|
|
|
Editör'den : Yerim ben sizin adalet anlayışınızı!.. |
İyi haftalar,
Önceki gün son padişahın kan ağlayan ciğerlerinden dem vurmuştuk hatırlarsınız. Halen kan mı ağlıyor bilmem ama bizim vicdanlarımız kahroluyor. Terazinin kefesinde bir aşağı bir yukarı hareket eden adaletin acımasızlığından vicdanlarımız sızım sızım sızlıyor. Padişah efendimizin mabeyincilerinden ses çıkmadığı için konu hakkındaki mütaalasını almak mümkün olmadı, ancak bir serseri katilin idam cezasından, gasptan aldığı otuzyedi yıldan sadece on yılda yırtmış olması bizi ziyadesiyle kahretti. Ne acıdır ki, bu katil şimdi aramızda süperstar olarak caka satıyor.
Bir yanda gizli tanıkların, kozmik odaların, suikast iddialarının gırla gittiği, adalet savaşçılarının cenk eylediği bir dava, diğer yanda üç yılda herşeyi belli olduğu halde son noktayı koymanın bir türlü becerilemediği Dink'in katli davası. Aynı terazinin kefelerine sığması gerektiği düşünülen ama birine kuyumcu terazisi, diğerine çeltik kantarı reva görülen iki ayrı adalet anlayışı. İşte ciğerleri kan ağlayan padişahla, babasının katline pencereden isyan eden bir oğulun adalet karşısındaki dışa vurumları. Birinin elinde koca memleketin her türlü silahı, diğerinin elinde sadece beyaz güvercin. Biri adaleti hem yapıyor hem şikayet ediyor, diğeri sadece o adaletin tecelli etmesini istiyor. Ama kan ağlayan yalnızca padişahın ciğerleri. Diğerinin ciğerinin kan ağlamaya vakti bile yok çünkü o üç yıldır ciğerlerini yırtarcasına bağırıp adalet arıyor. Ama padişahın adaleti sadece tetikçiye gardiyanlık yolunu açacak kadar demokrat(!), suistimalleri örtecek kadar vefakar. Yerim ben sizin adalet anlayışınızı be! Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Café Azur : Suna Keleşoğlu DEPREM SONRASI |
|
Yeni bir haftaya başlarken Ocak takviminin yarısından çoğunu geçirmiş olduğumuzu fark ettim. Günlerin peşinden yetişmeye çalışırken gündem de yepyeni olaylarla dünyayı yuvarlayıp gidiyor. Geçen haftaya damgasını vuran Haiti depremi yeni yılın ilk felaketi olarak hepimizi üzdü. Bu acıyı daha önce yaşamış bir ülke olarak deprem sonrası yaşanan olayları değerlendirirken acılarımızı da yeniden hatırlıyoruz. Hala devam eden kurtarma ve enkaz kaldırma çalışmaları medyada sık sık yer alıyor. Dünya ile ilgili bu haberi yaşadığım ülkeden de hayli detaylı takip ediyorum. Zira eski bir fransız kolonisi olan Haiti resmi dillerinden birinin fransızca olmasının etkisiyle de fransızları hayli ilgilendiriyor. Tarihle olan bağları ve turistlik konumu itibariyle Fransızlar için önemli ülkelerden biri olan Haiti'de yaşananlar bu yüzden yaşadığım ülkede gündemin birinci maddesi.
Deprem öncesi durumu pek parlak olmayan bu ülkenin deprem sonrası yaralarını sarması ise hayli zaman alacaktır. Zira Amerika kıtasının en yoksul ülkelerinden biri sayılan Haiti'de halkın %80'ninin yoksulluk sınırında olduğu söyleniyor. Hatta geçen yıllarda çıkan bir haberde halkın çamurdan beslendiğini okumuştum. Artan gıda fiyatlarıyla beraber gittikçe parasızlaşan halk eski geleneklerinden esinlenerek çamurdan ekmek yaparak yemeye başlamışlar.
