|
|
|
Editör'den : Verelim kurtulalım!.. |
Merhabalar,
Araplar sultanlarını bulmuş. Biz son padişah dedik, Araplar ciddiye almış. Arap ellerine sultan tayin edilmiş Tayyip Bey. "Sultan Erdoğan" Arabın yalellisine güfte olmuş. Helâli hoş olsun. "Sultan Erdoğan"ı vermeye "Nadide Sultan"ı almaya, alıp verip oynayıp kazanmaya, krizin teğetinden darbenin darbından kurtulmaya hazırız. "İsrail bir tek türkçeden anlıyor"muş, o zaman yaşadı Araplar. Bizim bildiğimiz Sultan Erdoğan, türkçeden gayri dil, Siirt'ten başka il tanımaz. Neyse...
...
Yayın hakları ihalesini sıkılmadan baştan sona izledim. Pey arttıkça ekonomi bilgelerinin, futbol profesörlerinin yorumlarını dinlemek te ilginçti. Beni biraz işin magazin boyutu ilgilendiriyor bu durumda. Hatta biraz da fanatizm yapmaktan yanayım. Rakiplerin nefretle(!?) andığı ama keşke bizim olsa dediği Aziz Başkan'a bir kocaman teşekkür borçlu Türk futbolu. Yayın gelirlerinin dörtyüz milyonlara dayanması gerektiğini söylediğinde gülenler, şimdi sağlığına duacılar. En alt sıradaki takıma bile 16-17 milyon dolar gibi bir yıllık geliri garanti eden ihalenin en büyük mimarıdır Aziz Başkan. Yatıp kalkıp dua etmeli, gördükleri yerde elini öpmemeliler.
Yayıncı için hemen hemen iki misli bir maliyet getiren ihale bedelinin biz seyircilere yansıması kaçınılmaz. Ama bunun korkulacak kadar olmayacağını, hatta mevcutları kaybetmemek adına, bol kampanyalı, izlenme alternatifli günlerin bizleri beklediğini rahatça söyleyebilirim. Geçen yaz ligtv aboneliğimi kapatmamam için bana tüm film kanallarını bedava veren Digiturk'ten bu sene kırmızı noktalı kanalları da istediğimi bildirmek istiyorum. Dilekçem ektedir, gereği yapıla...
Muhallebici başkanımız Cumartesi günü bir büyük sınava hazırlanıyor. 2010 yılı şenlikleri başlıyor. Kültür başkenti olan İstanbul'umuzu yıl boyu nelerin beklediğini hep birlikte göreceğiz. İyi niyetli çalışmaların sağlıklı bir kent oluşturması dileğiyle ve Cumartesi gününü aman ha trafikte geçirmemeniz tavsiyesiyle hepinize güzel bir hafta sonu diliyorum, hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan KALAYCI 3 (SON) |
|
Ömer o günden sonra birkaç kez daha okula geldi. Her defasında ben öğretmenden önceden izin alıyordum. Her gelişinde öğretmen ona kalem veriyordu ve birkaç tane de defter yaprağı… Son gelişinde öğretmen Ömer'i yanına çağırıp bir şeyler konuştu. Ne söylediğini biz duymuyorduk. Merak etmeden durabilir miydik? Fatma öğretmen Ömer'i birinci sınıfa kaydetmek istemiş. Sınıfta öğretmenden çekindiği için tamam demiş ama çıkınca sözünü tutmadı. "Ben sizinle oturmak istiyorum. Ne işim var birinci sınıfta. Onlar hepsi küçücük. Bebek miyim ben yaa,"dedi. Ve bir daha okula hiç gelmedi.
