuç olarak bu mantık da emperyalizmin devâmına hizmet etmektedir. Bu durumda, Harvey'in bu çözümlemeleri, emperyalizmi 1945 sonrası dönemde "yeni" bir çözümlemeye tâbî tutarak aşılmasına katkı sağlamak yerine, onu "evcilleştirerek" yeniden kurma çabasına dönüşür. Hâlbuki, emperyalizm vârolmaya devâm ettikçe, onu "evcilleştirmeye" çalışmanın da hiçbir anlamı yoktur ve bu sorunlardan kurtulmak için dünyâ çapında anti-emperyalist ve tam bağımsızlıkçı mücadeleler verilmedikçe, emperyalizmden kurtulmak da mümkün değildir.
Alkım Saygın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
Çırpındı Karanlığa Karşı
Korkmadı karanlıktan
Durmadı - Yürüdü
Kimsesizdi sokakları
Günler mi geçmişti
Hatırlayamadı
Yoruldukça...
Çekildi kuytu köşelere
Üşüdü titrek ayazlarda
Biri gitti
Biri geldi kâbusların
İnsanlar...
Yitik zamanların insanları
Canlanıp giyindiler
Konuştu - Uyudu
Uyudu - Konuştu
Kim uyudu, kim uyumadı
Belli değil
Taşlaşmasın diye yüreği
Korunsun diye kırılganlığı
Can vermesin diye umut
Bitirmedi yürüyüşü
Çırpındı karanlığa karşı
Yıkadıkça yüzünü süzülen yaşlar
Çekip aldı içinden kederi
Isıttı güneş sızlayan bedenini
Sevdi...
İçinde yeniden var olan ruhu
Duyumsadı...
Derinliklerde deli sevinci
Tozsuz...
Işıl ışıldı yemyeşil yapraklar
' Düş Kuruyor Gece ' adlı kitabımdan - Ocak 2008 -
Hatice Bediroğlu
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.0.3 / 17 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|