Bütün doğa güzelliklerinin yanında tarıma elverilşi topraklarının azlığı, sık yağan yağmurların ürünlere zarar vermesi ve şehirlerde tahribatlar yapması bir yana, halkın çoğunun göç yoluyla daha zengin ülkelere gitmesi, eğitim ve kültür seviyesinin çok düşük olması ve IMF'ye olan borçları derken oraya çıkan ülke tablo maalesef hiç iç açıcı değil.
Biraz merak ediyorum ve tarihine bir göz atıyorum. Yerli halkın dünyadan habersizce yaşaması 1492 sonrası Amerika'nın eski dünya ülkelerince keşfedilmesi ile son bulur. İspanyollar, İngilizler ve Fransızlar hayatlarına girmiştir artık. Adanın Haiti kısmının 17. ve 18. yüzyıllarda Fransız korsanlarının eline geçmesi ile sömürge yaşantısı başlamıştır. 1789 İhtilalinden sonra başlayan özgürlük hareketlerinden sonra yerli halk içinden çıkan generallerin ayaklanması ile bağımsızlığını ilan eden Haiti Birinci Dünya Savaşından sonar da 1934'e kadar Amerika tarafından kontrol edilmiştir. Karayip denizindeki bu ada ülkesi depremle sarsılmasaydı dünya gündeminde hatırlanmadan yoksulluğuna devam edip gidecekti belki.
Dünyanın her tarafından yağan yardımlara, kurtarma çalışmalarına rağmen hala yiyecek, içeçek ve tıbbı yardım ihtiyacı bitmiş değil. Uzunca bir süre kendini toparlaması ve yeniden var olması da zor görünüyor. Yüzbinlerce kaybı, ciddi anlamda maddi hasarı ve deprem sonrası yağmalanmaları ile bir ülke de daha deprem sınavı veriyor. Bu sınavın içinde aslında hepimiz varız. insanlık olarak neredeyiz, ne kadar yardım edebiliyoruz bunu sorgulamanın zamanı.
O deprem fotoğraflarına bakdıkça zaten hayatın yüzlerine gülmediği portrelerin ağlayan karelerinde defalarca soruyorum. Neden bu kadar adaletsiz bu dünya? Şimdi tam da yeni bir yılın en başında bu kadar acı felaketler neden neden neden…?
Tüm bunlara rağmen hayatın devam ettiğinin ve acının tatlıyla beraber yaşamın bir parçası olduğunu da kabul etmek zamanı. Yine de felaketler sonrası bütün bunlar hiç yaşanmasaydı…
SunA.K. Grasse
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Hasan Tülüceoğlu |
AMERİKAN SÜT TOZU
Büyük oğlumu anasınıfına giderken öğretmenin 'beslenme' için program yapıp velilere vermesi, oğlumun beslenme çantasıyla okula gitmesi bana ilkokula başladığım günleri hatırlatmıştı. Yarım yamalak hatırladığım ablam ve akraba çocuklarıyla geride kalarak okula gitmem ve her gün öğle öncesi teneffüste öğretmenin bizleri dışarıda sıraya girdirerek beşinci sınıftaki iri cüsseli bir çocuğun, annemin fırınlı teneke sobada yaptığı 'kömbe' benzeri kızartmaları bizlere vermesiydi.
Bir gün öğretmen, ablama parlak gri renkli bir teneke kutu ve üzerinde henüz yeni söktüğüm alfabeye yabancı yazıların bulunduğu bir torba vermişti. Amcamın kızı ablama yardım etmiş bende onun çantasını taşımıştım. Bir süre sonra küçük belliğim bunları şöyle algılayacaktı: Öğretmen un ve yağı her gün bir öğrenciye veriyor; öğrencinin ailesinin yaptığı hamur kızartması beslenme adıyla biz öğrencilere veriliyordu.