Sığırcık sürüleri Azimli bayırı altında zeytinliklere bulutlar gibi uçuyorlardı. Burgu gibi dönen, alçalan, aniden yön değiştiren kararsız ve oyuncu bulutlar gibi hem de… Kalaycı her gün Ömer'i de yanına alıp kasaba sokaklarını arşınladı. Bütün kasabanın kazanlarını kalayladı. Mutfaklarda tencere tava bırakmadı. Kömürün karası gün oldu yüzünü boyadı, gün oldu bıyıklarına, kaşlarına isler yığdı, alnından ter yerine kara sular damladı. Bazen oyun olsun diye biz de körüğe asılırdık. Ciğerleri serin hava dolan körük nefesini kara kömürlere üfledi. Her nefeste kara kömürler çıngalar saçarak kıpkırmızı oluyordu. Kalaycı'nın işi bitince, akşama yakın Ömer'e izin veriyordu. Birlikte sapanlarımızla kuş avına çıkıyorduk. Dutluktan, kanal boyundaki zeytinliklere gidiyorduk ama hiç kuş vuramıyorduk. Ya sığırcıklar yaklaştırmıyor ya da attığımız taş denk gelmiyordu. Sıkılıp kuşların peşini bırakıyor ve dere boyunda nişancılık yarışmasına başlıyorduk. Boş bir teneke kutuyu belli bir uzaklığa dikip sapanla taş fırlatıyorduk. Herkes sıra ile beş atış yapıyor ve vurduğumuz kadar puanımız oluyordu. Bu yarışlar çoğunlukla akşamın alaca karanlığına kadar sürüyordu.
Yasak bile olsa kışlık sinemanın önü akşamları çocuk dolardı. Sinemanın yan duvarının kuytusunda seyyar arabasıyla her akşam bekleyen bir sucuk ekmekçi vardı. Sokağı tutan kokusuna bayılırdım. Karnım tok bile olsa canım çekerdi. Öğretmenler sadece Cuma ve cumartesi akşamları sinemaya gitmemize izin verirlerdi. "Diğer günler yasak, evde oturup ödevlerinizi yapın, derslerinizi çalışın."derlerdi. Babama, "öğretmen bizse bu akşam ödev vermedi," dediğimde bana hiç aldırmazdı. "Öğrencinin her zaman ödevi vardır. Ödev demek yazı demek değil. Aç kitabını oku," Akşamları sinema önüne kaçamazsam Şengül'lere giderdim. Şengül'ün annesi de aynısını söylerdi. Hatta akşamları zihnimiz dağılmasın diye evdekilerin radyoyu da açmalarına izin vermezdi. Şengül okuyup büyük adam olamadı. Ben de öyle. Keşke o canım Zeki Müren şarkılarını kaçırmasaydık. Yasak olmasına rağmen mahalleden birkaç çocuk ne yapar eder akşamları sinema önüne giderdik. Macera tadında, korku dolu, heyecan veren bir eylemdi. Öğretmenlerle köşe kapmaca oynar, onlara görünmeden zafer kazanmış komutan edasıyla sokağımıza geri dönerdik. Okulun bahçesinde "Gittik ama yakalanmadık. Bizi kimse yakalayamaz," diye hava basardık.
Ömer akşamları bize takılmazdı. Kalaycı kara adam ve oğlu karanlık çöker çökmez kömür ateşinde çabucak pişen yemeklerini yedikten sonra çadıra çekilirlerdi. Bazen çarşıdan, sinema macerasından dönerken çadıra biraz yaklaşıp Ömer'e bakardık. Kalaycı'yı çadırın önünde sigara içerken ve üşüdüğü için kollarını bacaklarını ovuştururken görürdük. Ama Ömer'i hiç görmezdik.
Bazen sapanlarımızı alıp Zeytinlik veya Mezarlık mahallesine giderdik. Evlerin bittiği yerde bağlar, pamuk tarlaları ve zeytinlikler başlardı. Tütüncülerin kışın bağlara salıp başıboş bıraktığı eşeklerden bir kaçını yakalardık. Cebimizden çıkardığımız kalınca keten ipleri boynuna bağlar üzerlerine çıkardık. Küçüktük, öyle bir sıçrayışta eşeklerin üzerine binemezdik. Ancak bir tümseğin veya ağaç kütüğünün yüksekliğinden yararlanarak üzerlerine zar zor tırmanırdık. Bazen eşekler inatçı çıkar bizi üzerinden atardı. Eşeklerin üzerinde bağlar arasındaki toprak yollarda saatlerce yarışırdık. Genellikle çul veya semersiz bindiğimiz için eşeğin sırt kemiği kıçımızı acıtırdı. Eşek yarışları veya turları acayip eğlenceli olurdu. Elbette inince kıçımızın ağrısından birkaç gün düzgün yürüyemezdik ama vaz geçmezdik. Elimize geçen ilk fırsatta yine aynısını yapardık. Ömer hiçbir konuda sorun çıkarmazdı. Biz ne dersek o, biz ne yaparsak aynen vardı. Kalaycı kara adam bizimle oynaması için ona her zaman izin verirdi. Ömer'in katılmasıyla bizim çete bir kişi daha artardı. Genelde üçken dört olduk. Kimsenin tavuğuna kış dediğimiz, camını taşladığımız da yoktu zaten. Eşek turları yaptığımız kış belediye sokakları kazmaya başladı. Evlerimize su bağlanacakmış, herkesin evinde çeşmesi olacakmış. Su hattı çukurları derindi ve yer yer bizim boyumuzu bile aşıyordu. Sokakları labirent gibi su borusu kanalları doldurunca saklambaç oyunu oynama hevesi bütün çocuklarda birden patlama yaptı. Başka sokakların çocuklarıyla kocaman gruplar oluşturur saatlerce bıkmadan usanmadan oynardık.
Ömer bizimle her gün okula gelsin, gün boyu birlikte takılalım oynayalım istiyorduk. Kalaycı kara adam bu konuda çocuğuna hiç karışmadı. Hatta bizim yanımızda onu ikna etmeye yönelik tek bir cümle bile söylemedi. Okula giderken mutlaka çadırın önünden geçiyorduk. Ömer belki fikrini değiştirir, bizimle gelir diye hevesleniyorduk. Bir sabah yine okula giderken küçük meraya doğru yürüdük. Gördüklerimize beynimiz bir yana bakan gözlerimiz bile inanamadı. Ne çadır vardı, ne de kalaycı. Sadece ateşin yeri duruyordu. Kapkara ve külleriyle beraber öylece… Bir de körüğün izi ve çadırın altında kalan sararmaya yüz tutmuş çimenler. Sorduk soruşturduk ama kalaycının ne zaman toparlanıp gittiğini hiç kimse görmemiş. O gün akşama doğru haberler acayipleşti. Bütün kasaba Kalaycı'yı konuşuyordu. "Mutlaka gece kaçmıştır," diyorlardı. Meğerse kara adam giderken Dingil Ragıp'ın Tombul Gülsüm'ünü de alıp götürmüş. Bizim kasabalılar her şeyin suyunu çıkarmayı pek severler. "Gülsüm'ün de canına minnet zaten. Neredeyse kırkına gelmişti. Kara mara koca sahibi olmuş işte, fena mı yani?" diyorlardı. Çakır gözlü Gülsüm'ü bu kez türküdeki Çerkez kaymakam değil Kalaycı kaçırmıştı.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu ARSIZ |
|
Birisi için "arsız" derseniz, o, muhtemelen utanması, sıkılması olmayan, yılışık, yüzsüz hatta açgözlüdür.
Halk, her koşulda üreyen, başka bitkilere yaşam hakkı tanımayan bitkileri de "arsız" olarak nitelendirir.
Bizim gibi güneyde ve deniz kıyısında oturanlar için bahçelerin bakım zamanı geldi. Güneş bir açıp bir kapasa da baharın ayak seslerini bedenimizde hissetmeye başladık.
Cumartesi günü Bodrum'da erkenci bahar havalarından biri vardı. Böyle havalarda evde durmayı pek sevmediğimizden Bitez, Ortakent, Yahşi, Gürece… dolaşıp bu cennet yurt köşesinde yaşamanın tadını çıkarmaya çalıştık. Her bahar mutlaka birkaç kök bir şeyler aldığımız çiçekçinin önünden geçerken arabaları görünce durdum. Ne zamandır kıyısından bakar kör geçtiğim bahçemi anımsadım. Doğrusu menekşeler, siklamenler, çuha çiçekleri de albeniliydi.