Bu ikinci sınıfa kadar devam etti. Ancak ilkokulu bitirinceye kadar öğle öncesi her ikinci teneffüste hep bu beslenmeye ihtiyacım olduğunu hissettim.
Ailem ve akraba büyüklerinden bu beslenmeler hazırlanırken 'süt tozu' ifadesini sık duyardım. Ben okula başlamadan önce uzun bir süre öğrencilere bize verilen beslenme yerine süt tozundan yapılan süt verilmişti. Okula giden büyüklerimin süt tozu ifadesiyle bardaklarını çıkarıp sabırsızlıkla bekledikleri sütün lezzetine özlem duyduklarını hissettim.
Anasınıfı öğretmeni beslenme dediğinde ben hep bunları hatırladım. Bu öğretim yılı anasınıfına giden dördüncü çocuğum dolayısıyla duyduğum beslenme ifadesi bana hala aynı şeyleri hatırlatıyor. Ancak aradaki farkı küçük belleğimden şimdiye geldiğimde zihnim şöyle ifade ediyor: Ailem devletin verdiği malzemeleri masraf etmeden hazırlarken çocuğun beslenmesi için gerekli tüm masrafları biz karşılayıp hazırlıyoruz.
Hatırlandığı gibi ellili yıllardaki 'marshall yardımı' adı verilen Amerikan yardımından bahsediyorum.
Bu yardım her birimizde farklı anılar bırakarak tek tek şahıslar olarak hala canlılığını koruyan hatıralarla yansımıştı.
İkinci dünya savaşı sonrası ekonomik çöküntüye uğrayan Avrupa'yı canlandırmak için zamanın ABD dışişleri bakanı George Marshall'ın Harvard Üniversitesinde yaptığı bir konuşmayla duyurduğu yardımdı bu. Türkiye'nin de bulunduğu 16 Avrupa ülkesine yapılmıştı. 1955'lere kadar devam eden bu yardımla Avrupa kısa sürede ekonomik olarak derlenip toparlanmıştı.
16 Avrupa ülkesine yapılan yardımlar ülkemize de yapılmış ve kısa bir ferahlama getirmişti. Avrupa ülkeleri bu yardımla sanayi, teknik ve ekonomik gelişmelerini tamamlayıp büyümelerini kalıcı kılarlarken biz ne ekonomik gelişmemizi tamamladık nede refahımızı kalıcı kıldık.
Yardımların şartlı yapıldığı ve takip edildiği iddialarının yeterli sebep olduğunu düşünmüyorum. Zira 'Marshall yardımı' 16 ülkeye de aynı şartlarda verildi.
Burada yaşamını yetişkinliğine kadar yarı göçebe geçirmiş babamın anlattığı bir kıssayı anmak istiyorum:
"Kışın Çukurovada yarı yerleşik kalıp yazın yaylalara göç eden bölge aşiretlerinden bir aile göç yolunda giderlerken kadın, 'yurt' diye isimlendirdikleri önceden kaldıkları yerlerden her geçtiklerinde kocasına 'bey bak şu yurtta seninle tartışmıştık' dermiş. Bir yaz kaldıkları yerde ikinci kez sağlık açısından kalmazlarmış. Uzun süre sessiz kalan adam sonunda dayanamayıp şöyle demiş: bre hanım dövüşmediğimiz yurt mu kaldı?"
Sahi ülke olarak heba etmediğimiz yardım kaldı mı?
Hasan Tülüceoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
YOKDENİZ
Gün bitiyor...
yorgun bir aksam üstüne dönüyor kent. Sanki başımı dışarı uzatsam uçacakmış gibi yüzüm.
Küçük tahta bir sandık -yada bir müzik kutusu- içinde yanmış saçlarımız, kırılmış tırnaklarımız yavaşça yükseliyor tavana doğru. Griye çalan kirli beyaz bir tavan.
Şimdi bir masaya çıksam veya ahşap bir sandalyeye sonra çok uzaklara da baksam biliyorum denizi göremeyeceğim.
evet bir daha denizi hiç göremeyeceğim.