Benim bahçem Türkiye gibi rengarenktir. Her çiçek kendi mevsiminde açar, çevreye güzel kokular ve renkleriyle yaşama zevki sunar. Hiçbiri bir başkasının yaşam alanına girmez. Hani birisi demokrasi nasıl olur diye sorsa, hemen bahçemi gösteririm.
Pazar günü, aldığım çiçekleri bahçeye dikmek için erkenden kalktım. Hava lodos. Marinadaki serenlerin uğultusu, kara servilerin uğultusuyla buluşup tam bir cadı düğünü yapıyor.
Terastan bahçeye baktım. Şaşırdım. Her zaman içinden geçtiğim bahçede tek çiçek yok. Nergisler, kır laleleri, zambaklar, açelyalar, çuha çiçekleri, siklamenler…neredeyse hiçbiri görünmüyor.
Bahçe yemyeşil… Demek ki yeşil aldatmış beni. Ha sarı ha yeşil; ha beyaz ha siyah…Hepsi de tek renk değil mi? Bahçe dediğin rengarenk olmalı, her renk kendine bir yer bulabilmeli orada.
Bahçeye indim. Tarhları dolaşmaya başlar başlamaz her şeyi anlayıverdim.
Geçen yıl ziyaretime gelen bir dostum:
"Su parası çok. Bahçe çok masraflı. En iyisi sen şu "saçaklı"dan (ayrık gibi dalları saçaklı bir yayılıcı bitki) bir kaç kök al, kısa sürede sulama derdinden kurtulursun" dedi.
Uzattığı birkaç dalı, onu kırmamak için aldım; ama yıllar önce tarlalarımızda bahçelerimizde ayrıkla başa çıkmak için ne kadar uğraştığımızı anımsadığım için bahçeye sokmaya hiç niyetim yoktu.
Arkadaşım ısrarla:
"Bak dünyanın su parasını veriyorsun, üstelik sürekli de bahçeyle uğraşmak zorunda kalıyorsun. Birkaç kök ottan ne olur?" deyince babamın sözleri aklıma geldi.
"Bahçeye sokarsan ayrık, aç kalırsın gayrık!"
" Ayrık otur altı yıl güneş altında kalmış, rüzgâr toprağa düşürünce:
- Susuzluktan öleyazdım" demiş.
Ayrık otunun ne denli arsız olduğunu biliyordum; ama dostuma söz geçiremedim. Gitti, bahçenin bir köşesindeki tarhın içine getirdiği dalları sokuverdi. Çok geçmeden ahtapot gibi her tarafa kol atmaya başladığını görünce endişelendim.
Eşim:
"Baksana yemyeşil, hatta beyaz minik çiçekleri de var. Sadece o tarhta kalsın. Başka yerlere yayılmasına izin vermeyiz" dedi.
Çaresiz kabul ettim.
Yaz nasıl geçti, güz ne zaman başladı? İş güç, aş ekmek kavgası derken bahçeyi unuttum. Dostumuza kanmış, bahçede oraya buraya kol atmasına göz yummuştuk. O, tüm nebatatın köklerine girmiş, onları boğmuş; deniz kıyılarından tek tek topladığımız rengarenk çakıl taşlarını bile örtmüş, bahçeyi yalnız kendi yaşam alanına çevirmişti.
Dostumu çağırdım:
"Ayıkla bahçenin ayrığını diyecek" oldum.
Önce o da şaşırır gibi oldu. Ama hemen sözü çevirdi:
- Yahu, amma da sinameki adamsın. Baksana yemyeşil bahçe. Güneş vurur açık yeşil olur, hava bulutlanınca nefti. Yeşil deyip geçme… Onun da bin bir çeşidi var. Varsın başka bitki olmayıversin bahçende!
Ben bahçemi hep çok renkli olduğu için sevmiştim. Dostuma hiçbir şey söylemedim.
Çocuklarımı çağırıp bahçeyi gösterdim.
- Söyleyin nasıl kurtulacağız bu ottan, dedim.
- Tek tek yolarak dedi, biri.
- Onunla boğuşabilecek başka bitkilere yol açarak, dedi öteki.
Radyoda sabah haberleri başlamıştı. Ergenekon, tele kulak, kozmik oda, açılım, saçılım…
- Bu kavga uzun sürecek, dedim. Yıllarca uğraşacağız.
Eşim, ayrığı yolarken kendi kendine söyleniyordu:
- Ah ayrık otu, ah! Bunca arsızlık yapacağına şu güzel bahçede her çiçeğin yaşama hakkı olduğunu kabul etseydin ne olurdu?
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen En iyisi Afitap olsun Muhatap |
|
"Alooo, Kahve Molası mı ?"
"Buyrunuz ben Afitap. Kimi aramıştınız ..?"
"Haydaaa, sen de kimsin kızım ? Her neyse, ben Kahve Molası'nın TontonEdi'sini aramıştım. Artık bu numara onun değil mi ?"
"KM kısmı tamam da, burada öyle birisi yok ..!"
"Editör var mı ?"
"Var efendim, siz kimsiniz ?"
"Uzatma da telefona bağla şu TontonEdi'yi.."
"Kim olduğunuzu söylemeden bağlayamam efendim.."
"Bak canım, benim adım Enişte. Hatta; sen de bana Enişte diyebilirsin.."
"Bayram değil, seyran değil ! Neden öyle diyeyim ki size ? Üstüme iyilik sağlık."
"Afitap Hanım... Sizin ne işiniz var Editör'ün telefonunda ? Bağla bakayım bana çabuk !"
"Enişte misiniz Dayı mısınız bilemem ama ben Cem Bey'in Halkla İlişkiler Asistanı'yım..."
"Breh breh breh ..! Pekala Afitap Hanım, rica etsem telefonu aktarır mısınız ?"
"Hah şöyle ..! Listeye bir bakayım... Hmmm, üzgünüm ama sizi Editör'e aktaramam efendim.."
"O niye ? Ne listesi ?"
"Bana bir liste hazırlatmıştı, listede sizin yanınıza ÇARPI işareti atmış.."
"Yani ..?"
"Bu sizi MUHATAP kabul etmediğini gösteriyor sanırım.."
"Bana bak Afitap, nereden çıktı şimdi bu muhatap ?"
"Nereden bileyim efendim, çarpı işareti o demek işte.. Sizi muhatap kabul etmiyormuş.. Kısacası yani ..! Hatta; yanına bir de not düşmüş.."
"Ne notu be ..!"
"Hem ihtiyar hem de göbeğinin sikleti bana denk değil.. demiş !"
"Vay vay vay ..!"
"Hatta; Muhatap Kitabı'nın 54.sayfasındaki açıklamaya dikkat edin.. diye de büyük harflerle bir not iliştirmiş.."
"Pes doğrusu ..! Ne diyormuş bu kitap, anlat hele Afitap..! Yani, sayfa 54 lütfen.."
"Bu kitap, Afitap tarafından aktarılsın diye pek muhatap görmediklerime hitap edilmiştir.. diye bir önsöz içeriyormuş. Ben de ilk defa gördüm Enişte !"
"Uzatma, 54'e gel Afitap !"
"Hiii..! Ben bunu size okuyamam efendim.."
"Niye ki ? Kimmiş benim muhatap olacağım kişi ?"
"Onu bilemem ama bu sayfa çok dolu, diğerlerine benzemiyor."
"Diğerleri nasıl ki ..?"
"Diğerleri genellikle bir kelime, bilemedin birkaç kelime.. Ama bu çok uzun.."
"Diğer sayfalardan birkaç örnek ver bakayım.."