Saçlarımızı karıştırıp kulaklarımıza uğultularla dolan o rüzgârlı sahil kasabasındaki sabahçı kahvesinde sigaralarımızla birlikte sıcak çaylarımızı içerken "git gide uzaklaşıyorsun benden" demiştin.
Tütün kokusu…
Flu birkaç çocuk yüzü…
Duman arttıkça yer değiştiren gözler, burunlar, gülücükler.
Gün bitiyor...
İnce tınılarla bir şarkı yükseliyor pikaptan.
Bana gitarla çalarken tırnağını kırıp yarım bıraktığın şarkı bu!
Orçun Kozal
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
HOŞ
Güle güle 2009. . HOŞ , olan oldu;olmayan olmadı. HOŞnut olanların olmayanlara kızmaya hakları var. . . mı? 2010 -da HOŞgörü daha çok gerekecek , ama; kime niçin ne zamana kadar, neden soruları çoğumuzun başını döndürecek, serHOŞ edecek.
Ağabey , o zaman ;yıllarca giderek asırları kucaklamış gök kubbede HOŞ bir seda bırakmış içinde İstanbul geçen şarkıları tek tek arayıp bulun. Bulun bulunda , işi gücü -her türlü tasayı bir kenara bırakıp dönüp dönüp dinleyiniz. Bakın göreceksiniz ruhunuz nasıl tazelenecek, geri dönüşüm kutunuzu boşaltacaksınız.
Tamam anladık, HOŞafın suyu kesildi! Söyleyecek bir sözümüz, söylenen söze verecek karşılığımız yok, hiç bir şey yapamıyacak duruma düşmek HOŞirik olmaktan öteye bizi götürmezki!. Eğer kasetini bulursanız Yıldız Kenter hanımefendinin ''HOŞçakal Güzin''isimli TV Filmini içiniz burulsa da-sıkılsanızda izleyiniz. Olanla olmayanı ayırt etmek için AnaBelleğinizdeki arızadan kurtaracaktır. Her ne ise ne;ben de bir HOŞum yani, milletin Ana Belleğinden bana ne?
Ancak, davulun sesi uzaktan HOŞ gelir. İşin içinde olmayanlara her iş kolay
gelir. Ol sebeple bazı gibi gibilere hava HOŞ. Bir şeyin olması ile olmaması arasında fark yoktur ki. Bu gibi gibiler HOŞŞiklikten hep kazançlı çıktıklarından bir HOŞ olmanın da anlamı yok!Biz en iyisi eşşek HOŞaftan ne anlar deyip geçiverelim. Zaten köpeğe HOŞt demekle, kediye PİŞt demek arasındaki fark kadardır hayat. HOŞafın suyunu içip , üzüm denelerini bırakanlardan olmayalım yeter...
Bir iki HOŞbeş edelim derken sözleri ezdik!Halbukim peyniri ezzek te şöylecene şekerini tereyağında kızdırıp karıştırsak ne güzel olur peynir tatlısı HOŞmerim. Yahut yöresel biçimde mısır unu ile kaymaktan yapılmış bir HOŞmerim'ede eyvallah!
Gibi gibilerin eşşeği varsın kancık olsun,
Bize de insanların HOŞ bir nazar patlatır olmaları her daim üzerimize olsun.
Beltan Göksel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Mete Çağdaş KOYUN... |
|
Katil olacağım!
Baksanıza onlara ilgi büyük
Gazeteci katili Mehmet Ali Ağca hapisten çıktı
peşinde gazeteci ordusu takıldı!
Hangi otel de kaldığına kadar verdiler haberini
Bizde bu medya oldukca
Akşama yanına kadın aldı mı
öğreniriz elbet.
Hatta gece kaç kez çişe kalktı
onu bile aktarırlar bize
Düşünsenize...
17-18 yaşında delikanlılar seyrediyor haberleri
Nasıl özendirici veriyorlar değil mi?