"Boşver !.. var mesela.. Salla gitsin ..! var. Toplantıda de ..! var. Atta'ya gitti de ..! Atta neresiyse artık ! En uzunu da; Not alayım, gelince iletirim de ama not aldığın kağıdı çöpe at ..!"
"Demek öyle !"
"Evet efendim, sepet efendim.."
"Anlaşıldı, post-it var mı şu Ed-it için ?"
"Var ama neden it kelimesi ayrı telaffuz ediliyor dilinizde ..?"
"Boşver, yaz bakalım : En iyisi Afitap olsun muhatap... dedi Enişte !"
"Eee..?"
"Eee'si, 54.sayfaya yapıştır işte ..!"
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu Birgün sizin de başınıza gelebilir! |
|
Bu satırları dikkatli okuyun çünkü sizin de başınıza gelmesi belki de an meselesi, yarın iş başı yaptığınızda benzer bir durumda olabilirsiniz.
O bir Beyazyakalı. 20 yıl bir kamu kurumunda çalıştıktan sonra emekliliğe hak kazanıyor. Çalıştığı kurumdaki siyasi kadrolaşmanın verdiği rahatsızlıkla bu hak ediş bir araya gelince, 5-6 kişi ekip olarak ayrılmaya ve emekli olmaya karar veriyorlar. Tabii ki kimsenin günümüzün koşullarında çalışmamak gibi bir lüksü olamayacağından bu ekip olduğu gibi "özel" sektör tarafından işe alınıyor. Bu "hazır" ve "tecrübeli" ekibin teknik tecrübesine güvenen şirket yöneticileri de piyasaya yeni sürecekleri ürün için topyekün üretim ve pazarlama faaliyetlerine girişiyorlar.
Teknik Ekip, hem ne denirse yapıyor, hem de tecrübelerine dayanarak yöneticilerin verdiği kararları, zaman zaman yanlış olduğunu söyleyerek, üzerlerine düşen uyarıları yaparak, söylenenleri yapmaya devam ediyorlar.
Ürünler ortaya çıkıyor ama satış konusunda beklenen hedefler tutmuyor. Aslında ilk hedefler ve rakamlar haddinden fazla yüksek belirlendiğinden, gerçekte olan, beklenen "kâr"ın gerçekleşmemesi!
Özel sektör hemen ne yapıyor? Maaliyetleri düşürmek için ekibi kapının önüne koyuyor! Ama daha da komiği ön kapıdan yol gösterilen ekibe şöyle bir teklif yapılıyor.
- Siz çalışmaya ve üretmeye devam edin ama biz size sağlık güvencesi, yol, yemek vb. yardımları keselim, aylık "telif hakkı" adı altında çıplak bir para verelim, çalışmaya devam edin! Hem ne güzel ofise de gelmenize gerek yok, evinizden çalışabilirsiniz.
Bu "ahlaksız teklifi" kabul edip, aynı işi daha "ucuz"a yapmaya şimdilik devam etmek zorunda kalıyorlar.
Gelinen durum budur!
Siz kübiğinizde bir güzel çalışırken bir sabah aynı ahlaksız teklif size de yapılabilir.
Hazır olun Beyaz Yakalı'lar...
Cüneyt Göksu Cuneyt.Goksu@Gmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Mete Çağdaş BEN DEMİŞTİM... |
|
Ben bu yaşıma geldim,
böyle Başbakan görmedim!
Vatandaşı ile dalga geçen,
onu ciddiye almayan
ona hakaret eden,
yasal haklarını korumayan,
can güvenliğini sağlayamayan
bir başbakanı ilk kez gördüm.
Recep Tayyip Erdoğan bu...
Tarih yazıyor yaptıklarını!
" Ben bu aşıyı olmam, Amerika'daki daha etkili"diyerek,
" Domuz gribi" aşısı olmayan
Ve
" Domuz gribi olayı yalan, böyle birşey yok"diyen
sağlık örgütleri sözcülerinin iddialarına da
" Bak ben demiştim" diyebilecek kadar
pişkin bir Başbakan...