Ondan sonra
Ogün Samstlar üretiyor işte bu ülke
Yapmayın kardeşim haber maber şunu
Bize ne elin katilinin nerde kaldığından
Tarkan sanki mübarek,
George Clooney...
onlarca kamera,bir o kadar muhabir
Nasıl da anlatıyorlar ballandıra ballandıra
30 yıla yakın hapiste kalmış mış!
Papa'ya suikast yapmış mış!
Kendini mesih ilan etmiş miş!
Şizofren işte
Ben diyor:
" Tanrı değilim,oğlu da değilim.Mesihim..."
Bunu da ingilizce söylüyor.
Nereli bu ağca?
Malatyalı...
Kaysı tüccarı değil ama
Kan tüccarı!..
Cıa var işin içinde
Bulgar istihbaratı var
Mafya bulaşmış
Bulaşık bir adam anlayacağınız
Canlı yayın olarak haberini veriyorlar
Aracı çıkıp uzaklaşıyor
ardından koşuyor muhabirler
Geri dönüp donunu çıkarıp atsa
Ağca'nın donu diye
yıkamaz bile ele geçiren gazeteci
Bu kadar manyamış medya,
Kafayı yemiş bunlar!
Benim deliliğim solda sıfır kaldı vallahi!
Şu bizim Medya'ya iki kelamım var
Alın size haber
manşet ya da arka kapak
Bir yerinize koyun işte !
Mete Çağdaş mettecagdas@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün yaklaşık 6.000 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
Yalnızdır Hayalleri Olmayanlar
Kabarık bir örtü gibi
Tepelerin başı dumanlı
Kara kocaman gökyüzünden
Düşen beyaz kelebekler
Konuyorlar üst üste
Hissetti, ellerinde yüzünde
Üşüten ıslak serinliği
Nasıl da koşup serilmişlerdi
Bembeyaz pamukların üstüne
Dalında açılmış gül gibiydi gülüşleri
Yükselirken bulutların arasında ay ışığı
Seyretti, kımıl kımıl kaynayan denizi
Karıştırıyor artık zamanı, yüzleri
Narin, kırılgan ve şaşkındı
Tarçın rengi gözleri
Yalnızdır, dedi
Hayalleri olmayan insanlar
Ulaşabilirim
Otururken bütün sevdiklerime
Saklıdır tüm güzellikler
İnsanın yaşam şeklinde
Islandı kirpiklerinin arası
Titredi elleri
Daha bir kabardı yeşil damarları
Ürpertti, sertçe seslenen poyraz
Gözlerine yapışıp kaldı
Yumuşak ve dertli aç özlem
Düşüverdi usulca yan tarafa başı
Derin bir sessizlik
Yol alıyordu ince bulutlar
" Düş Kuruyor Gece " adlı kitabımdan - Ocak 2008 -
Hatice Bediroğlu
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
GOM Player 2.1.21.4846 Released [2009 11/05] / Windows / 5.77 MB http://app.gomplayer.com/gom/GOMPLAYERENSETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
VLC media player for Windows / V.1.0.3 / 17 MB http://www.videolan.org/
İçinde tüm codec kütüphanesini barındıran açık kaynak bir oynatıcı. Bilgisayarınızın olmazsa olmazlarından biri. mp4, mov, mkv dahil hemen her formatta filmi izlemenize olanak sağlıyor. İndirin seveceksiniz.
7-Zip 4.65 (2009-02-03) for Windows / 913 KB http://www.7-zip.org/ Winzip, Winrar gibi sıkıştırma programlarının tek alternatifi. Sadece zip ve rar formatlı dosyaları değil, hemen her çeşit sıkıştırılmış dosyayı açan, minik ama süper bir "Open Source" programı. Kendi formatında yaptığı sıkıştırmanın üzerine yok. İsterseniz zip olarak ta sıkıştırma şansınız var. Hemen indirip kurun, sonra da bana şükredin.
|
|
|
|
|
|