Avrupa da olsa halk gereğini yapardı!
Bizde " Dokunulmazlı"
Peki bu millet böyle bir başbakanı hak ediyor mu?
Bana göre ediyor...,
yüzde 47 ile geldiğine göre
Tayyip bizzat milletin kendisi oluyor!
Şimdi bazı cahiller;
" Başbakanımıza ve millete hakaret ediyor"
yaygarası yapacaklardır.
Hakaret etmiyorum ama...
Galiba saygısızlık yapıyorum!
Ayrıca Kimseye de
zorla saygı duymak zorunda değilim herhalde
Benimle dalga geçen bir başbakan var karşımda
Ne diyor gülerek?
" Ben demiştim"
Ne demişti bize?
" Aşı olmayın..."
Sigaraya yasak koydu ama
kendisinin bizzat güçlülüğüne inanmadığı aşıya ise
kota koydurtmadı.
Bizim kobaylığımıza göz yumdu yani
Şimdi saygı mı duymalıyım?
İnsanoğlu ne zamandan beri
sağlığına göz koyanlara
" Aferin...İyi yaptın" der oldu acaba?
Neyse
Şunun şurasında seçime ne kaldı ki?
Gidecekler...
Hemde geldikleri gibi
sandıklar açılsın
Öbür gün yıldırım telgraf çekecem
Recep Tayyip bey'e
gideceğini "Ben demiştim" diye...
Mete Çağdaş mettecagdas@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
BABA (Ben oysa ...)
Baba göğsümden yalnızlığı çalıyorlar ,
Uyurken elimde unuttuğum kitaptaki cümleleri,
Kirli ayaklarımı saklamak için giydiğim çoraplarımı,
Topuklu ayakkabılarımı,
Senin kokunuda çalmışlar baba ...
Oysa senin kokun onunkine benzerdi .
Sola dönüyorum sen, sağa dönüyorum tanrı,
Tavana bakıyorum aşk...
Çilek tarlalarına kaçıyorum
Bir tane çalıyorum içlerinden,en iştah açıcı olanı !
Onlarsa çiçeklerle geliyor karşıma...
Yüzleri yok göremiyorum.
Sevgiyle aşkla geliyorlar, inanır gibi yapıyorum.
Koş baba yakalanmayalım ...
Bileklerimden bağladı beni,saçlarımı omuzuna düşürdü
O yaptı baba ......
Şimdi bana biraz sessizlik lazım ...
Işıkları kapatma ,uyursam düşlerime gelecek .
Özlüyorum! baba kokunu neden çaldılar senin?
Neden sevgilimin sesini sildiler ?
Tırnaklarım acıyor baba .
Ellerimide çalmak için gelecekler
Almayın ellerimi bırakınnnn !
Naylonlaşmadı dokunuşlarım hala hissediyorum ben !
Ölene dek sadece seni seveceğimi sanıyordum, baba ben aşık oldum !
Onu sağ göğsümde sakladım...
Odamın tavanını deldim, altına bir kova koydum ,
Yağmurlar biriktireceğim sessizliği yıkamak için.
Bir tarak aldım ,taradığım saçlarımı gömdüm...
Ben yapmadım neden anlamıyorsun !
Masumum ben !...
Kimseye yanaklarımı öptürmedim !...
Omuzlarımı açıkta bırakan şeyler giydim sadece,
Omuzlarımı öpsün istedim...
Aşkı sattığınız kuyumcu vitrininden çalacağım,
Aşkı parfümlü tenlerden kurtaracağım ,
Anlamıyorlar ki ...
Aşk terli tenler içindir .
Baba anlamıyorlar onlar aşkı giyemezler ki .
Aşkı adak ağaçlarına asacağım ,
Aşkın resmini çizip onu tanrıya yollayacağım,
Belki tanrım boş bir anında bir aşk yaratır bana ...
Baba ben galiba !...
Sultan Karaahmetli
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.0.3 / 17 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|